AYIPLI MAL NEDİR?

AYIPLI MAL

 

Ayıplı mal, taşınır eşya veya konut, arsa vb. taşınmaz şeyler; yazılım, ses, görüntü gibi elektronik ortamlarda kullanımı sağlanabilen gayri maddi malların tüketiciye teslimi anında ayıplı olmasıdır. Bu ayıp, tarafların kararlaştırdığı reyon ürüne uygun olmaması ya da objektif olarak sahip olması gereken özelliklere sahip olmaması durumudur. Tüketici işlemi olan satışlarda TKHK m. 8-12 hükümleri uygulanır. Tüketici işlemi olmayan adi satışlarda ise TBK m. 219-231 hükümleri uygulanır. Ticari satış olarak ifade edilen ve tarafları tacir olan satışlarda ise TTK m. 23/1-c hükmü uygulanır. Biz bu yazımızda Tüketicileri ilgilendiren hususların üzerinde duracağız. Ayıplı mal ile ilgili sormak istediğiniz soruları sayfanın alt kısmında bulunan form aracılığı ile bizlere iletebilirsiniz.

Ayıplı Mal Ne Demek?

Bir telefon aldınız ve eve gittiğinde arızalı olduğunu fark ettiyseniz ayıplı mal söz konusudur.  Tüketici Hukuku bakımından öncelikle bir satıcı olması gerekir. Kamu tüzel kişileri de dahil ticari ya da mesleki faaliyetle tüketiciye mal sunan gerçek veya tüzel kişi satıcıyı ifade eder. Mal ise alışverişe konu taşınır eşya konut veya tatil amaçlı taşınmazlar gibi maddi; yazılım, görüntü ve ses gibi elektronik ortamda açılabilen gayri maddi malları ifade eder. Satıcıyla tüketici arasında gerçekleşen mal satışlarında malın kararlaştırılan özelliklerde olmaması ya da objektif olarak taşıması gereken özelliklere sahip olmaması halinde mal ayıplıdır. Ayıbın üç hali mevcuttur: Maddi, ekonomik ve hukuki ayıp. Maddi ayıp, malın fiziki özelliklerindeki eksikliği ifade eder. Ekonomik ayıp, maldan beklenen ekonomik getirilerdeki eksikliktir. Hukuki ayıp ise kamu hukuku dolayısıyla tüketicinin mülkiyet hakkından doğan yetkilerini kullanamamasıdır.

Ambalaj, etiket, internet sitesi veya reklamlarda belirtilen özelliklerden en az birini taşımayan mallarda ayıplıdır. Tüketicinin beklediği faydaları sağlamayan ya da azaltan mallar; benzeri ürünlerin taşıdığı özellikleri taşımayan maddi, ekonomik veya hukuki eksiklikler taşıyan mallar ayıplıdır. Kararlaştırılan sürede teslim edilmeyen ya da montajı yanlış yapılan mallarda ayıplı kabul edilmektedir. Montajı tüketiciye bırakılan mallarda montaj kılavuzundaki eksiklik veya yanlışlıktan doğacak yanlış montajlarda yine mal ayıplı kabul edilir. Tüketici Hukukunda maldaki ayıbın esaslı olmayan ayıp olması önemli değildir. Yani tüketici bakımından malın ayıplı kabul edilmesi için basit eksiklikler yeterlidir. Ayıp sözleşmenin kurulduğu anda ya da daha sonra fark edilebilir. Sözleşmenin kurulduğu anda fark edilebilecek aşikâr bir ayıp söz konusu ise sözleşmeye aykırılıktan söz edemeyiz. Maldaki ayıp teslim anında olmalıdır. Teslimden itibaren 6 ay içinde çıkan ayıplar teslim tarihinde var sayılır ancak aksini ispat mümkündür.

Ayıplı Hizmet nedir?

Sözleşmede belirlenen sürede başlamayan veya taraflarca kararlaştırılan objektif özellikleri taşımayan hizmet, ayıplı hizmettir. Sağlayıcı tarafından bildirilen, internet sitesi veya reklamlarda belirtilen özelliklerden en az birini sağlamayan hizmetler; maddi, ekonomik veya hukuki eksiklikler taşıyan ayıplı hizmetlerdir.

Satıcının Ayıptan Sorumluluğu Nasıl Olur?

Öncelikle malın kararlaştırılan özelliklerde olmaması ya da objektif olarak taşıması gereken özelliklere sahip olmaması gerekir. Yani 32 GB’lık telefon kararlaştırılmışken 16 GB’lık telefon satılmamalıdır. Her telefonda olduğu gibi arama yapabilen bir telefon olması gerekir. Ayıbın teslim anında mevcut olması gerekir. Teslimden itibaren 6 ay içinde ortaya çıkan ayıbın teslim tarihinde var olduğu kabul edilir. Ayıp tüketici tarafından fark edilebilir olmamalı veya fark edilmesi tüketiciden beklenmemelidir. Bir diğer ifade ile ayıp aşikâr olmamalıdır. Satıcının hafif kusurlu olduğu hallerde sorumsuzluk anlaşması yapılabilir. Ağır kusurlu olunan hallerde yapılacak sorumsuzluk sözleşmesi geçersizdir. Ayıp hafif ise herhangi bir sorumsuzluk anlaşması yapılmamış olmalıdır. Anılan bu şartların varlığı halinde satıcının ayıptan sorumluluğu doğar ve tüketici seçimlik haklarını kullanabilir.

Tüketicinin Seçimlik Hakları Nelerdir?

Malın ayıplı olması halinde tüketici; Malı geri vermeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeden dönebilir. Malı alıkoyup eksiklik oranında satış bedelinden indirim isteyebilir. Aşırı olmamak kaydıyla masrafları satıcıya ait olmak üzere malın ücretsiz onarılmasını isteyebilir. Mümkünse, malın ayıpsız misli ile değiştirilmesini isteyebilir. Görüldüğü üzere malın ayıplı olması halinde tüketiciye dört tane seçimlik hak sunulmaktadır. Tüketici bunlardan herhangi birini talep etmesi halinde satıcı bu talebi karşılamak zorundadır. Tüketici bunların yanında tazminat isteme hakkına sahiptir. Bu hakkını Borçlar Kanunu genel hükümlerince talep edebilecektir. Satıcı kusursuz olduğunu ispat etmedikçe tazminat ödemekle yükümlüdür.

Ayıplı Mal Bildirim Süresi Kaç Gün?

Tüketici Hukukundan kaynaklanan ayıp halinde gözden geçirme veya açık-gizli ayıp ayrımı olmaksızın bildirim külfeti yoktur. Genel hükümlere göre ayıp konusunda gözden geçirme ve ihbar külfeti söz konusudur. Borçlar Kanunu hükümlerine göre alıcı malı somut olayın şartlarına göre imkan bulduğunda gözden geçirmeli ve ayıp görmesi halinde bunu uygun sürede satıcıya bildirmelidir. Uygun süre somut olayın şartlarına göre değerlendirilecektir. Uygun sürede bildirim yapılmaz ise alıcı malı satın almayı kabul etmiş demektir. Olağan gözden geçirmeyle fark edilemeyecek bir ayıp söz konusu ise uygun sürede bildirim şartı aranmaz ancak ayıbın ortaya çıkması halinde derhal satıcıya bildirilmelidir. Ticari satışlar da ayıp açıkça belli ise iki gün içinde durumun satıcıya ihbarı gerekir.

Ayıplı Mal Davası Nasıl Açılır?

Satıcı, ayıplı maldan kaynaklanan sorumluluğundan ötürü tüketicinin talep ettiği seçimlik hakkı sağlamazsa, dava yoluna gidilebilir. 2021 yılı için değeri 7.550₺ altında olan tüketici uyuşmazlıklarında ilçe tüketici hakem heyeti görevlidir. Değeri 7.550₺ üzerinde ve 11.330₺ altında olan tüketici uyuşmazlıklarında il tüketici hakem heyeti görevlidir. Değeri 11.330₺ üzerinde olan tüketici uyuşmazlıklarında ise tüketici mahkemesi görevlidir. Tüketici mahkemesi görev alanına giren tüketici uyuşmazlıklarında ise dava şartı olarak arabuluculuk ön görülmüştür. Zorunlu arabuluculuk süreci sonunda taraflar anlaşamaz ise dava yoluna gidilebilecektir.

Ayıplı Mal Dava Dilekçesi Nasıl Yazılır?

İSTANBUL ANADOLU ( ) TÜKETİCİ MAHKEMESİNE

DAVACI        :

VEKİLİ          : Av. Caner Besler

DAVALI         :

KONU            : Dava dilekçemizin sunulmasından ibarettir.

1-) Müvekkilim 01.06.2020 tarihinde davalı taraftan … marka … model ve … renginde telefon satın almıştır. Satın alınan telefonun bedeli dava tarihi itibarıyla 17.500₺

2-) Telefon kullanılmaya başladıktan sonra arama yaparken ahizesinden ses gelmediğini fark etmiştir.

3-) Bunun üzerine müvekkilim satıcıya başvurmuştur ve satıcı, ürünün defolu olduğunu müvekkilime bu başvuru üzerine bildirmiştir.

4-) Müvekkilimin satın aldığı telefondan gerekli olan özelliğin olmaması nedeniyle telefondan beklediği yararı sağlamayacağı anlamına gelmektedir.

5-) Satıcıdan satılanın ayıpsız benzeri ile değiştirilmesi için talepte bulunulmuşsa da bu talep reddedilmiş ve bu davayı açma zorunluluğu hasıl olmuştur.

HUKUKİ NEDENLER      : Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve ilgili sair mevzuat

HUKUKİ DELİLLER       : Fatura, bilirkişi

NETİCE VE İSTEM      : Yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle; ayıplı malın ayıpsız benzeri ile değiştirilmesini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı tarafa tahmilini sayın mahkemenizden saygılarımla arz ve talep ederim.12.11.2020

Ayıplı Mal Zamanaşımı Ne Kadar?

Ayıplı malda açık veya gizli ayıp söz konusu olduğu hallerde zamanaşımı süresi teslim tarihinden itibaren 2 yıldır. Bu süre sözleşme ile daha uzun bir süre olarak belirlenebilir. Konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallar, ayıp halinde 5 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Bu süreler seçimlik hakların kullanılması bakımındandır. Ayıptan doğan zararların tazmini hakkında zamanaşımı ise Borçlar Kanunu genel hükümleri gereği 10 yıldır. İkinci el satışlarda ise ayıplı maldan sorumluluk süresi 1 yıldır. İkinci el konut veya tatil amaçlı taşınmazlarda bu süre 3 yıldır. Ayıp gizlenmiş ya da ağır kusur söz konusu ise zamanaşımı süreleri uygulanmaz. Ayıplı mal ile ilgili sormak istediğiniz soruları sayfanın alt kısmında bulunan form aracılığı ile bizlere iletebilirsiniz.

KAMULAŞTIRMA NEDİR?

Kamulaştırmasız El Atma

 

Kamulaştırma, kamu yararı gözetilerek bedelinin peşin ödenmesi koşuluyla mülkiyet hakkının kanun gücüyle kamu kurum ve kuruluşlarının eline zorla geçmesidir. Kamulaştırma uygulamalarının sıklıkla artması ile bu konuda bilinmesi gereken hususları sizler için irdeledik. Mülkiyet hakkı ülkemizin de taraf olduğu uluslar arası sözleşmeler ve Anayasa tarafından güvence altına alınmıştır. Ayrıca mülkiyet hakkı yine Anayasa gereği ancak ve ancak kamu yararı ve kanun ile sınırlandırabilir. Bu düzenlemenin uzantısı olarak Kamulaştırma Kanunu’nda, kamulaştırmanın kamu yararından yoksun bir şekilde yapılamayacağını görmekteyiz.

Kamulaştırmayı yalnızca devlet veya diğer kamu tüzel kişilikleri yapabilir. Ayrıca kamulaştırma faaliyeti özel mülkiyete tabi taşınmazlar için söz konusudur.  Bedelinin nakden ödenmesi gerekir. Herhangi bir kıymetli evrak yolu ile ödemenin yapılması söz konusu olamaz. Nakden peşin olarak ödemenin tek istisnası kamulaştırmanın trampa (takas) yoluyla mal sahibinin de rızası alınmak koşuluyla yapılmasıdır. Bir diğer istisna ise 5 yılı geçmemek üzere ve her biri eşit taksit olma şartıyla taksitlendirme yöntemidir. Kamulaştırma bedelinin ödenmemesi durumunda, ödenmeyen bedeller için kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır. Bir diğer önemli husus ise yeteri düzeyde ödeme tahsis edilmeden kamulaştırma işlemlerine başlanamaz. Kamulaştırma ile ilgili sormak istediğiniz soruları sayfanın alt kısmında bulunan form aracılığı ile bizlere iletebilirsiniz.

Kamulaştırmasız El Atma Nedir?

Kamulaştırmasız el atma, adından da anlaşıldığı üzere idarenin kamulaştırma yapmaksızın vatandaşların mülkiyet hakkına hukuksuz bir şekilde el koymasıdır. Gerçekleştirilen bu eylem sonucu bir bedel tespiti gerekir. Yapılan kamulaştırmasız el atmalar sonucu bedel tespiti Kamulaştırma Kanunu geçici 6. Maddeye göre yapılmaktadır. Kamulaştırmasız el atma müessesesi mevzuatta henüz tanımlanmamıştır. 221 sayılı kanunun 1. Maddesi gereği İstimlak Kanununun yürürlüğü girdiği tarih olan 09.10.1956 evvel kamulaştırmasız el atılan, kanun ile öngörülen kamu yararı maksadıyla fiilen kamu idarelerince el konulan taşınmazlar, el konulan idareler tarafından kamulaştırılmış sayılmaktadır.  E: 1956/1 K: 1956/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında “Kamulaştırmasız el koyma” kavramı kullanılmıştır. Anayasa Mahkemesi ise bir kararında kamulaştırmayı işlemleri yapılmadan veya işlemlerine başlanmasıyla birlikte tamamlanmadan; idarenin bir taşınmaz üzerinde kamu yararı gerekçesiyle yol, köprü veya tesis yapması olarak ifade etmektedir.

Bu tanımlamalardan yola çıkarak kamulaştırmasız el atmayı, idarenin kamu yararı gerekçesi ile kamulaştırma işlemi yapmadan veya başladığı kamulaştırma işlemlerini tamamlamadan; mülkiyet hakkının kullanılmasını engellemesi ya da ortadan kaldırması olarak tanımlayabiliriz.

Kamulaştırmasız el atma fiili el atma ve hukuki el atma olarak ikiye ayrılmaktadır. Fiili el atma idare tarafından mülkiyet hakkına hukuki dayanak olmaksızın kalıcı bir şekilde el konmasını ifade eder. Hukuki el atma ise kanundan alınan yetkiyle mülkiyet hakkının kullanılmasının uzun süre engellenmesini ifade etmektedir. En yaygın görülen örneklerinden biri idarece uygulanan imar planlarıyla mülkiyet hakkının malik tarafından kullanılmasının engellenmesidir. Hukuki el atmaya ilişkin 2942 sayılı kanun ek  maddesinde hukuki el atılan taşınmazların 5 yıl içinde kamulaştırılacağı veya imar değişikliği yapılacağı düzenleme altına alınmıştır. Bu şartlardan birinin yerine getirilmemesi halinde uzlaşma ön koşullu dava hakkının doğacağı kabul edilmiştir.

Kamulaştırmasız El Atmanın Hukuki Niteliği Nedir?

Kamulaştırmasız el atma; idare açısından sonuç bağlanabilen, hukuka uygun bir idari eylem niteliğinde kabul edilmemektedir. Bu bağlamda kamulaştırmasız el atma idarenin haksız fiili denebilecek bir eylemdir. Kamulaştırmasız el atmaya ilişkin bir uyuşmazlıkta Yargıtay yapılan işlemin haksız fiil olduğuna karar vermiştir. Bu kararına istinaden kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ödenmesi gerektiğine hükmetmiştir.

Kamulaştırmasız El Atma Davası Şartları Nelerdir?

Mülkünüze kamulaştırmasız el atılması durumunda ne yapmanız gerekir? Böyle bir durumda elimizdeki yegane araç dava yoludur. Öncelikle belirtmek gerekir ki kamulaştırmasız el atma durumunda zamanaşımı yoktur. El koyma tarihinden itibaren 20 yıllık zamanaşımı düzenlemesi Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiştir. Dolayısıyla herhangi bir zamanaşımı süresine tabi olmaksızın kamulaştırmasız el atma davası açmak mümkündür.

Acele Kamulaştırma Nedir?

Acele kamulaştırma, savunma ve olağanüstü hal durumlarında söz konusu olabilir. 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanması söz konusu olduğu hallerde ülke topraklarının savunulması ihtiyacı veya acelesi halinde Cumhurbaşkanı kararı ile ya da özel kanunlarda öngörülen ve olağanüstü olarak nitelendirilen hallerde acele kamulaştırma yapılabilir. Bu gibi durumlarda kıymet takdiri dışındaki işlemlerin sonraya kalması kaydıyla idarenin istemi üzerine mahkeme tarafından 7 gün içerisinde taşınmaz malın değerinin bilirkişi tarafından tespit edilip mal sahibi hesabına yatırılır.

Kamulaştırmanın Özellikleri Nedir?

Kamulaştırma Hukuku ile kamu yararı gerekçesiyle özel mülkiyete tabi taşınmazlara el konulabilmektedir. Günümüzde birçok mülkiyet 2942 sayılı Kanunda belirlenen usul ve esaslara göre idare tarafından kamulaştırılmaktadır. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu; kamu yararı bulunan durumlarda devlet ve kamu tüzel kişilerinin mülkiyet hakkı özel veya tüzel hukuk kişilerinin ellerinde bulunan taşınmaz malları kamulaştırırken, yapılması gereken işlemleri düzenler. Ayrıca kamulaştırma bedeli bir diğer adıyla istimlak bedelinin hesaplanmasını irtifak hakkıyla birlikte taşınmazın kamu idaresi adına tescil edilmesini, kamulaştırılmasına rağmen kullanılmayan taşınmazların geri alınmasını, idareler arasında yapılacak mal devrini ve bunlara yönelik ortaya çıkabilecek uyuşmazlıklarda çözüm yollarına yer verir.

İdare kamulaştırma yapmak istiyorsa öncelikle ödenek temin etmesi gerekir. Çünkü ödenek temin etmeden kamulaştırma işlemlerine başlanamaz. Ödenek temin edildikten sonra kamu yararı kararı alınması gerekmektedir. İdare yol, okul, hastane gibi şeylerin yapılması halinde kamu yararı olduğuna dair bir karar alır. Ardından kamulaştırılacak taşınmazın belirlenmesi gerekir ve bu taşınmaz özel mülkiyete tabi olmalıdır. Kamu tüzel kişiliğine tabi bir mülkiyet söz konusu olması halinde bu hukuki müessese söz konusu olamaz. Taşınmaz tespit edildikten sonra idarece kamulaştırma kararı alınır. Alınan karara istinaden taşınmazın tapu siciline kamulaştırma kararı şerhi düşülür. Bu işlemlerde tamamlandıktan sonra idare bir kıymet takdir komisyonu kurar ve bu komisyonda taşınmazın tahmini bedelini belirleyip mülkiyet hakkı sahibi ile pazarlık yaparak satın alma yolunu dener. Bu satın alma işleminin olumlu sonuçlanması ile birlikte mülkiyet idareye geçer.

Kamulaştırma Davası Nasıl Açılır?

Mülk sahibi ile anlaşılamaz ise dava yoluna gidilir. İdare, Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma davası da dediğimiz bedel tespiti ve tescil davası açar. Burada önemli bir hususta davanın devam etmesi mülk sahibinin idari yargıda dava açıp, yürütmeyi durdurma kararı aldırmamış olmasına bağlıdır. Bu durumda görülecek idari davada kamulaştırmanın unsurlarının eksik olması halinde idari işlemin iptali ile sonuçlanabilir.

Kamulaştırma davasının açılmasın ardından bedelin tespit edilmesi gerekir. Kamulaştırma davalarında bedel tespit esasları şu şekildedir; (1) Bedelin tarafların anlaşması ile tespit edilmesi. (2) Bedelinin bilirkişi raporlarından yararlanılarak mahkeme tarafından tespit edilmesi. Bu yollardan biri ile bedel tespit edilir. Bilirkişi raporu ile mahkemece kamulaştırma bedeli tespit edilirse mülk sahibi, bilirkişi raporuyla tespit edilen kamulaştırma bedeline itiraz edebilir. Mülk sahibi bedele itiraz etmez ise kamulaştırma bedeli bankaya yatırılır. Mahkemece taşınmazın idare adına tescili ve tespit edilen bedelin mülk sahibine ödenmesine karar verilir. Ardından mülk sahibi tarafından kamulaştırma bedelini bankadan alınması söz konusu olacaktır. Bu konu hakkında sormak istediğiniz soruları aşağıdan bizlere iletebilirsiniz.

AİDAT NEDİR?

Aidat ne demek

 

Aidat, pek çok konu açısından gündeme gelebilecek bir meseledir. Fakat biz bu yazımızda iş yeri ve konut amacıyla kullanılan gayrimenkuller açısından aidat konusunu ele alacağız. Sanayi devriminden sonra insanlar kırsal yaşamdan kentsel yaşama geçiş sağlamıştır. Günümüzde bile hala insanlar köylerden kentlere göç etmektedirler. Kırsal yaşamın aksine kentlerde, toplu yaşama alışkanlığı gelişmiştir. Artan konut ihtiyacına karşılayabilmek için çok katlı ve toplu şekilde bulunan binalar yapılmaya başlanmıştır. Bu şekilde apartman ve site kültürü oluşmuştur. İnsanlar barınma ihtiyaçlarını, kentlerde genellikle bu apartman ve sitelerde yerleşerek gidermektedirler Bunun yanında iş yerleri için de insanlar genellikle apartman dairelerini tercih etmektedirler. Bu şekilde bir arada bulunan insanlar, bazı ortak kullanım alanlarına sahiptirler. Bu alanların bakımı, geliştirilmesi, elektrik, su vb. giderleri için toplanan ve genelde aylık bazda alınan ücrete aidat denmektedir. Yazımızda ele alacağımız bu konu hakkındaki sorularınızı sayfanın en altında bulunan forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

Aidat Ne Demek?

Kelime anlamı olarak ödenti manasına gelmektedir. Aidat konusu, bu yazımızda ele alacağımız site, apartman vb. dışında birçok alanda mevcuttur. Üye olunan kuruluş, dernek, kulüp vb. açısından gündeme gelebilir. Bunun yanında bir yerden alınan hizmete karşılık da belirli periyotlar halinde kesenek oluşturulabilecektir. Mesela kredi kartı aidatları bu kapsamdadır.

Bizim incelediğimiz açıdan konuya bakacak olursak; 8 ve daha fazla bağımsız bölümün bulunduğu apartman, site vb. yerlerde yönetici bulunmasının zorunlu olduğundan bahisle meseleye giriş yapmak isteriz. İşte aidatları toplamaya yetkili kişi de bu yöneticidir. Konuya ilişkin hüküm, Kat Mülkiyeti Kanunun 20. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; kapıcı, kaloriferci, bahçıvan ve bekçi gibi sabit ücreti olan giderlere kat malikleri eşit ölçüde katılmak zorundadırlar. Bunun yanında; ana gayrimenkulün sigorta primlerine ve bütün ortak yerlerin bakım, koruma, güçlendirme ve onarımı vb. giderlere kat malikleri arsa payları oranında katılmak zorundadırlar. Örneğin asansörün bakım giderleri bu kapsamdadır.

Aidat Ödeme Yükümlülüğü Ne Zaman Başlar?

Kat mülkiyetine geçilmesiyle birlikte ödeme yükümlülüğü maliktedir. Taşınmaza ilişkin malik kişi kim ise aidat borcunu ödemekle de yükümlü kişi odur. Malik o dairede fiili olarak oturmuyor olsa bile bu borcu ödemekle yükümlüdür. Fakat henüz iskan alınmamış, kat irtifakı bozulmamışsa; bu durumda borcu ödemekle yükümlü kişi müteahhit olacaktır. Bu konuda bir sıkıntı yaşamanız halinde uzman bir gayrimenkul avukatından hukuki danışmanlık almanızı tavsiye ederiz.

Bunun dışında, malik kişi taşınmazı başka birisine kiralamış olabilir. Peki bu durumda ödemekle yükümlü kişi zilyetlik elinde olan kiracı mı olacaktır yoksa kiralayan mı? Asıl olan malikin sorumluluğudur. Fakat kiracı da kirada oturduğu dönem boyunca aidat ödemelerinden sorumludur. Bu sorumluluk KMK m. 22’ye dayanmaktadır. Dolayısıyla burada müteselsil sorumluluktan bahsedilebilir. Kiracının ödemediği aidat borcunu malik ödemek zorundadır. Aynı madde hükmünce, taşınmaz üzerinde intifa hakkı bulunan kişiler de borçtan müteselsil olarak sorumlu olacaklardır.

Bir de mirasçıların durumuna değinmek gerekir. Murisin ardında bıraktığı taşınmazlar açısından durum ne olacaktır acaba? Miras paylaşımı yapılmadığı takdirde mirasçılar eşya üzerinde el birliğiyle mülkiyete haiz olacaklardır. Dolayısıyla bu durumda mirasçılar borçtan müştereken sorumlu olacaklardır. Eğer mirasçılar terekenin yönetimi konusunda anlaşamıyorlarsa; ileriye yönelik sıkıntı yaşanmaması açısından bir an önce alanında uzman bir miras avukatı ile iletişime geçerek ortaklığın giderilmesi davası açmanızı öneririz.

Apartman Aidatı Hangi Durumda Ödenmez?

Takdir edersiniz ki aidat, toplu yaşanılan yerlerde ortak giderlerin karşılanabilmesi amacıyla toplanmaktadır. Apartman veya site yönetiminin birtakım sorumlulukları vardır. Kat maliklerinden alınan masraflar da bu uğurda sarf edilmektedir. Eğer ki yönetim kurulu üstüne düşen sorumlulukları yerine getirmiyorsa bu durumda sizler de aidat ödemekten kaçınabilirsiniz.

Burada yönetici ve yönetim kurulunun yapacağı işler vekaletsiz iş görme kapsamında değildir. Apartman veya site sakinleriyle aralarında vekalet ilişkisi bulunmaktadır. Bu sebeple yönetim, vekalet verenin talimatına uygun olarak hareket etmelidir. İşi görürken gerekli özeni göstermeli ve sadakatle hareket etmelidir. Yönetim yapılan işlemlere ilişkin defter tutmalı ve buna ilişkin belgeleri saklamalıdır. Ayrıca yönetimin hesap verme yükümlülüğü de bulunmaktadır. Yönetici ve yönetim kurulunun KMK kapsamında görmekle yükümlü olduğu genel yönetim işlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Kat malikleri kurulu tarafından alınan kararları yerine getirmelidir.
  • Ana gayrimenkulün kullanım amacına uygun olarak gerekli koruyucu tedbirleri alır.
  • Ana gayrimenkulü sigorta ettirir.
  • Avansları, yani aidatları toplar.
  • Yönetimden kaynaklı ödemeleri yapmak ve kabul etmekle yükümlüdür.
  • Yönetimden kaynaklı tebligatları kabul etmelidir.
  • Asansörlerin periyodik bakım ve genel kontrollerini yaptırmalıdır.
  • Gerektiğinde kat malikleri kurulunu toplantıya çağırmalıdır.
  • Ana gayrimenkulü temsile ilişkin tüm iş ve işlemleri yapmalı ve bu hususta gerekli tedbirleri almalıdır.

Apartman Aidatı Nasıl Belirlenir?

Aidat ücretinin ne kadar olacağı konusunda, gerek aparman ve site daireleri gerekse de dükkanlar açısından önem arz eden nokta işletme projesidir. KMK hükümlerine tabi yapılarda işletme projesi uyarınca site veya binanın 1 yıllık yaklaşık gelir ve giderleri hesaplanarak bir bütçe ortaya çıkarılacaktır. İşte bu çıkarılan bütçeye göre kat malikleri kurulu veya site yönetimi tarafından aidatın ne kadar olacağı belirlenecektir.

İşletme projesini hazırlamak kat malikleri kurulunun görevidir. Fakat bu görev yerine getirilmediği takdirde işletme projesi yönetim kurulu tarafından hazırlanacaktır. Usulüne uygun hazırlanarak kesinleşen işletme projeleri, tıpkı noterlik tarafından düzenlenen senetler kadar güçlü bir delil niteliğindedir. Bu durum da gerek dava süreçlerinde gerekse kat malikleri hakkında başlatılacak icra takiplerinde site yönetiminin elini güçlendirecek ve işini kolaylaştıracaktır.

Bütçe hesaplanırken kat maliklerinden düşük oranda avansa talep etmemek önemlidir. Çünkü tüm kat maliklerinin aidatları zamanında ödemeyeceğini göz önünde bulundurmak gerek. Ayrıca beklenmeyen giderlerin de meydana gelmesi mümkündür. Bu durumda tekrardan bütçe hazırlamak, durumu kat maliklerine izah etmek, onların itirazlarıyla uğraşmak epey yorucu olacaktır. İşte tüm bu sebepler doğrultusunda aidat miktarının yukarı yönde biraz esnek tutulması faydalı olacaktır.

Site Aidatı Nasıl Belirlenir?

Anılan işletme projesi eğer kat malikleri kurulu tarafından hazırlanmışsa; bu durumda doğrudan kesinleşmiş sayılacaktır. Fakat proje yönetim tarafından hazırlanmışsa; bu durumda proje kat maliklerine veya bağımsız bölümden faydalanan kişilere tebliğ edilmelidir. Tebliğden itibaren 7 gün içerisinde projeye itiraz edilmezse proje kesinleşmiş olacaktır.

Bir itiraz olması halinde bu itiraz kat malikleri kurulunda değerlendirilecektir. Bu değerlendirmeye ilişkin bir karar verilecek, gerekirse yeni bir proje hazırlanacaktır. Bu noktada, kat malikleri tarafından verilen kararın iptali için mahkemeye başvurulabilecektir. Kesinleşen işletme projesinin faydası, apartman veya site sakinlerinin aidat borcuna itiraz şansını ortadan kaldırmasıdır. Artık bu noktadan sonra böyle bir borcun olmadığını ispat yükü aidat borçlusunda olacaktır.

VEKALETSİZ İŞ GÖRME NEDİR?

Gerçek olmayan vekaletsiz iş görme nedir

 

Vekaletsiz iş görme, Türk Borçlar Kanununda düzenlenmiştir. Fakat mevzuatta bu kavramın ne olduğuna dair bir tanım ortaya konulmamıştır. Bunun yerine vekaletsiz iş görmenin unsurları, sonuçları, iş gören ile iş sahibinin hak ve yükümlülükleri gibi meselelere değinilmekle yetinilmiştir. Bu bahislerden hareketle bir tanımlama yapmak gerekirse vekaletsiz iş görme; herhangi bir kişinin, hukuken yetkili ve yükümlü olmadan, başka bir kişinin işini, o kişinin veya kendisinin veyahut da 3. bir kişinin yararına olarak yerine getirmesidir. Burada başkasının işini yerine getiren kişiye iş gören denir. İşi görülen kişi de iş sahibi olarak adlandırılır. Vekaletsiz iş görmenin iki türü mevcuttur. Bunlardan birisi gerçek vekaletsiz iş görme, diğeri de gerçek olmayan vekaletsiz iş görmedir. Bu konu hakkındaki sorularınızı, sayfanın en altında bulunan formu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

Vekaletsiz İş Görme Zamanaşımı Süresi Ne Kadar?

TBK, iş sahibi ile iş görenin alacak ve tazminat istemlerinin zamanaşımı süresi hakkında bir düzenleme yapmamıştır. Bu noktada öğretiye ve yerleşik Yargıtay içtihatlarına bakmak gerekir. Burada iş sahibinin ve iş görenin talepleri açısından ayrı süreler kabul edildiği görülmektedir.

Gerçek ve gerçek olmayan vekaletsiz iş görmelerde, iş sahibinin alacak ve tazminat talepleri bakımından; genel olarak kabul edilen zamanaşımı süresi ikili bir ayrıma tabi tutulmuştur. Burada esas alınan kıstas TBK tarafından öngörülen genel zamanaşımı süreleridir. Buna göre; TBK m. 146 açısından iş sahibinin talep edeceği alacaklarda zamanaşımı süresi 10 yıldır. Bunun yanında, iş sahibinin talep edeceği alacak TBK m. 147 kapsamındaysa, burada 5 yıllık zamanaşımı süresi geçerli olacaktır. Buna karşın öğretide bazı yazarlar, gerçek olmayan vekaletsiz iş görme açısından bir haksız fiil oluşacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla bu yazarlar, bu noktada haksız fiile ilişkin 2 ve 10 yıllık sürelerin uygulanması gerektiğini düşünmektedirler.

Gerçek ve gerçek olmayan vekaletsiz iş görmelerde iş görenin alacak ve tazminat talepleri bakımından; sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre hareket edilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Dolayısıyla burada, TBK m. 82’de öngörülen süreler dikkate alınacaktır. Bu surette zamanaşımı, 2 ve 10 yıllık sürelere tabi olacaktır. 2 yıllık süre, iş sahibinin kazanç devrini istemesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.

Gerçek Vekaletsiz İş Görme Nedir?

İş görenin işi; iş sahibinin menfaatine yönelik olarak ve o kişinin geçerli bir yasaklamasına tabi olmaksızın yapması halinde, gerçek vekaletsiz iş görmeden bahsedilir. Burada iş sahibi ile iş gören arasında ne vekalet ne de sözleşmeden kaynaklı bir ilişki vardır. İş gören, tamamen iş sahibinin varsaydığı iradesi doğrultusunda onun menfaatine yönelik hareket etmektedir.

Gerçek vekaletsiz iş görme, bir hukuki işlem benzeri fiildir. Bu kuruma ilişkin düzenlemeler; TBK m. 526, 527/1 ve 529’da kendisine yer edinmiştir. Gerçek vekaletsiz iş görmenin iş sahibince uygun bulunup kabul edildiği durumlarda; TBK m. 531, yani vekalet ilişkisi hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Gerçek vekaletsiz iş görmeye şu şekilde birkaç örnek verebiliriz:

  • Komşusu tatildeyken evinin kırılan pencere camı yerine, ondan habersiz olarak yeni bir cam taktıran kişi buna örnektir.
  • Arkadaşının borcunu, alacaklı olan kişiye onun adına ödeyen kişi buna örnektir.
  • Ev sahibinin ödemekle yükümlü olduğu Çevre ve Temizlik Vergisini ödeyen kiracının hareketi buna örnektir.
  • Evdeki muslukları açık unutan komşusunun zarara uğramasını engellemek adına çilingir marifetiyle evin kapısını açtırıp muslukları kapatan kişi buna örnektir.
  • Bilinci kapalı olan hastadan rıza almaksızın ona acil müdahalede bulunup ameliyat eden doktorun durumu da buna örnektir.

Gerçek Olmayan Vekaletsiz İş Görme Nedir?

Gerçek olmayan vekaletsiz iş görme; iş görenin vekaleti, yasal veya akdi bir yükümlülüğü olmadığı halde; iş sahibinin menfaatine aykırı olarak veya iş sahibinin yasaklamasına rağmen, kendi veya 3. kişinin yararı adına iş sahibine ait işi görmesi durumudur. Bu iş görme tipi, özünde hukuka aykırı bir fiil barındırmaktadır.

Gerçek olmayan vekaletsiz iş görme, sebepsiz zenginleşme ve haksız fiil ile epeyce karıştırılmaktadır. Fakat bunlar birbirinden apayrı kavramlardır. Sebepsiz zenginleşmede bir tarafın fakirleşmesi olgusu aranırken, burada öyle bir durumun varlığına gerek yoktur. Aynı şekilde haksız fiilde zarar unsurunun oluşması gerekirken, burada herhangi bir zararın oluşması gerekmemektedir.

Bu kuruma ilişkin düzenlemeler; TBK m. 527/2 ve 530’da kendisine yer edinmiştir. Eğer gerçek olmayan vekaletsiz iş görme durumu iş sahibi tarafından uygun görülürse; bu durumda mesele gerçek vekaletsiz iş görme haline gelecektir. Burada da iş sahibinin uygun bulma durumu söz konusu olduğu için TBK m. 531 devreye girecektir. Haliyle artık meseleye ilişkin vekalet sözleşmesi hükümleri uygulanacaktır. Gerçek olmayan vekaletsiz iş görmeye şu şekilde birkaç örnek verebiliriz:

  • Komşusu tatildeyken ona ait bisikleti habersiz olarak başkasına kiralayıp parasını kendi cebine koyan kişi buna örnektir.
  • Paylı mülkiyet halindeki bir tarlada kendi payı olmayan yeri kendi hesabına kiralayan kişi bu kapsamdadır.
  • Daha önce bilinci açıkken bir tıbbi müdahale için kendisinden icazet istenen hastanın bunu kesin surette reddetmesine rağmen; hastanın bilinci kapandığında onu rızası dışında ameliyat eden doktorun durumu da buna bir örnektir. Burada bir doktor hatası bulunursa, buna ilişkin tazminat istemi ayrı bir dava konusu olacaktır.

Vekaletsiz İş Görme Davası Nedir?

Türk Hukuk sisteminde doğrudan bu isimle anılan bir dava türü bulunmamaktadır. Burada kastedilen, vekaletsiz iş görme neticesinde gerek iş sahibi tarafından gerekse de iş gören tarafından talep edilebilecek şeylere yönelik davalardır. Mesela zilyetliğe ilişkin bu şekilde iş görmelerde zilyetlik davaları söz konusu olabilecektir. Bunun dışında duruma göre alacak davası ve birçok dava türünü ikame etmek mümkün olacaktır. Bu noktada konunun daha iyi irdelenebilmesi için iş sahibi ve iş görenin hakları ayrı başlıklar altında incelenecektir.

1) İş Görenin Hakları Nelerdir?

İş görenin haklarını 5 kalemde toplayarak sizlere izah edeceğiz:

  1. Masrafları İsteme Hakkı:  Gerçek vekaletsiz iş görmede; iş gören, iş sahibinin menfaatine yönelik gördüğü işlerde zorunlu ve yararlı masrafları, faiziyle birlikte iş sahibinden talep edebilecektir. Tüm çabalara rağmen iş sahibi zarara uğramış olsa dahi bu masraflar istenebilir. Gerçek olmayan vekaletsiz iş görmede; iş gören, iş sonucu iş sahibinin zenginleşmesi koşuluyla, bu yoldaki masrafların tazminini isteyebilir.
  2. Ücret İsteme Hakkı:  Vekaletsiz iş görmenin gerçek olan türünde; eğer görülen iş, vekalet ilişkisi kapsamında yapılacak olsaydı bir ücreti gerektiriyorsa, iş gören bu ücreti talep edebilecektir. Örneğin iş gören, evde olmayan komşusunun evine girerek su tesisatını onarabilir. Bunun neticesinde, bu kişi böyle bir talepte bulunabilecektir. Gerçek olmayan türünde ise iş gören, kural olarak, böyle bir talepte bulunamayacaktır. Fakat bu kuralın istisnaları da çeşitli şekilde oluşabilir.
  3. İşin Görülmesi Sebebiyle Uğranılan Zararı İsteme Hakkı:  Vekaletsiz iş görmenin gerçek olan türünde; iş sahibi işi görürken kendi malvarlığında oluşan zararları iş sahibinden talep edebilecektir. Hatta tüm çabalara rağmen iş görülemese dahi bu talepte bulunulabilecektir. Gerçek olmayan türde ise; ancak iş sahibinin zenginleşmiş olması halinde bu talep gündeme gelebilecektir.
  4. İş Görenin Ayırma Hakkı:  Vekaletsiz iş görmenin her iki türünde de; iş gören işten elde edilen şeyi iş sahibine vermekle yükümlüdür. Burada zenginleşen iş sahibi, masraf ve zararları vermekten kaçınabilir. O halde iş gören zilyetliği altındaki bütünleyici parçayı iş üzerinden söküp alabilecektir.
  5. Hapis Hakkı:  Buna ilişkin TBK doğrudan bir hüküm düzenlemesi yapmamıştır. TMK tarafından düzenlenen hapis hakkı, burada kıyasen uygulanacaktır. Bu hak, vekaletsiz iş görmenin gerçek olan tipinde kullanılabilirken, gerçek olmayan tipinde kullanılamamaktadır. Hapis hakkının kullanılabilmesi için de bu hakka ilişkin şartların sağlanmış olması gerekmektedir.

2) İş Sahibinin Hakları Nelerdir?

İş sahibi, gerçek ve gerçek olmayan vekaletsiz iş görmede; iş görenin görülen işten elde ettiği kazanımları isteme hakkına sahiptir. Yani kazanım iş gören veya 3. kişi lehine elde edilse dahi iş sahibi bunu talep edebilecektir. Fakat iş sahibi; iş görenin bu uğurda yaptığı zorunlu ve yararlı harcamaları, elde ettiği kazanımla orantılı olarak iş görene vermek zorundadır. Ayrıca gerçek vekaletsiz iş görmede; iş sahibi, işin kendi menfaatine ve varsayılan iradesine uygun olarak yapılmasını isteyebilecektir.

Avukatın Vekaletsiz İş Görmesi Nedir?

Burada anlattığımız kapsamda bir vekaletsiz iş görme söz konusu ise; avukatın yasa önünde diğer vatandaşlardan hiçbir farkı yoktur. Yani bu arenada iş görenin avukat olması, durumun sonuçları bakımından bir değişiklik ifade etmeyecektir.

Bunun yanında avukat tarafından, noterden vekaletname çıkarılmaksızın yapılan işlemler söz konusu olabilir. Örneğin dava nasıl açılır, miras paylaşımı nasıl yapılır gibi sorulara cevap bulmak için avukat adına herhangi bir vekaletname çıkarmanız gerekmez. Bu kapsamda avukattan alacağınız hukuki danışmanlık hizmeti vekaletnameye ihtiyaç duymadan görülmektedir. Aynı şekilde bir sözleşme hazırlanması vb. durumlar da vekalet gerektirmez.

Buna karşılık avukat birçok işlemi yapabilmek için müvekkilinden alacağı yetkiye ihtiyaç duyar. Bu da değindiğimiz üzere noter aracılığıyla çıkarılacak vekaletname ile sağlanır. Örneğin avukatın iş sahibi adına dava açabilmesi, ihtarname çekilebilmesi için o kişi tarafından bu konularda yetkilendirilmiş olması lazım. Aynı şekilde tapuda gerçekleştirilecek işlemler bakımından da avukatın özellikle yetkilendirilmesi gerekir. Aksi takdirde avukat bu işlemleri yapamayacaktır. Örneğin tapuda aile konutu şerhinin, intifa hakkı vb.nin konulup kaldırılması bu kapsamdadır.

Avukatın bu şekilde yetkilendirildiği bir vekaletnamesi bulunarak iş görebileceği işlerde; avukat vekaletname olmaksızın ve iş sahibinin iradesi dışında o işi görürse bunun ciddi yaptırımları olabilecektir. Yine burada da vekaletsiz iş görmeye dair hükümler uygulanacaktır. Bunun yanında avukatlık mesleği kamu hizmeti kapsamındadır. Bu sebeple böyle bir iş görmesi halinde avukat, bağlı bulunduğu baroda disiplin soruşturması geçirebilecek ve Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanabilecektir. Bunun sonucu da meslekten ihraca kadar gidebilir.

Vekaletsiz İş Görme Yargıtay Kararları – 1

Sözleşmenin feshinin haklı ya da haksız olması faydalı ve zorunlu masraf talebi bakımından sözleşmede aksi kararlaştırılmadığı sürece sonuca etkili değildir. Yargıtay’ın yerleşik uygulamaları, sözleşmede aksi kararlaştırılmadıkça kiracının kiralanana yaptığı faydalı ve zorunlu masrafların yapıldığı tarih itibariyle belirlenecek değerinden yıpranma payı düşülmek suretiyle elde edilecek değeri isteme hakkı olduğu yönündedir. İmalat tarihinin kanıtlanamaması halinde kural olarak zorunlu ve faydalı masrafların kira sözleşmesinin başlangıcında yapılmış olduğu kabul edilmektedir.” (Yargıtay 3. H.D. 01.06.2021 T. 2020/1901 E. 2021/5848 K.)

Vekaletsiz İş Görme Yargıtay Kararları – 2

“Çözüme kavuşturulması gereken uyuşmazlık, sigorta poliçelerinden kaynaklanan prim alacağının dava dışı sigorta şirketine kim tarafından ödendiği hususudur. Dava dışı E. Sigorta A.Ş, dava konusu edilen poliçe primlerinin davacı acente tarafından ödendiğinin kabul edildiğini bildirmiştir. Söz konusu ödemenin, davacı şirket çalışanının yakınları tarafından dava dışı E. Sigorta A.Ş ye yapılıp, davacı acente tarafından ödendiğinin kabul edilmesi nedeni ile davacı şirket tarafından yapıldığının kabulü gerekmektedir. Davalı bu poliçe primlerine ilişkin ödemelerin, bir başka sigorta şirketine yapıldığını savunmuş ise de, davacı .. tarafından aracılık edilmiş olması ve prim ödemelerinin davacıya yapılmış olmaması gözetildiğinde davalının bu savunmasına itibar edilemez. Davacının sigorta poliçelerinden kaynaklanan prim ödemelerinin, davalıya vekaletsiz iş görme hükümleri çerçevesinde yapıldığının kabulü ile yapılan bu ödemenin davalıdan istirdadı mümkündür. Bu şekilde değerlendirme yapılıp sonucuna göre bir karar verilmeliyken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.” (Yargıtay 11. H.D. 23.03.2021 T. 2020/2162 E. 2021/2782 K.)

HUKUKİ DANIŞMANLIK NEDİR?

Hukuki danışmanlık hizmeti nedir

 

Hukuki danışmanlık, en kısa tabiriyle, avukatın vatandaş veya şirketleri hukuki konularda aydınlatması ve bilgilendirmesidir. Bu kapsamda avukat, kendisine başvuran gerçek ve tüzel kişilere hukuki meselenin çözümü noktasında yardımcı olmaktadır. Hukuki meseleye ilişkin sürecin en başından en sonuna kadar; karşılaşılabilecek durumların analizi, atılması gereken adımlar, buna bağlı olarak kişinin yarar ve zararına oluşabilecek haller, duruma ilişkin nasıl hareket edilmesi gerektiği gibi hususların değerlendirilmesi; hukuki danışmanlık kapsamına girmektedir. Hukuki danışmanlığı bu yönüyle doktor muayenesine benzetebilirsiniz. Nasıl ki sağlığınıza ilişkin meydana gelmiş veya gelmesi muhtemel problemlerde doktora başvurmanız gerekiyorsa; aynı şekilde hukuki durumlara ilişkin problemlerde de hukuki danışmanlık hizmeti almanız gerekmektedir. Bu sayede, ileride başınıza gelebilecek durumlar açısından önleyici hukuk devreye sokulabilecektir. Ayrıca, meydana gelen durumlar açısından da durum teşhisi ve çözümü ortaya konulacaktır. Bu konu hakkında merak ettiklerinizi sayfanın en altındaki forum aracılığıyla bizlere sorabilirsiniz.

Hukuki Danışmanlık Hizmeti Nedir?

Hukuki danışmanlık hizmeti, Türkiye’de yalnızca avukatlar tarafından sunulmaktadır. Bu surette, avukat olmayan kişilerin hukuki danışmanlık kisvesi altında size vereceği bilgilere itimat etmeyiniz. Aksi takdirde geri dönüşü olmayan hak kayıplarına uğramanız muhtemeldir. Bu konuda hukuki danışmanlık hizmeti verme yetisine sahip avukatlar; hukuk alanında yıllarca eğitim almış, kendilerini mesleki olarak bu yola adamış ve bu surette de barolar tarafından desteklenmektedir. Bu sebeple hukuki sorunlarınıza ilişkin olarak; alanında uzman avukatlar dışında kimseye danışmamanız gerektiğini bir kez daha belirtmek isteriz.

Avukatlık Ücreti Nasıl Belirlenir?

Avukata ne kadar ücret verileceği konusunda sabit bir rakam vermek mümkün değildir. Bu konu değişkenlik göstermektedir. Aynı şekilde hukuki danışmanlık ücreti konusunda da net bir rakam verilemez.

Avukata ödenmesi gereken vekalet ücretini 3 kalemde sayabiliriz. Bunlar; akdi vekalet ücreti (avukatlık ücret sözleşmesinden kaynaklı), karşı vekalet ücreti (dava sonucuna göre karşı tarafça ödenmesi gereken yasal vekalet ücreti) ve icra vekalet ücreti (ilamlı icra takibi yapılarak mahkemenin kararı doğrultusunda karşı taraftan ücreti tahsil amaçlı açılan takiplerde) şeklindedir. Bu konu hakkında detaylı bir inceleme yaptığımız vekalet ücreti hesaplama nasıl yapılır isimli yazımıza bir göz atabilirsiniz.

Avukat Danışmanlık Nedir?

Hukuki probleminiz hangi alana ilişkinse; o konunun uzmanı bir avukattan hukuki danışmanlık hizmeti almanız lehinize olacaktır. Örneğin bir iş kazası geçirmeniz halinde alanında uzman bir iş kazası avukatının bilgisine başvurmanız yararınıza olacaktır. Aynı şekilde işçi haklarına yönelik durumlarda bir iş hukuku avukatına danışmanız gerekmektedir. Ev, arsa, tarla gibi taşınmazlarınıza yönelik meseleler için alanında uzman bir gayrimenkul avukatından destek almanız gerekmektedir. Mesela tapu iptal davası ve kiracı tahliyesi gibi meseleler söz konusu olduğunda, artık bu alana dair bir probleminiz var demektir.

Evliliğin iptali, boşanma gibi meseleler gündeme geldiğinde uzman bir boşanma avukatından destek almalısınız. Boşanmada mal paylaşımı, nafaka, velayetin değiştirilmesi gibi meseleler de yine bu alana girmektedir. Mirastan feragat, miras paylaşımı, vasiyetname, mirastan mal kaçırma gibi meselelerde de alanında uzman bir miras avukatına danışmanız gerekmektedir. Bu şekilde alanında uzman avukatlardan alınacak hukuki danışmanlık hizmeti, sizlere yaşadığınız süreçte büyük fayda sağlayacaktır.

Davalar Uzun Sürer Mi?

Vatandaşlarımızdan bu soruyu epeyce duymaktayız. Bu sebeple dava uzun sürer mi, ne kadar sürer gibi sorulara cevap vermek istedik. Bu soruya ne yazık ki net bir cevap vermek mümkün değildir. Dava süreleri; mahkemelerin iş yoğunluğuna, davanın türüne ve toplanması gereken delillere göre şekil kazanmaktadır.

Yakın bir tarihte hayat bulan uygulama gereği; bir dava açtığınızda, hedef süre formu verilmektedir. Burada davanın son bulması için hedeflenen süre belirtilmektedir. Bu süreler ortalama olup kesinlik belirtmemektedir. Yargılama süresi yine yukarıda bahsetmiş olduğumuz parametrelere bağlı olarak uzayıp kısalabilecektir. Bunun dışında istinaf ve temyiz süreçleri de önemlidir. Bu aşamalarda da dava açısından hatırı sayılır süreler geçmektedir. Bu konuda, istinaf mahkemesi ne kadar sürer isimli yazımızı inceleyebilirsiniz.

Online Hukuki Danışmanlık Nedir?

Günümüzde teknolojinin ilerlemesiyle birlikte haberleşmek ve iletişim kurmak artık çok kolay hale geldi. Bunun yanında modern dünyanın getirmiş olduğu iş yükü ve çalışma temposu da ortadadır. Ayrıca ülkenin çeşitli şehirlerindeki insanlar, alanında uzmanlaşmış avukatlardan danışmanlık hizmeti almayı tercih etmektedirler. Tüm bunları bir potada eritince online hukuki danışmanlık hizmetinin ihtiyacı ve varlığı kaçınılmaz olmaktadır.

Danışmanlık hizmetinin online olmasından kasıt, yüz yüze verilen hukuki danışmanlık hizmetinin internet aracılığıyla gerçekleştirilmesidir. Bu kapsamda Skype, Zoom vb. birçok uygulama, bu hizmet şekline aracılık edebilmektedir. Öncelikle, hukuki mesele açısından gerekli evrak ve bilgiler avukata iletilir. Randevu vaktine kadar avukat, gerekli ön inceleme ve araştırmaları yapar. Randevu vaktinde ise vatandaşa isteğine yönelik danışmanlık hizmeti kapsamlı şekilde sunulur. Bu şekilde zaman kaybının önüne geçilmiş olur.

Dava Nerede Açılır?

Hukuki sorununuza ilişin dava açmak istiyorsunuz ama nerede açacağınızı bilmiyor musunuz? Gerek CMK gerekse HMK maddelerinde düzenlediği üzere adli davalar, yetkili ve görevli mahkemelerde açılmalıdır. Aksi takdirde hakim, daha esasa girmeden davanız için usulden ret kararı verebilir. Görevli mahkeme uyuşmazlık konusuna göre belirlenecektir. Yetkili mahkeme de uyuşmazlık konusuna binaen çeşitli yer mahkemeleri olacaktır. Eğer avukatla temsil edilmeksizin kendiniz bir dava açmak istiyorsanız; bu konuda hukuki danışmanlık hizmeti almanız faydalı olacaktır.

Online Avukat Danışma Nedir?

Yeterli zamanı olmayan, yolda vakit kaybetmek istemeyen veya başka şehirlerde bulunan vatandaşlarımız; bu yolla kaliteli bir hukuki danışmanlık hizmetine kolayca erişebilmektedir. Burada, bir danışmanlık hizmetinde bulunması gerekli tüm detaylar masaya yatırılmaktadır. Hukuk danışmanlık bürosunca sunulan bu hizmet ile nelerin masaya yatırılabileceğini şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Hizmeti alan kişi, probleminin çözümüne yönelik bir dava açmak istiyorsa; açılacak davada neler talep edilebilir, eldeki deliller yeterli ve hukuka uygun mudur vb. birçok sorunun cevabı verilir.
  • Hizmete başvuran kişi davayı kendisi açmış ise; davanın seyri hakkında değerlendirme, bundan sonra neler olabileceği, nasıl hareket edilmesi gerektiği gibi birçok konu masaya yatırılır.
  • Başvuran kişinin kendisine bir dava yöneltilmişse; haklarının neler olduğu, nasıl bir cevap verilmesi gerektiği, ne şekilde savunma yapılması gerektiği gibi birçok şey değerlendirilir.
  • Hizmet talebinde bulunan kişi; sözleşme, ihtarname, ödeme emri, mahkeme kararı vb. belgelerin incelenmesini istiyorsa; bu belgelerin analizi ve buna ilişkin her türlü hukuki soruların cevaplandırılması yapılır.

Avukat Tutmak Zorunlu Mu?

Bize en çok yöneltilen sorulardan birisi de dava açmak için avukat tutmanın zorunlu olup olmadığıdır. Şunu belirtmek isteriz ki; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde ikame edeceğiniz her davayı, dava ehliyetiniz varsa tek başınıza açabilirsiniz. Kendim de dava açabiliyorsam peki ben neden bir avukata fazladan para vereyim ki diye düşünebilirsiniz. Usul kurallarına uymadığı, süreleri kaçırdığı ya da iddialarını gerektiği gibi ileri süremediği için haklı davası reddedilen bir çok kişi bulunmaktadır. İşte tam da bu nedenle, hak kayıplarına uğramamak için davanızı bir avukat aracılığıyla takip etmeniz gerekmektedir.

Hukuki Danışmanlık Ücreti Ne Kadar?

Bu hizmet türünün ücretinin ne kadar olacağından ziyade en az ne kadar olabileceği sorusu önemlidir. Çünkü serbest piyasada fiyatlar değişkenlik arz etmektedir. Bunun için Türkiye Barolar Birliği; her yıl avukatlık asgari ücret tarifesi yayınlayarak bu ücretlere alt sınır çeker. Tüm avukatlar bu tarife ile bağlıdır. Yani avukatlar, yaptıkları iş için, bu tarifede öngörülen ücretlerin altında bir fiyat talep edemeyeceklerdir.

Hukuki danışmanlık hizmeti için alınabilecek en az ücretin TBB tarafından yıllık bazda yayınlanan avukatlık asgari ücret tarifesinde belirtildiğini ve her yıl güncellendiğini tekrardan belirtelim. Bunun akabinde de 2021 yılı için geçerli ücretleri şu şekilde sizlere sunalım:

  • Avukatın bürosunda sözlü olarak danışmanlık almanın ücreti ilk 1 saate kadar 540,00 TL’dir. Bu ücret, ilk 1 saati takip eden her bir saat içinse 325,00 TL artış göstermektedir.
  •  Avukattan çağrı üzerine gittiği bir yerde sözlü danışmanlık almanın ücreti 1.125,00 TL’dir. Bu ücret, ilk saati takip eden her bir saat için 555,00 TL olarak artırılmaktadır.
  • Avukattan yazılı olarak danışmanlık hizmeti almanın ücreti ilk 1 saate kadar 1.125,00 TL’dir. Devamındaki her bir saat için 525,00 TL artırım yapılmaktadır.
  • Avukatın yazacağı her bir dilekçe; düzenleyeceği her bir protesto, ihbarname, ihtarname için ödenmesi gereken ücret azami olarak 825,00 TL’dir.
  • Avukat tarafından hazırlanacak kira ve benzeri sözleşmeler için asgari olarak 1.080,00 TL ödenmesi kararlaştırılmıştır. Bunun dışında; tüzük, yönetmelik, miras sözleşmesi, vasiyetname, vakıf senedi ve benzerinin avukat tarafından hazırlanması isteniyorsa; bunun için 3.280,00 TL asgari olarak ödeme yapılması gerekmektedir. Ayrıca, şirket ana sözleşmesi, şirketlerin devir ve birleşmesi ve benzeri gibi ticari işlerle alakalı sözleşmelerin avukat tarafından hazırlanmasının asgari ücreti 1.650,00 TL olarak belirlenmiştir.

Dava Nasıl Açılır?

Bu mesele uzmanlık isteyen bir konudur. Yani her somut olay kendi özelliklerine göre değerlendirilerek, buna göre bir yol izlenmelidir. Bu noktada avukat aracılığıyla hareket etmenizi öneririz. Yine de davayı kendiniz açmak istiyorsanız bu konuda uzman bir avukattan hukuki danışmanlık almak yararınıza olacaktır. Dava açılış sürecini şu şekilde özetleyebiliriz:

Öncelikle, dava açabilmek için bir dava dilekçesi hazırlamanız gerekmektedir. Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar; davayı hangi mahkemede açacağınız, davanın tarafları ve adresleri, hukuki uyuşmazlığa dair açıklamalar ve talep edilen hususlardır. Bu nitelikleri barındıran dava dilekçesi hazırlandıktan sonra mahkemeye giderek harç ve masrafları ödedikten sonra davanızı açabilirsiniz. Konu hakkında daha detaylı bilgi edinmek istiyorsanız dava nasıl açılır isimli yazımıza bir göz atabilirsiniz.

Şirketlere Hukuki Danışmanlık Ücreti Ne Kadar?

Gerçek kişiler gibi tüzel kişiliğe sahip şirketler de avukatlardan hukuki danışmanlık hizmeti alabilirler. Şirketlerin ticari işlemleri süreklilik arz ettiği için bu şirketler, önleyici hukuk açısından genellikle uzun süreli bir hizmet almayı tercih ederler. Yani gerçek kişilerde olduğu üzere tek zamanlı değil; aksine zamana yayılan bir şekilde bu hizmeti alırlar. Türk Ticaret Kanununda öngörülen şekil şartlarının sıkılığını da göz önünde bulundurursak; süregelen işler bakımından zaten olması gereken de budur.

Hukuki danışmanlık, şirketler nezdinde can alıcı bir meseledir. Bugün cüzi miktarları avukatlara vermekten kaçınan şirketlerin ileride daha büyük maddi kayıplara uğraması kaçınılmazdır. Ticaret ilişkisi kurulan kişilerle yapılacak sözleşmelerde, temerrüde düşen kişilere ihtar çekilmesinde ve daha birçok konuda şirketlerin avukata ihtiyaç duyduğu aşikardır.

Peki bu hizmet karşılığında şirketlerin ödemesi gereken ücret ne kadar? Bu soruya net bir cevap verebilmemiz mümkün değildir. Burada, taraflar arasında akdedilen hukuki danışmanlık sözleşmesi önemlidir. Bu sözleşme ile tarafların yükümlülükleri ortaya konulacaktır. İşte ücret konusu da burada belirlenecektir. Taraflar isterse parça başı ödeme veya aylık bazda bir ödeme konusunda anlaşabilirler. Uygulamada esas ve yaygın olan ise aylık bazda; sabit ve sürekli bir ücret ödemesidir. Peki aylık hukuki danışmanlık ücreti ne kadar olmaktadır? Bu tutar; şirketlerin büyüklüğüne, hukuki işlem yoğunluğuna göre, alınacak hizmet kapsamı vb. birçok meseleye bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Ortalama bir ücret bilgisi vermek gerekirse; hizmet bedeli aylık 1.000 TL’den 100.000 TL’ye kadar değişebilmektedir.

Avukata Nasıl Vekalet Verilir?

Öncelikle şunu belirtmek isteriz ki; hukuki danışmanlık hizmeti almak için vekaletname çıkarmanız gerekmemektedir. Ancak avukat aracılığıyla bir dava açmak istiyorsanız o avukata vekalet vermeniz gerekir. Bu vekaletname de noter aracılığıyla düzenlenir. Vekaletname ücretini yatırdıktan sonra dilediğiniz avukatı, dilediğiniz konularda, kendinize vekil olarak tayin edebilirsiniz.

Ücretsiz Hukuki Danışmanlık Olur Mu?

Avukat danışma ücretsiz olabilir mi? Değindiğimiz üzere avukatlar, sundukları danışmanlık hizmetine karşılık, TBB’nin avukatlık asgari ücret tarifesinde belirtilen tutarın altında bir ücret talep edemezler. Yani danışmanlığın ücretsiz olarak verilmesi meslek etiği açısından mümkün değildir. Bir avukata vekalet vererek dava açmak üzere iletişime geçtiğinizde, zaten bu şekilde bir ücret talep edilmeyecektir. Bunun dışında ise dediğimiz gibi sunulan hizmetin karşılığında bir ücret alınmaktadır.

Telefonla ücretsiz danışma hattı olması da yerinde bir uygulama değildir. Dilerseniz sitemizde vermiş olduğumuz telefon numarasını arayarak almak istediğiniz hizmete yönelik randevu oluşturabilirsiniz. Ofisimiz, ücretsiz avukat danışma Whatsapp hattına sahip değildir. Bunun yerine kullanmak üzere, sitemizde avukata sor sekmesi bulunmaktadır. Genel kapsamda merak ettiğiniz sorularınızı, buradan bizlere iletebilirsiniz. Fakat detaylı bir analiz, hukuki sorununuza ilişkin nasıl hareket etmeniz gerektiği gibi hususların hukuki danışmanlık kapsamına girdiğini belirtmek isteriz. Dolayısıyla bu tip sorularınız için bir avukattan danışmanlık hizmeti almanız gerekmektedir.

Dava Dilekçesi Nasıl Olmalı?

Dava dilekçesi de diğer tüm dilekçeler gibi belli kurallara abi olarak yazılmalıdır. Bu konu hakkında detaylı bilgi edinmek için dilekçe örneği isimli yazımızı inceleyebilirsiniz. Bir dava dilekçesinde bulunması gereken temel hususları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Davacı ve davalı tarafın ismi, soyadı, T.C. kimlik numarası ve ikamet adresleri;
  • Dava konusu, davayı açma gerekçeleri, yasal dayanak, eldeki hukuki deliller;
  • Talebiniz, delil listesi, tanık listesi, davaya konu olayın özellikleri ve bunlara ilişkin her türlü belge ve dayanak;
  • Dava konusuna ve talebinizi karşılama uygun emsal Yargıtay kararları.
İş Hukuku Avukatı Danışma Nedir?

Hukuki problemlerinizin çözümüne ilişkin alanında uzman avukatlardan danışmanlık hizmeti almanız gerektiğini belirtmiştik. İş hukuku, ofisimizin çalışma alanları içerisinde başı çekmektedir. Oldukça titizlik ve geniş bilgi birikimi isteyen bu alan, uygulamaya yönelik birçok teknik detayın bilinmesini ve alana hakimiyeti gerektirmektedir. Gerek işçi gerekse de işveren yönünden bu alanda bir hukuki danışmanlık hizmeti alınması, büyük hak kayıpları ve büyük maddi kayıpların önüne geçecektir.

Örneğin iş akdi son bulan bir işçinin hakları açısından tazminat hesaplaması yapılması için bu hizmet yoluna başvurulabilecektir. Ayrımcılık tazminatı, destekten yoksun kalma tazminatı vb. tazminat türleri de bu alana dahildir. İşe iade davası, hizmet tespit davası, iş kazası davaları vb. de bu alanda ikame edilebilecek dava türlerindendir. İstifa eden işçinin hakları, ikale sözleşmesi hazırlanması, iş kazası tazminat hesaplaması gibi meseleler de yine bu alanda hukuki danışmanlık hizmeti alabileceğiniz meselelerdendir. Gördüğünüz gibi oldukça kapsamlı bu alandaki hukuki uyuşmazlıklar saymakla bitmez. Dolayısıyla bu noktada meselenin uzmanına danışmak sizin yararınıza olacaktır.

Hukuki danışmanlık, derya deniz olan bu hukuk mecrasında, kişilerin hak kayıplarının önüne geçilmesi açısından oldukça önemli bir noktadadır. Bizlerden hukuki danışmanlık hizmeti almak isterseniz, bu hususta ofisimizle irtibata geçebilirsiniz. Konu hakkında aklınıza takılanları, aşağıdaki forum aracılığıyla bizlere sorabilirsiniz.

ZİLYETLİK NEDİR?

Zilyetlik türleri nelerdir

 

Zilyetlik, bir eşya üzerinde fiili hakimiyet şeklinde kurulan ilişkiyi ifade etmektedir. Yani zilyetlik, bir malı kullanma, el altında bulundurma manasına gelmektedir. Günlük hayatta mülkiyet ile zilyetlik kavramları birbirine karıştırılmaktadır. Fakat bu ikisi apayrı kavramlardır. Mülkiyet bir hakkı ifade etmekteyken, zilyetlik bir fiili durumu ifade etmek için kullanılır. Zilyet olunan eşya ile zilyet kişi arasında fiili bir bağ kurulmaktadır. Buna karşın mülkiyette eşya ile malik kişi arasında hukuki bir bağ kurulmaktadır. Zilyetlikten bahsedilebilmesi için fiili egemenliğin yanında zilyetlik iradesinin de bulunması gerekir. Bu yazımızın konusunu işte bu zilyetlik kavramı oluşturacaktır. Konu hakkındaki sorularınızı sayfanın en altındaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

Zilyet Nedir?

Zilyet, eşya ile arasında zilyetlik bağı kurulmuş olan kişiyi ifade eder. Mülkiyetin aksine zilyetliğin fiili bir durumu ifade ettiğinden bahsetmiştik. Dolayısıyla bu fiili durum birçok farklı şekilde oluşabilir. Taşınır ve taşınmaz eşyalarda, tabiatı gereği genellikle o malın sahibi aynı zamanda zilyedi olmaktadır. Bunun dışında malik, taşınmazını bir kira sözleşmesi ile bir başka kişiye kiralamış olabilir. Bu durumda zilyet, kiracı kişi olacaktır. Buradaki zilyetlik durumu, kiracı evden çıkasıya kadar veya kiracı tahliyesi gerçekleştirilesiye kadar varlığını devam ettirecektir. Aynı şekilde bir eşya üzerinde intifa hakkı gibi irtifak haklarına sahip kişiler, eşyayı hakimiyetleri altında tuttukları sürece o malın zilyedidirler.

Zilyet konusuna bir başka örnek vermek gerekirse; Örneğin belirli bir malvarlığına sahip baba vefat etmiş olsun. Burada miras paylaşımı ve intikal işlemleri yapılmadan mirasçılar o mallar üzerinde mülkiyet hakkına haiz değildirler. Fakat zilyetlik durumu, varlığını mirasçılar üzerinden devam ettirecektir.

Bunun dışında zilyetlik illa da hukuka uygun yollar ile kurulmak zorunda değildir. Zilyetlik, sadece bir fiili durumu ifade ettiği için her türlü yolla kurulması mümkündür. Örneğin hırsızlık suçunu ele alalım. Burada hırsız bir takım malvarlıklarını hukuka aykırı olarak ele geçirmiştir. Hırsız bu eşyalar üzerinde bir hakka sahip değildir fakat artık o malların zilyedi konumundadır. Aynı şekilde dolandırıcılık suçunun faili de birtakım mallar üzerinde haksız şekilde bir hakimiyet kurar. Bu şekilde menkul ve gayrimenkullerin haksız fiil aracılığıyla elde edilmesi, zilyetliğin oluşumuna engel değildir. Dolayısıyla burada suçun failleri, söz konusu eşyalar üzerinde zilyet konumunda olacaklardır.

Zilyetliğin Fonksiyonları Nelerdir?

Zilyetlik denildiği zaman akla 4 ana fonksiyon gelmektedir. Gelin bunları sıralayalım ve genel hatlarıyla inceleyelim:

  1. Aleniyet ve Karine Fonksiyonu: Aleniyet, taşınmazlar açısından tapu sicili ile sağlanmaktadır. Taşınırlar içinse aleniyet, zilyetlik kavramı ile sağlanır. Dolaysıyla bir taşınır eşyanın zilyedi olan kişi, o malın maliki sayılır. Bu durum sadece bir karine oluşturmaktadır. Dolayısıyla aksini iddia ve ispat etmek her zaman mümkündür.
  2. İktisap Fonksiyonu: Burada zilyetliğin oynadığı rol, iki konu açısından önemlidir. İlk olarak; herhangi bir hakkı olmaksızın tapuda malik olarak gözüken kişinin, taşınmaz üzerindeki zilyetliğini davasız ve aralıksız olarak on yıl boyunca ve iyi niyetle devam ettirmesi halinde, bu duruma itiraz edilemeyecektir. Yani bu konuda bir tapu iptal davası açılamayacaktır. Bunun yanında; tapu kütüğünde herhangi bir kaydı olmaksızın bir taşınmazı davasız ve aralıksız yirmi yıl boyunca ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tescil edilmesini isteyebilir. Yine aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmaz için de zilyet, mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tescil edilmesini talep edebilir. İkinci olarak; başkasının taşınır bir malını davasız ve aralıksız beş yıl süreyle, iyi niyetle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, zamanaşımı yoluyla o taşınırın maliki vasfına sahip olacaktır.
  3. Koruma Fonksiyonu: Türk Medeni Kanunu, borç ilişkisinde, alacakla ilintili bir malın alacaklı tarafın zilyetliği altında bulunması halinde, alacaklının bu mal üzerinde hapis hakkını kullanabileceğini düzenlemiştir. Zilyetlik altında bulunan mal taşınır eşya olabileceği gibi kıymetli evrak da olabilir. Alacaklı hapis hakkını ancak borç ödeninceye kadar kullanabilecektir. Burada önem arz eden iki husus vardır. Öncelikle ortada muaccel bir borç olmalıdır. Bunun yanında, zilyetlik altında bulunan eşyanın, bu borç ile ilişkili olması gerekmektedir.
  4. Huzur ve Sükunu Sağlama Fonksiyonu: Bu fonksiyon aslında aleniyet ve karine fonksiyonunun bir uzantısıdır. Hiç kimse, başkasının zilyetliği altında bulunan şeyi, üzerinde kendi hakkı bulunduğu iddiasıyla zilyetten zorla alamaz.

Zilyetlik Türleri Nelerdir?

Zilyetlik, pek çok açıdan farklı sınıflandırmalara tabi tutulabilir. Hakka dayanan zilyetlik – Hakka dayanmayan (Haksız ) zilyetlik ve Asli zilyetlik – Fer’i zilyetlik ayrımları geniş bir açıklama alanı gerektirdiği için aşağıda ayrı başlıklar altında değerlendirilecektir. Bu 2 sınıflandırma dışındaki 5 ayrımı şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Dolaylı Zilyetlik – Dolaysız Zilyetlik: Bir eşya üzerindeki fiili hakimiyetini doğrudan sürdüren kişi dolaysız zilyettir. Buna karşın, eşya üzerindeki fiili hakimiyetini başkası üzerinden sürdüren kişi, dolaylı zilyettir. Örneğin ticari taksisini işletmesi amacıyla bir şoföre kiralayan malik, dolaylı zilyet konumundadır. Bunun yanında şoför de dolaysız zilyet konumundadır.
  • Tek Başına Zilyetlik – Birlikte Zilyetlik: Zilyetliğe sadece bir kişinin sahip olması durumunda tek başına zilyetlikten bahsedilir. Bunun yanında, birden çok kişinin zilyet olma durumu varsa birlikte zilyetlikten bahsedilir. Birlikte zilyetlik, müşterek zilyetlik ve iştirak halinde zilyetlik olmak üzere ikiye ayrılır. Zilyetlerden her biri diğerlerinden bağımsız hareket edebiliyorsa müşterek zilyetlikten bahsedilir. Birlikte hareket etmeleri gerekiyorsa, bu durumda iştirak halinde zilyetlikten bahsedilir. Örneğin bankadaki kasa, ancak iki kişideki anahtarların bir araya gelmesiyle açılabiliyorsa iştirak halinde zilyetlikten bahsedilir. Bunun yanında, her iki anahtar da birbirinden bağımsız olarak kasayı açabiliyorsa, bu halde müşterek zilyetlikten bahsedilir. Murisin ölümüne müteakip çıkarılan veraset ilamında belirtilen mallar üzerinde mirasçılar, iştirak halinde zilyettirler.
  • Eşyada Zilyetlik – Haklarda Zilyetlik: Kural olarak zilyetlik ancak eşya üzerinde kurulabilir. İstisna olarak haklar üzerinde de zilyetlik gündeme gelebilir. Bir binanın duvarı üzerinde reklam verme hakkı bulunması halinde bu durum gündeme gelebilecektir.
  • Emin Sıfatıyla Zilyetlik: Malik veya yetkili olan temsilcinin rızası ile zilyet olan kişiye bu vasıf yüklenir. Örneğin bir çamaşır makinesi, sahibi tarafından tamir edilmek üzere tamirciye bırakıldığında, tamirci, artık o mal üzerinde emin sıfatıyla zilyettir.
  • Başkası İçin Zilyetlik – Kendisi İçin Zilyetlik: Kural olarak zilyet, bu durumu kendisi için tesis etmektedir. Başkası için zilyetlikte ise bir başkası için zilyet olunmaktadır. Örneğin tatile giden kişinin çiçeğini sulaması için komşuya bırakması halinde başkası için zilyetlik söz konusu olacaktır.

Feri Zilyet Nedir?

Asli zilyet – Feri zilyet ayrımı da zilyetlik türlerine tabidir. Daha geniş bir incelemeye tabi tutulabilmesi maksadıyla ayrı bir başlık altında değerlendireceğiz:

  • Asli Zilyetlik – Feri Zilyetlik: Malik olunan eşya, bir sınırlı ayni hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak amacıyla başkasına teslim edilebilir. Bu durumda iki kişi de zilyet konumundadır. Eşyanın maliki asli zilyet, teslim edilen kişi ise feri zilyettir. Taşınır bir eşyaya feri zilyet olan kimse, eşyayı kendisinden iyi niyetle aldığı kişinin mülkiyet karinesine dayanabilir. Taşınır üzerinde bir sınırlı ayni hak veya kişisel hak iddiasıyla zilyet bulunan kimsenin iddia ettiği hakkın varlığı karine olarak var kabul edilir. Fakat feri zilyet bu karineyi, eşyayı kendisine veren kişiye karşı ileri süremez. Feri zilyetler de birçok açıdan asli zilyetlerin eşya üzerinde sahip olduğu koruma yetkilerine sahiptirler. Feri zilyetler, zilyetliği korumak adına zor kullanma, tecavüzü engellemek adına ölçülü güç kullanma yetkilerine sahiptirler. Bunların yetersiz kaldığı noktada feri zilyetler de zilyetliği koruyucu dava yollarına başvurabilirler. Zamanaşımı ile mülkiyet iktisabı ancak malik sıfatıyla sahip olma durumunda geçerlidir. Dolayısıyla bu açıdan asli zilyet – feri zilyet ayrımı önemlidir.

Haksız Zilyet Nedir?

Zilyetlik türlerinde bir diğer ayrım da Hakka dayanan zilyetlik – Hakka dayanmayan (Haksız) zilyetlik tasnifidir. Yine burada da geniş çaplı bir inceleme yapabilmek adına ayrı bir başlık altında inceleme yapmayı seçtik:

  • Hakka Dayanan Zilyetlik – Hakka Dayanmayan (Haksız) Zilyetlik: Zilyet olan kimse, genellikle bir hakka dayanmaktadır. Haksız zilyet olma durumu istisnaidir. Burada dayanılan hak, ekseriyetle mülkiyet hakkı olmaktadır. Kiralama, rehin, ariyet gibi durumlarda da zilyet bir hakka dayanmaktadır. Buna karşın haksız zilyet, herhangi bir hakka dayanmamaktadır. Örneğin hırsız, çaldığı mal üzerinde haksız zilyettir. Aynı şekilde bir taşınmaz üzerinde zilyet olarak haksız işgalde bulunan kişi de haksız zilyettir. Bu kapsamda bu kişiden ecrimisil, yani haksız işgal tazminatı talep edilebilecektir. Kişi, zilyetliği altında bulunan eşyanın herhangi bir hakka dayanmadığını bilmiyor olabilir. Bu durumda iyi niyetli haksız zilyetten bahsedilir. Yine aynı şekilde, zilyedin bu durumu bilmesi gerekmiyorsa veya zilyet bunu bilebilecek durumda değilse, iyi niyetli haksız zilyet kavramından bahsedilir. Bu kavram, zilyedin iade borcunun kapsamını tayinde önem arz edecektir. Karineyle mevcut hakkına uygun şekilde eşyayı kullanan veya ondan yararlanan iyi niyetli haksız zilyet, o malı geri vermekle yükümlü olduğu kişiye karşı herhangi bir tazminat ödemek zorunda değildir. Aynı şekilde eşyanın kaybolmasından veya irade dışında zarar görmesinden de sorumlu değildir. İyi niyetli haksız zilyet, eşyayı geri vereceği kişiden, eşyaya yönelik yapmış olduğu zorunlu ve yararlı masrafların tazminini isteyebilir. Bu tazmin talebi yerine getirilesiye kadar zilyet, malı iade etme yükümlülüğünü yerine getirmekten kaçınabilir. Kötü niyetli hasız zilyet ise hak sahibini mağdur ettiği ölçüde zararını tazminle yükümlüdür.

Zilyetlik Kazanılması Nasıl Olur?

Zilyetlik 4 farklı şekilde kazanılabilir. Bunları sıralamak ve kısaca açıklamak gerekirse ş şekildedir:

  1. Aslen Kazanma: Burada zilyetliğin kazanılması durumunda, bir kimsenin eşya üzerinde tek taraflı irade göstererek fiili hakimiyet kurması söz konusudur. Bu noktada başka birisinin rızasının bulunup bulunmaması önem taşımaz. O eşya üzerinde daha önce zilyetlik de bulunuyor olabilir. Bunun da bir önemi yoktur. Bu iktisap türünün en yaygın hali, doğada sahipsiz bulunan eşyaların hakimiyet altına alınmasıdır. Dağda kekik toplamak, sahipsiz koyunu hakimiyeti altına almak bunlara birer örnektir. Daha önceki zilyedin fiili hakimiyeti tanınmayarak da o eşya üzerinde aslen kazanma yoluna gidilebilir. Hırsızlık da buna bir örnektir.
  2. Devren Kazanma: Burada daha önce var olan bir zilyetlik ilişkisi ve o zilyedin iradesiyle bu ilişkinin başka birisine devredilmesi söz konusudur. Örneğin bir eşyanın satılarak birine zilyetliğinin kazandırılması buna bir örnektir. Zamanaşımı ile mülkiyeti kazanma konusunda da devren zilyetlik söz konusudur. Zilyetliğin devren kazanılması, eski zilyedin iradesi ile olabileceği gibi mahkeme kararıyla da gerçekleşebilir. Mesela bir vesayet davasında atanan vasinin terekedeki malları yönetirken kurduğu zilyetlik ilişkisi buna örnektir.
  3. Tesissen Kazanma: Burada mevcut zilyet, eşya üzerindeki zilyetliğini devam ettirmektedir. Buna ilaveten kendi iradesiyle o eşya üzerinde, başkası adına da yeni bir zilyetlik ilişkisi kurulmaktadır. Bu işlem, tek başına zilyetliğin birlikte zilyetliğe dönüşmesi şeklinde olabileceği gibi yalın zilyetliğin dereceli zilyetliğe dönüştürülmesi şeklinde de olabilir. Örneğin kira sözleşmesi ile kiralanan eşyanın kiracıya teslim edilmesi bu kapsamda bir kazanım şeklidir.
  4. Miras Yoluyla Kazanma: Bu kazanım yolu diğerlerinden farklıdır. Öyle ki burada zilyet iradesi ve fiili hakimiyet unsuru aranmaz. Murisin ölümünden sonra malların mirasçılara intikali yapılmamış olsa dahi mirasçılar, o mallar üzerinde zilyetliği miras yoluyla kazanacaklardır.

Hükmen Teslim Nedir?

Bu kavram, zilyetliğin nakli açısından önem taşımaktadır. Zilyetliğin nakli de teslimli veya hükmen teslim şeklinde olabilir. Teslimli nakil, zilyetliği devredenle devralanın nakil esnasında hazır bulunması şeklinde olabileceği gibi hazır olmayan zilyetler arasında da bu yolla nakil yapılabilmesi mümkündür. Teslim, bizzat eşyanın verilmesi şeklinde olabileceği gibi o eşyayı temsil eden bir şeyin verilmesi şeklinde de gerçekleşebilir. Mesela, kiraya verilen bir evin anahtarının kiracıya verilmesi bu duruma bir örnektir. Zilyetliğin teslimli nakli yetkili bir temsilci aracılığıyla da pek ala yapılabilir.

Peki hükmen teslim nasıl olur? Burada eşya üzerinde fiili hakimiyet devri gerçekleşmez. Zilyetliği devredenin eşya üzerindeki fiili hakimiyeti devam etmektedir. Örneğin evini satan kişinin o evde kiracı olarak oturmaya devam etmesi bu şekildedir. Hükmen teslimde, zilyetliğin devir konusu ile eşyanın eski zilyedin fiili hakimiyeti altında kalma sebebi birbirinden bağımsız olmalıdır. Örneğin evi satan kişi, parasını alamadığı için o ev üzerinde hapis hakkını kullanıyor ve orada oturmaya devam ediyorsa; bu durum, hükmen teslim şeklinde değerlendirilemeyecektir.

Hükmen teslim halinde, zilyetliği kazanan 3. kişilerin zarar görmemesi için bildirim yükümlülüğü getirilmiştir. Bu şekilde bir 3. kişiye devir söz konusu olduğunda, bu durum ancak zilyetliği devam eden kişiye ve devralacak kişiye bildirildikten sonra hüküm ve sonuç doğurur.

Zilyetlik Davaları Nelerdir?

Zilyetliği kuvvet kullanarak tecavüze karşı korumak her zaman mümkün olmayabilir. Bu noktada dava yolu aklımıza gelecektir. Zilyet kişi, malı hakimiyeti altından kaçırmış ve anında söküp geri alamamışsa; o eşyanın artık yeni bir zilyedi vardır. Dolayısıyla eşya ancak dava yoluyla geri alınabilecek ve haksız fiile ilişkin tazminat istemleri burada gündeme gelecektir. Burada dava ehliyeti, taşınmazlar açısından, tapuda adına tescil olanlara tanınmıştır. Taşınırlar açısından ise zilyet olan herkes, hukuki yararı bulunmak şartıyla, dava yoluna başvurabilir. Zilyetlik davaları, tecavüzün refi davası ve zilyetliğin iadesi davası olarak ikiye ayrılmaktadır. Tecavüzün refi davası burada işlenirken, zilyetliğin iadesi davası bir alt başlıkta incelenecektir. Taşınırlar açısından gündeme gelen menkul davaları ise inceleme konusu yapılmayacaktır.

Tecavüzün refi davasında en çok dikkat çeken nokta, ortada hala süregelen bir tecavüzün bulunmasıdır. Tecavüz, zilyetliğin kullanımını engelliyor olabileceği gibi zorlaştırıyor da olabilir. Mütecaviz zilyetliğin üzerinde hak sahibi olsa dahi bu dava ikame edilebilecektir. Burada amaç; saldırının sonlandırılması, sebebinin ortadan kaldırılması veya zararın giderilmesidir.

Bu dava türünde, zilyetliğin iadesi davasının aksine, mütecavize üstün hakkını derhal ispat hakkı tanınmamıştır. Fakat bu davadan sonra mütecavizin üstün hak iddiasına dayalı olarak yeni bir dava ikame etmesi mümkündür. Unutulmamalıdır ki bu dava türünde asıl amaç tecavüzün bir an önce sonlandırılmasıdır. Bu dava, zilyetliğe karşı tecavüz içeren fiilin ve failin öğrenilmesinden itibaren 2 ay içerisinde ve her halde 1 yıl içerisinde ikame edilmelidir.

Zilyetliğe Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davası Nedir?

Bu başlık altında inceleyeceğimiz dava türü, zilyetliğin iadesi davası olacaktır. Burada davacı, kendisinden haksız olarak alınan zilyetliğin geri alınıp kendisine verilmesini ister. Bu da uygulamada ev, arsa, tarla vb. açısından tapu iptali ve kendi adına tescili istemiyle karşılık bulur. Burada davacı, zilyetliğin gaspından dolayı uğradığı zararı da karşı taraftan talep edebilecektir. Zilyetliği gaspa uğrayan kişi asli zilyet olabileceği gibi feri zilyet de olabilir. Eşyayı gasp eden kimse, söz konusu şeyin asli ve vasıtasız zilyetliğini bir başkasına devretmişse, hakkında bu dava ikame edilemeyecektir. Ancak bu konuda, menkul davası ve tazminat davası ikame etmek mümkündür.

Davacının bu dava açısından, söz konusu eşya üzerinde zilyetliği bulunduğunu ve başkası tarafından  gasp edildiğini ispat etmesi yeterlidir. Ayrıca eşya üzerinde bir hakkı olduğunu ispat etmek zorunda değildir. Fakat tapu iptali ve tescili söz konusuysa bu durumun da ortaya konulması gerekmektedir. Bu noktada eşyayı gasp eden kişi o mal üzerinde daha üstün bir hakka sahip olduğunu derhal ortaya koyabiliyorsa, bu üstün hak gözetilecek ve gaspçı zilyetliği vermekten kaçınabilecektir. Fakat burada ispatın derhal yapılabiliyor olması muhakkak bir ön koşuldur. Derhal ispattan kasıt; davalı tarafın, üstün hak iddiasını, mahkemeden süre talep etmeksizin anında ortaya koyabilmesidir.

Bu dava türü de aynı tecavüzün refi davası gibi, gasp içeren fiilin ve gaspçının öğrenildiği tarihten itibaren 2 ay içerisinde ve her halde 1 yıl içerisinde ikame edilmelidir. Bu süreler aşıldıktan sonra işbu davayı ikame etmek mümkün olmayacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki burada tapu iptali ve tescilinden bahis, zilyetliğe dayanılmasıdır. Mülkiyet hakkına dayalı olarak tapu iptal ve tescil davaları bu sürelerden sonra da genel zamanaşımı sürelerine tabi olarak ikame edilebilecektir.

Hazineye Ait Taşınmazlarda Zilyetlik Nedir?

Hazineye ait arazilerde zilyetlik bulunması halinde ne olur, ne biter? Burada aklımıza 2B kategorisindeki yerler gelmektedir. Bu yerlerin bu şekilde adlandırılmasının sebebi, Orman Yasasının 2. maddesinin b bendinde düzenlenmiş olmasından ötürüdür. Bu maddede; 31.12.1981 tarihinden önce objektif olarak orman niteliğini kaybetmiş arazilerden, tarım veya hayvancılığa yönelik kullanılmasında toplum açısından fayda bulunulan yerler, orman sınırları dışarısına çıkarılır denmektedir. Buna müteakip bu araziler devlet hazinesi adına kayıtlanırlar.

Sonrasında bu arazilerin bulunduğu yerlerde kadastro çalışmaları yapılmaktadır. Bu yerler üzerinde uzun süredir zilyetliği bulunan ve faaliyet yürüten hak sahipleri, ilgili tapu kütüklerinin beyanlar hanesine yazılacaktır. Sonrasındaysa bu zilyet kişiler, idareye başvurmalıdır. İdari kuruluşa bu esnada belirlenen başvuru bedeli yatırılmalıdır. Bundan sonraysa, taşınmazın bulunduğu yer belediyesince, hak sahibi zilyetlere, konuya ilişkin bir tebligat gönderilecektir. İlgilisine tebliğden itibaren 3 ay içerinde, ödenmesi gereken tutar, ilgili belediyeye yatırılacaktır. Bu tutar da söz konusu arazi için belirlenen rayiç bedel miktarı kadardır. Bundan sonraysa artık devir işlemleri tamamlanacaktır.

Burada süreler hak düşürücü niteliktedir. Yani başvurudan sonra 3 ay içerisinde belirlenen tutar yatırılmazsa, artık o arazi üzerinden bu şekilde malik olma şansı yitirilmiş olacaktır. Bunun tek istisnası, konuya ilişkin TBMM’den bir af yasası çıkartılmasıdır. Bu kişiler, o araziler üzerinde 30, 40 yıl gibi uzun süreler zilyet olarak bulunsalar dahi genel mahkemelere başvurarak bu hususa dayanarak arazinin kendi adlarına tescilini isteyemeyeceklerdir. Yani bu statüdeki arazilerin mülkiyete geçirilmesinin tek yolu anlattığımız prosedürü izlemektir.

Zilyet Hakkı Kaç Yıldır?

Öncelikle zilyetliğin bir hak olmadığını, sadece fiili bir durumu ifade ettiğini söylemek gerekir. Ancak zilyedin eşya üzerinde, zilyetlik ilişkisine bağlı olarak kurduğu haklar açısından birtakım sürelerin bulunduğunu ifade etmek gerekir. Bunun dışında zilyetliğin bir süreye tabi tutulması, sınırlandırılması söz konusu değildir.

Örneğin zilyetliğin iktisap fonksiyonuna değinirken birtakım sürelerden bahsetmiştik. Bu süreler eşyanın mülkiyet hakkının kazanılması açısından kanun tarafından öngörülen olağan ve olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı süreleridir. Taşınırlar açısından zilyetliğin kazandırıcı olağan zamanaşımı süresi 5 yıl olarak belirlenmiştir. Taşınmazlar içinse bu olağan süre 10 yıl olarak belirlenmiştir. Olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı süresi taşınırlar için belirlenmezken, taşınmazlar açısından 20 yıl olarak belirlenmiştir.

Bunun yanında zilyetlik davaları için de belirli hak düşürücü süreler öngörülmüştür. Mesela tecavüzün refi ve zilyetliğin iadesi davaları için 2 ay ve 1 yıllık hak düşürücü süreler belirlenmiştir. Zilyetlik açısından menkul davaları içinse 5 yıllık hak düşürücü süre vardır. Yani zilyet, taşınır eşyanın gasp edilmesinden itibaren 5 yıl içerisinde dava açabilecektir. Bu şekilde zilyet, taşınır eşyasını gasp eden kişiden, zilyetliğinin geri verilmesini talep edebilecektir.

Zilyetlik konusu hakkında bu yazımızda elimizden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştık. Konu hakkındaki sorularınızı aşağıdaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

AİLE KONUTU ŞERHİ NASIL KONULUR?

aile konutu şerhi satışa engel mi

 

Aile konutu şerhi, tapu kütüğüne işlenebilen şerh türlerinden birisidir. Aile konutu müessesesi, Türk Medeni Kanununun 194. maddesi ile mevzuatımıza dahil edilmiştir. Buna göre; aile konutu olarak kullanılmak için tahsis edilen taşınmaza ilişkin mülkiyet hakkına haiz olmayan eş, ilgili tapu müdürlüğüne, gerekli belgelerle birlikte başvurarak; bu şerhin tapu kütüğüne işlenmesini isteyebilir. Aile konutu şerhinin kütüğe işlenmesinin bir diğer yolu da mahkeme kararının tatbiki şeklindedir.  Aile konutu şerhi; gayrimenkul hukuku, aile hukuku, icra hukuku vs. bir çok alanda kanuni düzenlemelerde kendisine atıf yapılmak suretiyle yer edinmiştir. Biz de bu yazımızda aile konutu şerhi konusuna genel hatlarıyla değinmeye çalışacağız. Konu hakkındaki soru ve görüşlerinizi sayfanın en altındaki formu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

Aile Konutu Nedir?

Aile konutu şerhinin işlenebilmesi için, talep konusu taşınmazın aile konutu niteliğine haiz olması gerekmektedir. Peki nedir bu aile konutu? Aile konutu kavramına ilişkin TMK bir tanım ortaya koymamıştır. Bu kavrama birçok kanunda atıf yapılmış olması ve buna ilişkin hiçbir kanunda tanımlama bulunmamasının da elbette bir nedeni vardır. Türk Hukuku, aile kurumuna büyük önem atfetmektedir. Bu sebeple bu konuya ilişkin kısıtlayıcı tanımlamalardan olabildiğince kaçınılmaktadır. Bu konudaki boşluğun doldurulması, uygulama ve doktrine bırakılmıştır.

Yargıtay’ın ortaya koymuş olduğu tanıma göre; aile konutu, eşlerin birlikte yaşamlarını sürdürmeleri amacıyla ayrılan ve aynı konutta iki tarafın da yaşama hakkını güvenceye alan hukuksal kurumdur. Öğretide ise birçok farklı tanımlama yapılmıştır. Bu tanımlamaların ortak özellikleri şu şekildedir:

  • Eşler arasında yasal bir evlilik birliği kurulmuş olmalı.
  • Eşler tarafından seçilen konut, hukuka uygun şekilde kullanılıyor olmalı.
  • Konut, eşler tarafından hayatın merkezi haline getirilmiş olmalı ve normal koşullarda onları dış tehlikelerden korumaya elverişli olmalıdır.
  • Ailenin burada yaşaması hukuka uygun bir sebebe dayanmalıdır. Konut hukuk dışı işler için kullanılmamalıdır.

Şu hususu da belirtmekte fayda var ki; aile konutu şerhi, sadece eşin konut üzerinde mülkiyet hakkı bulunması durumunda gündeme gelecektir. Diğer ayni haklar bu kapsama dahil edilmemiş, yalnızca mülkiyet hakkının varlığı bu bağlamda kabul görmüştür. Yani intifa hakkı, üst hakkı vb. hakların dahil olduğu sınırlı ayni haklar bu kapsama girmemektedir. Bunun yanında aile konutu, etkisini boşanmada mal paylaşımı konusunda da büyük ölçüde göstermektedir.

Aile Konutu Şerhi Nedir?

Aile konutu şerhinin işlenmesi talebinde bulunan kişi ile mülkiyet hakkına haiz kişinin mutlaka resmi şekilde evli bulunması gerekmektedir. Bu şerh ancak aile konutu niteliğine sahip, tapu kütüğünde kaydı bulunan taşınmazlar için konulabilir. Aile konutu şerhi, ancak bir taşınmaz üzerine konulabilecektir. Yani eşin birden fazla evin maliki bulunması halinde, yalnızca aile konutu niteliğindeki tek bir ev için bu şerh işlenebilecektir.

Şunu da belirtmekte fayda var ki; bu şerhin tapu kütüğüne işlenmesi kurucu değil açıklayıcı niteliktedir. Yani bu şerhi tapu kütüğüne işletmeseniz bile doğacak olan uyuşmazlıklarda aile konutuna ilişkin düzenlemeler, ispat koşuluyla kendisine uygulama alanı bulacaktır. Fakat bu hususun tapu kütüğüne şerh edilmesinde büyük fayda vardır. Zira doğabilecek uyuşmazlıklarda 3. kişilerin bu şerhi görmemeleri sebebiyle iyi niyeti korunabilecektir. Bu sebeple hak kaybına uğrayabilirsiniz.

Aile konutu şerhi çift taraflı bir etki yaratmaktadır. Öncelikle bu şerh ile birlikte mülkiyet hakkı kendisinde olan eşin tasarruf yetkisi sınırlandırılmaktadır. Bu eş, aile konutu üzerinde, diğer eşin rızasını almaksızın dilediği gibi tasarrufta bulunamayacaktır. Öte yandan şerhin kütüğe işlenmiş olması halinde 3. kişiler ve memur bu durumun farkında olacaklardır. Bu da tasarruf işlemi sırasında eşin rızası yoksa önem arz edecektir. Diğer eşin rızası olmaksızın taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunmaya çalışan malik eşin talebi, tapu memuru tarafından reddedilmelidir. Yine aynı şekilde şerh bulunmasına rağmen işleme devam eden 3. kişinin iyi niyeti kati surette korunmayacaktır.

Aile Konutu Şerhi Nasıl Konulur?

Aile konutu şerhi iki halde tapu kütüğüne işlenmektedir. Bunlardan birisi mahkeme kararı iledir. Bu halde tarafların ayrıca bir belge sunmaları gerekmemektedir. İlamı veren mahkeme, ilgili tapu müdürlüğüne müzekkere yazarak şerhin tapu kütüğüne işlenmesini sağlayacaktır. Mahkeme ilamına dayanarak siz de ilgili tapu müdürlüğünden bu doğrultuda talepte bulunabilirsiniz. Bunun dışında bir de eşin kanundan doğan doğrudan talep hakkı bulunmaktadır. Burada eşin ilgili tapu müdürlüğüne giderek başvurusunu yapması ve gerekli evrakları sunması gerekmektedir.

Aile Konutu Şerhi İçin Gerekli Belgeler Nelerdir?

Aile konutu şerhi için gerekli belgeler şunlardır:

  • Konutun, aile konutu olduğuna dair muhtarlık ve varsa apartman yönetiminden alınmış belge. Bu hususta komşulardan alınmış tasdik edici yazılı beyanlar da işinize yarayabilir.
  • İlgili tapu müdürlüğü gerekli görürse; tapu bilgileri beyan edilen taşınmazın, şerhi talep edilen taşınmaz ile aynı olduğunun kadastro müdürlüğünce tespit eder belge.
  • Evlilik cüzdanı veya malik kişi ile evli olduğunu gösterir nüfus kayıt örneği.
  • Fotoğraflı nüfus cüzdanı ve fotokopisi. Ayrıca vesikalık fotoğraf.
  • Eğer işlem vekil veya temsilci tarafından yapılıyorsa vekaletname

Oturulmayan Eve Aile Konutu Şerhi Konulabilir Mi?

Aile konutuna ilişkin hükümlerin uygulanabilmesi için o konutun aile bakımından yaşam merkezi halinde olması gerekir. Dolayısıyla herhangi bir alelade konutun aile konutu olarak gösterilmesi hukuka uygun değildir. Aile konutu, eşlerin ortak seçtiği ve müşterek olarak kullandıkları, orada düzenli olarak yaşadıkları konuttur. Eşler bakımından anıldığı şekilde yaşam merkezi olarak görülmeyen, fiili olarak ikamet edilmeyen konut, aile konutu niteliğine haiz değildir.

Fakat eşler her nasılsa bu niteliğe sahip olmayan taşınmazlar için tapu kütüğüne aile konutu şerhi işletebilirler. Bunun yanında taraflar, dava konusu taşınmaz hakkında da aile konutu iddiasında bulunabilir. Burada mahkeme detaylı bir araştırma yapmalı ve hakikati ortaya koymalıdır. Nitekim Yargıtay kararları da bu görüştedir. Örneğin Yargıtay bir kararında; dava konusu taşınmazın fiilen kullanılıp kullanılmadığına dair araştırma yapmış ve konutun fiilen kullanılmadığını tespit etmiştir. Bunun üzerine ilgili Yargıtay dairesi, söz konusu taşınmazın, tapu kütüğünde aile konutu şerhi ibaresi bulunsa dahi, aile konutu niteliğinde sayılamayacağını hükme bağlamıştır. Buradan da görüldüğü üzere, aile konutu şerhi konulacak taşınmazın fiilen ve sürekli olarak kullanılıyor olması gerekmektedir.

Aile Konutu Şerhi Olmayan Evin Satışı İptal Edilebilir Mi?

Kişi malik olsa bile, aile konutu niteliğindeki ev hakkında satış veya taşınmaz satış vaadi sözleşmesi yapabilmesi eşin rızasına bağlıdır. Peki aile konutu şerhi tapu kütüğüne işlenmemişse bu durumda ne olacak? Burada işlemin tarafı olan 3. kişinin hakkının korunup korunmayacağı meselesi gündeme gelecektir. Bu konu ise öğretide epey tartışmalıdır. Yargıtay’ın konu hakkındaki görüşü ise zamanla değişiklik göstermiştir. Bu konuda alanında uzman bir gayrimenkul avukatına başvurmanız yararınıza olacaktır.

Öğretide kimi yazarlar; tapuda aile konutu şerhinin bulunmaması halinde, eşten geçerli rıza alınmadan, 3. kişilere yapılan satışların geçerli olduğunu savunmaktadır. Bu kişilerin gerekçesi ise işlemin tarafı 3. kişinin durumdan habersiz olması, bilebilecek durumda olmaması ve bu sebeple iyi niyetinin korunması gerekliliğidir.

Öğretide kimi yazarlar da bu şekilde bir satışın geçersiz olacağını savunmaktadır. Bu yazarların gerekçesi ise kanun maddesinde iyi niyetin korunacağının açık bir şekilde belirtilmemesidir. Bunun yanında bir diğer neden de kanun koyucunun barınma hakkını korumayı gözeterek  bu maddeyi düzenlemiş olmasıdır. Barınma hakkı, Anayasa tarafından da doğrudan koruma altına alınan temel bir haktır. Bu sebeple temel hakkın korunması, 3. kişilerin iyi niyetinin korunmasından daha önceliklidir. Aksi bir değerlendirme halinde kanun maddesinin ruhuna aykırı hareket edilmiş olacaktır.

Yargıtay daha eski tarihli kararlarında, aile konutu şerhinin tapuda bulunmaması halinde satış işleminin tarafı 3. kişiyi iyi niyeti sebebiyle korumayı ve tasarruf işlemini geçerli kılmayı seçmiştir. Nitekim bu durum, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2006 tarihli bir kararında açıkça görülmektedir. Bu şekilde iyi niyetli 3. kişinin ayni hak iktisabı korunur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015 tarihli bir kararında fikir değişikliğine gitmiştir. Dolayısıyla güncel duruma bakacak olursak; Yargıtay, aile konutunun maliki eşle işlem yapan 3. kişinin iyi niyetinin aile konutu şerhi bulunmaması halinde de korunacağına hükmetmiştir. Görüleceği üzere artık Yargıtay da aile konutunun korunması için tapuda şerh koşulu aramamaktadır. İlgili taşınmaz fiili olarak aile konutuysa, yasa gereği öncelikli koruma altındadır. Yani eşin rızası alınmadan aile konutunun satılması halinde eş tapu iptal davası açarak satışı iptal ettirebilecektir.

Aile Konutu Şerhi Satışa Engel Mi?

Taşınmazın tapu kaydında aile konutu şerhinin bulunması satışa engel değildir. Ancak bu durumda taşınmazı alan kişinin gayrimenkulün aile konutu olarak kullanıldığını bildiği kabul edilir. Eş rızası olmadan böyle bir satışın yapılması halinde, rızası alınmayan eş dava açarak tapuyu iptal ettirebilecektir.

Aile Konutu Haczedilebilir Mi?

Hakkınızda bir icra takibi başlatıldı ve ödeme emrine itiraz etmediyseniz, bu icra takibi kesinleşecektir. Sonrasındaysa mülkiyetiniz altındaki evlerin haczi söz konusu olacaktır. Peki bu evlerden birisinin aile konutu olması halinde durum değişecek midir? TMK 194. maddesi ile koruma altına alınan aile konutu kurumu, mutlak bir dokunulmazlık oluşturmamakta ve üçüncü kişilerin haklarının daha üstün tutulduğu durumlar meydana gelebilmektedir. 194. madde mülkiyete haiz eşin iradi devir hallerinde gündeme gelecektir. Haciz işlemi irade dışı bir devir işlemidir. Dolayısıyla bu madde ile aile konutunun haczi engellenmemektedir.

Nitekim Yargıtay kararları da bu doğrultudadır. Burada diğer eşin şikayeti mümkün değildir. Borç şahsi ve mülkiyet de borçlu kişiye aittir. İcra İflas Kanunu 82. maddesinde haczedilemeyecek mal ve haklardan bahsedilmiştir. Burada aile konutu kendine yer edinmemiştir. Buna karşın; borçlunun haline münasip evi, haczedilemeyen mallar arasında sayılmıştır. Haczedilecek ev hem aile konutu niteliğinde hem de bu niteliğe haiz olabilir. Bu durumda o ev haczedilemeyecektir. Fakat bu durum aile konutu olması sebebiyle değildir ve bunu sadece borçlu eş öne sürebilecektir.

Aile konutunun haczedilmesi durumunda, borçlunun eşinin haczedilemez şikayetinde bulunabilmesi durumu; Anayasa Mahkemesince de incelemeye tabi tutulmuştur. Bu durumdan zarar gören eş dava yoluna başvurmak istemiş fakat aktif dava ehliyeti eksikliğinden ötürü davası usulden reddedilmiştir. Bunu üzerine vatandaş, Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yoluna gitmiştir. AYM yaptığı incelemede, borçlunun eşinin yaptığı şikayetin, aktif dava ehliyetine sahip olmadığı gerekçesiyle itirazının reddedilmesini aile hayatına saygı hakkının ihlali niteliğinde görmüştür.

Paylı Mülkiyette Aile Konutu Şerhi Olur Mu?

Eşler aile konutuna paylı mülkiyet halinde sahip olabilirler. TMK m. 223 ile eşlerden birisinin, diğer eşin rızası olmaksızın, paylı mülkiyet halindeki konut için kendi payı üzerinde tasarrufta bulunamayacağı düzenlenmiştir. Bu durum ancak eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin olması halinde kendisine uygulama alanı bulabilecektir. Fakat aile konutunu düzenleyen TMK 194. maddesi, genel hükümler arasında düzenlenmiştir. Dolayısıyla böyle bir sınırlamaya tabi olmaksızın uygulanabilecektir.

Burada eşler, diğer eşin paylı mülkiyetine aile konutu şerhi konulmasını ilgili tapu müdürlüğünden talep edebileceklerdir. Bu noktada; eşlerden birisinin aile konutunu devreden ya da devir tehlikesi yaratan bir hukuki işlemde bulunması halinde, diğer eş bakımından aile konutu hükümleri aynen kendine uygulama alanı bulabilecektir. Bunun dışında, eşin rızasını gerektirmeyen işlemler bakımından da TMK 223. maddesi, kendisine tamamlayıcı nitelikte uygulama alanı bulabilecektir. Örneğin bir ortaklığın giderilmesi davası söz konusu olduğunda, diğer eşin önalım hakkı bulunacaktır.

Aile Konutu Şerhi Kaç Yıl Geçerli?

Tapuda taşınmaz üzerine konulan aile konutu şerhi kural olarak evlilik birliği boyunca geçerliliğini sürdürür. Bu sebeple belirli bir süre geçmekle aile konutu şerhi etkisini yitirmeyecektir. Şerhin etkisini yitirmesi için ancak evlilik birliğinin sona ermesi veya evlilik anında bazı durumların meydana gelmesi gerekir. Evliliğin; boşanma, ölüm, gaiplik kararı veya evliliğin iptali kararı gibi hallerle sonlanmış olması halinde şerh etkisini yitirecektir. Hulasa; şerhin etki süresi açısından belirli bir süre tanınması mümkün değildir.

Boşanmadan Sonra Aile Konutunun Durumu Ne Olur?

Aile konutu şerhinin evliliğin son bulması ile birlikte ortadan kalkacağını söylemiştik. Boşanma da evliliğin son bulması hallerinden birisidir. Dolaysıyla boşanma ile birlikte konutun, aile konutu niteliğini yitireceğini ifade edebiliriz. Söz konusu taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan eş, kesinleşmiş mahkeme kararını ilgili tapu dairesine ibraz ederek, tek taraflı olarak aile konutu şerhinin kaldırılmasını talep edebilecektir. Ölüm halinde ise şerh kendiliğinden etkisini yitirecektir.

Bunun dışında, evliliğin iptali durumunda veya boşanma davası sırasında durumun ne olacağına bakmak gerekir. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre dava süresince, taraflar aile konutu şerhinin kaldırılması talebinde bulunsa dahi, bu şerh kaldırılamayacaktır. Bunun sebebi de boşanma veya evliliğin iptali yönünde karar verilip verilmeyeceğinin belli olmamasıdır. Tarafların mağdur olma durumu gözetilerek nihai kararın verilmesi ve kesinleşmesi koşulu aranmaktadır. Aksi takdirde telafisi zor veya mümkün olmayan olumsuz hallerin ortaya çıkmasına sebep olunabilir.

Aile Konutu Şerhi Nasıl Kaldırılır?

Evliliğin sona ermesinin yanında; evliliğin devamı süresince birtakım hallerin varlığı durumunda da aile konutu şerhinin tapu kütüğünden kaldırılabilmesi mümkündür. Burada iki durumun varlığı halinde şerhin kaldırılabilmesi gündeme gelecektir. Bunlardan ilki, taşınmazın aile konutu vasfını yitirmesidir. Bir diğer durum ise yeni bir aile konutu edinilmesidir. Fakat bu durumların varlığı halinde, tapu sicil memurunun aile konutu şerhini kendiliğinden kaldırması mümkün değildir.

Bu şekilde bir terkin yapılacaksa; malik eş, tapudaki şerhin terkinini doğrudan ilgili tapu müdürlüğünden talep edebilecektir. Fakat burada malik eşin, aile konutu şerhinin kaldırılması için öne sürdüğü iddiasını somut şekilde ispatlayarak ortaya koyması gerekir. Ayrıca şerh, diğer eşin istemi sonucu konulmuşsa, bu eş de şerhin kaldırılmasını talep edebilecektir. Öğretide bazı yazarların görüşüne göre; mahkeme kararı ile konulan aile konutu şerhinin yine mahkeme kararı ile kaldırılması gerekmektedir. Fakat mevzuat tarafından böyle bir zorunluluğun getirilmediğini ifade etmek gerekir. Aile konutu şerhi konusu hakkındaki sorularınızı aşağıdan bizlere sorabilirsiniz.

KİRA TESPİT DAVASI NEDİR?

Kira bedelinin tespiti davası hangi mahkemede açılır

 

Kira tespit davası, olağanın dışında başvurulacak bir dava yoludur. Gayrimenkul sahipleri kiracı ile bir kira sözleşmesi akdederek  mallarını kiraya verebilirler. Kiraya zam yapılma vakti geldiğinde kiracı, normal şartlar altında, kira bedeline en fazla TÜFE – ÜFE oranında zam yapabilecektir. Bu, kanun tarafından belirlenen yasal azami zam miktarıdır. Bu oran, aylık bazda, TÜİK tarafından açıklanmaktadır. Fakat öyle zamanlar gelir ki enflasyon, faiz oranları çığırından çıkabilir. Arz – talep dengesizliği ve ekonomik unsurların neden olduğu bu durum, gayrimenkul değerlerini öngörülenin çok üzerine çıkarabilir. Bu sebeple kira bedeline yapılabilecek yasal azami zam oranı yetersiz kalabilir. Bu durumda kanun koyucu, taraflara belli şartlar altında kira tespit davası açma hakkı tanımıştır. Böylelikle kira bedelinin piyasa koşullarına göre hak ettiği değere uyarlanması amaçlanmıştır. Bu davayı açmayı düşünüyorsanız Dava Nasıl Açılır isimli yazımıza göz atabilirsiniz. İşte bu kira tespit davası, bu yazımızın konusunu oluşturacaktır. Konu hakkında merak ettiğiniz soruları, sayfanın en altındaki forumu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

Kira Bedelinin Tespiti Davası Nedir?

Aslına bakacak olursanız kira bedelinin tespiti davası ile kira tespit davası aynı şeylerdir. Öğretide asıl adı kira bedelinin tespiti davası olan dava türü, halk arasında daha çok kira tespit davası olarak bilinmekte ve anılmaktadır. Kira tespit davası, Türk Borçlar Kanununun 344. ve 345. maddeleri içerisinde kendisine düzenleme alanı bulmuştur.

Kira bedelinin tespiti davası, sadece konut ve çatılı işyeri kiraları için açılabilir. Dolaysıyla, bunun dışındaki gerek taşınır gerekse taşınmaz kiraları için bu yola başvurulamaz. Bu dava, ancak ortada bir kira sözleşmesi bulunması ve davacının davayı ikame etmede hukuki yararı bulunması halinde açılabilecektir. Bu konuda dava açmayı düşünüyorsanız, alanında uzman bir gayrimenkul avukatından destek almanızı tavsiye ederiz. Aksi takdirde hak kayıplarına uğrayabilirsiniz.

Kira Tespit Davası Şartları Nelerdir?

Kira tespit davasının açılabilmesi için birtakım şartların mevcut olması gerekliliğinden bahsetmiştik. Bu şartları sıralamak ve kısaca açıklamak gerekirse şu şekildedir:

  • Geçerli bir kira sözleşmesi olmalıdır: Kira sözleşmesinin yapımı adi yazılı, resmi veya başka herhangi bir şekil şartına tabi tutulmamıştır. Yani kira sözleşmesi sözlü olarak dahi yapılabilecektir. Fakat günlük hayatta ispat kolaylığı açısından yazılı şekilde bir kira kontratı yapılması esastır. Bununla birlikte işini daha sağlama almak isteyenler, sözleşmeyi noter huzurunda da yapabilirler.
  • Davayı açmada hukuki yarar bulunmalıdır: Daha önce de belirttiğimiz üzere, davacının huzurdaki davayı açmasında hukuki bir yarar yoksa, dava hakim tarafından reddedilecektir. Örneğin; kira bedelinin artışına dair yasal sınırlar içerisinde taraflar arasında bir anlaşma gerçekleşmiş ise ve sözleşmenin yapımı üzerinden 5 sene geçmemişse bu davayı ikame etmede hukuki bir yarar yoktur.

Kira Tespit Davası Ne Zaman Açılır?

Kural olarak kira tespit davası her zaman açılabilmektedir. Fakat özel düzenlemeler ile buna birçok sınır getirilmiştir. Örneğin sözleşmenin ilk yılı içerisinde zaten anlaşılan bir kira bedeli olduğu için davayı açmakta hukuki yarar bulunmayacaktır. Bunun dışında kanunda ihtar şartı bahsinin de geçtiği 30 günlük bir süreye dair kaide getirilmiştir. Bununla birlikte bu süre, dava sonucunun etkisi bakımından daha önemlidir. Buna ilişkin detaylı açıklama aşağıda başka bir başlık altında yapılacaktır. Bunun yanında bir de 5 yıllık kira süresi meselesi vardır. Belli durumlarda kira süresi 5 yılı aşmamışsa bu davayı ikame etmek mümkün olmayacaktır. Yine bu duruma ilişkin detaylı açıklama da aşağıda başka bir başlık altında yapılacaktır.

Kira Tespit Davası İhtar Şartı Nedir?

İhtar meselesi, davanın açılma süresi ve etkisi yönünden sonuç doğurmaktadır. İlgili kanuni düzenlemede, dava açılma zamanına ilişkin bir belirtmede bulunulmamıştır. Buna göre; ancak kiraya verenin bir yıllık kira döneminin sona ermesine en az 30 gün kala yazılı ihtarda bulunması veya dava açması durumunda, mahkeme tarafından ortaya konulan tespit kararı, yenilenen kira döneminin başlangıç tarihinden itibaren geçerlilik kazanacaktır.

Yani davanın ikame edilme süresi iki şekilde belirlenebilir diyebiliriz. Öncelikle davanın sözleşme yenileme zamanına en geç 30 günlük süre kaldığı tarih aralığında açılabileceğini söyleyelim. Bunun yanında bu 30 günlük süre içerisinde kiranın artırılacağına yönelik, kiracıya yazılı ihtar yapılmışsa; bu durumda dava  yeni kira döneminin sonuna kadar ikame edilebilecektir.

Burada şöyle bir sorun ortaya çıkmaktadır ki; anılan düzenleme yalnızca belirli süreli kira sözleşmeleri açısından yapılmıştır. Zira kira bitim zamanı, yeni dönem bahislerinden aksi anlaşılamaz. Peki sözleşme belirsiz süreli ise ne olacak? Burada kanımızca, sanki sözleşme belirli süreliymişçesine hareket etmek gerekir. Yani sözleşmenin akdedildiği tarih esas alınarak yenileme zamanı, bu tarihin üzerinden geçen yıllık periyotlar olarak belirlenmelidir. Bu şekilde, mahkemenin tespit edeceği tutar, yenilenen sözleşme yılı açısından hüküm doğuracaktır.

Kira Tespit Davası 5 Yıl Kuralı Nedir?

Burada farklı koşulların varlığına bağlı olarak değişik durumlar gündeme gelecektir. Bu durumları şu şekilde arz ve izah edebiliriz:

  • Taraflar arasında kira bedeline ilişkin bir anlaşma yapılmış ve kira süresi de 5 yılın altında ise;  Kira bedeli artış oranı, taraflarca bir önceki kira yılı ÜFE artış oranının üzerinde olmamak koşulu ile serbestçe belirlenebilmektedir. Bu şekilde yasal sınırlar içerisinde bir anlaşma yapılmış ve kira süresi 5 yılı geçmemişse kira tespit davası ikame etmek mümkün olmayacaktır.
  • Taraflar arasında herhangi bir anlaşma yapılmamış ve kira süresi 5 yılın altında ise;  Bu durumda tespit davasını ikame etmek mümkün olacaktır. Taraflar bu durumda kira bedelinin, artış oranının vb. belirlenmesini mahkemeden talep edebilirler. Mahkeme, somut durumu ve emsal değerleri nazara alarak bu hususlara ilişkin bir tespitte bulunacaktır. Fakat burada belirlenecek olan kira artış oranı, bir önceki yılın ÜFE artış oranı üzerinde olamaz.
  • Beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde;  Bu durumda taraflar  arasında anlaşma olup olmadığına bakılmaksızın kira tespit davası ikame edilebilir. Bu noktada; gayrimenkulün durumu, emsal taşınmazlar, ÜFE artış oranı, hakkaniyet ve sair hususlar dikkate alınacak ve buna göre bir kira bedeli tespit edilecektir. Burada hakim, bir önceki yılın ÜFE artış oranı ile sınırlandırılmamıştır.
  • Kira bedeli yabancı para cinsinden belirlenmiş kira sözleşmesi söz konusuysa;  Taraflar arasında akdedilen kira sözleşmesinde kira bedelinin yabancı para cinsinden ödeneceği kararlaştırılmış olabilir. Bu tip sözleşmelerde, sözleşme tarihi üzerinden 5 yıl geçmedikçe kira bedeli değiştirilemez. Ana kural bu şekildedir. Fakat bu durumun bir de istisnası bulunmaktadır. O da Türk Borçlar Kanununun 138. maddesinde düzenlenen aşırı ifa güçlüğü hallerine dayanmaktadır. Bu hallerden birisi mevcutsa, taraflar 5 yılın dolmasını beklemeden kira tespit davasını ikame edebileceklerdir. Bunun dışında 5 yılın dolması ile birlikte her halde mahkemeye başvurulabilecektir. Hakim burada da bir önceki yılın ÜFE artış oranı ile sınırlı değildir.

Geriye Dönük Kira Tespit Davası Açılabilir Mi?

Bu şekilde bir dava açılabilmesi mümkün değildir. Ancak içinde bulunulan veya 30 gün içerisinde geçiş olacak döneme yönelik kira tespit davası ikame edilebilecektir. Önceki dönemlere yönelik tespit yapılabilmesi bazı Yargıtay dairelerince mümkün görünse de bizce bu mümkün değildir. Açılan davanın ancak sınırlı düzeyde geriye etkili olabilmesi ise mümkündür. Örneğin yeni döneme geçişten 30 gün önce yazılı ihtar yapılmış olabilir. Dava ise o döneme geçildikten aylar sonra açılmış olabilir. Burada kurulacak hüküm, ilgili dönemin başından itibaren hüküm doğuracaktır. Bu şekilde geriye etkili hüküm kurulması mümkündür. Anılan bu özellik sayesinde kira tespit davası, yenilik doğuran bir dava türüdür diyebiliriz. Bunun dışında, somut olaya göre, haksız fiil kaynaklı ecrimisil talebi gündeme gelebilecek ve geriye dönük istemde bulunulabilecektir.

Yeni Malik Kira Tespit Davası Açabilir Mi?

Kiralananın el değiştirmesi, kiracının kira sözleşmesine bağlılığı açısından bir farklılık yaratmamaktadır. Zira yeni mal sahibi de aynen eski kiraya veren gibi kira ilişkisi ile bağlıdır. Velev ki kiracı tahliyesini gündeme getirecek yenilik doğuran bir durum ortada olmasın. Bu bağlamda yeni malik ile yeni kontrat yapılsa dahi ilk yapılan kira sözleşme tarihi aynen geçerliliğini devam ettirir. Yani yeni bir kira ilişkisi kurulmuş sayılmaz. Dolayısıyla eski malik, kira tespit davası açabilme konusunda hangi noktadaysa yeni malik de o noktadan devam edecektir.

Kısacası malikin yeni veya eski olması durumu, kira tespit davası açısından bir anlam ifade etmeyecektir. Örneğin; eski malikin kiracı ile kira sözleşmesi kurulmasının üzerinden 6 yıl geçmiş olsun. Bunun yanında da eski malik yeni kira dönemine geçişten 30 gün önce kira bedeli artırımı için kiracıya yazılı ihtarda bulunmuş olsun. Bu durumda yeni malik, yeni kira dönemi içerisinde kira tespit davasını ikame edebilecektir.

Kira Bedelinin Tespiti Davası Hangi Mahkemede Açılır?

Kira tespit davasında yetkili ve görevli mahkeme neresidir? Bu konuda görevli mahkeme, Sulh Hukuk Mahkemeleridir. Yetkili mahkeme ise; taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir. Kira tespit davasının yetkili ve görevli mahkemede açılması gerekmektedir.

Kira Artırım Davası ile Kira Tespit Davası Aynı Şey Midir?

Bu soruya vereceğimiz cevap hayırdır. Aslında iki dava türü de özünde aynı şeyi amaçlamaktadır. Çünkü iki davanın talebi de kira bedeline dair tespit yapılmasına yöneliktir. Farklılık ise konuya ilişkin birkaç özellik ve davanın ikamesi yönündendir. Kira tespit davası, hem kiracı hem de kiraya veren tarafından açılabilir. Bunun aksine kira artırım davası, ancak kiraya veren tarafından açılabilir.

Kira Bedelinin Tespiti Davası Yargıtay Kararı – 1:

Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince hakim taleple bağlı kalmalıdır. Bu sebeple hakim tarafların talepte bulunmadığı bir dönem için resen kira bedeli tespitinde bulunamaz. Konuya ilişkin Yargıtay kararı şu şekildedir:

“Somut olayda; Taraflar arasında 01/11/2010 başlangıç tarihli bir yıl süreli kira sözleşmesi bulunmakta olup, davacıların talebi 01/11/2013 tarihinden itibaren kira bedelinin tespitine ilişkin olduğu hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Buna göre, Mahkemece kira bedelinin tespiti kararı verilirken davacıların dava dilekçesinde bildirdiği 01/11/2013- 01/11/2014 dönemine ilişkin olarak kira bedeli tespiti yoluna gidilmesi gerekirken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 26. maddesinde yer alan yargılamaya hakim olan ilkelerden “taleple bağlılık ilkesi” gereği gözetilmeksizin, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”  (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2020/2296 E.   2020/3034 K.  16.06.2020 T.)

Kira Bedelinin Tespiti Davası Yargıtay Kararı – 2:

Hakim, kira tespit davasına konu edilen kira sözleşmesinin varlığını ve geçerliliğini titizlikle araştırmalı, tek bir noktayı bile atlamamalıdır. Konuya ilişkin Yargıtay kararının ilgili kısmı şu şekildedir:

“Kaldı ki; davalılar; dava dışı şirketle imzalandığı iddia edilen 15.05.2009 başlangıç tarihli kira sözleşmesindeki imzanın …..’a ait olmadığını ve sözleşmenin imza tarihinde …’in temyiz kudreti olmadığını savunmaları karşısında, imza incelemesi yapılmadan ve kiraya veren …’in temyiz kudreti olup olmadığı üzerinde durulmadan 15.05.2009 başlangıç tarihli kira sözleşmesinin geçerli kabul edilmesi de doğru değildir.”  (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2018/5627 E.  2019/6780 K.  17.09.2019 T.) 

Kira Tespit Davası Dilekçe Örneği:

ADANA NÖBETÇİ SULH HUKUK MAHKEMESİNE

DAVACI:  A….. B……. C……

VEKİLİ  :  C……. B………

DAVALI:  Z……. Y…….. V……..

KONU   : Mevcut kira bedelinin günümüz ekonomik koşullarına göre tespiti ve uyarlanması talebimizden ibarettir.

AÇIKLAMALAR  :

1- Davalı taraf, mülkiyeti müvekkilime ait olan, …. adresinde bulunan konutta 01.03.2003 tarihinden beri kiracı olarak bulunmaktadır.

2- Müvekkilim tarafından davalıya yasal süresi içinde ihtarname düzenlenmiş ve gönderilmiştir. Söz konusu ihtarnamede kira bedelinin yeni dönem için aylık 1.000 TL’den 3.000 TL’ye çıkarılmış olduğu ihtar edilerek bildirilmiştir. Davalı söz konusu ihtarnameyi almış ve kira artış oranının yasal sınırdan fazla olduğunu öne sürerek bu yeni kira bedelini kabul etmediğini beyan etmiştir.

3- Ülkemizin ekonomik durumu sayın mahkemenizin de takdir edeceği üzere çok olumlu değildir. Arz ve talep dengesinde öngörülemez fahiş değişimler yaşanmaktadır. Yasal zam miktarının bu ekonomi karşısında yetersiz kalması sebebiyle müvekkilim maddi kayba uğramaktadır. Öyle ki; emsal ev kiraları, piyasa koşulları, rayiç bedel değerlendirmesi, ekonomik parametreler vb. hususlar mahkemenizce değerlendirildiğinde mevcut kira bedelinin komik seviyelerde aldığı görülecektir.

4- İzah edilen sebeplerle, müvekkilimin maddi açıdan mağdur olduğu ortadadır. İşte bu nedenle davalının ödemekte olduğu kira bedelinin yeniden tespit edilerek arttırılması ve günümüz ekonomik koşullarına göre uyarlanması için huzurdaki kira bedelinin tespiti davasını ikame etme zorunluluğu hasıl olmuştur.

HUKUKİ NEDENLER : TBK, HMK ve ilgili sair mevzuat.

HUKUKİ DELİLLER : Kira sözleşmesi, ihtarname, bilirkişi, emsal rayiç kira bedelleri, tanık,  yemin ve ikamesi mümkün her türlü yasal delil.

NETİCE VE TALEP       : Arz ve izah edilen sebeplerle; 1.000 TL olan aylık kira bedelinin yeni dönem için mevcut piyasa koşullarına uygun olarak 3.000 TL’ye artırılarak tespitine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa tahmiline karar verilmesini vekaleten arz ve talep ederim.  05.05.2015

 Davacı Vekili

                                                                                                                    C……. B…….

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayınız: Kira Tespit Davası Dilekçe Örneği – Word

Dilekçe örneğini PDF formatında indirmek için tıklayınız: Kira Tespit Davası Dilekçe Örneği – Pdf

Kira Tespit Davası Ne Kadar Sürer?

Bu konuda davanın tam olarak ne kadar süreceğini kestirmek zordur. Burada birçok etmen bu hususta etkili olacaktır. Mahkemenin iş yoğunluğu, bilirkişi raporu alma süresi vb. etkenler bu sürenin miktarına etki edecektir. Yani diyebiliriz ki bu soruya net bir cevap veremeyiz. Ancak bu tür davaların ilk derece mahkemesinde ortalama 1 yıl civarı sürdüğünü belirtebiliriz.

Kira tespit davası konusunda sizleri elimizden geldiğince bilgilendirmeye çalıştık bu yazımızda. Bu konu hakkındaki sorularınızı aşağıdaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

VESAYET NEDİR?

Vesayet Hakkı Nedir

 

Vesayet, velayete tabi olmayan küçükler ile kısıtlıların tabi olacağı, özel hukuk bağlamında koruyucu bir kurum olarak düzenlenmiştir. Bu kurum ile amaçlanan şey, buna ehil olmayanların mal varlıklarına ilişkin menfaatlerinin onlar adına korunması ve onların temsil edilmesidir. Görüldüğü üzere vesayet; korunmaya muhtaç, zayıf ve güçsüz kişilerin devlet eliyle koruma altına alınmasıdır. Bu yazımızda bu kuruma ve bu kuruma dair bazı çok merak edilen konulara genel bir bakış atacağız. Konu hakkındaki sorularınızı sayfanın en altındaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

Vasilik Nedir?

Vasi, vesayet makamınca, korunmaya muhtaç kişinin malvarlığını ve bazı konularda kendisini temsil ve yönetim konumuna getirilen kişidir. Yani kendini temsilden ve aktif ile pasif malvarlığını yönetimden aciz kişiyi bu konularda temsil edecek kişidir. Daha geniş bir tanımlama yapmak istersek, vasi; mevzuatta öngörülü hallerde, küçüklük veya kısıtlılık sebebiyle, bu tür kişilerin menfaatlerini korumak amacıyla, Sulh Hukuk Mahkemesi hakimi tarafından atanan yasal temsilcidir.

Türk Dil Kurumu’na göre, vasilik ve vesayet aynı anlamı karşılayan kavramlardır. Buna göre; vasi, yetim veya aklında zayıflık bulunan hasta birisinin malvarlığını yöneten kişidir. Vasilik ise; vasi olma durumuna verilen isimdir. Vesayet de mana olarak, vasilik şeklinde kendisine sözlükte yer bulmuştur.

Vasilik Gerektiren Durumlar Nelerdir?

Vesayet kurumuna başvurulabilmesi için çeşitli hallerden en az birisinin mevcudiyeti gereklidir. Bu haller, Türk Medeni Kanununun 404. ve 410. maddeleri arasında sınırlı sayı ilkesine dayalı olarak belirtilmiştir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Küçüklük:  Doğal şartlar altında anne ve babanın çocuk üzerindeki velayeti, çocuk ergin olasıya kadar devam etmektedir. Dolayısıyla bu kişilere ayrıca bir vasi atanması gerekmemektedir. Vesayet, ancak bu küçüklerin velisi bulunmaması halinde gündeme gelecektir. Amaç çocuğun korunmasıdır. Küçükler için ayrıca bir kısıtlama kararı alınmasına gerek yoktur. Ergin olasıya kadar doğal olarak kısıtlı sayılmaktadırlar zaten. Dolayısıyla küçükler için vesayet altına alma ve vasi atanması yeterli olacaktır. Çocuğun velayetten yoksun bir duruma düşmesi, birçok sebeple ortaya çıkabilir. Örneğin anne ve babanın ölmesi halinde vesayet kurumu gündeme gelecektir. Aynı şekilde evliliğin iptali halinde, hakim, çocuğun yüksek menfaatleri açısından o şekilde uygun görürse; anne ve babadan velayeti alıp çocuğa vasi atayabilecektir. Bu gibi örnekler çoğaltılabilir.
  • Kısıtlama:  Hakkında kısıtlama kararı verilen kişiye mahkemece bir vasi atanması gerekmektedir. Kısıtlama kararı, bu yönüyle yenilik doğuran bir karardır. Kısıtlı, ergin bir kişidir fakat fiil ehliyeti mahkemece sınırlandırılmaktadır. Burada kısıtlı ergin kişinin ana veya babası hayattaysa bu kişilere velayeti de verilebilir. Kısıtlama nedenlerinin neler olduğu belirlidir. Bunların dışında hakim takdir yetkisi ile kapsamı genişleterek kişi hakkında kısıtlama kararı veremez. Kısıtlama; tam ehliyetli kişinin fiil ehliyetini kısıtlayarak onu sınırlı ehliyetsiz haline getirir. Kısıtlama sebepleri kanuni ve isteğe bağlı olmak üzere iki gruba ayrılır. Kanuni kısıtlama sebepleri şu şekildedir: 1) Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı. 2) Savurganlık. 3) Alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı. 4) Kötü yaşama tarzı. 5) Kötü yönetim. 6) Özgürlüğü bağlayıcı ceza. Bu durumlardan birinin mevcut olması halinde, vasi atanması konusunda kısıtlanacak kişinin isteği olup olmaması dikkate alınmayacaktır. İsteğe bağlı kısıtlama sebepleri ise şu şekildedir: 1) Yaşlılık. 2) Sakatlık. 3) Deneyimsizlik. 4) Ağır hastalık. Bu husus; TMK m. 408’de, ayırt etme gücüne sahip ergin açısından düzenlenmiştir.

Vesayet Hakkı Nedir?

Herhangi bir sebeple velayet altında olmayan, velayetin değiştirilmesi mümkün olmayan küçükler ve sınırlı ehliyetsiz durumundaki kısıtlılar, vesayet altına alınacaktır. İşte bunu sağlayan durum, bu kişilerin sahip olduğu vesayet hakkına haiz olma halidir. Bu hakkın kısıtlanması mümkün değildir. Hatta çoğu zaman bu hakkın kullanımı doğrudan talep üzerine olmamaktadır. Genellikle başka bir mahkeme veya idari makam durumu fark etmesi halinde gerekli işlemlerin yapılması için mahkemeye bildirimde bulunmaktadır. Aynı şekilde isteğe bağlı kısıtlılık halinde de doğrudan başvurma istisnai niteliktedir. Ekseriyetle yetkisiz 3. kişinin başvurması ve ilgilinin bu duruma rıza göstermesiyle vasi atanması gerçekleşmektedir.

Noterden Vasi Tayini Yapılabilir Mi?

Bu şekilde bir vasi tayini yapılması mümkün değildir. Bu işlemi yapmaya ehil tek makam Türk Yargısıdır. Yetkili ve görevli mahkemede dava açılması halinde atama işlemi o mahkeme tarafından yapılacaktır. Bu konuda dava nasıl açılır isimli makalemize bir göz atabilirsiniz. Kısacası, halkta yanlış bilinenin aksine, noterlere böyle bir yetki verilmemiştir. Bunun yanında noterlerin vesayet konusunda bir yükümlülükleri bulunmaktadır. O da şudur ki; noterlikler olağan görevlerini ifa ederlerken küçüğün velayet altında olmadığını tespit edebilirler. Bu durumda noter, vaziyeti vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür.

Vasi Atanması Nedir?

Vasi atamasının ne olduğu ile buna ilişkin usul ve kaideler TMK m. 413 ile m. 425 aralığında düzenlenmiştir. Atanan vasinin; özen gösterme, gerçek kişiyi gözetim altında tutma, koruma ve bakma gibi yükümlülükleri vardır. Tüzel kişilerin bu yükümlülükleri yerine getirmesi beklenemez. Dolayısıyla atanacak vasi ancak gerçek kişi olabilecektir. Genel kural, bir kişiye ancak bir vasi atanması şeklindedir. Fakat ayrık hallerde, durum o şekilde gerektiriyorsa, birden fazla vasi atanması da mümkündür. Bu durumda atanmış vasilerin yetkilerini bağımsız olarak mı yoksa birlikte mi kullanacaklarını belirleyecek mercii atamayı yapan vesayet makamıdır.

Vasi olarak atanacak kişinin; ergin, ehil ve görevi ifa edebilecek yetenekte olması gerekir. Bu olumlu şartlara sahip olmaması halinde kişinin vasi olarak atanabilmesi mümkün değildir. Aksi yönde bir atama yapılması halinde; ilgililer, kararı alan vesayet makamına itirazda bulunabileceklerdir. Bunun üzerine vesayet makamı bir değerlendirme yapabilecek; atanan kişinin görevine son verip, yerine başka birisini görevlendirebilecektir. Aksi takdirde denetim makamına itirazda bulunulması da mümkündür.

Vasi Tayini Şartları Nelerdir?

Öncelikle, daha önce de bahsettiğimiz üzere, tayin edilecek kişinin ergin ve bu işi yapmaya ehil birisi olması gerekir. Bu olumlu şartların yanında bir de olumsuz şartlar vardır. Yani vasi olarak tayin edilecek kişide, bir takım hallerin mevcut olmaması gerekir. Bu haller şunlardır; 1) Kısıtlı olmak. 2) Kamu hizmetinden yasaklı olmak. 3) Haysiyetsiz hayat sürmek. 4) Çıkarların çatışması. 5) Aralarında düşmanlık bulunması. 6) İlgili vesayet daireleri hakimi olmak. Bu hallerden birinin varlığı halinde o kişi vasi olarak tayin edilemeyecektir.

Kanunumuz, vasi tayini konusunda eş ve hısımlara öncelik tanımıştır. Fakat burada dikkat edilmelidir ki eşin diğer akrabalara göre öncelikli olma durumu söz konusu değildir. Hakim, somut ilişkileri değerlendirecek; kimin vasi olarak tayin edilmesi, kısıtlı veya küçük açısından daha faydalı olacaksa ona göre bir karar verecektir. TMK m. 415’te; bunun dışında haklı sebepler olmadıkça, hakimin, vesayet altına alınacak kişi ya da anne veya babasının istediği kişiyi vasi olarak ataması gerektiğine işaret edilir. Vesayet makamı, mümkün mertebe ilgililerin isteğine bağlı olarak hareket etmelidir. Hakim talebin aksine bir hüküm oluşturursa; bu noktada ilgililerin denetim makamına itiraz hakkı doğar.

Vasi olarak tayin edilen kişi, kanunda sayılan kaçınma sebeplerine haiz değilse, kendisine yüklenen bu görevi kabul etmek zorundadır. Aksi halde yaptırımın ne olacağı ise kanunda düzenlenmemiştir. Fakat yerine yeni birisi atanana kadar görevini ifa etmeyen mevcut vasi, bu sebeple doğacak olan zararlardan sorumlu olacaktır.

TMK m. 417’de vasilikten kaçınma sebepleri düzenlenmiştir. Kaçınma sebepleri şunlardır; 1) 60 yaşının üstündeki kişiler. 2) Bedensel özürleri veya sürekli hastalıkları sebebiyle bu görevi güçlükle ifa edebilecek olanlar. 3) En az 5 çocuğun velisi konumunda olan kişiler. 4) Halihazırda üzerinde bir vasilik görevi olan kişiler. 5) Cumhurbaşkanı. 6) Milletvekilleri ve bakanlar. 7) Hakim ve savcılar. Bu kişiler dilerse görevi ifa edebilecek dilerse yükümlülükten kaçınabileceklerdir. Oluşturulan vesayet kararına karşı itiraz veya kaçınma sebeplerinin sunulması için ilgililere tebliğ veya tefhimden itibaren 10 günlük süre tanınmıştır.

Vesayet Makamı Neresidir?

Vesayet daireleri ikiye ayrılmaktadır. Bunlar; vesayet makamı ve denetim makamıdır. Vesayet makamı olarak Sulh Hukuk Mahkemesi belirlenmiştir. Çocuklar yönünden ise bu görev varsa özel kuruluş kanunu olan Çocuk Mahkemesine öncelikli olarak verilmiştir. Şayet yetkili yerde Çocuk Mahkemesi bulunmaması halinde yine görevli makam Sulh Hukuk Mahkemesi olacaktır. Vasi tayini bu makam tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu bakımdan vesayet makamı, vasinin faaliyetlerine katılan makamdır. Bu makam, vasi atanmasının yanında; vasi üzerinde denetim, kontrol, izin, tedbir olarak veya kesin olarak görevden alma gibi yetkilere de sahiptir.

Denetim makamı olarak ise Asliye Hukuk Mahkemesi görevlendirilmiştir. Onama ve şikayetler, bu makam tarafından karara bağlanmaktadır. Yine vasi ataması kararlarına karşı itiraz ve çekinme taleplerini inceleyecek ve nihai olarak karara bağlayacak olan makam da burasıdır. Bu anılan faaliyetler icra edilerek denetleme görevi, makamı tarafından yerine getirilmiş olacaktır.

Vasilik Davası Atama Usulü Nasıldır?

Atama işleminde görevli mahkeme belirttiğimiz üzere, Sulh Hukuk Mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise hakkında vasi tayini istenen kısıtlı veya küçüğün yerleşim yeri mahkemesidir. Vesayet makamı, atama işlemini ivedilikle yerine getirmelidir. Bu surette, vesayet makamı bu durumu ister C. Savcısının ister ilgililerin isterse de 3. kişilerin bildirimi sayesinde öğrensin; durumdan haberdar olur olmaz resen harekete geçmeli ve vasi atama prosedürünü uygulamaya başlamalıdır. Şayet gerekli gördüğü hallerde vesayet makamı, prosedür tamamlanasıya ve vasi kararı verilesiye kadar, kişinin menfaatlerini gözeterek geçici önlemler alabilecektir.

Vasi Kararı Nedir?

Vesayet makamı tarafından verilen, kısıtlama ve vasi atanmasına ilişkin karara vasi kararı denir. Bu karar, vasiye hemen ve Tebligat Kanununa uygun olarak tebliğ edilmelidir. Bu vasi kararı ilgilisine tebliğ edilmeden kesinleşmiş sayılamaz. Ayrıca vasi kararı içeriğinde bir kısıtlama söz konusuysa; bu karar, kısıtlının yerleşim yerinde ve nüfusa kayıtlı olduğu yerde ilan olunur.

Vasi kararının tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde; varsa kaçınma sebebi veya karara itiraz, vesayet makamına bildirilecektir. Bu kaçınma bildirimi veya itiraz, vesayet makamınca yerinde görülürse, vasi kararı kaldırılır ve yeni bir vasi atanır. Fakat vesayet makamı bu itiraz veya kaçınmayı yerinde görmezse, gerekçeli görüşünü bildirerek durumu denetim makamına iletir. Denetim makamının vereceği karar kati surettedir. Burada itiraz veya kaçınma nedeni yerinde görülürse, vasi kararı kaldırılacak ve dosya yeni bir vasi atanmak üzere vesayet makamına geri gönderilecektir. Fakat itiraz veya kaçınma yerinde görülmezse, vasi kararı aynen onanacak ve bu şekliyle kesinlik kazanacaktır.

Vasilik Süresi Ne Kadar?

Vesayet makamınca verilen vasilik kararının kesinleşmesine müteakip vasi, görevini ifa etmeye başlayacaktır. Peki vasi ne kadar süreyle bu görevi ifa etmekle yükümlüdür? Türk Medeni Kanununda vasilik görev süresi 2 yıl olarak belirlenmiştir. Burada sürenin kısa tutulmasındaki amaç; vesayet altındaki kişinin menfaatleri gözetilerek, daha uygun bir vasi adayının bulunması halinde kısa süreler içerisinde değişiklik sağlayabilmektir. Bununla birlikte, kanunun 483. maddesinde sayılı şartların mevcudiyeti halinde, vasi her zaman için görevden alınabilecektir.

Vasilik görev süresinin son bulması halinde; vesayet makamı, vesayet altındaki kişinin menfaati buna uygunsa görev süresini ikişer yıllık periyotlar halinde uzatabilecektir. Yani her 2 yılda bir, vesayet makamı, vasilik görevini gözden geçirecektir. Bunun yanında, TMK m. 456/3 uyarınca, 4 yıl süre ile vasilik görevini ifa etmiş kişinin, artık bu görevi üstlenmekten kaçınma hakkı doğmaktadır. Yani kimse 4 yılın üzerinde aynı kişi için vasilik yapmaya zorlanamaz.

Vasinin Görevleri Nelerdir?

Vasinin yapmakla görevli olduğu ve yetkisi bulunan işleri 7 kalemde toplayabiliriz. Bunları sıralamak ve kısaca açıklamak gerekirse şu şekildedir:

  • Defter Tutma:  Vasiye, vesayet makamının da atayacağı bir kişi eşliğinde defter tutma görevi verilmiştir. Bu defterde, vesayet altındaki kişinin malvarlığına ait aktif ve pasifler belirtilir. Bunun yanında bu defter belli bir şekil şartına tabi tutulmamıştır. Yani adi şekilde düzenlenebilecektir. Bu defter vasinin yıllık hesap verme zamanında ve vasiliğin sona ermesi halinde vesayet makamına sunulacaktır.
  • Değerli Şeyleri Saklama:  Kıymetli evrak, değerli eşya, önemli belge ve benzerleri; vesayet makamının gözetimi altında bulunan güvenli bir yerde muhafaza edilir. Tabi bu durumun, malvarlığının yönetimi açısından bir aksamaya sebep olmaması şartıyla gerçekleşeceğini belirtelim. Kıymetli evraklara; hisse senetleri, tahviller, ipotekli borç senedi veya irat senetleri örnek olarak verilebilir. Bunun yanında değerli eşyalara; mücevherler ve fikir sanat eserleri örnek teşkil edebilir. Sözleşmeler, vasiyetnameler, tapu senetleri de önemli belgelerden sayılabilir. Burada uygulamada güvenli yer olarak genelde banka kasaları kullanılmaktadır. Kasa anahtarı kural olarak vesayet makamında kalır. Fakat gerekli görülmesi halinde bu anahtar, güvence teminatı karşılığında vasiye de verilebilir.
  • Taşınırları Paraya Çevirme:  Vesayet altındaki kişinin menfaatinin gerektirmesi halinde, yukarıda sayılan değerli şeyler haricindeki menkul mallar satışa çıkarılabilecektir. Burada vesayet makamının vereceği talimat uyarınca açık artırma sureti ile satış yolu izlenecektir. Bu noktada asıl kriter, vesayet altındaki kişinin nakit ihtiyacıdır. Burada karar verici mercii vesayet makamıdır. Vasi bu kararla bağlı olmakla birlikte bu karara karşı itiraz hakkı saklıdır.
  • Parayı İşletme:  Vasi, vesayet altındaki kişinin kendisi veya malvarlığının yönetimi için gerekli olmayan paralarını vesayet makamının belirleyeceği banka hesabına yatırmalıdır. Göreve başladıktan itibaren 1 ay içinde paralar hesaba yatırılmalıdır. Aksi takdirde doğan zararı faiziyle ödemek durumunda kalabilir. Ayrıca dolandırıcılık suçu şüphelisi olmanız işten bile değil.

Vasinin Yetkileri Nelerdir?

Vasinin yapmakla görevli olduğu ve yetkisi bulunan işleri 7 kalemde toplayacağımızı ve kısaca, genel açıklamalarda bulunacağımızı söylemiştik. 4 kaleme ve buna dair açıklamalara bir üst başlıkta yer verdik. Kalan 3 kalemi de şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Ticari ve Sınai İşletmelerle İlgili Yöntem Belirleme:  Bu yerler geniş anlamda yorumlanmalıdır. Yani bir dişçinin muayenehanesiyle bir avukatın ofisi de bu kapsamda değerlendirilecektir. Burada söz vesayet makamındadır. Vasi sadece talimata göre hareket edecektir. Vesayet altındaki kişinin işletme üzerindeki menfaatleri uzman bilirkişilerce incelenecek ve ortaya konulacaktır. Buna göre de vesayet makamı işyerinin tasfiyesini, devamını, çalışma alanı değiştirmesini, usul değişikliği vb. isteyebilecektir. Vasi de bu talimatı icra etmekle yükümlüdür.
  • Taşınmazları Satma:  Burada yine vesayet altındaki kişinin menfaati gözetilecektir. Bu kişinin zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik; nakit parası ve taşınır mallarının gücünün yetmediği takdirde ancak vesayet makamının talimatı doğrultusunda taşınmazların satışı gündeme gelebilecektir. Yani mutlak bir zorunluluk olması gerekmektedir. Bu kapsamda taşınmazlar, en son başvurulacak malvarlığıdır. Satış işlemi vesayet makamının görevlendireceği kişi tarafından gerçekleştirilecektir. Vasi de bu işlem sırasında hazır bulunmalıdır. Vasi bu kararla bağlı olmakla birlikte yine burada da itiraz hakkı saklıdır.
  • Diğer Görevler:  Vasi, vesayet altındaki kişinin evlenmesine izin verilmesi noktasındaki görüşlerini vesayet makamına karşı beyan edebilecektir. Ayırt etme gücünden yoksun küçük için nafaka davası açılması gerekiyorsa, vasi bu işlemi küçük adına yapabilecektir. Kısıtlının menfaati doğrultusunda bir kuruma yerleştirilmesi de yine vasinin yetkileri arasındadır. Yine vasinin sahip olduğu yetkilerden birisi de vesayet altındaki kişinin çalışmasına izin verebilmesidir. Bunun dışında vasi, tanıma beyanında bulunan kişiye karşı, vesayet altındaki kişi adına, rıza açıklamasında bulunabilir.

Vasilikten Çekilme Nedir?

Vasiliğin sona erme hallerinden birisi de vasilikten çekilmedir. Normal şartlar altında vasi, 2 yıllık süresi son bulmadan görevinden çekilemez. Ancak kanun koyucu bazı hallerde vasilikten çekilebilmeye olanak tanımış, bazı hallerde de çekilmeyi zorunlu tutmuştur. Bu haller şu şekilde sıralanabilir:

  1. Engel Bir Durumun Ortaya Çıkması:  Vasiliğe engel halleri; kısıtlı olma, kamu hizmetlerinden men edilmiş olma, haysiyetsiz ve onursuz bir yaşam sürmek, vesayet altına alınacak kişi ile menfaat çatışması içerisinde olma, vesayet altına alınacak kişiye karşı düşmanlık barındırmak ve ilgili vesayet daireleri hakimi olmak şeklinde sayabiliriz. Atanan vasinin, görev süresi içerisinde bu sayılan hallere haiz bulunması durumunda; vasi, görev süresini doldurmadan görevinden çekilmekle yükümlüdür. Yani bu halde çekilme, vasi açısından zorunlu tutulmuştur.
  2. Kaçınma Sebebinin Ortaya Çıkması:  Vasilikten kaçınma sebeplerinin neler olduğuna değinmiştik. Bu sebepler vasilik görevini icra etmeye başladıktan sonra ortaya çıkmış olabilir. Bu durumda vasi, vesayet makamına talepte bulunarak görevinin süresinden önce sonlandırılmasını isteyebilir. Fakat vesayet makamı, vesayet altındaki kişinin menfaatini gözeterek görev süresinin sonuna kadar görevin devam ettirilmesi yönünde karar verebilir. Çekinme talebi reddedilen vasi, kararın tebliğinden itibaren 10 ün içerisinde denetim makamına itirazda bulunabilecektir. Denetim makamının vereceği karar nihai niteliktedir.
  3. Haklı Sebebinin Ortaya Çıkması:  Vasinin görevini icra ettiği sürede bir haklı nedenin ortaya çıkmasıyla birlikte vasilikten çekilme talebinde bulunabilir. Burada nedenin haklı olup olmadığının tespiti vesayet makamı tarafından yapılacaktır. Örneğin eğitim için veya mesleki kariyer açısından uzun süreli olarak yurt dışında bulunulacak olması, bir haklı neden teşkil etmektedir. Vasinin talebi reddedilirse; yine burada da kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde denetim makamına başvurulabilecektir. Denetim makamı bu itirazı kesin olarak karara bağlayacaktır. Yani bu karara karşı istinaf mahkemesine başvurabilmek mümkün değildir. Vasinin çekilme talebi kabul edilse dahi, yeni vasi ataması yapılasıya kadar görevlerini aynen yürütmekle yükümlüdür.

Vasiliğin Kaldırılması Nedir?

Vasinin görevden alınması da vasilik sıfatını sona erdiren hallerden birisidir. Bu durum Türk Medeni Kanununun 483. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Vasinin görevini ağır derecede boşlaması, yetkilerini açık bir şekilde kötüye kullanması, güven sarsıcı hareketler içerisinde olması, borcunu ödeme konusunda acze düşmesi ve görevini ifa etme konusunda yetersiz kalması nedenleri ile vasi görevinden alınabilecektir.

Görevden alma işlemi, vesayet makamı tarafından yerine getirilecektir. Burada Sulh Hukuk Mahkemesi, bildirim veya talep üzerine harekete geçebileceği gibi resen de hareket edebilir. Bu konuya ilişkin karar; ancak gerekli araştırma yapılması ve vasinin dinlenmesi sonucunda alınabilecektir. Yine burada verilecek olan kararlara karşı denetim makamına itiraz yolu açıktır.

Yaşlılara Vasi Tayini Olur Mu?

Yaşlılık, istek üzerine kısıtlama sebeplerinden birisidir. Burada yaşlılığın ne manada kullanıldığı konusu önemlidir. Buna göre yaşlılık; kişinin yaşının ilerlemesi sebebiyle, işlerini gereği gibi görmesine engel olacak düzeyde bedensel ve/veya zihinsel zayıflığa yol açacak hale gelmesidir. Bu minvalde yaşlılık, kişinin iradi kısıtlaması için yeterlilik arz etmektedir. Bunun dışında zorunlu kısıtlama sebepleri mevcutsa, o halde yaş faktörü zaten dikkate alınmayacaktır.

Burada kısıtlama talebinde bulunulması bir zorunluluktur. Kişi bunu bizzat istemiş olabileceği gibi 3. kişilerin taleplerine zımni kabul şeklinde rıza göstermiş de olabilir. Burada vesayet makamı gerekli tahkikatı yürütecek ve gerekli görmesi halinde yaşlıyı kısıtlı olarak ilan edecek; akabinde de bu kişiye vasi atamasında bulunacaktır.

Vasilik Ücreti Ne Kadar?

İfa edilen vasilik görevine karşılık ücret talebinde bulunmak, vasiye tanınan haklardan birisidir. Bu husus, TMK m. 457’de düzenleme altına alınmıştır. Buna göre; vasi, vesayet altındaki kişinin malvarlığından, buna olanak bulunmadığı taktirde Hazineden karşılanmak üzere kendisine bir ücret verilmesini sayın mahkemeden talep edebilir.

Bu ücrete kaynak oluşturması bakımından öncelikle vesayet altındaki kişinin malvarlığına başvurulacaktır. Buradan sonuç alınamaması halinde; yardım yükümlülüğü kapsamında eşine, küçükse anne ve babasına, en olmadı yardımla yükümlü akrabalarına başvurulabilecektir. Bunlardan hiçbirinin sonuç getirmemesi halindeyse Devlet Hazinesi verilecek ücrete kaynak oluşturacaktır.

Bu talep vesayet makamına iletilecektir. Ücret verilip verilmemesi konusunda takdir Sulh Hukuk Mahkemesi hakimindedir. Yani talepte bulunulmuş olması, kesinlikle ücret verileceği manasına gelmemektedir. Verilecek ücretin düzenli bir maaş şeklinde mi yoksa tek sefere mahsus mu olacağı konusu, ücretin miktarı vb. konular, birçok etmen gözetilerek hakim tarafından karara bağlanacaktır. Yine bu talebe ilişkin verilen kararlara karşı, denetim makamına itiraz yolu açıktır.

Vasilik Sorgulama Nasıl Yapılır?

Kişi hakkındaki kısıtlama, vasi atanması gibi durumların sorgulaması birkaç şekilde yapılabilmektedir. Bu konuya ilişkin sorgulamalar, vesayet altına alınan kişinin E- Devlet kapısı üzerinden veya UYAP Vatandaş Portal üzerinden yapılabilecektir. Bunun yanında, vesayet altına alındığı düşünülen kişinin yerleşim yeri Sulh Hukuk Mahkemesi Tevzi Bürosuna başvurularak da bilgi edinme ihtimaliniz vardır. Tüm bunların dışında bir diğer bilgi edinme yolu da kişinin kayıtlı olduğu Nüfus Müdürlüğüne başvurmaktır. Bu yollardan en azından biriyle sonuca ulaşabilirsiniz.

Vesayet konusunu, sizler için bu yazımızda, elimizden geldiğince irdelemeye çalıştık . Makalemizde cevabını bulamadığınız sorularınızı aşağıdaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

KİŞİLİK HAKLARI NELERDİR?

Kişilik Hakkı Nedir

 

Kişilik hakları, başta Anayasa olmak üzere çeşitli kanunlarca koruma altına alınan fiziksel varlık ve malvarlığından öte ve ziyade olan haklar bütünüdür. Kişilik hakları; kişiye sıkı sıkıya bağlı, vazgeçilemez, devredilemez ve dokunulamaz niteliktedir. Bir kişiye ait; hak, değer ve varlıkları gibi unsurlar kişilik haklarını oluşturmaktadır. Kişilik hakları o kadar önemlidir ki; Anayasanın 5. maddesinde, bu hakların korunması, devletin görev ve yükümlülükleri arasında sayılmıştır. Bu haklar, yaşama hakkının temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmamakla birlikte; ancak savaş, seferberlik ve sıkı yönetim gibi olağanüstü hallerde, üstün kamu yararı gözetilerek, sınırlandırılabilmesi mümkündür. Bu yazımızda genel hatlarıyla kişilik haklarından bahsedeceğiz. Konu hakkındaki sorularınızı sayfanın en altındaki formu doldurmak suretiyle bizlere iletebilirsiniz.

Kişilik Hakkı Nedir?

Türk Medeni Kanununda kişilik hakkının ne olduğuna dair bir tanımlama yapılmamakla birlikte; kişilik haklarına ilişkin hükümler, 8 ile 35. maddeler arasında düzenlenmiştir. Örneğin TMK m. 24’te hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırıdan bahsedilmiş fakat kişilik hakkının ne olduğu ortaya konulmamıştır. Kişilik hakkının ne olduğuna ilişkin, öğretide ve mahkeme kararlarında çeşitli tanımlamalar ortaya konmuştur. Fakat tüm bu tanımlamaların ortak paydada buluştuğu bir nokta vardır. Bu ortak payda; bazı kişisel varlıkların sayılması ve kişilik hakkının tüm bunlar üzerinde bir hak olduğunun ifade edilmesidir.

Mahkeme kararlarında ortaya konulan tanımlamaları şu şekilde tek bir potada eritebiliriz; kişilik hakkı, kişisel varlıklar üzerinde geçerli olan şahsa bağlı mutlak bir haktır. Aynı şekilde öğretide ortaya konulan tanımlamaları tek bir potada eritmek istersek; şu şekilde bir tanımlama ortaya koyabiliriz; Kişilik hakkı, kişinin hak süjesi olarak toplum tarafından kabul edilmesini istemek ve bu sıfatla halk tarafından itibar ve saygı görmek konusundaki; menfaat ve yetkileri, kişinin korunmaya değer gördüğü hukuki, bedeni ve manevi düzlemdeki varlıklarının tümü üzerindeki hakları ifade eder.

Kişilik Haklarının Özellikleri Nelerdir?

Kişilik haklarının kendine özgü bir takım özellikleri vardır. Bunları sıralamak ve açıklamak gerekirse, bunlar şu şekildedir:

  • Kişilik kavramı; tam ve sağ olarak doğum ile başlar ve ölüm ile sona erer. Ölüm karinesi, kişi hakkında gaiplik kararı gibi kavramlar da kişi hakkında ölüm gerçekleşmiş gibi sonuç doğuracağı için bu durumlarda da kişilik son bulmuş olur.
  • Kişinin kendisine veya malvarlığına zarar verilmesi halinde, haksız fiil olgusuna dayanılarak, mağdur kişi maddi ve/veya manevi tazminat talebinde bulunabilecektir. Bundan farklı olarak kişilik haklarının ihlali durumunda, kişide sadece acı, elem ve üzüntü meydana gelecektir. Dolayısıyla burada maddi tazminat isteminde bulunulamayacak, sadece manevi tazminat talep edilebilecektir. Bunun yanında, mağdur kişi çeşitli dava yollarına başvurarak, kişilik haklarını ihlal eden fiillerin durdurulmasını, önlenmesini ve engellenmesini isteyebilecektir. Örneğin daha önce uzaklaştırma kararı da almış olan şiddet mağduru, kişilik haklarının ihlali sebebiyle mütecavize karşı bu kapsamda çeşitli davalar yöneltebilecektir.
  • Kişilik hakları, parayla ölçülemeyen bir değerdir.
  • Kişilik hakkı, temel bir haktır. Yani oluşumları herhangi bir şarta veya başka bir şeye bağlı değildir. Bu bağlamda, kişilik hakları, doğuştan sahip olunan haklardır. Dolaysıyla sonradan farklı bir yolla kazanılması veya kaybedilmesi mümkün değildir. Hakkın kullanımı, ancak ölüm ile son bulacaktır.
  • Kişilik haklarının dokunulmazlığı vardır. Olağanüstü haller dışında kısıtlanması veya kaldırılması mümkün değildir.
  • Devredilemez niteliğe sahiptir. Yani kişiye sıkı sıkıya bağlı olması sebebiyle hakkın başkasına devri  söz konusu edilemez.
  • Kişilik hakları, mutlak surettedir. Dolayısıyla kişilik hakkının zamanaşımına uğraması mümkün değildir. Fakat kişilik haklarının ihlalinden doğan alacak hakları zamanaşımına tabidir.
  • Kişilik haklarından feragat edilmesi mümkün değildir. Yasa koyucu, kişiyi kendinden bile korumakta ve bu temel haktan vazgeçilmesini mümkün kılmamaktadır.
  • Hak ehliyeti, çocuk ana rahmine düştüğü andan itibaren sağ doğmak koşulu ile elde edilir. Bu husus Türk Medeni Kanununda düzenlenmesine rağmen ölümden sonrası için bir düzenleme yapılmamıştır. Fakat kişi öldükten sonra da kişilik haklarının bir nevi yansımasının belli kapsamda devam ettiğini söyleyebiliriz.

Kişilik Hakkı Kapsamı Nedir?

Türk Medeni Kanununun 23. maddesi ile kişilik, vazgeçme ve aşırı kısıtlamaya karşı korunmuştur. Gördüğünüz üzere mevzuatımız, kişiyi kendisine karşı dahi korumakta, haklarını güvence altına almaktadır. Aynı kanunun 24. maddesi ile birlikte bu sefer, kişilik hakları, dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı korunmaktadır. 25. maddede ise; kişilik haklarına yönelik bir saldırı olması halinde, bu saldırının etkisiz kılınması için alınabilecek önlemler ve bu minvalde açılabilecek davalar düzenlenmiştir.

Bir kişiye kişiliğini veren bütün değerler, kişilik hakları kapsamında değerlendirilmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.05.2018 tarihli bir kararına bakarak bu hususta bir kapsama alanı ortaya koyabiliriz. Buna göre kararda, kişisel değerlerin kapsamı; (Kişisel değerler fiziki, duygusal, sosyal kişilik değeri olarak belirlenmiş, kişinin toplum içindeki mesleki kimliği, şeref ve haysiyeti, özgürlüğü, vücut ve ruh bütünlüğü ve sağlığı, ırk, din ve vatandaşlık bağları gibi konuları kapsamaktadır.) şeklinde ortaya konulmuştur.

Görüldüğü ve daha önce de bahsettiğimiz üzere; kişilik haklarının kapsamı, mevzuatımızda genel ve yüzeysel olarak işlenmiştir. Bu sebeple kişisel hakların nelerden ibaret olduğunu tek tek saymak mümkün değildir. Bu hususta kapsamı belirleme yetisi, uygulama ve yargıya bırakılmıştır.

Kişilik Haklarının İhlali Nedir?

Kişilik haklarının ne olduğundan ve kapsamından bahsettik. Bu ihlal durumu, özünde kişilik haklarına yönelik bir haksız fiilin vuku bulmasına dayanıyor diyebiliriz. Dolayısıyla haksız fiile ilişkin açıklamalarımız, ihlalin varlığından bahsedebilmek için burada da geçerlidir. Peki bunların ihlali nedir ve ne şekillerde vuku bulmaktadır? Bu ihlaller kapsamlı bir şekilde ortaya çıkabileceği için bunları 5 alt başlıkta toplayarak izah etmeyi seçtik.

Basın Yoluyla Kişilik Haklarının İhlali Nelerdir?

Kişilik haklarının basın yoluyla ihlal edilmiş olması günlük hayatta en sık karşımıza çıkan beliriş şekillerinden birisidir. Şimdi gelin, bu ihlal durumlarını alt başlıklar halinde inceleyelim:

1) Yaşam, Vücut Bütünlüğü ve Sağlığın İhlali Nedir?

Yaşam hakkı, kişilik haklarının temelini oluşturmaktadır ve mutlak bir haktır. Dolayısıyla kişinin rızası dışında yaşam hakkına yapılan her müdahale hukuka aykırılık teşkil eder ve kişilik hakkına saldırı niteliğindedir. Kişi kendisi dahi bu hak üzerinde, kişiliğine zarar vermemesi koşuluyla tasarrufta bulunabilir.

Vücut bütünlüğünün dokunulmazlığı, kişinin fiziksel ve biyolojik anlamda sağlıklı olması kapsamındadır. Yani kişinin organ, kemik vb. vücudundaki her bir parça bu kapsama girer. Bu dokunulmazlık Anayasa tarafından da koruma altına alınmıştır. Burada kişilik haklarının ihlalinden bahsedilebilmesi için vücuda yöneltilen hukuka aykırı fiilin, kişinin rızası dışında gerçekleşmiş olması gerekir. Bunun dışında kişinin rızası olsa dahi; müdahalenin kişiye zarar vermesi veya rızanın ahlak ve adaba, kamu düzenine aykırı olması halinde yine kişilik haklarının ihlali gündeme gelebilecektir.

Kişinin sağlığı da bir kişisel değerdir. Sağlık kavramı ile hem fiziksel hem de ruhsal sağlık durumu kastedilmektedir. Bu durumda kişinin sağlığında bozulmaya sebebiyet verecek her türlü hukuka aykırı eylem, kişilik haklarının ihlali durumunu oluşturacaktır. Eylemler doğrudan olabileceği gibi dolaylı olarak da ortaya konulabilir. Örneğin kişiye uygulanan manevi baskı, iş yerinde uğradığı mobbing de bu kapsamda kişilik haklarının ihlali olarak değerlendirilecektir.

2) Şeref Ve Haysiyetin İhlali Nedir?

Şeref kavramı, bireyin toplum içerisinde sahip olduğu manevi değerler toplamını ifade etmektedir. Haysiyet kavramı ise bireyin toplumsal ilişkiler ile sonradan kazanmış olduğu manevi değerleri ifade eder. Namus, şöhret, vakar gibi kavramlar bu kapsamda değerlendirilmektedir. Ayrıca Yargıtay, 28.03.2001 tarihli bir kararında şeref ve haysiyet için, (toplumun gerekli saydığı ahlaki nitelik ve kriterlere sahip olması nedeniyle kişiye verilen değer yargılarıdır.) tanımlaması yapmıştır.

Şeref ve haysiyetin basın yoluyla ihlali; resim, yazı, söz veya bir eylemle bir kişiye karşı; toplum tarafından verilen manevi değerlere saldırılması ve bunun neticesinde bireyin kişisel haklarının zarar görmesidir. Kişi hakkında iftira atılması, asılsız söylemlerde bulunulması da bu kapsamdadır. Örneğin; bir kamu görevlisi hakkında aksinin doğru olduğunu bildiği halde rüşvet aldığı yönünde söylemlerde bulunmak, o kişinin şeref ve haysiyetine zarar verecektir. Aynı şekilde; kişiyi toplumda küçük düşürmek, gülünç duruma sokmak veya kişiye karşı hakaret suçu işlemek de bu kapsamda değerlendirilir.

Şeref ve haysiyete karşı zarar verici bir eylemin bulunup bulunmadığı sübjektif değil, objektif değer yargılarıyla belirlenecektir. Bunun tespiti de hakim tarafından, olayın vuku bulduğu yer ve zamandaki anlayış dikkate alınarak yapılacaktır. Burada toplum ile bireyin kişilik hakları arasında bir çatışma söz konusudur. Çatışan değerler arasında toplumsal yarar üstün nitelikli sayılmaktadır. Ancak bu durum, basına sınırsız özgürlük tanımaz. Belirli sınırlar dahilinde, devlet yöneticileri ve siyasi kişiler, bu durumda daha hoşgörülü olmalıdırlar. Partili cumhurbaşkanına hakaret suçu bu kapsamda değerlendirilebilir.

3) Yaşam Alanlarının İhlali Nedir?

İnsan tabiatı gereği diğer insanlarla sürekli bir sosyal ilişki içerisindedir. Teknolojideki ilerleme sayesinde görüntü ve ses kayıtlarıyla insanların ne zaman, nerede, kiminle olduğu kayıt altına alınabilmektedir. Bu kayıtlar, gerek sosyal medya gerekse de basın yoluyla kamuoyuna servis edilebilmektedir. Kişinin özel yaşama alanının varlığı ve bu alanın korunması gerekliliği, Uluslararası Sözleşmeler, Anayasa ve diğer yasal mevzuat ile ortaya koyulmuştur. Nitekim Anayasanın 20. maddesinde özel hayatın gizliliği ve korunması düzenleme altına alınmıştır.

Özel hayat alanının ihlali; bu yaşama çevresinde geçen olayların öğrenilmesine müteakip, başkalarına aktarılması ve bu kişi hakkında yargı ifadeleri kullanılması ile olur. Özel hayatın gizliliğini ihlal suçu bu kapsamda değerlendirilebilir. Bunun neticesinde de mağdurun özel hukuktan kaynaklı maddi ve manevi tazminat hakkı saklıdır. Ayrıca mağdur kişi dilerse, kişilik haklarına tecavüzde bulunan kişilere karşı uzaklaştırma kararı isteminde bulunabilecektir. Burada da siyasilerin ve ünlülerin daha hoşgörülü olması gerekmektedir. Sınırların aşılmaması kaydıyla; basın özgürlüğü ve üstün kamu yararı (kamunun aydınlatılması) bu kişilere karşı değerlendirmeyi daha yumuşak hale getirmektedir.

4) Resim Üzerindeki Hakların İhlali Nedir?

Kişinin tanınmasına ve onun diğer kişilerden ayırt edilmesine yarayan her türlü dış görünüm, kişilik hakkı olarak değerlendirilir. Bu görünümün kişinin rızası dışında teknolojik araçlar yardımıyla hareketli veya hareketsiz şekilde (fotoğraf, video) kayıt altına alınması mümkündür. Bunun yanında fırça, kalem gibi araçlarla görünümün; resme, heykele, karikatüre vb. yansıtılabilmesi mümkündür. Kimsenin görünümü rızası dışında kaydedilemez, kullanılamaz ve yayınlanamaz. Aksi durum kişilik haklarının ihlalini oluşturmaktadır. Fakat üstün kamu yararı ve habercilik söz konusu olduğunda; sporculara, tanınmış insanlara, siyasetçilere, suçlulara vb. alınan ve yayınlanan görüntüler kişilik haklarının ihlalini oluşturmayacaktır.

Ses de aynı görünüm gibi kişiyi diğer kişilerden ayırt etmekte ve herkesin şahsına münhasırdır. Bu sebeple kişiye ait ses kaydının rıza dışında alınması ve yayınlanması kişilik haklarının ihlali kapsamında değerlendirilecektir. Kişiler arası telefon görüşmesinin veya yüz yüze yapılan bir görüşmeye ait sesin kişinin rızası olmaksızın, gizlice kaydedilmesi, kopyalanması ve basın yoluyla yayınlanması açık bir şekilde haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek anlamına gelmektedir.

Karikatür meselesine değinecek olursak; karikatür çizimi, başlı başına bir sanat dalıdır. Yüzyıllardır yapımı süregelen karikatür çizimi, bir toplumun olmazsa olmazıdır. Şöyle ki; normalde sayfalarca anlatmakla bitmeyecek topluma dair sorunlar bir kare ile ifade edilebilmektedir. Özellikle siyasi figürlere karikatür dergileri sayfalarında sıklıkla yer verilir. Toplumun ağır aksak yönleri, işleyişe dair durumlar karikatür vasıtasıyla hicvedilir. Karikatürün doğasında güçlü bir abartı ve güçlü hiciv etki göstermektedir. Bu sebeple siyasiler ekseriyetle yargı yoluna başvurmaktadırlar. Yerel mahkemeler, açılan davaları ekseriyetle davacı siyasiler lehine sonuçlandırmaktadır. Bu mahkeme kararlarının bir çoğunun da Yargıtay’dan eleştiri özgürlüğü kapsamında esastan bozularak döndüğü görülmektedir. Fakat bu bozmaların sayısı gün geçtikçe azalmaktadır. Bu da yargıdaki bağımsızlık ilkesinin zayıfladığına ve basın özgürlüğüne siyasi iktidarlar tarafından baskı oluşturulduğuna dair bir göstergedir.

 5) İsim Üzerindeki Hakkın İhlali Nedir?

İsim kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır. Kişiyi dış dünyaya temsil ve tanıtma işlevi vardır. Bunun yanında nesebin belirliliği açısından önem arz etmektedir. İsim, ad ve soyadı olmak üzere iki çeşittir. Kişi bunlar üzerinde mutlak bir hakka sahiptir. Dolayısıyla, gerekli sebeplerin varlığı halinde isim değiştirme ve nüfus kaydının düzeltilmesi davası açılabilecektir. Bunun dışında kişinin ismi dokunulmazdır. Kimse kişinin ismi üzerindeki hakkına müdahalede bulunamaz ve rızası dışında kullanamaz. Aksi takdirde kişilik haklarının ihlali gündeme gelecektir. Kişinin tespitine yeterli düzeydeki takma isim ve lakaplar da bu kapsama dahildir. Gerçek kişiler dışında tüzel kişiler de bir isme sahiptir. Tüzel kişilerin de isimi Türk Ticaret Kanunu kapsamında koruma altına alınmıştır.

Kişinin isminin rızası dışında reklam gayesiyle kullanılabilmesi mümkün değildir. Örneğin ünlü bir kişinin X marka deterjan kullandığına yönelik rızası dışında reklam yapılması, kişilik hakkının ihlaline sebebiyet verecektir. Bir kişinin isminin rızası dışında, kim olduğunu tespit etmeye yeter derecede; bir romanda, hikayede, piyeste, tiyatro oyununda vb. kullanılması, kişilik haklarının ihlal edilmesi anlamına gelir. Burada önemli olan, isin kullanımı sonucu kişinin elle tutulur bir zarara uğramış olması değildir. Önemli olan kişiye sıkı sıkıya bağlı olan isim hakkının, onun rızası dışında kullanılmış olmasıdır.

İnternet Yoluyla Kişilik Haklarının İhlali Nedir?

İnternet, gündelik hayatımızın merkezine oturmuş bir teknoloji. O kadar ki; internet yoluyla kişilik haklarının ihlal edilmesi, günümüzde en sık karşılaştığımız ihlal türüdür. Burada insanlar gerek kendi kimlikleriyle gerekse anonim kimlikleriyle rahatça hareket edebilmekteler. Bu sebeple insanlar zaman zaman sınırı aşarak bireylerin kişilik haklarını ihlal edebilmektedir. Sosyal medya suçları da ekseriyetle bu surette ortaya çıkmaktadır. Bu ihlaller çeşitli şekillerde gündeme gelebilecektir.

Alan adları kişinin rızası dışında ismi kullanılarak kişilik hakları ihlal edilebilir. Örneğin gerçekte Ajda Pekkan olmayan birisi (www.ajdapekkan.com) şeklinde bir site açabilir. Burada tanınmış bir kişinin ismi kullanılarak reklam gelirleri vb. haksız kazanç elde edilmektedir. Burada Ajda Pekkan yargıya başvurarak kendi adına alan tahsisi yapılmasını isteyebilir ve tazminat talebinde bulunabilir. Bunun dışında internet yoluyla kişilik ihlalleri en çok hakaret ve özel hayatın gizliliğini ihlal etmek suretiyle ortaya konulmaktadır.

Bu ihlallerin engellenmesi noktasında genel yolların dışında internete özgü bir takım yöntemler vardır. Örneğin internetteki siteler, sosyal medyalar spam yapmak suretiyle bu ihlalleri ortadan kaldırabilmekte ve ihlalde bulunan kişiyi o mecrada sınırlandırabilmektedir. Özetle internet de kendi içerisinde bir denetim mekanizması yaratmış ve ihlallere karşı yaptırımda bulunmaya başlamıştır. İçeriğin yayından çıkarılması da ihlalin ortadan kaldırılmasının bir diğer yöntemidir. Bu hususta paylaşımdan itibaren 24 saat içerisinde ilgili mercii durumu Sulh Ceza Hakimliğine bildirir. Sulh Ceza Hakiminin bu hususta 48 saat içerisinde karar vermesi gerekmektedir. İhlali yapan site veya sayfaya yönelik yerine getirilebilecek bir diğer yaptırım türü de erişimin engellenmesi kararı alınmasıdır.

Kişilik Hakları İhlallerine Karşı Başvurulabilecek Yollar Nelerdir? (1)

  • Kişinin Saldırılara Karşı Kendisini Koruması:  Kişilik hakları ihlal edilen kişi, o an devletin hızlı bir müdahalesi mümkün değilse; ortaya zarar çıkmasını engellemek veya doğan zararın artmasını engellemek amacıyla Türk Borçlar Kanunun 64. maddesi kapsamında kendisini koruyabilecek ve müdahalede bulunabilecektir.
  • İhtiyati Tedbirler:  Kişilik haklarının ihlal edilmesinin önlenmesi ve ortadan kaldırılması noktasında oldukça büyük bir öneme sahiptir. Özellikle basın yoluyla hakkın ihlali, süratle ortaya çıkmaktadır. Bunların dava yoluyla engellenmesi ortadan kaldırılması uzun süreler alacağı için uygulamada öncelikle ihtiyati tedbir talebinde bulunulması esastır.
  • Düzeltme ve Cevap Hakkı:  Başvurulacak bu yol, yalnızca basın yoluyla ihlaller bakımından geçerlidir. Bu hakkın doğabilmesi için kişi hakkında onur ve haysiyet kırıcı yayın yapılmış olması veya hakkında gerçeğe aykırı beyanlarda bulunulmuş olması gerekmektedir. Kişi yayıncıdan bu durumun düzeltilmesini isteme hakkına sahiptir. Gazetelerde sıklıkla yayınlanan tekzip yazıları da bu amaca hizmet etmektedir. Yayıncı bunu yapmaya kendi rızasıyla yanaşmazsa kişi mahkemeye başvurabilecektir. Hakim bu müracaatı 7 gün içerisinde karara bağlamakla yükümlüdür.
  • Saldırının Önlenmesi Davası:  Bu davanın amacı ihlalin sonuçlarına yönelik değil, kişilik haklarını ihlal edici fiillerin önlemesine yöneliktir. Burada dava açılabilmesi için ihlali gerçekleştirmeye yönelik fiilde bulunulacağına dair ortada kuvvetli bir şüphe bulunması gerekmektedir. Bu noktada, davalıya belli bir davranışta bulunmama yükümlülüğü getirilmektedir. Burada davalı yan açısından kusur şartı aranmamaktadır. Söz konusu dava ilamı icra takibine konulabilecektir. İlama uyulmaması halinde tazyik hapsi söz konusu edilecektir.
  • Saldırının Durdurulması Davası:  Kişilik haklarına yönelik ihlali oluşturan fiilin devam etmesi halinde açılmaktadır. Bu davada amaç saldırının durdurulması ve dolayısıyla ortaya çıkabilecek zararın engellenmesi veya artmasına engel olunmasıdır. İşbu dava için kusur şartı aranmamaktadır. Burada da mahkeme ilamı icraya konu edilebilecek ve uyulmaması halinde tazyik hapsi gündeme gelebilecektir.

Kişilik Hakları İhlallerine Karşı Başvurulabilecek Yollar Nelerdir? (2)

  • Tespit Davası:  Burada amaç saldırıya ilişkin fiilin kişilik haklarını ihlal edip etmediğinin tespit edilmesidir. Davanın açılabilmesi için devam etmekte olan bir saldırı veya sona ermekle birlikte etkileri süregelen bir saldırı söz konusu olmalıdır. Bunun yanında her davanın olmazsa olmazı hukuki yarar bulunmalıdır. Dolayısıyla bir eda davasının açılamadığı durumlarda bu yola başvurulacaktır. Tespit davası sonuçlarının icra kabiliyetleri yoktur. Fakat buradan alacağınız sonuç icra faaliyeti olan ilintili dava sonuçları açısından ekili olacaktır.
  • Kararların 3. Kişilere Bildirilmesi veya Yayınlanması:  Önleme veya tespit davaları ile bir sonuca ulaşmak mümkündür. Fakat saldırının tespiti, mağdur açısından halkta oluşan yanlış kanaatleri kafalardan silmeye yetmeyebilir. Bu sebeple TMK m. 25/2 ile kanun koyucu mağdurlara bu şekilde bir talepte bulunma imkanı tanımıştır. Bu şekilde mahkeme, ilamların 3. kişilere bildirilmesine veya halka duyurulması amacıyla basın yayım yoluyla ilan yapılmasına hükmedebilir. Bu durumda gerekli masraflar davalı tarafından karşılanacaktır.
  • Sebepsiz Zenginleşme Davası:  Kişilik hakları ihlal edilen kişi, TBK kapsamında şartların sağlanması halinde işbu davayı ikame edebilecektir. Hakkı ihlal edilen kişi saldırı sebebiyle fakirleşmektedir. Öte taraftan ihlalde bulunan kişi de herhangi bir haklı sebebi olmaksızın zenginleşmektedir. Uygun illiyet bağı ortaya konulduğu takdirde zenginleşen kişi, haksız kazancı fakirleşene iade etmekle yükümlü kılınacaktır. İade edilecek tutar, davacının fakirleşme miktarını aşamayacaktır. Burada kusur şartı aranmamaktadır. Dolayısıyla davalının kusuru bulunmadığı durumlarda tazminat davası ikame etmek mümkün olmadığı için mağdur bu yola başvuracaktır.
  • Vekaletsiz İş Görme Davası:  Burada saldırganın, mağdurun ismini kullanması, söylemediği sözleri söylemiş gibi yansıtması, fotoğrafını izinsiz kullanmış olması vb. durumların vuku bulmuş olması gerekmektedir. Saldırgan, yetkisi olmamasına rağmen mağduru kendisine vekalet vermişçesine kullanarak haksız bir şekilde maddi kazanç elde etmektedir. Sebepsiz zenginleşmede mağdurun fakirleşmesi şartı aranırken, vekaletsiz iş görmede bu şart aranmamaktadır. Burada uygun illiyet bağının, davacı tarafından ortaya konulması gerekmektedir. Yine burada da kusur unsurunun varlığı aranmaz.

Kişilik Haklarına Saldırıdan Dolayı Manevi Tazminat ve Maddi Tazminat Davası Açılabilir Mi? (3)

Bir üst ve onun üstündeki başlıklarda, kişilik haklarının ihlali durumunda başvurulabilecek yollardan kusur unsurunun varlığı aranmayan dava yollarından bahsettik. Burada ise ihlal sebebiyle mağdurun maddi ve/veya manevi tazminat davası açabilmesi durumunu ele alacağız. Bu davalar için zarar ve kusurun varlığı, olmazsa olmazdır. İşbu davalar, niteliği bakımından bir alacak davasıdır.

  •  Maddi Tazminat Davası:  Kişilik haklarının zedelenmesi durumunda maddi tazminat talebinde bulunabilme hakkının temeli, doğrudan Türk Borçlar Kanunun 58. maddesine dayanmaktadır. Burada amaç, haksız fiil sebebiyle oluşan maddi zararın telafi edilmesidir. Tazminat miktarı belirlenirken hakim; kusurun ağırlığına, hal ve şartların gereklerine göre takdir yetkisini kullanacaktır. Tazmin durumu, kişi eğer zarara uğramamış olsaydı ne durumda olacak idiyse; aradaki farka göre değerlendirilecektir. Tazminat miktarı, doğan zarardan fazla olamayacaktır.
  • Manevi Tazminat Davası:  Değeri para ile ölçülemeyen kişisel değerlere yönelik zararın tazmini ancak manevi tazminat ödenmesi yoluyla mümkün olacaktır. Kişilik haklarına yönelen saldırıdan dolayı kişide elem ve acı oluşabilecektir. Bu durumdaki zarar, saldırgana manevi tazminat ödetilmesi yoluyla giderilmeye çalışılmaktadır. Miktarın belirlenmesi noktasında hakim geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Manevi tazminat davası nevi şahsına münhasır bir dava türüdür. Bu sebeple hakim, saldırganı parasal bir değer ödemeye mahkum etmenin yanında, özür dilenmesi veya ilamın yayını gibi kararlar da verebilir.
  • Ceza Davaları:  Kişilik haklarını ihlal eden fiil, aynı zamanda bir suç teşkil ediyor olabilir. Bu durumda söz konusu fiil hangi suç kapsamına giriyorsa, gidişat da ona göre yön belirleyecektir. Söz konusu suç, şikayete tabiyse, ancak mağdurun şikayeti ile ceza davası açılabilecektir. Bunun dışında, işlenen suç şikayete tabi değilse; Cumhuriyet Savcılığı resen harekete geçip soruşturma başlatacaktır. Gerekli görülmesi halinde iddianame düzenlenerek kovuşturma aşamasına geçilecektir. Kişilerin bu davalardan kaynaklı manevi tazminat talep hakları saklıdır.
Kişilik Haklarının İhlali Durumunda Başvurulacak Yollar İçin Zamanaşımı Süresi Ne Kadar?

Basın Kanununda, basın yoluyla kişilik haklarının ihlali halinde açılacak davalar için bazı müddetler belirlenmiştir. Buna göre Basın Kanununda öngörülen suçlarla ilgili ceza davalarının, yayın niteliğine bağlı olarak, iki aylık ve dört aylık süreler içerisinde ikamesi zorunlu tutulmuştur. Bu süreler, Cumhuriyet Savcısının dava hakkını kullanması açısından hak düşürücü süre olarak belirlenmiştir. Bu süreler ancak basın ceza davaları için belirlenmiştir.

Hukuk davaları için mevzuatta özel bir hüküm kurulmamıştır. Bu sebeple Türk Borçlar Kanunu kapsamında genel süreler dikkate alınacaktır. Maddi ve manevi tazminat davaları için TBK m. 72, sebepsiz zenginleşme davaları için TBK m. 82 dikkate alınacaktır. Bu açıdan genel zamanaşımı süresi olan iki ve on yıllık zamanaşımı süreleri geçerlidir. Vekâletsiz iş görmeye dayalı tazminat davaları, haksız fiillere ilişkin zamanaşımı sürelerine tabidir. Önleme ve durdurma davaları ise belirli bir zamanaşımı süresiyle sınırlandırılmamıştır. Haksız fiil aynı zamanda bir suçun oluşumuna sebebiyet vermişse ve daha uzun bir ceza zamanaşımı süresi belirlenmişse; daha uzun olan bu süre, zamanaşımına esas olarak alınacaktır.

Kişilik haklarının neler olduğu, ihlali durumları ve bunun neticesinde başvurulabilecek yolların neler olduğu noktasında elimizden geldiğince sizleri genel olarak bilgilendirmeye çalıştık. Bu konu hakkında merak etiğiniz her şeyi, aşağıdaki formu doldurarak bizlere sorabilirsiniz.

HAKSIZ FİİL NEDİR?

Haksız Fiilin Unsurları Nelerdir

 

Haksız fiil; hukuka aykırı olarak, bir kişinin mevcudiyetine veya malvarlığına zarar getiren eylemlerdir. Türk Borçlar Kanunu ikinci ayrım kısmında 49 – 76 maddeleri arasında düzenlenmiştir. Haksız fiilin gündeme gelebilmesi için 4 unsurun varlığı aranmaktadır. Bunlar; hukuka aykırı fiil, kusur, zarar ve illiyet bağıdır. Haksız fiil, borç doğuran bir ilişki türüdür. Eylemi gerçekleştiren kişi, zarar görene karşı, kusur sorumluluğu oranında maddi ve/veya manevi tazminat ödemek durumunda kalabilecektir. Haksız fiilin en önemli yansıması da burada ortaya çıkmaktadır. Makalemizde haksız fiil konusu ve bundan kaynaklı maddi ve manevi tazminat konusuna yer vereceğiz. Konu hakkındaki sorularınızı sayfanın en altındaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

Haksız Fiilin Unsurları Nelerdir?

Haksız fiilin; hukuka aykırı fiil, kusur, zarar ve illiyet bağı olmak üzere 4 unsura sahip olduğunu belirtmiştik. Bu 4 unsurun varlığı tamam olmadan, haksız fiil meydana gelmiştir diyemeyiz. Özet geçmek gerekirse; öncelikle eylemin hukuka aykırı şekilde gerçekleşmiş olması gerekir. Eylem sonucunda bir zarar meydana gelmelidir. Bununla birlikte; oluşan zararda, eylemde bulunan kişinin kusuru bulunmalıdır. Son olarak; hukuka aykırı fiil ile zarara meydan veren sonuç arasında uygun bir sebep – sonuç ilişkisi, yani illiyet bağı bulunmalıdır. Tüm bu unsurların varlığı halinde haksız fiilden bahsedilebilecektir. Gelin şimdi haksız fiilin unsurlarını daha yakından inceleyelim:

1) Haksız Fiil Sorumluluğu, (Hukuka Aykırı Fiil) Nedir?

Haksız fiil sorumluluğunun gündeme gelebilmesi için öncelikle fiilin hukuka aykırı olması gerekmektedir. Hukuka aykırı fiil, genel olarak hukuk düzeninde düzenlenmiş normlara karşı hareket etmeyi ifade eder. Hukuka aykırı fiil, icra edilebilir bir hareketle ortaya konulabilir. Bunun yanında hukuka aykırı fiilin, kaçınma şeklinde bir davranışla ortaya konulması da mümkündür. Bu duruma bir örnek vererek açıklık getirmek isteriz. Örneğin; hastaya belirli saatlerde ilaçlarını vermekle yükümlü bir hemşire bu sorumluluğunu yerine getirmezse, yani kaçınırsa ve hasta bu durumdan zarar görürse bunun hukuka aykırı bir fiil olduğundan bahsedebilir ve haksız fiili gündeme getirebiliriz.

Fakat bazı haller hukuka aykırı fiili ortadan kaldıracaktır. Dolayısıyla bu durumlarda haksız fiilden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bu halleri şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Mağdurun Rızası: Kural olarak, mağdurun failin hukuka aykırı fiilde bulunmasına rıza göstermesi durumu; hukuka aykırılığı ortadan kaldıracaktır. Burada rıza işleminin geçerli olması büyük önem arz etmektedir. Öyle ki; kanun koyucu bazı hallerde kişiyi kendinden bile korumaktadır. Örnekle açıklamak gerekirse; bir restoranda sirtaki yapmak isteyen müşteriye iş yeri sahibi izin verebilir. Bu durumda mağdurun rızası geçerli bir rızadır. Tabakların kırılması, hukuka aykırı fiil olarak nitelenemeyecektir. Bunun yanında; hastanede ağır hasta olarak yatmakta olan bir kişi, çektiği acılardan dolayı artık yaşamak istemiyor olabilir. Bu sebeple, hemşireye mutlak surette alması gereken ilaçları verme diyebilir. Bu rıza, geçerli bir rıza değildir. Bu fiil sonucunda hasta zarar görürse, hemşirenin rıza sebebiyle hukuka aykırı fiilinin ortadan kalktığından söz edemeyiz.
  •  Kamu Hukukuna Dayanan Yetkinin Kullanılması: Bir kişinin, başka bir kimseye zarar verdiği fiilin sebebi kamu hukukuna dayanıyorsa; bu durumda fiil hukuka aykırı sayılmaz. Örneğin; fiili haciz kararını yerine getiren icra memuru, mahalde borçlunun taşınır mallarına karşı muhafaza işlemi uygulayabilir. Burada mülkiyet hakkı ihlal edilmekte ve borçluya malvarlığı açısından bir zarar verilmektedir. Fakat memur bu duruma, kamu hukukuna dayanan bir sebeple mahal verdiği için burada hukuka aykırı fiilden ve haksız fiilden bahsedilemeyecektir.
  • Özel Hukuka Dayanan Bir Yetkinin Kullanılması: Başkasına zarar veren bir davranış, özel hukukun o kişiye tanıdığı bir yetkiye dayanılarak gerçekleştiriliyorsa, orada hukuka aykırı fiilden bahsedilemeyecektir. Örneğin; evinizin önündeki arsaya yeni bir ev yapılmış olabilir. Buna bağlı olarak evinizin manzarası kapanmış ve maddi değeri düşmüş olabilir. Yapılan bu komşu ev mevzuata uygun olarak yapılmışsa, burada hukuka aykırı fiilden bahsedilemeyecektir.
  • Haklı Savunma: TBK m. 64/1 ile düzenleme altına alınmıştır. Ortada bir meşru müdafaa durumu varsa ve bundan kaynaklı mütecavizin uğradığı bir zarar söz konusuysa; burada hukuka aykırı bir fiilden bahsedilemeyecektir. Dolaysıyla bu kişiye karşı bir tazminat ödemesi yapılması gerekmez. Haklı savunmanın gündeme gelebilmesi için, fiilin mütecavize yöneltilmesiyle birlikte orantılı ve meşru müdafaa amaçlı olması gerekmektedir. Örneğin; eve giren hırsıza karşı gözüne biber gazı sıkılması ve bu sebeple o kişinin gözünde kalıcı hasar oluşmuş olması, haklı savunma kapsamında değerlendirilecektir.
  • Zorda Kalma: Bir kişi; kendisinin veya bir başkasının şahsına veya malvarlığına gelebilecek zarardan veya derhal vuku bulacak bir tehlikeden korunmak amacıyla 3. kişinin malına zarar verebilir. Bu durumda hukuka aykırı fiilden söz edilemeyecektir. Örneğin; küçük çocuklarını arabada kapıları kitli ve camları kapalı şekilde saatlerce unutmuş bir aileden bahsedelim. Bu durumu fark eden vatandaş tüm çabalarına rağmen aileye ulaşamıyor olsun. Bununla birlikte çocuğun da havasızlıktan bayılmak üzere olduğunu varsayalım. Bu kişinin, çocuğu arabadan çıkarmak için camı kırması, hukuka aykırı bir fiil olarak nitelendirilemeyecektir.
  • Hakkın Kendi Eliyle Kullanılması: TBK m. 64/3’te düzenlenmiştir. Bir hakkın korunması açısından, yer ve durum itibariyle devlet organlarının müdahalesi mümkün olmayabilir. Bunun yanında; hakkın kaybolmasının veya hakkın kullanımının güçleşmesine sebep olacak durumu men etmek için başka vasıtalar bulunmayabilir. Bu durumda, hak sahibinin hakkını korumak amacıyla kendi kuvvetini kullanması, hukuka aykırı fiil olarak değerlendirilmeyecektir.
  • Üstün Kamu Yararı: Üstün nitelikte bir kamu yararı bulunması halinde, bir kişinin şahsına tecavüz durumu, hukuka aykırı fiil olarak değerlendirilmeyecektir. Doğrudan kanunun verdiği yetki ile şahsiyete karşı yapılan müdahaleler, genel olarak üstün kamu yararına dayanmaktadır. Örneğin; hakkında mahkumiyet kararı verilmiş birinin hapse atılması bu kapsamdadır.
  • Üstün Özel Yarar: Üstün nitelikte bir özel yararın bulunması halinde, şahsiyete karşı tecavüzler, hukuka aykırı fiil olarak değerlendirilmeyecektir. Bu üstün nitelikte yarar; bizzat mağdura, faile veya 3.bir şahsa ait olabilir. Örneğin; ölüm tehlikesi ile burun buruna olan bir hastanın rıza alınmaksızın ameliyat edilmesi, bu kapsamda değerlendirilecektir.

2) Haksız Fiil Sorumluluğu Unsurları, (Zarar) Nedir?

Haksız fiilin bir diğer unsuru, zarardır. Fiilin hukuka aykırı olması yeterli olmayıp, bu fiil neticesinde bir zarar meydana gelmiş olması gerekir. Aksi taktirde haksız fiilden bahsedebilmek mümkün olmayacaktır. Zarar, maddi veya manevi olarak belirebilecektir. Maddi zarar, bir kimsenin kendi iradesi dışında aktif malvarlığında azalma olarak meydana çıkabilir. Bunun yanında, kişinin pasif malvarlığında, yani borçlarındaki bir artışın meydana gelmesi de maddi zarar kapsamındadır. Manevi zarar ise; kişinin şahsiyetinde vuku bulan fiil neticesi sebebiyle oluşan elem, acı ve üzüntüdür. İşte haksız fiilden kaynaklı olarak mütecavize karşı açılabilecek, gerek maddi gerekse manevi tazminat davasının temelinde de bu unsur yatmaktadır.

Zararın varlığını ve zararın miktarını ispat yükü mağdurda yani davacı taraftadır. Tabi zarar miktarını tespit her zaman mümkün değildir. Özellikle kazanç mahrumiyeti gibi durumlarda bu miktarın tespiti oldukça zordur. İşte bu tarz hallerde hakim, TBK m. 50/2’ye dayanarak, zarar miktarını kendi takdir yetkisine göre belirleyecektir. Bunun dışında zarar unsuru kapsamında haksız fiile ilişkin 3 ayrı konuya değinmek istiyoruz. Bunları da şu şekilde sıralayabiliriz:

  1. Vücut Bütünlüğünün İhlali Halinde Zararın Kapsamı (Cismani zarar): Cismani zarar, mağdur kişinin gerek fiziki gerekse ruhsal sağlığının haksız fiil neticesinde zarara uğratılmış olmasıdır. Bu bağlamda; kişinin sağlık durumunun eskiye döndürülmesi veya daha kötü bir duruma gelmemesine yönelik yapılan hastane vb. masrafları zarar kapsamında değerlendirilecektir. Bunun dışında TBK m. 54/1, bu kapsama; vücut bütünlüğü ihlal edilen kişinin kısmen veya tamamen iş göremez hale düşmesinden kaynaklı doğan zararları, yani kazanç mahrumiyetini ve bu haksız fiile maruz kalmasaydı kazanabileceği para dikkate alınarak müstakbel zararını da sokmaktadır. Meslek hastalığına bağlı tazminat istemleri de tam olarak bu kapsamdadır.
  2. Ölüm Halinde Zararın Kapsamı: Bu konuya ilişkin detaylar TBK m. 53’te düzenleme alanı bulmuştur. Buna göre; ölüm derhal gerçekleşmediyse, ara süreçte meydana gelen zararlar, yani hastane masrafları vb. karşı taraftan tanzim edilecektir. Bunun yanında cenaze masrafları da zarar verence tanzim edilir. Bunların yanında, ölen kişinin yakınları yoksun kalacakları gelir ve bakım giderleri sebebiyle zarar verenden tazminat talebinde bulunabilirler. Bu tazminat türüne ilişkin detaylara, destekten yoksun kalma tazminatı, isimli yazımızdan ulaşabilirsiniz.
  3. Bir Malın Tamamen Telef Olması Veya Kısmen Hasara Uğraması Halinde Zararın
    Kapsamı: Bu durumda malın değer kaybı meselesi gündeme gelecektir. Örneğin; araç değer kaybı davaları da tam olarak bu konuya ilişkindir. Buradaki zarar, mağdurun aktif malvarlığında azalma şeklinde meydana gelmektedir. Eşya tamamen yok olmuş veya hiç kullanılamaz hale gelmişse veyahut da eşyanın tamir masrafı eşyanın değerini aşıyorsa; mal tamamen telef olmuş kabul edilir. Bu durumda zarar, malın aynen yerine konulması için gerekli meblağ tutarıdır. Bunun yanında, eğer tamiri mümkün bir durum mevcutsa ve tamir masrafı malın asıl değerini aşmıyorsa; burada zarar, tamir masrafı ve eşyanın tadilat görmesi sebebiyle araçtaki değer kaybı miktarından oluşmaktadır.

3) Haksız Fiil Sorumluluğu Şartları, (Kusur) Nedir?

Haksız fiil söz konusu olduğunda genel kural olarak, ortada kusur bulunması gerektiğinden bahsetmiştik. Haksız fiilde kusursuz sorumluluk halleri ise istisnai kapsamdadır ve bir başka yazının konusudur. Kusur, haksız fiil sorumluluğunun şartlarından birisidir. Kusur, iki görünüş halinde karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak, hukuka aykırı sonucu istemek ve buna yönelik davranışta bulunmaktır. İkinci olarak ise; hukuka aykırı sonucu istemiş olmamakla birlikte hukuka aykırı davranıştan kaçınmak için de iradesini yeteri derecede kullanmamaktır. Kusur, kast ve ihmal olmak üzere 2 çeşittir. İhmal de kendi içerisinde ağır ihmal ve hafif ihmal olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bunları yakından incelemek gerekirse:

  • Kast: Kusur dereceleri arasında en ağır olanıdır. Burada fail, hem yaptığı hareketin hukuka aykırı sonucunu bilmekte ve öngörmektedir hem de buna rağmen bile isteye fiili icra etmektedir. Kanunları ve yaptırımlarını bilmemek, kişiyi sorumluluktan kurtarmaz. Dolayısıyla burada failin, bilerek ve öngörerek harekette bulunmuş olması, kasten sorumluluğu doğuracaktır.
  • İhmal: Burada fail tarafından hukuka aykırı sonuç arzu edilmemektedir. Fakat bu sonucun meydana gelmemesi için gerekli irade gösterilmemekle birlikte hal ve şartların gerektirdiği özen de fail tarafından gösterilmemektedir. İhmal kendi içerisinde ağır ve hafif olmak üzere ikiye ayrılır:
  • Ağır İhmal: Burada fail, haksız fiile neden olan davranışını ortaya koyarken; her insan tarafından gösterilmesi beklenen gerekli özen ve dikkatin gösterilmemesi ile neticenin müsebbibi olur.
  • Hafif İhmal: Burada ise ağır ihmalden farklı olarak; failin her normal insan gibi hareket etmesi gereken durumlar değil, dikkatli ve tedbirli bir kimsenin göstereceği dikkat ve özeni göstermemesi, yani basiretli bir insan gibi davranmaması sonucunda haksız fiil meydana gelir.

4) Haksız Fiil Sorumluluğu Nedir, (İlliyet Bağı) Nedir?

Haksız fiilin son unsuru; fiil ile zarar arasında uygun illiyet bağının kurulabilmesidir. Hayatın olağan akışı içerisinde; failin hukuka aykırı fiili neticesinde, söz konusu zarara ilişkin sonucun ortaya çıktığı kabul edilebilirse bu durumda uygun illiyet bağının var olduğu kabul edilir. Burada asıl önemli olan; failin fiili neticesinde ortaya çıkabilecek sonucu öngörebilmesi değil, objektif olarak değerlendirilmeye alındığında, failin söz konusu zararı meydana getirebileceğinin hayatın olağan akışına göre kabul edilebilir olmasıdır.

Uygun illiyet bağının var olduğunun ispatı ve buna ilişkin durumların ortaya konulması sorumluluğu; tazminat isteminde bulunan kişide, yani davacı taraftadır. Somut olayda uygun illiyet bağının mevcut olup olmadığının tespiti ise hakimin takdir yetkisindedir.

Haksız Fiil Zamanaşımı Süresi Ne Kadar?

Haksız fiil sebebiyle mağdur olan kişi, bu duruma ilişkin açacağı bir dava ile maddi ve/veya manevi tazminat talebinde bulunabilir. Dava açılma aşaması konusunda, dava nasıl açılır, isimli makalemizi inceleyebilirsiniz. Dava konusu hakların kullanımında zamanaşımı süreleri ve hak düşürücü süreler gündeme gelebilmektedir. Haksız fiile dayalı olarak açılacak tazminat davalarına ilişkin de bir zamanaşımı süresi, kanun koyucu tarafından düzenlenmiştir. Söz konusu düzenleme, Türk Borçlar Kanununun 72. maddesinde kendine yer bulmuştur.

Kanunda yapılan düzenlemeye göre; haksız fiile dayalı olarak tazminat davası açma hakkı, 2 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Bu süre, mağdurun zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Bu davayı açma hakkı, her halde, söz konusu haksız fiilin meydana geldiği tarihten itibaren 10 sene içerisinde zamanaşımına uğrar. Haksız fiil, aynı zamanda Türk Ceza Hukuku mevzuatı kapsamında bir suç olarak değerlendiriliyor olabilir. Haksız fiilin kapsamına girdiği suç için ceza kanunlarında daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüşse, daha uzun olan süre zamanaşımı bakımından esas alınır. Zamanaşımına uğranılması halinde, haksız fiile dayalı olarak maddi veya manevi tazminat davası ikame etmek mümkün olmayacaktır.

Haksız Fiil Örnekleri Nelerdir?

Haksız fiile ilişkin örnekler saymakla bitmez. Bu konuda örnek verilmesinden ziyade asıl önemli olan husus; somut olayların, haksız fiile ilişkin unsurları taşıyıp taşımadığının tespit edilebilmesidir. Bunların tespiti ise her somut olaya ilişkin olarak kendi içerisinde değerlendirmeye alınacaktır. Unsurların değişkenliğine bağlı olarak aynı fiil; bazen haksız fiil kapsamında değerlendirilebilecek, bazense değerlendirilemeyecektir. Örneğin bir ameliyatta doktor hatası mevcutsa; tüm unsurlar ele alınarak bir değerlendirme yapılacak ve bunun neticesinde durumun haksız fiil teşkil edip etmediği ortaya konulabilecektir.

Örneğin iş kazası neticesinde işverenden tazminat talebinde bulunulması da esasen haksız fiile dayandırılmaktadır. Tabi böyle bir durum içerisindeyseniz alanında uzman bir iş kazası avukatı veya iş hukuku avukatından destek almanız gerekmektedir. Başka bir örnek olarak; evliliğin iptali halinde, kusurlu eşten tazminat istenmesi de haksız fiil kapsamındadır. Böyle bir durumda da alanında uzman bir boşanma avukatı desteği almanızı öneririz. Ayrıca; Haksız rekabet sebebiyle bir tacirin zarara uğratılmış olması durumu da haksız fiil kapsamına girmektedir.

Trafik kazası tazminat davası da yine haksız fiile dayalı olarak ikame edilen bir dava türüdür. Dolandırıcılık suçu, yağma suçu, cinsel saldırı suçu, cinsel istismar suçu, hakaret suçu, mala zarar verme suçu, kasten yaralama gibi bir çok suç tipinin temelinde de haksız fiil unsuru yatmaktadır. Dolayısıyla bu suçlara ilişkin bulunulan maddi ve manevi tazminat taleplerinin temelinde de haksız fiil olgusu bulunmaktadır. Gördüğünüz üzere haksız fiil örnekleri saymakla bitmemektedir. Bu konuda daha binlerce, yüz binlerce örnek verilebilir.

Haksız Fiilden Kaynaklı Tazminat Davası Nedir?

Evet, şimdi gelelim haksız fiilin en önemli yansıması olan tazminat meselesine. Açılacak tazminat davasında mahkemece takdir edilecek tazminat miktarında üst sınır, oluşan zarar kadar olacaktır. Mahkemece belirlenecek olan tazminat miktarının zarar miktarını geçmesi mümkün değildir. Fakat tazminatın, duruma göre zararın altında bir miktar olarak belirlenmesi mümkündür. Zaten tazminat davasının asıl amacı da mağdurun zararını gidermektir. Böyle bir yaklaşım hakkaniyete uygun olacaktır.

Tazminatın nasıl belirlenmesi gerektiği hususu, Türk Borçlar Kanununda ortaya konmuştur. Buna göre; tanzim miktarı ve tanzim şekli, hakim tarafından somut olaya uygun şekilde takdiri olarak belirlenecektir. Tazminat miktarı belirlenirken; bir yandan failin kusur derecesi, bir yandan da somut olayın kendi içerisindeki özellikleri dikkate alınacaktır. Failin kusurunun az olması ve olayın özellikleri, tazminat miktarında indirime gidilmesine neden olabilecek hallerdir. Bu etkenlere, tazminatın tenkisi sebepleri denir. Yani bir diğer deyişle, indirim sebepleri.

Tazminatın tenkisi sebepleri iki ana gruba ayrılmaktadır. Bunlar; failin kusur derecesinin etkisi ve TBK m. 52’de belirtilen indirim sebepleridir. Failin kusur derecesinden kasıt, haksız fiilin bir unsuru olan kusur başlığı adı altında bahsettiğimiz kast veya ihmal hallerinden biri ile hareket edilmesidir. Kasten hareket etmiş birisi ile ihmali bir davranışta bulunmuş kişinin çarptırılacağı tazminat miktarı, genel hukuk kuralları ve hakkaniyete de uygun olarak, aynı miktarda olmayacaktır. Örneğin failin kasten değil de hafif ihmal ile fiili gerçekleştirmiş olması durumunda, bu bir indirim sebebi olacaktır. Diğer indirim sebeplerinden maddeler halinde bahsetmek gerekirse, bunlar şöyledir:

  • Mağdurun Rızası: Haksız fiilin uygulanmasına mağdurun rıza göstermiş olması, esasen fiilin hukuka aykırılığını ortadan kaldıran bir sebeptir. Fakat daha önce de bahsettiğimiz üzere bazı hallerde kanun, bizi kendimizden dahi korumakta ve rızayı geçersiz kılmaktadır. Örneğin beni öldür diyen mağdura karşı failin hukuki sorumluluğu ortadan kalkmamaktadır. Bununla birlikte failin hukuka aykırı fiili, mağdurun gösterdiği rıza sınırını aşmış olabilir. Bu durumda da fiilin hukuka aykırılığı ortadan kalkmaz. Örneğin; sirtaki yapılması için rıza gösteren restoran sahibi, bunu 20 tabak ile sınırlayabilir. Failin bu sınırı aşarak 50 tabak kırması, haksız fiilin ortaya çıkmasına sebebiyet verecektir. Fakat yargılama esnasında, mağdurun rıza göstermiş olması dikkate alınarak belirlenecek tazminat miktarında indirime gidilebilir.
  • Mağdurun Birlikte Kusuru: Mağdur, makul bir insandan beklenmeyen şekilde, zararın ortaya çıkmasında veya zararın artmasında etkili olabilir. Bu durumda mağdurun birlikte kusurundan bahsedilir. Bu da kanunda sayılan bir diğer indirim sebebidir. Örneğin; failin, mağdura ait telefonun ayarlarıyla oynayıp donanımsal sistemini bozması üzerine mağdur sinirlenip telefonunu yere çarpabilir ve telefon ekranının kırılmasına sebebiyet verebilir. İşte bu halde mağdurun birlikte kusurundan bahsedebiliriz.
  • Mağdurun Sorumlu Olduğu Diğer Etkenler: Mağdur, kusuru bulunmasa dahi, istisnai şekilde bulunan kusursuz sorumluluk halleri kapsamında haksız fiil sonucu zararın oluşmasına sebebiyet vermiş veya zararın artmasına sebep olmuşsa; bu durum tazminatta indirim sebebi yapılabilecektir. Örneğin; TBK m. 66 adam çalıştıranın kusursuz sorumluluğunu düzenlemektedir. Buna göre; işveren, işçinin kendisine verilen işin yapılması sırasında başkalarına verdiği zararı gidermekle yükümlüdür. Barış’ın Ahmet’in bir malına zarar vermesi noktasında, Ahmet’in yanında çalışan işçi Cengiz’in de etkisi olmuştur. Bu durumda; Barış’ın ödeyeceği tazminat miktarı tayin edilirken, kusursuz sorumluluk hükümleri kıyasen takdire alınacak ve miktarda indirim yapılacaktır.
  • Failin Güç Duruma Düşecek Olması: Bu indirim sebebi, zorda kalma veya haklı savunma gibi hukuka aykırı fiili ortadan kaldıran hallerle benzerlik göstermektedir. Fakat burada o hallerin aksine, failin kolaylıkla hayata geçirebileceği başka ihtimaller mevcuttur. Burada iki şartın varlığı aranmaktadır. Bunlar; failin kusur derecesinin hafif olması ve fiili gerçekleştirmediği takdirde zor duruma düşecek olmasıdır. Buna bağlı olarak hakim, tazminat miktarında tenkise gidebilecektir.
Haksız Fiil Yetkili Mahkeme Neresidir?

Haksız fiilden kaynaklı açılan davalarda yetkili mahkemenin neresi olacağı hususu, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 16. maddesinde belirtilmiştir. Bu düzenlemeye göre, davacı tarafa yetki konusunda seçimlik hak tanınmıştır. Davacı, kanun maddesinde gösterilen yer mahkemelerinin herhangi birisinde davayı ikame edebilecektir. Davanın açılabileceği yer mahkemelerinden birisi zarar görenin yerleşim yeri mahkemesidir. Diğer yetkili yer mahkemesi, haksız fiilin işlendiği yer mahkemesidir. Bir diğer yetkili yer mahkemesi ise; zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer mahkemesidir. Bunun dışında HMK m. 5’e göre genel yetkili yer mahkemesi de davalı tarafın yerleşim yeri mahkemesidir. Davacı, davasını bu yer mahkemelerinden herhangi birinde açabilecektir.

Bunun dışında yetki konusu, mahkeme tarafından resen gözetilecek bir husus değildir. Dolayısıyla davanın yetkisiz yer mahkemesinde açılması da mümkündür. Davalı tarafça, ön inceleme aşamasında bu duruma dair yetkisizlik itirazında bulunulmadığı sürece mahkeme o davayı görmeye devam edecektir. Davalı taraftan böyle bir itirazda bulunulması halinde, mahkeme tarafından yetkisizlik kararı verilecek ve dosya talep üzerine yetkili mahkemeye gönderilecektir.

Haksız Fiil Görevli Mahkeme Hangisidir?

Haksız fiilden kaynaklı açılacak tazminat davaları kural olarak hukuk mahkemelerinde görülür. Dava konusu ve değerine bakılmaksızın, şahıs ve malvarlığına ilişkin davalar, aksine bir düzenleme bulunmadığı sürece, Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülürler. Yani haksız fiile ilişkin genel olarak görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir diyebiliriz. Fakat kanun maddesinde anılan aksine düzenlemelerin sayısı oldukça fazladır. Haksız fiil de kapsamı geniş bir konu olduğu için, somut olaydaki uyuşmazlığa bağlı olarak, davanın İş Mahkemesi, Tüketici Mahkemesi, Asliye Ticaret mahkemesi ve daha birçok farklı özel görevli mahkemede görülmesi gerekliliği hasıl olabilir.

Hulasa varacağımız noktada şunu söyleyebiliriz ki; haksız fiilde sadece şu mahkeme görevlidir diyebileceğimiz bir noktada değiliz. Uyuşmazlığın içeriğine, hal ve şartlarına bağlı olarak davayı ikame etmeniz gereken görevli mahkeme değişiklik gösterecektir. Bunun dışında görev meselesi, mahkeme tarafından resen gözetilecek bir konudur. Dolayısıyla davanın görevli olmayan bir mahkemede ikame edilmesi halinde, mahkeme tarafların talebine bakmaksızın kendiliğinden görevsizlik kararı verecektir. Tarafların talebi halindeyse dosya görevli mahkemeye gönderilecektir. Fakat bu durum sizin için para ve vakit kaybına sebebiyet verecektir. Dolayısıyla dava sürecini uzman bir avukat ile yürütmeniz her açıdan sizin lehinize olacaktır.

Haksız fiil konusunda belli başlıklar altında elimizden geldiğince sizlere açıklamalarda bulunmaya çalıştık. Konuya dair tüm soru ve görüşlerinizi aşağıdaki formu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

UZAKLAŞTIRMA KARARI NASIL ALINIR?

Uzaklaştırma Kararı Kimlere Verilir?

 

Uzaklaştırma kararı, günümüzde son derece önem kazanmış bir önleyici koruma tedbiridir. Kadına şiddet, cinsel saldırı suçu, cinsel istismar suçu gibi konu başlıklı haberlerle uyanmadığımız gün sayısı oldukça az. İşte bu tip durumların önüne geçilebilmesi adına, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlemesi Hakkındaki Kanunda düzenlenmiş olan uzaklaştırma koruma tedbiri, son derece önemidir. Bu yazımızda bu konu üzerine eğileceğiz. Yazımızın son merhalesinde; uzaklaştırma kararı talep dilekçesi, uzaklaştırma kararı uzatma dilekçesi, uzaklaştırma kararına itiraz dilekçesi gibi dilekçe örneklerine yer vereceğiz. Sizlerde bir fikir oluşturabilmesi için hazırladığımız bu dilekçe örneklerini, vereceğimiz bağlantı linklerine tıklayarak Word ve Pdf formatlarında cihazlarınıza indirebilirsiniz. Konu hakkındaki sorularınızı sayfanın en altındaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

Evden Uzaklaştırma Nedir?

6284 Sayılı Kanun, mahiyeti açısından ailenin korunmasını ve kadına karşı şiddetin önlenmesini amaçlamaktadır. Kanunun isminde kadına karşı şiddetin önlenmesi ifadesi, sizleri yanıltmasın. Buradaki koruyucu ve önleyici tedbirler; yaş, cinsiyet, cinsel yönelim fark etmeksizin herkes için alınabilecektir. Evden uzaklaştırma da bu kanunda sayılan önleyici koruma tedbirlerinden birisidir. Gerek psikolojik gerek fiziki şiddete uğrayan veya uğrama tehlikesi içerisinde bulunan kişiler, bu önleyici koruma tedbirinden yararlanabileceklerdir.

Hakkında bu karar verilen kişi, ortak konuta veya talepte bulunan kişinin konutuna yaklaşamayacaktır. Uzaklaştırma kararı sadece evden uzak durmayı gerektirmez. Hakkında uzaklaştırma kararı verilen kişinin başka birtakım yükümlülükleri daha bulunmaktadır. Bu yükümlülüklere örnek olarak; konuta, okula, işyerine, şiddet gören kişiye ve yakınlarına yaklaşmama, iletişim kurmama gibi sorumlulukları gösterebiliriz.

Bununla birlikte, evden uzaklaştırma kararının, hakim tarafından alınabilecek önleyici koruma tedbirlerinden yalnızca biri olduğunu tekrardan belirtmek isteriz. Talep edilmesi halinde hakimin hükmedebileceği birçok önleyici tedbir seçeneği bulunmaktadır. Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda herhangi bir delil veya belge aranmadığını da belirtmek isteriz.

Polisin Evden Uzaklaştırma Kararı Verebilmesi Mümkün Müdür?

Öncelikle, bu soruya vereceğimiz cevabın kural olarak hayır olduğunu belirtmek isteriz. 6284 Sayılı Kanun çerçevesinde alınabilecek önleyici ve koruyucu tedbir kararları, ancak mülki amir veya hakim tarafından verilebilecektir. Koruyucu tedbirleri, kanun gereği hakim veya mülki amir (o yerin kaymakam veya valisi) alabilmektedir. Önleyici tedbir kararları ise ancak hakim tarafından verilebilir. Evden uzaklaştırma kararı da önleyici bir tedbir kararı olduğu için ancak hakim tarafından verilebilecektir. Bu kararı verecek kişi, aile içi şiddet durumunda başvurulması gereken mercii Aile Mahkemesi hakimidir.

Fakat kanunda bu duruma bir istisna getirilmiştir. Aile mahkemesi hakiminin vereceği koruma kararının alınmasında yüksek derecede acillik durumu söz konusuysa ve gecikmesinde sakınca varsa bu kararı kolluk amiri de alabilir. Ancak bu durum, kararın alınmasını takip eden ilk iş günü yetkili mercie bildirilmek zorundadır. Yetkili mercii bu kararı onaylamazsa, karar ortadan kalkacak, hiç alınmamış gibi sonuç doğuracaktır. Onaylanması halindeyse aynen hükmünü doğurmaya devam edecektir.

Uzaklaştırma Kararı Kimlere Verilir?

Uzaklaştırma kararı, 6284 Sayılı Kanun kapsamında; şiddet gören veya şiddet görme ihtimali olan; yaş, cinsiyet, medeni durum, cinsel yönelim, din, ırk ayrımı yapılmaksızın talepte bulunan kişilere verilir. Kadınlar, çocuklar, aile bireyleri ve tek taraflı ısrarlı takip mağdurları bu önleyici koruma kararından yararlanabilirler. Bir kişiye karşı psikolojik şiddet boyutuna varacak seviyede sürekli hakaret suçunun işlenmesi de bu kapsamda suçun mağduru tarafından, uzaklaştırma kararı alınabilmesi için gerekçe yapılabilecektir.

Uzaklaştırma Kararı Kaç Günde Çıkar?

Uzaklaştırma talebinin ilgili yerlere iletilmesine müteakip yetkili ve görevli Aile Mahkemesi Hakimi, uzaklaştırma kararını 1 – 4 gün arasında verecektir. Daha önce de belirttiğimiz üzere acillik gereği kolluk amiri bu kararı alacaksa, gün içinde de neticeye ulaşılabilmesi mümkündür. Bununla birlikte, bu sürenin çeşitli sebeplerle uzayabilmesi de mümkündür. Fakat 6284 Sayılı Kanunun 8. maddesi hükmü gereğince, bu kararın verilmesi kanunun amacının gerçekleşmesini tehlikeye atacak bir biçimde geciktirilemez. Verilecek önleyici tedbir kararları en fazla 6 ayı kapsayacak şekilde olabilir. Bu süre, kural olarak uzaklaştırma kararının ilgilisine tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren işlemeye başlar.

Uzaklaştırma Talebi Ne Şekilde Yapılır?

Bahsettiğimiz üzere kararı alacak mercii esas olarak ilgili Aile Mahkemesi Hakimidir. Dolayısıyla asıl talep mercii Aile Mahkemesidir diyebiliriz. Fakat uygulamada pratiklik açısından bu talebin direkt mahkemeye yapılması zorunluluğu aranmaz. İlgili kamu mercilerine talepte bulunulması ve onların Aile Mahkemesine başvurması uygulamada yaygın olandır. Mağdur kişi, kolluk birimine veya mülki amire de bu yönde bir talepte bulunabilecektir. Bu başvuruyu ilgililer yapabileceği gibi, gerek duyması halinde Cumhuriyet Savcısı, Bakanlık veya kolluk kuvveti de kendiliğinden yapabilir.

Talepte bulunulabilmesi için şiddet görüldüğüne veya tehlike altında bulunulduğuna dair herhangi bir kanıt veya belge sunma zorunluluğu yoktur. İlgilinin bu şekilde bir beyanda bulunması yeterlidir.

Uzaklaştırma Kararı Sicile İşler Mi?

Bu kararın bir önleyici koruma tedbiri olduğunu söyledik. Uzaklaştırma kararı, cezai değil hukuki bir süreçtir. Adli sicil kaydına sadece kişinin işlediği suç ve kabahatlere yönelik yaptırımlar işlenmektedir. Dolayısıyla uzaklaştırma kararının sicile işlenmesi gibi bir durum söz konusu olmayacaktır. Ancak bu koruma tedbirini gerektirecek bir suç konusu gündemdeyse, sadece bu suça ilişkin alınan ceza sicile işlenecektir. Bunun dışında, bu tarz alınan koruyucu ve önleyici tedbirlerin kaydı devlet nezdinde her zaman tutulmaktadır. Dolayısıyla bir güvenlik soruşturması vb. geçirmeniz sırasında hakkınızda daha önce uzaklaştırma kararı alınmış olduğu hususu, devlet yetkililerince görülebilecektir.

Koruma Kararı İhlal Edilirse Ne Olur?

Önleyici ve koruyucu tedbirler; çok ciddi durumlar söz konusu olmadığı sürece, ilk aşamada kişinin bu tedbire uyacağı güveniyle alınır. Herhangi bir infaz hükmü bulunmamaktadır. Bu tedbirlerin ihlal edilmesi durumundaysa işin rengi değişmeye başlayacaktır. Bu durumda, kişi aşamalı bir şekilde tazyik hapsine çarptırılacak ve bu şekilde, tedbire zorla uyması sağlanmaya çalışılacaktır. İşbu tazyik hapsi kararı hakim tarafından alınmakta ve savcılık kanalıyla icra edilmektedir.

Bu kararın verilebilmesi için, şiddet uygulayan kişinin tedbir kararını ne zaman ve nasıl ihlal ettiğinin kolluk kuvvetlerine bildirilmesi gerekmektedir. Bu vukuata ilişkin delil niteliğinde argümanlar mevcutsa,  bu hususların da ortaya konması kararın alınmasında önem arz edecektir. Bunun yanında, bir dilekçeyle birlikte savcılığa veya mahkemeye başvurmak da alternatif bir yoldur.

Uzaklaştırma Kararına Uymama Cezası Nedir?

Koruyucu ve önleyici tedbirlerin ihlal edilmesi durumunda bu kişilerin tazyik hapsine çarptırılacağını belirttik. Peki bu hapis süresi ne kadar olacaktır? Uzaklaştırma kararının ihlal edilmesi durumunda, Aile Mahkemesi hakimi herhangi bir ceza yargılaması yapmaksızın kişiye 3 ile 10 gün arasında bir zorlama hapsi verecektir. Kişinin halihazırda bir suçtan soruşturma veya kovuşturma geçiriyor olması, bu zorlama hapsinin infazına engel bir durum değildir.

Uzaklaştırma kararının ikinci kez, üçüncü kez veya daha fazla kez ihlal edilmesi durumunda her bir ihlalde verilecek tazyik hapsi süresi; 15 ile 30 gün arasında olacaktır. Ancak verilecek zorlama hapsi süreleri, toplamda 6 ayı geçemez.

Uzaklaştırma Kararı Kaç Metre İçin Verilir?

Uzaklaştırılacak kişi için ne kadar bir mesafe öngörüleceğine ilişkin kanunda net bir sınır çizilmemiştir. Ancak kanunun ve tedbir kararının kuruluş amacına bakılarak bu konuda bir yorum yapılması mümkündür. Buradaki amaç, şiddetin önlenebilmesidir. Burada aklımıza sadece fiziksel şiddet gelmemelidir. Şiddetin; psikolojik, cinsel, ekonomik vb. gibi türleri de mevcuttur. Amaç, tüm bunların engellenebilmesidir. Bu kapsamda düşünecek olursak, asıl olayın, uzaklaştırılan kişinin şiddet mağdurunu etkileyebilecek şekilde yaşam alanına ve çevresine müdahalesinin engellenebilmesi olduğunu görürüz.

Dolayısıyla mağdurun evinin bulunduğu sokakta beklenilmesi mesafenin ihlali kapsamındadır. Bunun dışında herhangi bir tehdit, hakaret vb. içeriğe sahip olmadan iyiniyetli olarak gönderilen bir SMS de mesafenin ihlali anlamına gelmektedir. Bu sebeple duygusal hareket edilmemeli, telafisi mümkün olmayan sonuçlara sebebiyet verilmemelidir. Bir kişi sizin hakkınızda uzaklaştırma kararı alıyorsa; sizle iletişim kurmak istemiyor, sizi yakınına yaklaştırmak istemiyordur. Araya konulan bu mesafenin aşılmaması gerekir.

Bazı insanlar kanuni korumayı kötüye kullanarak partnerlerini cezalandırma yöntemi olarak görebilmektedir. Bu konuda da oldukça dikkatli olunması gerekmektedir. Sizi bizzat bu kişi yakınına davet etse bile kötü niyetli hareket ederek sizin tazyik hapsi almanıza sebebiyet verebilir. Böyle bir durumda, bu kişiden uzaklaştırma kararı tedbirinin kaldırılmasını talep etmesini rica etmelisiniz. Karşı tarafın iyi niyetli, samimi olduğunu ancak bu şekilde anlayabilirsiniz. Bu sebeple, ancak kararın kaldırılmasından sonra bu kişinin yanına gitmeniz uygun olacaktır. Aksi taktirde istemediğiniz sonuçlarla karşı karşıya kalabilirsiniz.

Haksız Yere Uzaklaştırma Kararı Verilirse Ne Yapılması Gerekir?

Hakkında uzaklaştırma kararı verilen kişi, mağdurdan uzak durmalıdır. Peki verilen uzaklaştırma kararının haksız yere verildiğini düşünüyorsa ne yapmalıdır? Bu durumda bu kişinin yapacağı iş, alınan bu uzaklaştırma kararına itiraz etmektir. Daha önce de söylediğimiz üzere, uzaklaştırma kararı alınabilmesi için herhangi bir delil veya belge aranmaz. Mağdur olduğunu iddia eden kişinin, bu hususta yalnızca beyanda bulunmuş olması yeterlidir. Bu sebeple ortada haksız bir durum olduğu düşünülüyorsa; buna itiraz edilmeli ve haksız durumun varlığı somut bir şekilde ortaya konulmalıdır. İşbu karar, değişik iş kapsamındadır ve bu karara karşı istinaf mahkemesi yoluna gidilemez.

Uzaklaştırma Kararına İtiraz Nasıl Edilir?

Uzaklaştırma kararına itiraz için öngörülen süre 2 haftadır. Bu süre, kararın ilgilisine tefhim veya tebliğinden itibaren başlamaktadır. Bu süre içerisinde kararı alan Aile Mahkemesine yazılı olarak itirazda bulunulması gerekir. Yapılan itiraz usule ilişkin olabileceği gibi esasa ilişkin; kararın haksız yere verildiği, kararı gerektirir halin ortadan kalktığı vb. gerekçelerle olabilir.

Sunulan itirazı değerlendirecek mercii; kararı alan değil, başka bir Aile Mahkemesidir. Burada çeşitli olasılıklar mevcuttur. İlgili adliyede birden fazla Aile Mahkemesi mevcutsa, numara olarak onu takip eden Aile Mahkemesi itirazı değerlendirecektir. Örneğin; karar Bakırköy 5. Aile Mahkemesinden verilmişse, itirazı Bakırköy 6. Aile Mahkemesi değerlendirecektir. İlgili adliyede tek Aile  Mahkemesi olması durumunda, itiraz Asliye Hukuk Mahkemesi hakimi tarafından değerlendirilecektir. Aile Mahkemesi yoksa da durum aynıdır.

İtiraz mercii, yapılan itirazı 1 hafta içinde karara bağlamak zorundadır. Verilecek karar, somut olaya göre iki şekilde olabilir. Hakim yapılan itirazı yerinde görmeyebilir. Bu durumda itiraz talebi reddedilecektir, yani uzaklaştırma kararının devamı yönünde karar alınacaktır. Buna karşılık, hakim yapılan itirazı yerinde görebilir. Bu durumda talebin kabulü, yani uzaklaştırma kararının kaldırılması söz konusu olacaktır.

Evden Uzaklaştırma Kararı Bitince Ne Olur?

Uzaklaştırma kararı süresinin sona ermesiyle birlikte, karar infaz edilmiş olur. Yani süresi biten uzaklaştırma kararı artık hükmünü yitirecektir. Fakat mağdur kişinin mağduriyeti devam ediyorsa, Aile Mahkemesine başvurularak tedbir kararının süresinin uzatılması talep edilebilir. Eğer böyle bir talepte bulunulmazsa; uzaklaştırma kararı, yeni bir karara gerek duyulmaksızın kendiliğinden sona erecektir.

Komşuya Uzaklaştırma Kararı Alınabilir Mi?

Uzaklaştırma kararı, önleyici bir koruma tedbiridir. Şiddet gören veya şiddet tehlikesi içinde bulunan kişiler bu talepte bulunabileceklerdir. Şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali görülen kişi komşunuzsa, pek tabii bu kişi hakkında da uzaklaştırma kararı verilebilecektir.

Uzaklaştırma Kararının Boşanma Davasına Etkisi Nedir?

Eşinize karşı uzaklaştırma kararı almış olabilirsiniz. Aynı zamanda eşinizden boşanmayı da düşünüyor olabilirsiniz. Peki bu durumda nasıl hareket etmeli, alınan karara müteakip ivedilikle harekete geçilip hemen boşanma davası açılmalı mıdır? Bu kararı almış olmanız, akabinde boşanma davası açma zarureti oluşturmamaktadır. Fakat şu bilinmelidir ki; böyle bir şiddet durumunun varlığı, eşe boşanma davası yöneltilebilmesi için gayet yeterli bir gerekçedir. Ancak burada şu hususa özellikle dikkat edilmelidir ki; uzaklaştırma kararı alınan eşin bu karar süresi içerisinde affedilmiş olması, boşanma davasında bu karara dayanılamayacağı manasına gelmektedir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 23.01.2021 tarihli bir kararında, bu durumu açıkça dile getirmiştir.

Boşanma davası yöneltilen eş hakkında daha önceden bir uzaklaştırma kararı alınmış olması, aile içi şiddetin varlığını ispat eder niteliktedir. Bu şiddet durumu, boşanma davasında, evlilik birliğinin temelden sarsılması veya şiddetli geçimsizlik gibi gerekçelere konu edilebilecektir. Bununla birlikte, mahkeme huzurunda öne sunulan iddiaların ispatlanması gerekmektedir. Uzaklaştırma kararının varlığı her ne kadar aile içi şiddet açısından önemli bir delil olsa da bu durumun diğer türlü delillerle de desteklenmesinde yarar vardır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04.03.2021 tarihli bir kararında, boşanma davasında erkek kusurlu bulunmuş; buna gerekçe olarak da hakkında alınmış olunan uzaklaştırma kararı ve geçirdiği ceza soruşturması gösterilmiştir. Bu yönde bir dava açmayı düşünüyorsanız, uzman bir boşanma avukatı desteği almanız büyük oranda lehinize olacaktır.

Savcılıktan Uzaklaştırma Talebi Dilekçesi Örneği

Uzaklaştırma kararı talebinizi doğrudan Aile Mahkemesine veya kolluk birimlerine, Cumhuriyet Başsavcılığına iletebileceğinizden bahsetmiştik. Talebinizi kolluk birimleri veya C. Başsavcılığınıza iletmeniz durumunda ilgili Aile Mahkemesine başvuruyu bu birimler sizin yerinize yapacaktır. Talebinizi doğrudan Aile Mahkemesine yöneltmeniz, karar verme sürecini hızlandıracaktır. Sizlerde bir fikir oluşturabilmesi açısından bu talebe ilişkin bir dilekçe örneği hazırladık. Bu dilekçe örneğini dilerseniz Word veya Pdf formatında cihazınıza indirebilirsiniz. Belirtmek isteriz ki her somut olay kendine özgüdür, bu sebeple hazırlanacak ve sunulacak dilekçe her somut olaya göre değişiklik gösterecektir. Bu sebeple, böyle bir talepte bulunmayı düşünüyorsanız, sürecin sağlıklı yürütülebilmesi açısından bir avukat desteği almanızı öneririz. İşte sizler için hazırlamış olduğumuz dilekçe örneğimiz:

İSTANBUL NÖBETÇİ AİLE MAHKEMESİNE

DAVACI       : M……….  K……….. (T.C. Kimlik No:********) (Adres:…………..)

VEKİLİ         : C……….  B………….

DAVALI        : A……….  K………… (T.C. Kimlik No:********) (Adres:…………..)

KONU            :6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Hakkında Kanun kapsamında Uzaklaştırma Önleyici Tedbir Kararı Verilmesi Talebimizdir.
AÇIKLAMALAR     :

1 – 2016 yılından beri evli olduğum davalı, müşterek konutumuzda zaman zaman bana şiddet uygulamaktadır. Davalının alkoliklik sorunu vardır. Sık sık alkol tüketip kendinden geçmekte ve  müvekkilime şiddet uygulamaktadır. Müvekkilim bu şekilde yıllardır şiddet görmektedir. Davalı, ayrıca zaman zaman müvekkilimi ölüm ile tehdit etmektedir. Müvekkilimin can güvenliği bulunmamaktadır. Bu konuya ilişkin, Davalı hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına, kasten yaralama suçu isnat edilerek ayrıca şikayette bulunulmuştur. Soruşturma, 2020/**** Sor. numaralı dosya kapsamında yürütülmektedir. Bu olaylara ilişkin müvekkilimin almış olduğu darp raporu işbu soruşturma dosyasında bulunmaktadır.

2 – Belirtilen nedenlerle; 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Hakkında Kanun Kapsamında davalı hakkında 6 aydan az olmamak üzere uzaklaştırma kararı verilmesi talebiyle Sayın mahkemenize başvurma zorunluluğu hasıl olmuştur.

HUKUKİ SEBEPLER  : 6284 Sayılı Kanun, HMK ve sair mevzuat.
HUKUKİ DELİLLER   : Tanık, Savcılık Dosyası ve sair yasal deliller.
SONUÇ VE TALEP       : Yukarıda arz ve izah edilen nedenlerden ötürü;

  1. Davalı tarafından müvekkilime karşı yöneltilen ŞİDDET, TEHDİT, HAKARET, KÜÇÜK DÜŞÜRME VE AŞAĞILAMAYI İÇEREN SÖZ VE DAVRANIŞLARDA BULUNMASININ ENGELLENMESİNE yönelik tedbirlerin alınmasına,
  2. Davalının, ortak aile konutundan, müvekkilimin işyerinden ve bulunduğu yerlerden DERHAL UZAKLAŞTIRILMASI VE YAKLAŞMASININ önlenmesini,
  3. Davalının, müvekkilimi iletişim araçları ve başka her türlü araçla rahatsız etmesinin önüne geçilmesi maksadıyla gerekli tedbirlerin alınmasına,
  4. Ve İlgili Mevzuat uyarınca gerekli tüm tedbirlerin alınmasına dair ivedilikle 6 ay süre ile tedbir kararı verilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz.

                                                                                                              DAVACI VEKİLİ

C………….  B……….

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Savcılıktan Uzaklaştırma Talebi Dilekçesi – Word

Dilekçe örneğini Pdf formatında indirmek için tıklayın: Savcılıktan Uzaklaştırma Talebi Dilekçesi- Pdf

Uzaklaştırma Kararına İtiraz Dilekçesi Örneği

İtiraz konusuna ilişkin detaylardan bahsettik. Peki böyle bir itirazda bulunmanız gerekirse nasıl bir dilekçe yazılmalıdır? Bu konuda fikir oluşturabilmesi açısından sizler için dilekçe örneği hazırladık. İşbu dilekçe örneğini Word ve Pdf formatında cihazlarınıza indirebilirsiniz. Böyle bir durumda, sağlıklı bir sonuç alabilmek açısından, avukat desteği almanız gerekliliğini belirtmek isteriz. İşte sizler için hazırlamış olduğumuz dilekçe örneğimiz:

MERSİN 3. AİLE MAHKEMESİNE

-Gönderilmek üzere –

MERSİN 2. AİLE MAHKEMESİNE

DOSYA VE KARAR NO    :  2016 /*** D. İş Esas ve 2016/***Karar

KARARA İTİRAZ EDEN  :  A…………. P……… (T. C. Kimlik No:*******) (Adres:………….)

VEKİLİ                                    :  Av. C……… B……….

KARŞI TARAF                     :  T…………. Y……. (T. C. Kimlik No:*******) (Adres:………….)

KONU                                       : Müvekkilim hakkında verilen uzaklaştırma kararına itirazlarımızın sunulması ve koruma kararının kaldırılması talebidir.

AÇIKLAMALAR :

1 – Sayın Mahkeme, tedbir isteyen T. Y’nin müracaatı üzerine müvekkilim ve diğer 2 site sakini hakkında 3 ay süre ile uzaklaştırma kararı vermiştir.

2 – Verilen bu karar, sadece tedbir isteyenin beyanlarına dayanmaktadır. T. Y. tarafından beyan ve iddialarını destekleyen hiçbir delil sunulmamıştır. Sayın Mahkeme de bu yönde bir araştırma yapmamıştır. Sadece tedbir isteyenin beyanlarına göre karar verilmesi hukuka aykırıdır.

3 – Kaldı ki tedbir isteyen T. Y. tarafından iddia edilen hususlar gerçek değildir. Müvekkilim tedbir talepli dilekçede iddia edilen hususların hiçbirini gerek sözlü ve gerekse fiili hareketleriyle yapmamıştır. Dilekçe tutarsız ve mesnetsiz iddialardan ibarettir. Bu afaki iddialar sebebiyle bugüne kadar hiçbir sabıkası olmayan, tertemiz sicilli müvekkilim hakkında uzaklaştırma kararı verilmiş olması, onu derinden üzmüş ve yaralamıştır. Hele ki tedbiri isteyenin müvekkilimin komşusu olması onu perişan etmiştir. Verilen kararın site sakinleri tarafından öğrenilmiş olması müvekkilimin manevi acısını daha da artırmıştır.

4 – Müvekkilim hakkında ileri sürülen iddialar aynı zamanda hakaret ve iftira suçları kapsamına girmektedir. Müvekkilim sırf komşuluk hukuku  sebebiyle bugüne kadar T. Y. hakkında suç duyurusunda bulunmamıştır. Müvekkilimin suç duyurusunda bulunma ve hakaretler ilke iftiralar sebebiyle maddi ve manevi tazminat isteme hakları saklıdır.

 SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda arz ve izah edilen sebepler neticesinde itirazımızın kabulü ile ;

1) Mersin 2. Aile Mahkemesinin 2016/*** Değişik İş Esas ve 2016/*** Karar sayılı uzaklaştırma kararının kaldırılmasına,

2) Yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini vekaleten arz ve talep ederim.

     İtiraz Eden Vekili

C…………  B………..

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Uzaklaştırma Kararına İtiraz Dilekçesi – Word

Dilekçe örneğini Pdf formatında indirmek için tıklayın: Uzaklaştırma Kararına İtiraz Dilekçesi – Pdf

Uzaklaştırma Kararı Uzatma Dilekçesi Örneği

Aile Mahkemesi tarafından verilen uzaklaştırma kararı belirli bir süre için verilmektedir. Bu kararın süresiz olarak verilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu tedbir kararının süresi bitse de karşı tarafın şiddet uygulama tehlikesi devam ediyor olabilir. İşte bu durumda, uzaklaştırma kararını veren mahkemeye başvurarak sürenin uzatılmasını istemek gerekmektedir. Burada sürede uzatım yapılabilmesi için gerekçelerinizin olması gerekmektedir. İşte bu gerekçeler mahkemeye sunacağınız uzaklaştırma kararı uzatma dilekçesinde belirtilmelidir. Sizlerde bir fikir oluşturabilmesi adına bizler de bir örnek dilekçe hazırladık. Bu dilekçe örneğini çeşitli formatlarda cihazınıza indirebilirsiniz. Her somut olay kendine özgü olduğu için, böyle bir durumunuz mevcutsa uzman bir avukat eliyle bu dilekçeyi hazırlatmanızı öneririz. İşte sizler için hazırladığımız dilekçe örneği:

ADIYAMAN 2. AİLE MAHKEMESİNE

DOSYA NO : 2020/*** Sayılı Değişik İş Dosyası

İSTEMDE BULUNAN :  A……… V………

VEKİLİ                             :  Av. C……… B……..

KARŞI TARAF               :  B…….. Y……….

KONU                               :  6284 Sayılı Kanun kapsamında daha önce verilen uzaklaştırma kararı süresinin uzatılması talebimizden ibarettir.

AÇIKLAMALAR :

1 – Karşı taraf hakkında, sayın mahkemenizin 2020/*** D. İş sayılı dosyası ve 2020/*** sayılı Kararı ile 05.10.2020 tarihinde uzaklaştırma kararı verilmişti.

2 – Hakkında uzaklaştırma kararı verilen B. Y. Son derece agresif bir yapıya sahiptir. Müvekkilim bu yüzden evlilik birliği süresince birçok defa gerek sözlü gerek psikolojik şiddete maruz kalmıştır. Bunun yanında müvekkilim eşi B. Y. Tarafından birkaç kez darp edilmiştir. Bu duruma ilişkin deliller Sayın Mahkemenize ait işbu dosyaya daha önce sunulmuştur. Söz konusu mezkur durumlar ile ilgili darp raporları ile birlikte karşı taraf hakkında Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmuştur. Ve bunun üzerine başlatılan 2020/**** sayılı soruşturma da  halen devam etmektedir.

3 – Müvekkilim karşı taraftan ayrı, baba evinde yaşamaktadır. En yakın zamanda da bu kişi hakkında boşanma davası açmayı düşünmektedir. Müvekkilimin açmayı düşündüğü boşanma davası ve devam eden soruşturma süreci ile karşı tarafın müvekkilime karşı çok öfkeli ve sinirli olduğu, kendisine zarar verme ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğu gerçeği ortadadır. Müvekkilime başkaları aracılığıyla ilettiği haberler ile müvekkilime zarar verme niyetinde olduğunu  defalarca dile getirmiştir. Mahkemenizin talebi halinde göstereceğimiz tanıklar bu durumu beyan edeceklerdir. Karşı tarafın müvekkilime yönelik olası her türlü  şiddetini bertaraf etmek adına mahkemenizce verilen uzaklaştırma kararının uzatılmasını talep etme zaruretimiz hasıl olmuştur.

SONUÇ VE İSTEM : Yukarda arz ve izah olunan nedenlerle;

Hakkında suç duyurusunda bulunduğumuz karşı tarafın, müvekkilime zarar verme, rahatsız etme ve şiddet uygulama ihtimalini bertaraf edebilmek amacıyla mahkemenizce daha önce 6 ay süreli olarak verilen uzaklaştırma ve koruma kararının uzatılmasını ve gerekli tedbirlerin alınmasını, bu doğrultuda gereğinin yapılmasını sayın mahkemenizden vekaleten arz ve talep ederim. (27.03.2021)

                                                                                     Davacı Vekili

Av. C…… B….

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Uzaklaştırma Kararı Uzatma Dilekçesi – Word

Dilekçe örneğini Pdf formatında indirmek için tıklayın: Uzaklaştırma Kararı Uzatma Dilekçesi – Pdf

Uzaklaştırma kararı ve buna ilişkin konularda sizleri bilgilendirmeye çalıştık. Birisi tarafından şiddete uğruyorsanız veya uğrama tehlikesiyle karşı karşıyaysanız lütfen uzaklaştırma kararı talebinde bulunmaktan çekinmeyiniz. Bu kurum, mağduru birçok konuda korumak açısından ve ileriki bağlantılı olası dava süreçlerinde size fayda sağlaması açısından son derece önemlidir. onu hakkındaki sorularınızı aşağıdaki formu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

İDDET SÜRESİ NEDİR?

İddet Süresi Hesaplama Nasıl Yapılır

 

İddet süresi, kanundaki adıyla bekleme süresi; mevcut evlilik birliğinin sona ermesinden itibaren kadının yeni bir evlilik yapabilmesi için geçmesi gereken yasal süreyi ifade eder. İddet süresine uymama, kesin olmayan evlenme engellerinden bir tanesidir. Bu süre sona ermeden veya çeşitli istisnalar vuku bulmadan kadının yeniden evlenebilmesi mümkün olmayacaktır. Bu bekleme süresinin amacı, kadının önceki evliliğinden hamile olup olmadığının anlaşılması ve böylelikle nesebin karışmasına engel olunmasıdır. Bu yazımızda iddet süresi ve bağlantılı konular üzerinde duracağız. Konu hakkında yazımızda cevabını bulamadığınız sorularınızı sayfanın en altındaki forumu doldurarak bizlere sorabilirsiniz.

İddet Nedir?

Aslına bakacak olursanız,  iddet süresi ifadesi, hatalı bir kullanımdır. Çünkü iddet kelimesi de süre manasına gelmektedir. Dolayısıyla kanunun kullanmış olduğu bekleme süresi ifadesinin; iddet süresi, iddet müddeti gibi ifadelere nazaran çok daha yerinde olduğu aşikardır. Fakat bu hatalı kullanım halk arasında daha çok kullanılmakta ve yerleşmiş bir kalıp ifade oluşturmaktadır. Bu sebeple biz de bu kullanımı yazımızda sürdürmeye devam edeceğiz.

İddet Müddeti Nedir?

İddet süresi, Türk Hukukunda; Türk Medeni Kanununun 132. maddesinde Kadın İçin Bekleme Süresi başlığı adı altında kendine düzenleme alanı bulmuştur. Bu düzenlemeye göre kadın, evlilik bittikten sonra bunun üzerinden 300 gün geçmedikçe yeniden evlenemeyecektir. Doğumla birlikte 300 günün dolması beklenmeksizin süre sona erecektir. Çocuğun ölü doğması veya kadının düşük yapması da doğum olarak değerlendirilecektir. Kadının hamile olmadığının tespiti veya boşanan eşlerin tekrardan evlenmek istemeleri gibi durumlarda, mahkeme kararı ile  iddet süresi kaldırılabilecektir.

İddet Süresi Hesaplama Nasıl Yapılır?

Bekleme süresinin 300 gün olduğunu belirtmiştik. Peki bu süre neden 300 gündür? Bu süre sınırı ortaya konulurken bir doğum için geçirilebilecek maksimum gebelik süresi esas alınmıştır. Peki bu süre ne zaman işlemeye başlayacaktır? Bu sorunun cevabı duruma göre değişkenlik göstermektedir. Ama cevabı teke indirgemek istersek buna evlilik birliğinin sona ermesinin kesinleştiği tarih diyebiliriz.

Evlilik birliğinin son bulması; evliliğin iptali, ölüm, boşanma gibi durumlarda gündeme gelebilecektir. Gaiplik kararı verilen eşe dair nasıl bir duruş sergileneceği ise Türk Medeni Kanununda belirtilmemiştir. Görüldüğü üzere evlilik birliği ölümle ya da mahkeme kararıyla sona erebilecektir. Yapılan hesap da buna bağlı olarak değişkenlik gösterecektir. Şöyle iki grup halinde ifade etmek gerekirse:

1) Kocası Ölen Kadının İddet Süresi Nasıl Hesaplanır?

Ölüm kesin bir olay olduğu için kesinleşmesi için herhangi bir süre beklenmez. Tıbbi olarak ölüm gün ve saati ortaya konulduğu gibi iddet süresi işlemeye başlayacaktır. Ölüm karinesi de ölüm ile aynı sonucu doğurmaktadır. Bu sebeple kocası hakkında ölüm karinesi dolayısıyla ölüm kaydı şerhi nüfus kütüğüne işlenen kadının bekleme süresi karineye esas olayın meydana geldiği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.

Gaiplik durumunda ise olay biraz farklıdır. Burada ölüm ve ölüm karinesinden farklı olarak evlilik birliği anında sona ermemektedir. Kadının bu yönde bir talepte bulunması ve hakimin de evliliğin feshine karar vermiş olması gerekir. Burada süre fesih karar tarihinden itibaren işlemeye başlayacaktır. Fakat gaiplik kararı verilebilmesi için geçmesi gereken süreler çok uzun olduğu için iddet süresi, aslında burada pek de bir anlam ifade etmemektedir.

2)Boşanan Kadının İddet Süresi Nasıl Hesaplanır?

300 günlük iddet süresinin işlemeye başlayabilmesi için evlilik birliğini sona erdiren mahkeme kararının kesinleşmesi gerekmektedir. Burada da boşanma, evliliğin butlanı, evliliğin iptali gibi durumlar gündeme gelebilecektir. Mahkeme kararının kesinleşmesi nasıl olacaktır peki? Burada iki olasılık gündeme gelebilir. Öncelikle yerel mahkemenin vermiş olduğu karara karşı taraflar kanun yolu hakkından feragat edebilirler veya süresi içerisinde istinaf mahkemesine başvurmamış olabilirler. Bu durumda süresi sonunda veya feragat tarihi itibariyle mahkeme kararı kesinleşmiş olacaktır.

İkinci bir ihtimal olarak taraflar yerel mahkemenin ilamını üst mahkemelere taşıyabilirler. Bu durumda kesinleşme tarihi üst mahkemelerde verilecek karara göre şekillenecektir. İşte 300 günlük iddet süresi de bu kesinleşme tarihlerine göre işlemeye başlayacaktır.

Kadının İddet Süresi Ne kadardır?

Bu süre 300 günle sınırlıdır. Eski Medeni Kanun döneminde çeşitli hallerin varlığında bu süre hakimin takdirinde olarak kısaltılabiliyordu. Mevcut kanun dönemindeyse çeşitli hallerin varlığı durumunda, hakimin takdir yetkisi olmaksızın bu süre tamamen ortadan kaldırılacaktır. Bunun dışında kadının 300 günlük iddet müddeti kısaltılamaz ve uzatılamaz.

Erkeğin İddet Süresi Var Mıdır?

Bu sorunun cevabı hayır şeklinde olacaktır. Türk Medeni Kanunu, bekleme süresini yalnızca kadın cinsiyeti için belirlemiştir. Zaten bu sürenin erkekler için de belirlenmesi kanun maddesinin ruhu bakımından yerinde olmayacaktır. Zira kanun maddesinin amacı doğum ile birlikte çocuğun nesebinin belirli olabilmesidir. Doğurganlık da insanlarda yalnızca kadın cinsiyetine has bir durumdur. Bu bakımdan, erkeğe bir iddet süresi belirlenmemiş olması gayet yerinde olmuştur.

Bununla birlikte iddet süresinin hukukumuzda ortaya çıkışı, İslam Hukukuna dayanmaktadır. Zira İslam Hukukuna göre kocasından ayrılan veya kocası ölen bir kadın ancak 4 ay 10 günlük iddet müddetinden sonra yeniden evlenebilecektir. İslam Hukuku da bu süreyi yalnızca kadınlara yönelik belirlemiştir. Fakat günümüz mevzuatından farklı olarak oradaki kuralın amacı, yeni boşanan veya kocası yeni ölen bir kadının hemen yeni bir evlilik birliği oluşturmasının hoş karşılanmamasıdır. Bu vaziyet de Türk gelenek ve törelerince, erkekle eşit konumda sayılan ve toplum içerisinde kutsal olarak atfedilen kadınlar açısından ayırıcı ve aşağılayıcı bir niteliktedir.

Tüm bunların yanında günümüz teknoloji ve gelişmeleri ile beraber bu kanun maddesinin çok fazla uygulanabilirlik alanı kalmamıştır. Zira gebeliğin çok erken zamanlarında dahi çocuğun nesebi belirlenebilmektedir. Bu durumun kolaylıkla tespiti mümkünken kadını 10 ay bekletmek veya süreyi kaldırmak adına mahkeme süreciyle uğraştırmak hem Türk kadınına hem de Türk yargısına gereksiz bir yük oluşturmaktadır. Bu şekilde; kadının ehliyetinin gereksiz yere kısıtlandığını, evlenme hakkının belirli bir süre elinden alındığını söyleyebiliriz.

Bize göre bu bekleme süresi, Anayasamız ve ülkemizin de taraf olduğu Uluslararası Sözleşmeler bakımından da yerinde bir uygulama değildir. Bu süre, hem eşitlik ilkesine gem vurmakta hem de kadının temel haklarını kısıtlamaktadır. Tüm bu açıkladığımız sebepler ışığında, iddet süresi uygulamasının hukukumuzdan tamamen kaldırılması gerekliliği gayet açık bir şekilde ortadadır.

İddet Süresi Dolmadan Evlenmek Mümkün Müdür?

Türk Hukuk Mevzuatına göre; iddet süresi dolmadan veya bu süre mahkeme kararıyla kaldırılmadan, kadının yeniden evlenebilmesi mümkün değildir. Lakin bekleme süresine uymama, evliliğin nispi veya mutlak butlanını gerektirecek bir hal değildir. Bu durum, aynı zamanda evlilik sözleşmesi bakımından bir yokluk sebebi de teşkil etmez. İddet süresi, yalnızca bir talik sebebidir. Yani evliliğe engel olmaz sadece bu ilişkinin kurulabilmesini belli bir zaman erteler. Bu süreye uymama, kesin olmayan bir evlenme engelidir. Dolayısıyla bekleme süresi içerisindeki kadın her nasılsa evlenirse, bu durum evliliğin iptali için bir sebep oluşturmayacaktır. O saatten sonra bu evlilik geçerli bir evliliktir.

Bunun dışında; Evlendirme Yönetmeliği’nin 15. maddesinin c bendi, iddet süresini evlendirme engeli olarak saymıştır. Yine bu yönetmeliğin 23. maddesine göre; evlendirme memuru, evlenmek isteyen tarafların dosyasında evliliğe engel bir durum tespit ederse, tarafların bu evlenme talebini reddetmek zorundadır. Bu engelin yokluğu ispatlanmadıkça taraflar evlenemeyecektir. Fakat her nasılsa , bu durumun varlığına rağmen nikah memuru tarafların evlenme talebini reddetmez ve nikahı gerçekleştirirse; yine bu durumda evlilik geçerli olacaktır. Kanuni bekleme süresini beklemeden evlenen kadının bu şekildeki son evliliği geçerlidir.

İddet Süresi Kaldırma Davası Nedir?

İddet süresi doğal olarak ya sürenin dolmasıyla ya da doğum ile birlikte sona ermektedir. Bu durumun iki istisnası vardır. Bu istisnalardan biri boşanılan eşle yeniden evlenilmek istenmesidir. Diğer bir istisna ise, başka biriyle evlenmek isteyen kadının hamile olmadığının doktor raporuyla tespit edilmesidir. Bu istisnalar iddet süresini kendiliğinden ortadan kaldırmamaktadır. Bunun için kadın tarafından, bekleme süresinin kaldırılması davası açılmalıdır. Bu husus; Türk Medeni Kanunu 132. madde, 3. fıkrasında ortaya konmaktadır.

Eğer evlilik birliği sona eren eşler yeniden evlenmek isterlerse, mahkemenin bu konuda bir takdir yetkisi yoktur; iddet süresini kaldırmak zorundadır. Eğer kadın, iddet müddeti dolmadan başka birisiyle evlenmek istiyorsa, bekleme süresinin kaldırılması davası açmalıdır. Fakat burada, bu durumun doktor raporuyla belgelenmesi gerekir. Açılan dava tespit niteliğinde olup hakime takdir yetkisi tanımamaktadır. Dolayısıyla gebe olmadığı anlaşılan veya yeniden evlenmek isteyen eşler hakkında hakim iddet süresini kaldırmak zorundadır.

İddet süresi kaldırma davasında yetkili mahkeme, kadının yerleşim yeri mahkemesidir. Görevli mahkeme ise; Aile Mahkemesi, bulunmadığı yerlerde Asliye Hukuk Mahkemesidir.

Yabancı kadınlar için kendi milli hukukunda bekleme süresine ilişkin açık bir düzenleme yoksa bu hüküm uygulanmaz. Bununla birlikte eğer yabancı kadının milli hukukunda bekleme süresine ilişkin açık hüküm varsa kendi milli hukukundaki hüküm uygulanır.

İddet Süresi Kaldırma Ücreti Ne Kadar?

Burada iki ücret türü söz konusu olacaktır. Öncelikle mahkemenin alacağı gider avansı, başvuru harcı vb. kalemler yani kısacası yargılama giderlerinden bahsedebiliriz. Bu hususta sabit bir rakam vermek mümkün olmayacaktır. Çünkü bu ücret birçok etmene göre değişkenlik göstermektedir. Fakat ortalama bir rakam vermek gerekirse yargılama giderlerinin 500 TL civarı olacağını söyleyebiliriz.

Bunun dışında avukata verilecek vekalet ücretini ele almak gerekir. Bu dava türü için kendinizi avukat ile temsil etme zorunluluğunuz yoktur. Fakat sırf usul işlemlerinin eksikliğinden dolayı bile ciddi hak kaybına uğrayabileceğinizi belirtmek isteriz. Dolayısıyla hangi hukuki işlem olursa olsun kendinizi uzman bir avukat ile temsil ettirmenizde büyük fayda vardır. Bekleme süresinin kaldırılması davasında avukatın ne kadar ücret alacağı ise sabit bir rakam ile ifade edilemez. Bu husus vekil ile vekil eden arasında akdedilen ücret sözleşmesinde ortaya konulacaktır. Fakat bu durumda minimum ne kadar avukatlık ücreti olması gerektiği her baronun senelik bazda yayımlamış olduğu vekil ile vekil eden arasındaki en az ücret çizelgesinde belirtilmektedir. İstanbul Barosu’nun 2021 yılı için bu hususta ortaya koyduğu rakam ise en az 8.000,00 TL şeklindedir.

 İddet Süresi Kaldırma Dilekçesi Örneği

İddet müddetinin belirli durumlarda mahkeme kararıyla kaldırılabileceğini söylemiştik. Bunun için bekleme süresi içerisindeki kadın tarafından, yetkili ve görevli mahkemede dava açılması gerekmektedir. Bu konuda hak kaybına uğramamanız adına uzman bir avukattan destek almanız gerekliliğini tekrar hatırlatmak isteriz. Vereceğimiz dilekçe örneği sadece sizlerde bir fikir oluşturabilmesi adınadır. Bu dilekçe örneğini vereceğimiz bağlantı linklerine tıklayarak Pdf veya Word formatında indirebilirsiniz. İşte sizler için hazırlamış olduğumuz dilekçe örneğimiz:

İSTANBUL ANADOLU (…) AİLE MAHKEMESİNE

DAVACI          :  K…… A……

VEKİLİ            :  Av. C…… B…..

DAVALI          :  (Hasımsız)

KONU              :  Kadının bekleme süresinin kaldırılması talepli dava dilekçemizin sunulmasıdır.

AÇIKLAMALAR  :

1 – Müvekkilim K…… A…… ile eski eşi M…… Y……, Bakırköy 7. Aile Mahkemesinin 2021/19*5 Esas ve 2021/15*6 Karar sayılı dosyası ile 05/10/2021 tarihinde boşanmışlardır. Aile Mahkemesinin vermiş olduğu Boşanma kararı 12/10/2021 tarihinde kesinleşmiş ve karar nüfusa işlenmiştir.

2 – Müvekkilim K…. A….., bir başkası ile yeniden evlenmek istemektedir. Hamile olmayan müvekkilimin bu durumu Mahkemenizin belirleyeceği bir sağlık birimi tarafından ispat edilebilir niteliktedir. Müvekkilimin yeniden evlenme isteği  karşısında  300 günlük bekleme süresinin kaldırılması bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu sebeple huzurdaki davayı açma zaruretimiz hasıl olmuştur.

HUKUKİ NEDENLER  :   TMK, HMK ve ilgili sair yasal mevzuat

HUKUKİ DELİLLER     :   Nüfus Kayıtları, boşanma ilamı, doktor raporu ve her türlü yasal delil.

SONUÇ VE İSTEM        :   Yukarıda arz ve izah ettiğimiz nedenlere dayanarak sayın mahkemenizce inceleme yapılarak; Müvekkilim hakkında Türk Medeni Kanununun ilgili maddesi gereğince zorunlu olan kadının 300 günlük bekleme süresinin kaldırılmasına karar verilmesini saygılarımla vekaleten  arz ve talep ederim.     15/12/2021

                                                                                                                                                          Davacı Vekili                                                                                                                                                            C……. B………

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: İddet Süresi Kaldırma Dilekçesi Örneği – Word

Dilekçe örneğini Pdf formatında indirmek için tıklayın: İddet Süresi Kaldırma Dilekçesi Örneği – PDF

İddet süresi hakkında elimizden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştık. Yazımızda cevabını bulamadığınız sorularınızı aşağıdaki forumu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

GAİPLİK KARARI NEDİR?

Gaiplik Nedir

 

Gaiplik, günlük hayatta da bazen duyduğumuz bir kavramdır. Peki nedir bu gaiplik denen şey? Bir kimsenin ortadan uzun süreli veya ölüm tehlikesi içinde kaybolması sebebiyle, kişinin yaşayıp yaşamadığına dair elde bir veri de yoksa, belirli sürelerin dolması ile birlikte ilgililer tarafından mahkemeye başvurulur. Bu başvuruya müteakiben yargılama aşaması görülecek ve koşulların sağlanması halinde mahkeme tarafından kişi hakkında gaiplik kararına hükmedilecektir. Gaipliği kısaca bu şekilde anlatabiliriz. Buna ilişkin usul ve esaslar Türk Medeni Kanununun 32 ile 35. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Bu yazımızda gaiplik kararı hakkında sizlere geniş ölçüde bir bilgi vermeye çalışacağız. Yazımızın sonunda bu konuda mahkemeye istemde bulunabilmek adına yazılabilecek bir dilekçe örneğine yer vereceğiz. Dilerseniz bu dilekçe örneğini Pdf ve Word formatında indirebilirsiniz. Konu hakkındaki soru ve görüşlerinizi sayfanın en altındaki formu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

Gaiplik Nedir?

Gaip, sözlük anlamı ile; göz önünde bulunmayan, nerede olduğu bilinmeyen kişi manasına gelir. Tabi bu kelime hukukta teknik bir terim olarak kullanılmaktadır. Hukuksal açıdan; mahkemenin gaiplik yönünde bir hüküm tesis etmesi ile kişi gaip sıfatına haiz olacaktır. Bu hükmün verilmesiyle birlikte, işbu karar, gaip kişi hakkında birçok hukuki sonuç doğuracaktır. Kişi hakkında gaiplik kararı verilmesinin en büyük etkisi, bu kararın kişiliğin son bulmasına sebebiyet vermesidir. Bu karar sadece gerçek kişiler hakkında verilebilir. Dolayısıyla tüzel kişilerin gaipliği söz konusu olamaz.

Gaipliğin şartlarını kısaca şu şekilde sıralayabiliriz: 1) Türk Medeni Kanununun öngördüğü hallerden birisinin mevut olması gerekir. Bu haller de kişinin ölüm tehlikesi içinde kaybolması veya kişiden uzun zamandan beri haber alınamamasıdır. 2) Kanunun öngördüğü hallerin ortaya çıkmasından itibaren belirli bir sürenin geçmiş olması gerekmektedir. 3) Kişinin ölümünün kuvvetle muhtemel bir olasılık olarak görülmesi gerekir. 4) Kanuna göre ilgili sayılan kişilerin bu kararın verilmesi yönünde talepte bulunması gerekir. 5) Mahkemenin, gaipliğe karar verdiği yönünde bir hüküm oluşturması gerekir.

Gaiplik Kararı Hangi Hallerde Alınabilir?

Bu kararın alınabilmesi için kişinin ya ölüm tehlikesi içerisinde kaybolmuş olması ya da kendisinden uzun süredir haber alınamıyor olması gerekir. Her tehlikeli olay içerisinde kaybolma, kişinin gaipliği için yeterli değildir. Kaybolma, büyük bir ölüm tehlikesi içerisinde gerçekleşmelidir. Kaybolan kimsenin ölümü sonucunu doğurabilecek tehlikelerin neler olduğu kanunda belirtilmemiştir. Bu sebeple hakim, her bir somut olaya göre ölüm tehlikesinin mevcut olup olmadığını takdir edecektir. Ölüm tehlikesi içinde kaybolmaya örnek olarak; savaşa katılma ve tehlikeli alanda kaybolma, denizde geminin batması sonucunda kaybolma, uçak kazasında kaybolma, deprem esnasında kaybolma ve yangın esnasında kaybolma durumları gösterilebilir.

Bir diğer hal ise kişiden uzun süredir haber alınamaması durumudur. Bu durumda, genelde kişi bulunması gereken yerde değildir. Ayrıca nerde olduğu bilinmediği gibi kendisinden de uzun süredir haber alınamamaktadır. Bu durumda özel bir tehlike durumu aranmamaktadır. Yalnızca kişinin yaşayıp yaşamadığı durumu kuşkulu hale gelmiştir. Burada da yine her bir somut olaya özgü değerlendirme hakim tarafından ayrıca yapılacaktır. Örneğin, mektup yazma alışkanlığı olmayan bir işçinin Almanya’ya çalışmak üzere gitmesi ve kendisinden uzun zamandan beri haber alınamaması gaiplik nedeni değildir. Buna karşılık, Almanya’ya yüksek lisans yapmaya giden ve düzenli olarak ailesiyle telefondan görüntülü konuşan bir öğrenciden uzun süredir haber alınamaması durumu, gaiplik nedeni teşkil edecektir.

Kişiden uzun süredir haber alınamaması durumu, belirli sebeplerle açıklanabiliyorsa; o kişi hakkında gaiplik kararı verilemez. Örneğin eşiyle tartışan bir kadın, bulunduğu şehri terk etmiş ve kendisinden uzun süredir haber alınamıyor olabilir. Burada haber alınamama durumu, kişinin kendi isteği ile gerçekleşmektedir. Kendisiyle iletişim kurulmamasını istemiş, bu sebeple şehri terk etmiştir. Dolayısıyla, bu örnekte de olduğu gibi sadece kişiden haber alınamamasına dayanarak gaiplik kararı verilemez.

Gaiplik Süresi Ne Kadardır?

Gaiplik kararı verilebilmesi için gerekli bir diğer şart, belli bir sürenin geçmiş olmasıdır. Kanun koyucu, bu süreyi gaiplik nedenine göre değişiklik gösterecek şekilde belirlemiştir. Bunun nedeni de ölüm tehlikesi içinde kaybolma ile uzun süredir haber alınamama durumlarında oluşan kaybolanın ölmüş olma ihtimalinin farklılık arz etmesidir. Bu yüzden, ölüm tehlikesi içinde kaybolma için öngörülen süre diğer duruma göre öngörülen süreden daha kısa tutulmuştur. Bu süreler, Türk Medeni Kanununun 33. maddesinde belirtilmektedir.

Öncelikle, ölüm tehlikesi içinde kaybolma hâlinde geçmesi gereken süreye bakacak olursak bu süre; en az bir yıl şeklinde ifade edilmiştir. Bu bir yıllık süre asgari olarak çizilmiştir. Dolayısıyla, gaibin geri döneceğinden ümitli olanlar daha uzun süre bekleyebilirler. Zira, bir yıllık süre dolduktan sonra ne kadar süre geçerse geçsin, ilgililer, diledikleri zaman kişinin gaipliği için mahkemeye başvurabilirler. Bunun için herhangi bir hak düşürücü süre söz konusu değildir. Bir yıllık sürenin hesabı, tehlikeyi yaratan olayın gerçekleşmesinden veya tehlikeli olayın sona ermesinden itibaren yapılır. Örneğin bir uçağın düşmesi söz konusuysa; bu durumda süre kaza tarihinden itibaren işleyecektir. Bunun yanında, sel gibi gerçekleşip sonlanması belli bir zaman sürecek olan olaylar söz konusuysa; bu durumda süre sel felaketinin bitiminden itibaren işleyecektir.

Uzun süre kişiden haber alınamaması durumunda, gaiplik kararı talebinde bulunulabilmesi için geçmesi gereken süre ise; en az beş yıldır. Yani kişiden en son haber alınan tarihin üzerinden en az beş yıl süre geçmiş olmalıdır. Ancak bu durumda gaiplik kararı verilebilecektir. Haberin kişiden bizzat alınmış olmasına gerek yoktur. Haber başka kişiler veya kurumlardan da alınmış olabilir. Bu durumda süre bizzat en son haber alınan tarihten değil, başka yerden alınan son haber tarihinden itibaren işleyecektir.

Gaiplik Kararını Hangi Mahkeme Verir?

Bir kişinin gaipliğine karar verilebilmesi için aranan bir diğer şart, ilgililerin mahkemeye talepte bulunmasıdır. Mahkemenin kendiliğinden harekete geçmesi mümkün değildir. Bahsi geçen ilgililer; hakları ölüme bağlı olan kişilerdir. Yani kaybolan hakkında gaiplik kararı verilmesi halinde birtakım haklara haiz olacak veya mevcut yükümlülüklerinden kurtulacak kişilerdir. Örnek olarak; kaybolanın eşi, atanmış ve kanuni mirasçıları, bir taşınmazı üzerinde intifa hakkına sahip olan biri bu kişilerdendir. Ayrıca vasiyetname alacaklıları, gaip ile birlikte mirasçı olanlar ve gaip yüzünden mirasa katılamayan kişiler de hakları ölüme bağlı kimselerdendir.

Bahsi geçen ilgililerin yetkili ve görevli mahkemeye başvurmaları gerekmektedir. Sonrasında bu çekişmesiz yargı işine yönelik kapsamlı araştırma mahkeme tarafından kendiliğinden yapılacaktır. Şartlar oluşmuşsa; yetkili ve görevli mahkeme, kaybolan hakkında gaiplik kararına hükmedecektir. Gaiplik durumu, bu karardan sonra sonuçlarını doğurmaya başlayacaktır.

Gaiplik Kararı Görevli Mahkeme ve Yetkili Mahkeme Neresidir?

Türk Medeni Kanununda, gaiplik kararını verecek görevli mahkemenin hangisi olduğu düzenlenmemiştir. Bu sebeple Hukuk Muhakemeleri Kanunu genel hükümlerine başvurmak gerekmektedir. Bu kanunda; aksine bir düzenleme bulunmaması halinde, tüm çekişmesiz yargı işleri Sulh Hukuk Mahkemelerinde görülecektir denmektedir. Gaiplik kararı verilmesi de bir çekişmesiz yargı işidir. Ayrıca bu konuda genel hükmün aksine bir düzenleme  de yapılmamıştır. Dolayısıyla bu konuda görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesidir.

Yetki konusunda Hukuk Muhakemeleri Kanunu; aksine bir düzenleme olmadığı sürece tüm çekişmesiz yargı işlerinde, talepte bulunan kişinin veya ilgililerden birinin oturduğu yer mahkemesi yetkilidir demiştir. Türk Medeni Kanunu ise 32. maddesinde bu konuya ilişin özel yetki kuralı öngörmüştür. Buna göre gaiplik kararı için yetkili mahkeme; kişinin Türkiye’deki son yerleşim yeridir. Eğer Türkiye’de daha önce hiç yerleşmemişse; nüfus sicilinde kayıtlı olduğu yer mahkemesi yetkilidir. Böyle bir kayıt da yoksa; annesinin veya babasının bulunduğu yer mahkemesi yetkili olacaktır. Velev ki anne ve baba da Türkiye’de oturmuyorsa; artık bu sorun son çare olarak Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanuna göre çözülecektir. Bu kanunun 41. maddesinde; kişi Türkiye’de sakin değilse Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinde görülür; denmek suretiyle yetki konusuna son nokta konmuştur.

Gaiplik Kararı İlan Süresi Ne Kadardır?

Şartların varlığı ile ilgililerin yetkili ve görevli mahkemeye talepte bulunmuş olması, kişi hakkında gaiplik kararı verilebilmesi için yeterli değildir. Bu kararın verilmesinden önce mahkeme tarafından ilan yapılması gerekmektedir. Bu noktada hakkında gaiplik kararı verilecek kişi ağır hak kayıplarına uğrayacağı için ilgililer ile arasında menfaat dengesi gözetilmekte ve ilan yapılarak kendisinden haber alınmaya çalışılmaktadır. Bu sebeple ilan ile birlikte kişinin ortaya çıkarılması sağlanmaya çalışılır.

Hakim, kişinin ortaya çıkması için veya bilgisi olanların mahkemeye başvurarak bildirimde bulunması için belirli bir süre öngörerek en az iki defa ilan yapar. Belirlenecek süre hakimin takdirindedir. Fakat iki ilan arasındaki sürenin en az 6 ay olması gerekmektedir. Hakim dilerse bu süreyi uzatabilecektir ama kısaltması mümkün değildir. Bu sebeple diyebiliriz ki kişi ölüm tehlikesi içerisinde kaybolduysa hakkında gaiplik kararı çıkabilmesi için; durumun meydana gelmesinden itibaren minimum 1,5 sene geçmiş olması gerekmektedir. Kişiden uzun süredir haber alınamaması durumunda ise bu süre minimum 5,5 senedir. Belirtmekte fayda var ki; hakim gerek görürse ikiden fazla ilan yapabilecektir. Bu ilan, Resmi Gazetede, ulusal gazetelerde ve yerel gazetelerde yapılabilecektir. Bu husus da duruma uygun olarak hakimin takdirindedir.

Yapılan ilana müteakip olarak mahkeme, kişi hakkında ya gaiplik kararına hükmedecek ya da talebi düşürecektir. Hakkında gaiplik kararı isteminde bulunulan kişi ilan süresi içerisinde ortaya çıkar veya kendisinden haber alınırsa talep düşecektir. Aynı şekilde kişinin ölmüş olduğu tespit edilirse de talep düşecektir. Buna karşın, bu hallerden hiçbiri meydana gelmezse; kişi hakkında gaiplik kararı verilecektir.

Gaiplik Kararı Kaç Yıl Hükmünü Sürdürür?

Gaiplik kararına müteakiben gaip kişi hakkında ölüme bağlı haklar, kişinin öldüğü ispatlanmışçasına aynen doğar. Bu karar; kişinin öldüğünü tespit etmemekte, öldüğüne dair adi bir karine oluşturmaktadır. Burada ispat yükü yer değiştiriyor diyebiliriz. Kişinin ölmediğini ortaya koyabilecek biri her zaman çıkabilir ve bu karineyi çürütebilir. O zamana kadar gaiplik kararı aynen hükmünü devam ettirecektir.

Bunun yanında gaiplik kararı geriye etkili olarak sonuç doğurmaktadır. Bu duruma bağlı sonuçlar, kişinin ölüm tehlikesi içinde kaybolduğu veya kişiden en son haber alınan zamandan itibaren etkisini doğuracaktır. Kişilik mahkemenin kesin kararı ile sona erecektir. Bununla birlikte mahkeme, işbu gaiplik kararını ilgili nüfus müdürlüğüne on gün içerisinde bildirmeli ve bu hususu ölüm kütüğüne işletmelidir. Bu işlem yalnızca açıklayıcı mahiyettedir.

Gaiplik kararı, hükmünü yitiresiye kadar sonuçlarını doğurmaya devam eder. Bu hükmün yitimi, gaibin ortaya çıkması veya ölümünün tespiti ile olabilir. Bu husus kendiliğinden sonuç doğurmaz. Bu yönde mahkemeye başvurulmalıdır. Mahkemenin bu yönde vereceği karara bağlı olarak gaiplik kararının hükmü ortadan kalkacaktır. Bunun dışında gaiplik hükmünü sonlandıracak bir durum mevcut değildir.

Gaiplik Kararı Miras Hukuku Yönünden Sonuçları Nelerdir?

Gaiplik kararı da ölüme bağlı sonuçlar doğurduğu için aynen bu kişi hakkında da miras açılacaktır. Ancak Medeni Kanun, gaiplik durumuna özgü birtakım farklı uygulamalar düzenlemiştir. Burada Türk Medeni Kanununun 584. maddesinde düzenlenen güvence karşılığı teslim ve 585. maddesinde düzenlenen geri verme hükümleri önem arz edecektir. Şunu da belirtmekte fayda var ki gaip kişinin mirasçı konumunda olması durumunda da uygulama açısından bu kavramlar esas alınacaktır. Bu konuda uzman bir miras avukatı desteği almanız faydalı olacaktır.

Güvence karşılığı teslim yapılmasının amacı, hakkında gaiplik kararı verilen kişinin resmen ölmemiş olması ve bir gün ortaya çıkma ihtimali bulunmasıdır. Bu durumda miras paylaşımı hükümsüz olacağı için paylaşılan malların muris ilan edilen kişiye iadesi için bir fon oluşturulması amaçlanmaktadır. Gaip kişinin gerçekten ölmüş olduğunun tespiti de burada önem arz etmektedir. Çünkü buna göre miras hakkı doğum tarihi değişecek ve başka hak sahipleri ortaya çıkabilecektir. Bu nedenle güvence karşılığı teslim son derece önemli bir kurumdur.

Güvencenin türü ve miktarı ise kanunda belirtilmemiştir. Bu konuda hakime takdir yetkisi tanınmıştır. Bununla birlikte hakimin gaibin haklarını koruyacak yeterli ölçüde bir güvence miktarına hükmetmesi gerekmektedir. Gösterilecek güvence, belirli bir süre için geçerli olacaktır. Kanun bunun için, tarafların menfaat dengesini gözeterek, azami ve asgari süreler öngörmüştür. Ölüm tehlikesi içinde kaybolma durumunda beş yıl, uzun zamandan beri haber alınamama durumunda on beş yıl belirlenmiştir. Bununla birlikte bu süre, en çok gaibin yüz yaşına varmasına kadar bir miktar olarak belirlenir.

Belirlenen sürenin dolmasıyla birlikte güvence sona erecektir. Bununla birlikte geri verme yükümlülüğü her daim devam etmektedir. Zira, gaibin veya üstün hak sahiplerinin sonradan ortaya çıkması halinde, gaibin mirasını alan kimseler, almış oldukları miras paylarını gaibe veya üstün hak sahiplerine geri vermek zorundadırlar. Farklı olarak güvence süresinin son bulmasıyla birlikte mirasçılar kendilerine intikal eden eşyalar üzerinde sınırsız bir tasarruf hakkına sahip olacaklardır.

Ölüm Karinesi ve Gaiplik Farkları Nelerdir?

Ölüm karinesi, ölüme ilişkin adi bir kanuni karinedir. Kesin bir ölüm tehlikesi içinde kaybolan ve cesedine ulaşılamayan kişi hakkında bu karinenin oluşması söz konusu olacaktır. İlk bakışta gaiplik ile çok benzer bir kurum gibi durmaktadır. Fakat bu iki kurum usul, esas ve sonuçları bakımından oldukça farklıdırlar. Bu farkları kısaca şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Ölüm karinesinde kişinin durumuna kesin olarak öldü gözüyle bakılmaktadır. Fakat gaiplik için kuvvetle muhtemel ölmüş olma ihtimalinin varlığı aranmaktadır.
  • Ölüm karinesinden bahsedilebilmesi için herhangi bir sürenin geçmiş olması şartı aranmaz. Fakat gaiplikte bu yönde karar verilebilmesi için belli süre şartları aranmaktadır.
  • Ölüm karinesinde her ilgili, tespit davası açarak mahkemenin vereceği karara göre bu hususu nüfus kaydına işletebilir. Bununla birlikte o yerin mülki amirine ilgililerce başvurularak kişinin nüfus kütüğüne ölüm karinesi dolayısıyla ölüm kaydı düşürtülebilir. Gaiplikte ise talepte bulunma hakkı yalnızca hakları ölüme bağlı kimselere tanınmıştır. Yani ölüm karinesi için talepte bulunabilecekler daha geniş bir kitledir.
  • Ölüm karinesi, açılacak bir tespit davası veya başvurulacak mülki amir kararıyla ortaya konulabilmektedir. Buna karşın, gaiplik kararı ancak mahkeme tarafından verilebilir.
  • Bir kişinin nüfus kütüğüne ölüm karinesi dolayısıyla ölüm kaydı işlenmesi ile birlikte evlilik birliği kendiliğinden son bulacaktır. Gaiplik kararında ise böyle bir durum söz konusu değildir. Ancak eşin bu yönde istemde bulunması ile birlikte mahkemenin bu yönde vereceği bir karar neticesinde evlilik birliği son bulacaktır.
  • Ölüm karinesi durumunda, bu hususun nüfus kütüğüne işlenmesine müteakip miras açılacak ve mal paylaşımı kişi ölmüşçesine gerçekleştirilecektir.  Gaiplikte ise durum farklıdır. Orada da miras açılacaktır. Fakat farklı olarak güvence karşılığı teslim ve geri verme hükümleri devreye girecektir.
  • Ölüm karinesi durumunda sonradan ortaya çıkan kişi, paylaşılan mallarını mirasçılarından sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanarak geri isteyebilecektir. Gaiplik durumunda paylaşılan malların ortaya çıkan kişi tarafından geri istenmesi ise mirasçılara istihkak davası yöneltilmesi ile mümkün olacaktır.
Gaiplik Davası Dilekçe Örneği

Öncelikle şunu belirtmek isteriz ki bu dilekçe örneği sizlerde bir fikir oluşturması amacıyla verilmektedir. Her somut olay kendi içerisinde ayrıca değerlendirileceği için her bir olaya yönelik hazırlanacak dava dilekçesi de buna göre şekillenecektir. Bu konuda dava açmayı düşünüyorsanız, avukat desteği almanız gerekmektedir. Aksi takdirde ciddi hak kayıplarına uğrayabileceğinizi belirtmek isteriz. Verdiğimiz dilekçe örneğini Word veya Pdf formatında cihazlarınıza indirebilirsiniz. İşte sizler için hazırladığımız dilekçe örneği:

SİLOPİ ( ) SULH HUKUK MAHKEMESİNE

DAVACILAR    :

VEKİLİ              :

DAVALI             :  Hasımsız

KONU                 :  Gaiplik kararı verilmesine yönelik dava dilekçemizin arzından ibarettir.

AÇIKLAMALAR           :

1 – Müvekkillerimin babası olan E….. A….. çobanlık yapmaktadır. Küçükbaş sürüsünü, Şırnak ili sınırları içerisinde bulunan Cudi Dağı’ndaki arazilere düzenli olarak her gün otlatmaya çıkarmaktadır.

2 – 20/03/2013 tarihinde vatandaş, yine bu amaçla, koyunlarıyla birlikte Cudi Dağı eteklerine çıkmıştır. Akşam olmasına rağmen köye geri dönmemiştir. Yalnızca sürüden birkaç koyun evin yolunu bularak dönmüşlerdir. Bunun üzerine jandarmaya haber verilmiştir. Jandarmanın yaklaşık 1 hafta boyunca yürüttüğü arama çalışmalarına rağmen vatandaşın ne ölüsü ne de dirisi bulunamamıştır.

3 – Bu tarihten sonra müvekkillerimin babasından hiçbir haber alınamamıştır. Müvekkillerimin babasının kaybolduğu tarihten bu yana 5 seneden fazla bir zaman geçmiştir. Bu sebeple huzurdaki davayı açma zaruretimiz hasıl olmuştur.

HUKUKİ SEBEPLER     :  HMK, TMK ve sair yasal mevzuat.

HUKUKİ DELİLLER       :  Silopi Jandarma Komutanlığı 21.03.2013 ve 26.03.2013 tarihli tutanakları, bilirkişi, keşif, tanık ve her türlü yasal delil.

NETİCE VE İSTEM             :  Arz ve izah edilen nedenlerle kendisinden 5 seneyi aşkın bir süredir haber alınamayan müvekkillerimin babası E….. A…… (T.C. Kimlik No: 3*********4) hakkında gaiplik kararı verilmesini ve kesinleşen gaiplik kararının nüfusa tescil edilmesine yönelik karar verilmesini vekaleten arz ve talep ederim.     25.06.2020

Davacılar Vekili                                                                                                                                                                  İMZA

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Gaiplik Dava Dilekçe Örneği – Word

Dilekçe örneğini PDF formatında indirmek için tıklayın: Gaiplik Dava Dilekçe Örneği – PDF

Gaiplik konusunda elimizden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştık. Konu hakkındaki sorularınızı aşağıdaki formu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

VEKALET ÜCRETİ HESAPLAMA NASIL YAPILIR? (2023-2024)

Noter vekalet ücreti

 

Vekalet ücreti hesaplama; avukata ödenecek ücretin avukatlık sözleşmesi ve mevzuat hükümleri çerçevesinde miktarının tespit edilmesidir. Bu makalemizde 2023-2024 yılları arasında avukata ödenmesi gereken vekalet ücretlerinden ve noterde vekalet çıkarılması için ödenmesi gereken ücretlerden bahsedeceğiz.  Makalemizde cevabını bulamadığınız sorularınızı sayfanın en altından bizlere iletebilirsiniz.

Asgari Vekalet Ücreti Ne Kadar?

Vekalet ücretlerinin alt sınırı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile belirlenmektedir. Avukatların bahsi geçen tutarların altında vekalet ücreti almaları hukuka aykırıdır. Davanın lehe sonuçlanması halinde karşı taraftan alınacak vekalet ücretleri bu tarifeye göre hesaplanmaktadır. Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre bir avukatın alabileceği en az vekalet ücretleri 2023-2024 yılları arasında şu şekildedir;

Vekalet ücreti hesaplama

Ortalama Avukatlık Ücreti 2023 Yılında Ne Kadar?

Avukatlar tarafından yukarıda belirtilen tutarların üzerinde vekalet ücreti serbestçe belirlenebilmektedir. Ancak vekalet ücretleri ortalama olarak baroların açıkladığı tavsiye niteliğindeki ücret tarifeleri civarında belirlenmektedir. İstanbul Barosu tarafından açıklanan tavsiye niteliğindeki avukatlık tarifesi şu şekildedir;

Vekalet ücreti hesaplama

Vekalet ücreti hesaplama

Noter Vekalet Ücreti Ne Kadar?

Noterde çıkaracağınız vekalet için ödeyeceğiniz miktar; vekaletin türüne, sayfa ve kelime sayısına göre değişkenlik göstermektedir. Vekaletname; araç satışı, ev satışı, arsa satışı, dava, muhasebe vb. birçok işleme yönelik çıkarılabilir. Avukata vekalet verme ücreti 2023 yılı itibarıyla 545 TL’dir. Araç satış noter vekalet ücreti ise ortalama 750 TL’dir. Başkaca işlemler için kişiye vekalet verme ücretinin de bu civarlarda olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin banka işlemleri, tapu işlemleri veya genel vekaletname için noter ücreti de 500 TL – 1000 TL aralığında olacaktır.

Vekalet İptal Ücreti Ne Kadar?

Avukata ya da başkaca kişilere vermiş olduğunuz vekaleti tek taraflı beyanınızla istediğiniz zaman iptal etmeniz mümkündür. Bunun için noter aracılığıyla göndereceğiniz belgeye azilname adı verilmektedir. Notere ödeyeceğiniz vekalet iptal ücreti 2023 yılı için 700 TL civarında olacaktır. Haklı bir gerekçe olmaksızın avukatınızı azletmeniz halinde kararlaştırılan vekalet ücretinin tamamını ödemeniz gerekmektedir.

İcra Vekalet Ücreti Hesaplama Nasıl Yapılır?

İcra vekalet ücreti için belirlenen asgari tutar 3.600 TL’den aşağı olmamak kaydıyla aşağıdaki oranlara göre belirlenir. İcra takibinde borçlu olmanız durumunda karşı tarafın avukatına ödeyeceğiniz vekalet ücreti bu şekilde belirlenmektedir. Avukatlık asgari ücret tarifesine göre alacak miktarının;

  • İlk 200.000,00 TL’lik kısım için %16

  • Sonra gelen 200.000,00 TL için %15

  • Sonraki 400.000,00 TL için %14

  • Sonra gelen 600.000,00 TL için %11

  • Sonraki 800.000,00 TL için %8

  • Sonra gelen 1.000.000,00 TL için %5

  • Sonraki 1.200.000,00 TL için %3

  • Sonra gelen 1.400.000,00 TL için %2

  • 5.600.000,00 TL ve yukarısı için %1 oranında vekalet ücreti belirlenir.

Bahsi geçen tutarlar vekalet ücreti olarak ödenecek asgari tutarlardır. Ortalama icra vekalet ücreti tavsiye niteliğindeki tarife uyarınca değeri parayla ölçülemeyen icra takiplerinde 27.000 TL ve alacak miktarının %15’idir. Tahliyeye ilişkin (kiracı tahliyesi vb.) icra takipleri için ise asgari vekalet ücreti ise 7.400,00 TL’dir. Borçlu ödeme emrini aldıktan sonra bir hafta içerisinde borcunu öderse ödeyeceği vekalet ücreti 1/4 oranında azalır.

Dava Kaybedilirse Avukatlık Ücreti Ne Kadar Öderim?

Davanın kaybedilmesi halinde avukatlık asgari ücret tarifesine göre belirlenecek miktardaki vekalet ücretini karşı tarafın avukatına ödemeniz gerekmektedir. Bu tutar icra takiplerinde ve alacak davalarında yukarıda belirtilen oranlar üzerinden hesaplanmaktadır. Para alacağına ilişkin olmayan davalarda ise asgari tarifede belirlenen miktarlarda ödeme yapmanız gerekmektedir. Davanızın görüldüğü mahkemeye göre ne kadar ödeme yapacağınızı ilk başlıkta sunulan asgari tarifede bulabilirsiniz. Bu şekilde belirlenen vekalet ücretini karşı tarafa ödememeniz ve hakkınızda icra takibi başlatılması halinde ise dava vekalet ücretine ilaveten icra vekalet ücreti de ödemek durumunda kalırsınız.

Avukatlık Ücreti Hesaplama Nasıl Yapılır?

Kendi avukatınıza ödeyeceğiniz avukatlık ücreti yukarıda belirtilen tutarların altında olmamak kaydıyla serbestçe belirlenebilir. Avukatınızla bir avukatlık sözleşmesi yapmanız ya da sözlü olarak anlaşmanız halinde ödeyeceğiniz tutar kararlaştırılan miktar kadar olacaktır. Avukatlık ücretinin miktarında uyuşmazlık olması halinde, para alacağına ilişkin davalarda avukatın emeğine göre %10-20 aralığında bir avukatlık ücretine mahkemece hükmedilecektir.

Avukatlık Danışma Ücreti 2023 Yılında Ne Kadar?

Avukatlık danışma ücreti 2023 yılı asgari ücret tarifesine göre ilk bir saate kadar en az 2.300 TL’dir. Ortalama hukuki danışma ücreti ise tavsiye niteliğindeki tarifeye göre 5.200,00 TL’dir.

Boşanma Avukatlık Ücreti Ne Kadar?

Boşanma avukatlık ücreti asgari ücret tarifesine göre en az 17.900 TL’dir. Ortalama avukatlık ücreti ise anlaşmalı boşanma halinde 35.000 TL, çekişmeli boşanma halinde 52.000,00 TL, çekişmeli ve maddi, manevi tazminat istemli olması halinde ise 52.000,00 TL ’den az olmamak üzere dava değerinin % 15’i tutarında olacaktır.

Tüketici Mahkemesi Vekalet Ücreti Ne Kadar?

Tüketici mahkemesi vekalet ücreti asgari ücret tarifesine göre en az 9.000 TL’dir. Ortalama avukatlık ücreti ise 25.000 TL’den az olmamak üzere dava konusu değerin %15’idir.

İcra Hukuk Vekalet Ücreti Ne Kadar?

İcra hukuk vekalet ücreti asgari tarifeye göre duruşmasız olarak görülen işlerde 4.200 TL iken duruşmalı olarak görülen işlerde ise 6.800 TL’dir. Ortalama avukatlık ücreti ise duruşmasız olarak görülen işlerde 23.000 TL iken duruşmalı olarak görülen işlerde ise 29.000 TL’dir.

Ortaklığın Giderilmesi Davası Vekalet Ücreti Ne Kadar?

Ortaklığın giderilmesi davası Sulh Hukuk Mahkemesi’nde görüldüğünden vekalet ücreti asgari ücret tarifesine göre en az 10.700 TL’dir. Ortalama avukatlık ücreti ise 36.400 TL’den az olmamak vekil edenin payına düşen dava konusu değerin %10’udur.

Asliye Ceza Vekalet Ücreti Ne Kadar?

Asliye ceza vekalet ücreti asgari ücret tarifesine göre en az 17.900 TL’dir. Ortalama avukatlık ücreti ise sanık müdafiliğinde 60.000 TL iken mağdur vekilliğinde 40.000 TL’dir.

Ağır Ceza Vekalet Ücreti Ne Kadar?

Ağır ceza vekalet ücreti asgari ücret tarifesine göre en az 29.800 TL’dir. Ortalama avukatlık ücreti ise sanık müdafiliğinde 90.000 TL iken mağdur vekilliğinde 58.000 TL’dir.

İş Mahkemesi Vekalet Ücreti Ne Kadar?

İş mahkemesi vekalet ücreti asgari ücret tarifesine göre en az 17.900 TL’dir. Ortalama avukatlık ücreti ise 39.000,00 TL ’den az olmamak üzere dava değerinin % 15’i kadardır.

İdare Mahkemesi Vekalet Ücreti Ne Kadar?

İdare mahkemesi vekalet ücreti asgari ücret tarifesine göre duruşmasız olarak görülen işlerde 10.500 TL iken duruşmalı olarak görülen işlerde ise 20.900 TL’dir. Ortalama avukatlık ücreti ise duruşmasız olarak görülen işlerde 38.000 TL iken duruşmalı olarak görülen işlerde ise 48.000,00 TL ’den az olmamak üzere dava değerinin %15’idir.

Nafaka Artırım Davası Avukatlık Ücreti Ne Kadar?

Nafaka artırım davası avukatlık ücreti asgari ücret tarifesine göre en az 17.900 TL’dir. Ortalama avukatlık ücreti ise 30.000,00 TL’dir.

Sigorta Tahkim Vekalet Ücreti Ne Kadar?

Sigorta tahkim vekalet ücreti asgari ücret tarifesine göre en az 17.900 TL’den az olmamak üzere oransal olarak belirlenir. Talebin kısmen veya tamamen reddedilmesi halinde ise asgari tarifeye göre belirlenen tutarın beşte birine hükmedilecektir.

Tahliye Davası Vekalet Ücreti Ne Kadar?

Tahliye davası istisnalar dışında Sulh Hukuk Mahkemesi’nde görüldüğünde vekalet ücreti asgari ücret tarifesine göre en az 10.700 TL’dir. Kiracı tahliyesi ortalama avukatlık ücreti ise 27.300,00 TL ’den az olmamak üzere yıllık kira bedelinin %10’u kadardır.

Araç Değer Kaybı Vekalet Ücreti Ne Kadar?

Araç değer kaybı vekalet ücreti sigorta tahkim komisyonu ya da asliye hukuk mahkemesine başvurulması durumunda en az 17.900 TL’den az olmamak üzere oransal olarak belirlenir.

Tapu İptal ve Tescil Davası Vekalet Ücreti Ne Kadar?

Tapu iptal ve tescil davası asliye hukuk mahkemesinde görüleceğinde dolayı vekalet ücreti en az 17.900 TL’dir. Ortalama avukatlık ücreti ise 60.000,00 TL ’den az olmamak üzere dava değerinin
%15’idir. 

Kira Tespit Davası Vekalet Ücreti Hesaplama Nasıl Yapılır?

Kira tespit davası Sulh Hukuk Mahkemesi’nde görüldüğünde vekalet ücreti asgari ücret tarifesine göre en az 10.700 TL’dir. Ortalama avukatlık ücreti ise 35.000,00 TL ’den az olmamak üzere artan yıllık kira değerinin %15’i kadardır. Kira tespit davasında karşı vekalet ücreti reddedilen kira miktarının yıllık tutarı üzerinden oransal olarak hesaplanır.

Arabuluculuk Vekalet Ücreti Hesaplama Nasıl Yapılır?

Dava şartı olan arabuluculuk görüşmelerinin anlaşmama ile sonuçlanması halinde vekalet ücreti en az 4.600 TL’dir. Anlaşma halinde ise anlaşılan tutar üzerinden oransal olarak belirlenen tutarın 1/4 fazlası olarak belirlenir. Ortalama avukatlık ücreti ise 18.000,00 TL ’den az olmamak üzere uyuşmazlık değerinin % 15’idir.

Reddedilen Miktar Üzerinden Vekalet Ücreti Hesaplama Nasıl Yapılır?

Davanın kısmen kabul kısmen reddedilmesi ya da tamamen reddedilmesi durumunda önce davacı tarafından talep edilen tutardan mahkemece kabul edilmeyen kısım tespit edilir. Bu tutar üzerinden yukarıda belirttiğimiz oranlara göre karşı tarafa ödenmesi gereken vekalet ücreti hesaplanır.

Beraat Vekalet Ücreti İcra Takibi Başlatılabilir Mi?

Beraat vekalet ücreti icra takibine konu edilebilir. Bu şekilde icra vekalet ücreti tahakkuk etse de ödemeler başvuru üzerine yapılan ödemelere göre çok daha sonra yapılmaktadır.

Karşı Vekalet Ücretinin İcraya Konulması Halinde İcra Vekalet Ücreti Ödenir Mi?

Karşı vekalet ücreti taraf lehine hükmedilse de Avukatlık Kanunu hükümleri gereğince avukata aittir. İcra takibi müvekkil adına başlatılacağından karşı vekalet ücretinin icraya konulması halinde icra vekalet ücretine de hak kazanılacaktır.

İlam Vekalet Ücretinin İcraya Konulması Nasıl Yapılır?

İlam vekalet ücretini icraya koymak için karar tarihinden itibaren yasal faizi hesaplanır. İlam vekalet ücreti ve işlemiş faizi ile birlikte müvekkil adına icra takibi başlatılır.

Avukatın Vekalet Ücretine Hak Kazanması Ne Zaman Olur?

Avukat müvekkili ile sözlü ya da yazılı olarak vekalet ücretinin ödeneceği tarihi kararlaştırmışsa bu tarihte vekalet ücretine hak kazanır. Aksi takdirde sözleşme konusu iş ve işlemlerin tamamlanması ile ücrete hak kazanacaktır.

Mahkemece Hükmedilen Karşı Taraf Vekalet Ücreti Kime Aittir?

Dava sonunda, mahkeme kararıyla, tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir. Bu ücret, avukatlık ücret sözleşmesi ile belirlenen vekalet ücretinden tamamen farklıdır. Davayı kazanan tarafın avukatı, bu ücreti müvekkilinin alacağının içerisinden değil karşı taraftan almaktadır.

Vekalet ücreti konusu hakkında merak edilen sorulara elimizden geldiğince cevap vermeye çalıştık. Konu hakkında makalede cevabını bulamadığınız tüm sorularınızı aşağıdaki formu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

YILLIK İZİN DİLEKÇE ÖRNEĞİ

 

Yıllık İzin Dilekçe Örneği

 

Yıllık izin dilekçesi, çalışanların kanundan kaynaklanan yıllık izin haklarını kullanmak için işverenlerinden talepte bulundukları dilekçedir. İşçiler sene boyun bu izin hakkını kullanabilecekleri zamanın gelmesini iple çekerler. Yıllık izinler, sene boyu çalışmaktan yorulan işçiler için adeta rahat bir nefes alma, kendine vakit ayırabilme imkanı tanımaktadır. Yıllık izin, işçi hakları arasındadır. Bu yazımızda; yıllık izin hakkında genel bir bilgi verdikten sonra, bu izin talebinize ilişkin işyerinde vermeniz gereken dilekçe örneğini sizlere sunacağız. Senelik izin dilekçe ve form örneklerini Word veya Pdf formatında sayfamızın en altında bulabilirsiniz.

Yıllık İzin Süreleri Ne Kadardır?

İzin süresinin ne kadar olacağı kanunlar çerçevesinde belirlenmiştir. Bu sürelerin sözleşme ile kısıtlanması mümkün değildir. Kanun asgari izin süre sınırını çizmektedir. Bu sebeple, taraflar arasında daha fazla izin süresi belirlenmesi de mümkündür. İzin süresinin ne kadar olacağı ise; çalışanın yaşı, kıdemi, statüsü, vasfı, tabi olduğu kanun hükümleri gibi birçok parametreye bağlı olarak değişkenlik gösterecektir. Bu sürelerin detaylıca incelendiği yıllık izin süreleri isimli makalemizi okumanızı tavsiye ederiz.

18-50 yaş arasındaki işçilerin hizmet sürelerine göre verilecek senelik izin hakları aşağıdaki gibidir:

  • 1-5 yıla kadar (5 yıl dâhil) olanlara en az 14 gün,
  • 5 yıldan fazla 15 yıldan az olanlara en az 20 gün,
  • 15 yıl (dâhil) ve daha fazla olanlara en az 26 gün izin verilir.

Yıllık İzin Ücreti Nasıl Hesaplanır?

Ölüm veya işten ayrılma durumlarında; kullanılmayan yıllık izin hakkının ücreti, işçinin aldığı son brüt ücret esas alınarak hesaplanmaktadır. Yıllık izin ücreti, işçinin günlük payına düşen brüt maaş ücreti ile, kullanılmayan izin günü sayısı çarpılarak hesaplanır. Hesabın ardından; gelir vergisi, damga vergisi, sosyal güvenlik kurumu kesintileri vb. vergi ve kesintiler bu hesaplanan ücretten indirilir. Bu şekilde hak edilen net yıllık izin ücreti ortaya konulmuş olacaktır. Şunu da belirtmekte fayda var ki bu alacağa ilişkin zamanaşımı süresi 5 senedir. Yani iş ilişkisinin bitiminden itibaren, en fazla 5 sene geriye dönük olarak yıllık izin ücreti talebinde bulunabilirsiniz. Bu talep de istifa eden işçinin hakları arasındadır.

Örneğin 2021 yılında asgari ücretle çalışıyorsanız, brüt maaşınız olan 3.577,50 TL’yi 30’a bölerek günlük ücretinizi bulursunuz. Daha sonra bunu hak kazandığınız ve size kullandırılmayan izin gün sayısı ile çarparsınız. Gerekli vergi ve kesintiler yapıldıktan sonra yıllık izin ücret alacağınız ortaya çıkacaktır. Bunun dışında kıdem ve ihbar tazminatınızı hesaplamak isterseniz; tazminat hesaplama isimli yazımıza bir göz atabilirsiniz.

Yıllık İzin Hakları Ne Zaman Doğar?

Mevzuatımıza göre; özel kanun hükümleri saklı olmak kaydıyla, yıllık izne hak kazanabilmek için çalışanın en az 1 yıllık kıdeme sahip olması gerekmektedir. Mevsimlik işçiler ve kampanya işlerinde çalışanlar, yıllık izin hakkına sahip değildirler. Bunun yanında çalışan, belirli süreli işçi olarak çalışıyor olabilir. Bu şekilde bir yıldan kısa süreli iş sözleşmesi bulunan işçiler de bu hakka sahip değildirler. Konuya ilişkin, ücretli izin nedir isimli yazımıza da bir göz atmak isteyebilirsiniz.

Senelik izne hak kazanmanıza rağmen bu hak size kullandırılmıyorsa; uzman bir iş hukuku avukatına danışarak sorununuzu çözüme kavuşturabilirsiniz. Ayrıca iş yerinizde herkese senelik izin hakkı kullandırılıyorken size kullandırılmıyor olabilir. Bu durumda da ayrımcılık tazminatına hak kazanabileceğinizi belirtmek isteriz.

Yıllık İzinde Yol İzni Var Mıdır?

Yol izni verilmesini gerektirecek bir durum varsa, bu süre senelik izin süresine ilaveten verilecektir. Senelik iznini yaşadığı yerden başka bir yerde geçirmek isteyen çalışana bu iznin verilmesi zorunludur. İşveren bu izni vermekten kaçınamaz. Fakat işçi de senelik iznini şehir dışında geçireceğini somut bir şekilde ortaya koymalıdır.

Verilecek olan bu yol izni süresi, kanundan kaynaklı olarak 4 gün olacaktır. Kanunun belirttiği 4 günlük süre, azami süredir. Yani işçinin talebi halinde daha az süreli bir yol izni de verilebilir. Dediğimiz üzere; bu yol izni süresi senelik izin süresine dahil edilmeyip ilaveten verilecektir. Senelik izin süresi ücretli izin kapsamındadır, bunu belirtmiştik. Bunun aksine, verilecek olan yol izni, ücretsiz izin kapsamındadır. Yani çalışan bu 4 günlük yol izni için ücrete hak kazanmayacaktır. Aynı şekilde işten ayrılma durumunda da işçilik alacağı olarak konu edilemeyecektir.

Yıllık İzin Dilekçesi Nedir?

Çalışan kişilerin, senelik izinlerini hangi şartlar altında, nasıl kullanabileceklerinden genel hatlarıyla bahsettik. Bu kişiler, senelik izin haklarını kullanabilmek için işverenden talepte bulunmalıdırlar. Bu talebi ve gerekli bilgileri içerir dilekçe formuna yıllık izin dilekçe örneği denilmektedir.

Çalışan izin isteyeceği tarihten makul bir süre önce bu talepte bulunmalıdır. Yani yıllık izin dilekçe örneğini sunup ertesi günden itibaren izin istemek hakkaniyete uygun olmayacaktır. İşveren bu durumda mağdur olabilecektir. Dolayısıyla işverenin bu şekildeki bir talebi reddetmesi hukuka aykırı olmayacaktır. Bu konuya ilişkin birçok Yargıtay kararı mevcuttur. Bu nedenle yıllık izin dilekçesini, izin istenilen tarihten bir kaç ay önce sunmanız iyi olacaktır.

İşveren, kendisine sunulan bu senelik izin dilekçelerini kayıt altında tutmakla yükümlüdür. İşverenin bu talebi kabul etmesine binaen, işçinin bu tarihler arasında izinli sayıldığı izin kayıt belgesine işlenecektir. Bu onay kayıt belgesinde; hem işçinin hem de senelik izin talebine onay veren yetkilinin imzası bulunacaktır. Şuna dikkat edilmelidir ki; ileride işçi alacaklarına dair ortaya çıkabilecek bir uyuşmazlıkta bu belgeler büyük önem arz edecektir. Yargıtay kararlarına göre; bu belgelerin işverence kayıt altında tutulmaması ve işçi tarafından iddialarının somut bir şekilde ortaya konulması halinde işçinin beyanı esas alınacaktır. Yargıtay, sadece senelik izin dilekçesi ve izin onay kayıt belgelerinin kayıt altında tutulmasını, hakkın kullandırılmış olduğuna dair kesin bir delil olarak görmemektedir. Bu husus sadece bir karine teşkil etmektedir. Aksi taraflarca her zaman ortaya konulabilecektir.

Yıllık İzin Formu Nasıl Doldurulur?

İzin talep dilekçesinin içerisinde bulundurulacak hususlar şunlardır:

  • İzin isteyen personelin adı, soyadı ve T.C. kimlik numarası,
  • İznin ait olduğu dönem (yıl),
  • İzin başlama tarihi ve bitiş tarihi,
  • Kullanılacak iznin süresi ve türü,
  • Göreve başlama tarihi,
  • Talebiniz dahilindeyse; istenen yol izni süresi,
  • İznin geçirileceği adres ve iletişim bilgisi,
  • İzin talebinde bulunan personelin ve şirket yetkilisinin imzası.

Dolduracağınız yıllık izin dilekçesinde belirttiğimiz unsurların bulunması yeterli olacaktır.

Yıllık İzin Dilekçe Örneği

Verecek olduğumuz yıllık izin dilekçe örneğini, örneğin alt kısmındaki linklere tıklayarak Pdf ve Word formatında indirebilirsiniz. İndirmiş olduğunuz bu dilekçe örneğini kendinize göre uyarlayarak işlemlerinizde kullanabilirsiniz. İşte sizler için hazırladığımız dilekçe örneği:

HODRİ MEYDAN LİMİTED ŞİRKETİ

İNSAN KAYNAKLARI MÜDÜRLÜĞÜNE

 

KONU : PERSONEL YILLIK İZİN DİLEKÇESİ

ADI SOYADI                                             :

T.C KİMLİK NO                                       :

İZİN KULLANILAN ÇALIŞMA YILI : 2021

İZNE BAŞLAMA TARİHİ                     : 07.07.2021

İZİN BİTİŞ TARİHİ                                : 17.07.2021

KULLANILACAK İZİN SÜRESİ         : 10 gün

YOL İZİN SÜRESİ                                   : 4 gün

GÖREVE BAŞLAMA TARİHİ              : 05.03.2001

İZNİN GEÇİRELECEĞİ ADRES         :

İLETİŞİM NUMARASI                          :

Şirketiniz bünyesinde, Mali İşler Departmanında, yukarıda kimlik bilgileri verilen çalışanınızım. İş Kanunu ve sair mevzuat gereğince hak kazanmış olduğum yıllık iznimi, yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda kullanmak istiyorum. İzin süresini şehir dışında geçireceğim için, ayrıca 4 günlük ücretsiz yol izni talep etmekteyim. Gereğinin yapılmasını bilgilerinize arz ederim. 03.06.2021

AD SOYAD

      İMZA

Yıllık izin dilekçesi örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Yıllık İzin Dilekçesi Örneği Word

Yıllık izin dilekçesi örneğini Pdf formatında indirmek için tıklayın: Yıllık İzin Dilekçesi Örneği Pdf

Memur Yıllık İzin Dilekçesi Örneği

Buraya kadar işçilere yönelik senelik izin haklarına değindik. Memurlarda durum nasıl, biraz da bu hususa değinmek isteriz. Ayrıca bu konuda bir dilekçe örneğini de sizlere sunacağız. Sunmuş olduğumuz bu dilekçe örneğini sizler de Word veya Pdf formatında indirebilir, işlemlerinizde kullanabilirsiniz.

Memurlardaki durum, işçilere göre farklılık arz etmektedir. Memurların, çalıştıkları iş koluna göre farklı düzenlemeler dahilinde izin hakları mevcuttur. Ama tabi bu her memuriyet için geçerli değildir. Bu sebeple 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, bu konuda genel bir düzenlemeye gitmiştir. Yıllık izne hak kazanabilmek için yine 1 yıllık hizmet süresinin tamamlanması gerekmektedir. 1 – 10 yıl kıdeme sahip memurların senelik izin hakkı, 20 gündür. 10 yılın üzerinde kıdeme sahip olan memurların senelik izin hakları ise 30 gündür.

Memurlarda senelik izin, amirin uygun bulacağı zamanlarda kısım kısım veya toplu olarak kullanılabilecektir. Yine memurlarda da yol izni isteme hakkı mevcuttur. Memurlar, işçilerden farklı olarak, birbirini takip eden iki yıllık izin haklarını birlikte kullanabilirler. İşte bu hususlar dahilinde sizler için hazırlamış olduğumuz memur yıllık izin dilekçesi örneğimiz:

T.C. ADALET BAKANLIĞI

Personel Genel Müdürlüğü’ne

 

Adı ve Soyadı                     :

Görev Yaptığı

Daire Başkanlığı                :

Görevi                                  :

Kurum Sicil Numarası     :

Göreve Başlama Tarihi    :

İznin Ait Olduğu Dönem :

Kullanılmak İstenen

Yıllık İzin Miktarı             :

İznin Kullanılacağı

Tarih Aralığı                      :

Yol İzni (İsteğe bağlı)      :

İznin Geçirileceği Adres  :

İletişim Numarası            :

 

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 102 ve 103’üncü maddeleri gereğince, yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda, belirtilen tarihler arasında kullanmak üzere tarafıma senelik izin verilmesini saygılarımla arz ederim.  .… /.… /…………

                                                                                      İMZA

Memur yıllık izin dilekçesi örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Memur Yıllık İzin Dilekçesi Örneği Word

Memur yıllık izin dilekçesi örneğini Pdf formatında indirmek için tıklayın: Memur Yıllık İzin Dilekçesi Örneği Pdf

Yıllık izin dilekçesi ve yıllık izne dair elimizden geldiğince sizleri  bilgilendirmeye çalıştık. Vermiş olduğumuz dilekçe örneklerini cihazınıza indirip üzerinde değişiklik yaparak kullanabileceğinizi bir kez daha hatırlatmak isteriz. Konu hakkındaki sorularınızı aşağıdaki formu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

KİRA SÖZLEŞMESİ ÖRNEĞİ

kira sözleşmesi örneği

kira sözleşmesi örneği

 

Kira sözleşmesi örneğine çoğu kişi ihtiyaç duymuştur. Günlük hayatımızda en çok kullanılan sözleşme türlerinden birisidir. Herkes, hayatının belli bir döneminde bir kez de olsa kira sözleşmesinin altına imzasını atmıştır. Gerek kiraya veren gerek kiracı konumunda olmuştur. Peki bu sözleşme nasıl hazırlanır? Bu yazımızda bu sorunuza ve konuyla ilgili birçok sorunuza yanıt vermeye çalışacağız. Ayrıca sizlerin de cihazlarınıza rahatlıkla indirip kullanabileceği kira sözleşmesi örneğine yer vereceğiz. Şunu da belirtmek de fayda var ki; kapsamlı bir kira sözleşmesi hazırlamak istiyor ve menfaatlerinizi olabildiğince iyi bir şekilde koruma altına almak istiyorsanız, uzman bir gayrimenkul avukatından destek almanızı öneririz. Konu hakkındaki tüm sorularınızı sayfanın en altındaki formu doldurarak ofisimize iletebilirsiniz. Kira sözleşmesi örneğini yazının en altında word ve pdf formatında indirebilirsiniz.

Kira Kontratı Nedir?

Sözleşmenin tarafları, kiracı ve kiraya verendir. Kiracı, bu sözleşmeyle belirli bir gayrimenkulü kullanma ve ondan yararlanma yetkisini karşı tarafa vermektedir. Kiracı da bunun karşılığında kararlaştırılan bedel ödemeyi taahhüt eder. İşte bu sözleşmeye, gündelik hayatta kira kontratı adı verilir. Bu kontrat belirli bir süre öngörülerek yapılabileceği gibi belirsiz süreli olarak da yapılabilir.

Kira Sözleşmesi Örneğinde Nelere Dikkat Edilmelidir?

Kırtasiyelerde satılan kira sözleşmesi örneği büyük ölçüde kanun maddelerinin tekrarından ibarettir. Zaten kanunda olan maddelerin kira sözleşmesinde de tekrar edilmesinin kimseye bir faydası bulunmamaktadır. Kira sözleşmesinde önemli olan husus tarafların karşılıklı olarak yükümlülüklerinin net bir şekilde belirlenmesi ve uyulmaması ihtimaline karşı caydırıcı hükümler konulmasıdır.

Kira Kontratı Nasıl Doldurulur?

Kiralananın ne amaçla kullanılacağına göre kira kontratının nasıl doldurulacağı farklılık arz etmektedir.

1) İş Yeri Kira Sözleşmesi Nasıl Hazırlanır?

İş yeri kira sözleşmesi örneği hazırlanırken dikkat edilmesi gereken hususları maddeler halinde sıralayacağız:

  • Kira bedelinin ne zaman ödeneceği hususu ortaya konulmalıdır.
  • İş yeri kira bedelinin ne kadar olduğu belirtilmelidir.
  • Kiralanan yerin metrekare bazında ne kadar bir alana sahip olduğunun belirtilmesinde fayda vardır.
  • İş yeri kira bedellerinin, banka üzerinden veya PTT aracılığıyla yatırılması zorunlu olduğunda kiranın yatırılacağı hesap bilgileri yer almalıdır.
  • Taşınmaza ilişkin; vergi, aidat ve diğer ödemelerin hangi tarafça yapılacağının belirlenmesinde fayda vardır.
  • Feshe dair koşulların ve varsa cezai şartın detaylıca sözleşmeye eklenmesi gerekmektedir.
  • Alt kiralama konusunda, kiraya veren bu olaya sıcak bakmıyorsa, bu hususu sözleşmeye eklemesi iyi olacaktır.
  • Kefil ve kefalet bilgileri sözleşmeye eklenmelidir.
  • Kural olarak kira sözleşmeleri şekle bağlı değildir fakat iş yeri için yapılıyorsa yazılılık şartı aranır.

2) Ev Kira Sözleşmesi Nasıl Hazırlanır?

Ev kira sözleşmesinde bulunması gereken hususlar şunlardır;

  • Kiralananın adresi, cinsi; kiralayan ve kiracının isimleri, kimlik numaraları hatasız bir şekilde yazılmalıdır. Aksi takdirde; doğalgaz, su, elektrik vb. abonelikleri açtırırken sıkıntı yaşayabilirsiniz.
  • Sözleşmeyi imzalayan kiracı, herhangi bir mağduriyet yaşamamak adına, karşı tarafın hak sahibi olduğundan emin olmalıdır.
  • Kira bedelinin hangi periyotlarda, ne şekilde ödeneceğinin belirtilmesinde fayda vardır.
  • Yıllık kira bedeli zam oranının sözleşmede belirlenmesi, ileri tarihte taraflar arasında çıkabilecek herhangi bir uyuşmazlık açısından önemlidir. Kira artış oranı TÜFE’yi geçmemelidir. Aksi takdirde sözleşme hükmü geçersiz olacak ve kira artış oranı TÜFE üzerinden belirlenecektir.
  • Depozitoya ilişkin bilgilerin ortaya konulmasında yarar vardır.
  • Eğer ev eşyalı olarak kiralanacaksa; demirbaşların sözleşmede belirtilmesi iyi olacaktır.
  • Bunların dışında, karşılıklı menfaatlerini korumak amacıyla taraflar mutabık kaldıkları hususları, özel hükümler olarak sözleşmeye ekleyebilirler.
  • Sözleşmede, hüküm doğurabilmesi açısından, kabul mahiyetinde tarafların ıslak imzası bulunmalıdır.
  • Şunu da belirtmekte yarar var; kiracı evi kendi zevkine göre dizayn etmek, tamirat – tadilat yaptırmak isteyebilir. Yapılabilecek tadilat ve değişikliklerin sınırlarını bir sözleşme maddesi ile çizmek, ileriki dönemlerde taraflar arasında oluşabilecek sorunların önüne geçebilecektir.

Kira Kontratı Hangi Durumlarda Geçersizdir?

Sözleşme taraflarca asil kişiler veya vekillerince imza altına alınmadır. Kiraya veren gerçekten hak sahibi, kiracı gerçekten gayrimenkulü kullanacak kişi olmalıdır. Aksi takdirde sözleşme geçersiz olacaktır. Tabi taraflar vekalet vermek suretiyle de bu işlemi gerçekleştirebilirler. Bu durumda geçersizlik söz konusu olmayacaktır.

1 Yıllık Kira Sözleşmesi Bitince Ne Olur?

1 yıllık kira sözleşmesi yaptınız ve bu süre sona erdiyse sözleşme sona erdi diye düşünmemek gerekir. Sözleşmenin sona erebilmesi için öncesinde fesih bildiriminde bulunulması gerekmektedir. Bildirim veya kiraya veren tarafından bir tahliye talebi olmadığı sürece sözleşme hükmünü yitirmeyecektir. Şunu da belirtmekte fayda var ki; kiraya veren tarafından, ortada haklı bir neden olmaksızın sözleşme sona erdirilemeyecektir. Haklı bir sebep olmaksızın fesih bildiriminde bulunarak sözleşmeyi sona erdirme imkanı ancak kiracıya aittir.

Bir yıllık süre sonunda fesih bildiriminde bulunulmazsa, sözleşme aynı şartlar dahilinde bir yıl daha uzayacaktır. Bu noktada belirli süreli kira sözleşmesinin belirsiz süreliye dönüşmesinden bahsedebiliriz.

Kira Sözleşmesi Bitmeden Evden Çıkmak Mümkün Mü?

Kiracı sözleşmede öngörülen süreden önce de evden çıkabilir. Ancak gayrimenkulün tekrar kiralanabileceği ortalama süre kadar ilave kira bedeli ödemesi gerekmektedir. Bu zaman dilimi için, kanun koyucu belirli bir süre belirtmemiştir. Kiralananın yeniden kiraya verilebileceği makul bir süre olarak belirtilmiştir. Bu süre taraflarca sözleşmede belirlenebilir. Sözleşmede bulunmasa dahi taraflar sonradan bu konuda yine mutabık kalabilirler. Bu iki hal de söz konusu değilse; mahkemeye başvurularak, bilirkişi yoluyla bu sürenin ne kadar olacağı ortaya konulabilir.

Belirlenen makul süre içerisinde kiracı tarafından yeni bir kiracı bulunarak yükümlülükten kurtulmak mümkündür. Böyle bir durumun gerçekleşmesi halinde veya belirlenen sürenin sona ermesiyle birlikte, kiracının da yükümlülüğü sona erecektir. Sözleşmede erken tahliye halinde geriye kalan tüm aylara ait kira bedellerinin muaccel olacağının belirtilmesi hukuka aykırıdır. Sözleşmenin bu maddesi, kanuna aykırı olması sebebiyle geçersiz olacaktır.

Sözleşmesiz Kiracıyı Çıkarmak Mümkün Müdür?

Sözleşmenin yazılı şekle tabi olmadığından bahsetmiştik. Ortada yazılı bir sözleşme yoksa neye göre hareket edilecektir? Kiraya veren istediği gibi kiracıyı evden çıkarabilecek midir? Ortada yazılı bir sözleşme bulunmaması, kiracının tamamen korunmasız olduğu anlamına gelmemektedir. Kanunumuz sözleşmeyi bildirimle fesih hakkını ancak kiracıya tanımıştır. Kiraya veren kişi, kiracıyı evden çıkarmak istiyorsa her durumda tahliye davası açmak durumundadır. Verilen karar neticesinde kiracı evden çıkarılabilecektir. Bu konuda detaylı bilgi için kiracı tahliyesi isimli yazımıza da göz atabilirsiniz. Evinizin kiracı değil de hiçbir hakkı bulunmayan başka biri tarafından işgal edilmesi söz konusuysa da ecrimisil yazımızı incelemenizi öneririz.

Ev Sahibinin Kiracıyı Evden Çıkarma Süresi Ne Kadardır?

Kiracının evden çıkarılması süresi kira sözleşmesinin ne gerekçeyle feshedildiğine, kiracının itiraz ve delillerine, mahkeme ve icra müdürlüklerinin iş yoğunluğuna göre değişmektedir. Ancak ortalama 1 yıllık süre içerisinde tahliye işlemlerinin tamamlanacağı söylenebilir.

Kira Sözleşmesi Bitmeden Ev Sahibi Kiracıyı Evden Çıkarabilir Mi?

Ev sahibinin doğrudan bir bildirim ile sözleşmeyi feshetme hakkı yoktur. Her tür durumda tahliye davası açılması gerekecektir. Burada sözleşme süresinin bitip bitmemesi, aslında çok bir önem arz etmemektedir. Asıl önemli olan; tahliye kararının verilebilmesi için, kanunun öngörmüş olduğu durumların meydana gelmiş olmasıdır. Bu durumların meydana gelmesi iki türlü olabilir. Kiracıdan kaynaklanan haller olabileceği gibi kiraya verenden kaynaklanan haller de olabilir.

A) Kiraya Verenden Kaynaklanan Haller:

  1. İhtiyaç Sebebiyle: Kiraya verenin, kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu kişiler için temel barınma ihtiyacı sebebiyle kullanma zorunluluğu oluşabilir. Böyle bir durumda kira sözleşmesi, ev sahibi tarafından, sözleşme süresinin sonundan itibaren bir ay içinde Sulh Hukuk Mahkemesinde açacağı bir dava ile sona erdirilebilecektir. Bu sebeple tahliyenin gerçekleştirilmesi halinde; söz konusu taşınmaz, 3 yıl boyunca, haklı bir sebep olmaksızın, son kiracı dışında kimseye kiralanamaz.
  2. Yeniden İnşa ve İmar Sebebiyle: Esaslı bir onarım vb. söz konusu ve bu aşamada evin kullanımı imkansızsa; kira sözleşmesi, ev sahibi tarafından, sözleşme süresinin sonundan itibaren bir ay içinde Sulh Hukuk Mahkemesinde açacağı bir dava ile sona erdirilebilecektir. Söz konusu tadilat, onarım vb. ilişkin projeler mahkemeye sunulacak ve inceleme sonucu oluşacak kanaate göre tahliye kararı verilecektir. Söz konusu inşa ve imarın bitiminden sonra kiracının öncelik hakkı vardır. Bu hak, bir nevi önalım hakkı gibidir. Bu hak, kiraya verenin yazılı olarak yapacağı bildirimden itibaren 6 ay içinde kullanılmalıdır.
  3. Yeni Malikin İhtiyacı Sebebiyle: Yeni malikin, kiralananı; kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu kişiler için temel barınma ihtiyacı sebebiyle kullanma zorunluluğu olabilir. Bu halde yeni malik, evi edinme tarihinden itibaren 1 ay içinde kiracıya bildirmek koşuluyla 6 ay içinde Sulh Hukuk Mahkemesinde açacağı bir dava ile sözleşmeyi sona erdirebilir.

Kira Sözleşmesinin Sona Ermesi Halleri Nelerdir?

B) Kiracıdan Kaynaklanan Haller:

  1. Yazılı Tahliye Taahhüdü Sebebiyle: Kiracı, kiralama işlemi gerçekleştikten sonra, evi ne zaman boşaltacağına dair ev sahibine yazılı bir taahhüt verebilir. Taahhüt edilen tarih gelmiş ve kiracı hala evi boşaltmamış olabilir. Bu durumda; kiraya veren, bu tarihten itibaren 1 ay içinde dava açmak veya tahliye işlemini icraya konu etmek suretiyle kira sözleşmesini sonlandırabilir. Burada şu hususa özellikle dikkat edilmelidir ki; verilen taahhüdün kesinlikle yazılı olması gerekmektedir.
  2. Kira Bedelinin Ödenmemesi Sebebiyle: Kiracı, ödeme tarihi gelmesine rağmen kirasını ödememiş olabilir. Bu durumda; kiraya veren icra takibi başlatabilir. Ödeme emrinin kiracıya tebliğinden itibaren 30 gün içerisinde borcun ödenmemesi halinde, kiraya veren icra mahkemesine başvurarak tahliye talep edebilecektir.
  3. İki Haklı İhtar Sebebiyle: Kiracı, bir kira yılı içerisinde, muaccel olan borçlarını ödememesi sebebiyle iki kez yazılı ihtar almış olabilir. Bu durumda; kiracı ihtarları takiben kira bedellerini ödemiş olsa dahi kiraya veren, söz konusu kira yılının bitiminden itibaren 1 ay içerisinde açacağı bir tahliye davası ile sözleşmeyi sona erdirebilir.
  4. Kiracının Kullanabileceği Başka Konutunun Bulunması Sebebiyle: Kiracı veya eşinin aynı ilçe veya belde sınırları içerisinde oturmaya elverişli bir konutları bulunabilir. Kiraya veren bu durumu sözleşme yapımı sırasında bilmiyorsa, bu durumu öğrendiği kira yılının bitimine müteakip 1 ay içerisinde, tahliye davası açarak kira sözleşmesini sona erdirebilecektir. Fakat kiracının bu evinin oturmaya elverişli olmaması veya hukuken geçerli mazeretleri bulunması halinde, kiraya veren bu yolla tahliyede bulunamayacaktır.
  5. Özenle Kullanma ve Komşulara Saygı Borcunun Yerine Getirilmemesi Sebebiyle: Kiracının, kiralananı amacına uygun kullanma ve zarar vermeme, özenle kullanma borcu vardır. Hatırlatmak isteriz ki; bu borca aykırılık halinde mala zarar verme suçu da gündeme gelebilecektir. Bunun yanında kiracının bir diğer borcu da komşulara saygılı olma, onları rahatsız etmeme yükümlülüğüdür. Bu yükümlülüklere aykırı davranan kiracıya karşı, kiraya veren yazılı bir ihtarda bulunabilir. Kiraya veren bu ihtarla birlikte, kiracıya bu aykırılığı gidermesi için 30 gün verdiğini ve aksi halde sözleşmeyi sona erdireceğini bildirir.

Kira Kontratı Bitmeden Evin Satılması Halinde Kiracının Hakları Nelerdir?

Kiraya veren kira sözleşmesi devam ederken evi satabilir. Ancak bu satış halinde kiracıların korkmasını gerektirecek bir durum yok. Çünkü kiracının statüsü ve kira ilişkisi korunacaktır. Yasa koyucu, malike kiralanan üzerinde tasarruf yetkisi verirken kiracıyı da bu durumda korumayı seçmiştir. Yani kira sözleşmesi yeni malikle aynen devam edecektir.

Peki yeni malik tamamen korunmasız mı, onun hakları yok mu? Elbette belirli durumlarda yeni malik de taşınmaz üzerinde kullanma yetkisine haizdir. Dolayısıyla  yukarıda bahsetmiş olduğumuz üzere; yeni malik ihtiyaç durumunda 1 ay içerisinde noter aracılığıyla ihtar çekerek 6 ay içinde evin boşaltılmasını isteyebilir. Bu 6 ay içerisinde ev boşaltılmamış olursa, yeni malik tahliye davası açma yoluna gidebilir.

Kiraya Verenin Ölümü Halinde Kira Sözleşmesi Sona Erer Mi?

Öncelikle bu soruya hayır yanıtını vererek kiracıların yüreğine soğuk bir su serpmek isteriz. Kiraya veren öldüğünde sözleşmenin taraflarından biri eksilmiş oluyor. Peki bu durumda ne olacak? Artık kiraya veren konumuna ölen malikin mirasçıları geçecektir. Tabi ki bu mirasçıların, mirastan feragat etmemiş veya mirasın reddini istememiş olmaları gerekmektedir. Sözleşme de bu taraflar arasında aynen geçerliliğini devam ettirecektir. Bu durumda herhangi bir yenilemeye ihtiyaç duyulmayacaktır.

Peki mirasçılar sözleşmeyi devam ettirmek istemezlerse ne olacak? Mirasçılar burada el birliğiyle mülkiyet hakkına sahiptirler. Malikin halefi oldukları için yeni malik sıfatına sahip olamazlar. Dolayısıyla yeni malikin sahip olduğu tahliye etme halinden yararlanamazlar. Ancak sözleşmenin asli tarafı olan malik hangi durumlarda tahliye hakkı elde ediyorsa, bunlar mirasçılar için de geçerli olacaktır. Mirasçılar söz konusu taşınmaz için ortaklığın giderilmesi davası açabilirler. Bu durumda, taşınmazın satılmasına müteakip olarak kiracının yeni malik ile kira ilişkisi aynen devam edecektir.

Kiracı bu yeni durumda, mirasçıların sözleşme tarafı olması halinde, kira bedelini kime ödeyecektir? Mirasçıların her biri kendi hisse oranı dahilinde bu bedel üzerinde hak sahibi olacaklardır. Dolayısıyla burada dikkatli hareket edilmesi gerekecektir. Kira bedelini herhangi birine öderim, gerisini onlar kendi aralarında halletsinler gibi bir düşünce; kiracı açısından zarara sebebiyet verebilecektir. Çünkü kiracı bu şekilde borcundan kurtulmuş olmayacaktır. Yapılması gereken Sulh Hukuk Mahkemesinde bir dava açmaktır. Bu dava ile ödemelerin mirasçılara ayrı ayrı yapılması kararlaştırılabileceği gibi aralarından bir temsilci atanarak ona yapılması da kararlaştırılabilecektir. Kira bedelinin ödeneceği kişi belirlenemiyor veya alacaklı bunu almaya yanaşmıyorsa, mahkemeden tevdi mahalli tayini istenmelidir. Bu halde kiracı, kira bedelini mahkemenin belirteceği yere yatıracaktır. Kiracı böylelikle temerrüde düşmekten de kurtulacaktır.

Bedelsiz Kiralama Sözleşmesi Olur Mu?

Ücret unsuru, kiralama sözleşmesinin esaslı unsurlarındandır. Bu unsurun bulunmaması halinde sözleşme, kira kontratı olma vasfını yitirecektir. Fakat bu kuralın istisnası mevcuttur. Belli şartların bulunması halinde bedelsiz kira sözleşmesi örneği düzenlenebilecektir.

Bedelsiz kiralama sözleşmesinin şartları, Gelir Vergisi Kanunu’nda düzenlenmiştir. İlgili düzenlemeye göre; söz konusu kiralama şekli yalnızca çocuk, torun, anne, baba, nine, dede ve kardeşlere karşı işletilebilecektir. Kanun, bu kişileri sınırlı bir şekilde saymıştır. Dolayısıyla bu kişiler dışında kimseye karşı bu hüküm işletilemeyecektir. Kanunun öngördüğü diğer bir sınır ise; bu kiralamanın tek taşınmaz üzerinden, tek kişiye karşı yapılabileceği hususudur. Yani kiralama sayılan kişilerden birine ve sadece bir taşınmazla sınırlı olarak yapılabilecektir. Diğer taşınmazlar ve diğer kiracılar açısından ücret belirleme zorunluluğu devam edecektir.

Alt Kira Sözleşmesi Nedir?

Alt kira sözleşmesi ile 3 taraflı bir ilişki ortaya çıkmaktadır. Taraflar; asıl kiraya veren, kiracı(alt kiraya veren) ve alt kiracıdır. Burada; asıl kiraya veren ile kiracı arasında mevcut olan kira ilişkisi üzerine, kiracı ile alt kiracı arasında yeni bir kira ilişkisi kurulmaktadır. Bu yeni kurulan kira ilişkisi için ortaya konan sözleşmeye, alt kira sözleşmesi denmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, asıl kiraya veren ile alt kiracı arasında herhangi bir hukuki ilişkinin kurulmamasıdır.

Asıl sözleşmede alt kira yasağına ilişkin bir madde konulmuşsa, alt kira sözleşmesi yapılması mümkün olmayacaktır. Asıl sözleşmede böyle bir madde bulunmaması halinde; kiralanan, kiracı tarafından bir başkasına, kısmen veya tamamen kiralanabilecektir. Fakat kanun maddesinde, buna ilişkin olarak,  bir sınır öngörülmüştür. Buna göre; konut ve çatılı işyeri kiralarında, alt kira ilişkisi kurulabilmesi için, asıl kiraya verenin yazılı rızası bulunmak zorundadır.

Alt kiracının, kiralananı özgülenen amaç dışında kullanması veya bir zarar vermesi durumunda asıl kiraya verene karşı sorumluluk alt kiraya verende yani asıl kiracıda olacaktır. Alt kira sözleşmesinin süresi, asıl sözleşme süresi ile bağlantılı olacaktır. Dolayısıyla alt kira sözleşmesi için belirlenebilecek süre, en fazla asıl kira sözleşmesinin süresi kadar olabilir. Asıl kira ilişkisinin son bulmasıyla birlikte alt kira ilişkisi de sona erecektir.

6 Aylık Kira Sözleşmesi Yapılabilir Mi?

Kira sözleşmeleri belirsiz bir süre için yapılabileceği gibi belirli bir süre için de yapılabilmektedir. Peki sözleşmemizi belirli bir süre ile sınırlandırmak istersek, bu sürenin asgari ve azami miktarları ne kadardır? Türk Borçlar Kanunu, bu konuda ne alt seviyede ne de üst seviyede herhangi bir sınır çizmemiştir. Dolayısıyla burada sözleşme serbestisi ilkesi hakimdir. Yani taraflar sözleşme geçerliliği için konulacak süreyi diledikleri miktarda kararlaştırabilirler. Örneğin 6 aylık kira sözleşmesi yapılabileceği gibi 5+5 yıllık kira sözleşmesi de tarafların anlaşması halinde yapılabilecektir.

KİRA SÖZLEŞMESİ ÖRNEĞİ

Bu başlık altında kira sözleşmesi örneğini sizlere sunacağız. Bu boş kira kontratı örneklerini ayrı ayrı Pdf formatında ve Word formatında indirebilirsiniz. İndirdikten sonra üzerinde dilediğiniz gibi değişiklik yaparak kira ilişkilerinizde kullanabilirsiniz.

TAŞINMAZ KİRA SÖZLEŞMESİ

Madde 1- Taraflar, Kiralanan Yer ve Tapu Kaydı ile Sair Esaslı Unsurlar

İşbu taşınmaz kira sözleşmesi aşağıda belirtilen Kiralayan ile Kiracı arasında ve yine aşağıda belirlenen hüküm ve şartlar çerçevesinde akdedilmiştir.

 

Kiralayan                              : ……………………………

Kiracı                                     : ……………………………

Kiralanan Yerin(Mecurun)

Adresi                                    : ……………………………                                                   

Kira Başlangıç Tarihi          : 01.01.2022

Kira Bitiş Tarihi                    : 01.01.2023

Aylık Kira Bedeli ( Net )     : 3000 TL

Kira Artış Oranı                    : Bir yıllık kira döneminin sonunda her yıl TÜFE oranında artırılacaktır.

Ödeme Periyodu                   : Her ayın 10. gününde peşin

Feshi İhbar Süresi                : 15 gün önceden haber verilmek sureti ile

Kiralananın Kiracıya Teslim

Edildiği Andaki Durumu   : Boyalı ve kullanıma hazır temiz daire

 

KİRA SÖZLEŞMESİ ÖZEL ŞARTLARI

Madde 2- KONU

… Mah. … Cad. No:.. D:.. /İstanbul adresindeki dairenin kiralanması, teslimi, kira miktar ve ödemeleri, kullanımı, tahliyesi ile tarafların karşılıklı olarak yükümlülüklerinin belirlenmesidir.

Madde 3- MECURDA YAPILACAK İŞ

Kiracı, kiralamış olduğu taşınmazı işyeri olarak kullanacaktır. Kiracı mevcut işinden başka herhangi bir işle iştigal etmek isterse, kiralayanın yazılı onayını alacaktır. Kiralayanın izin vermemesi halinde, kiracı hakkın kötüye kullanıldığı iddiasında bulunamaz, zarar ziyan talep edemez. Aksi durum sözleşmeye aykırılık teşkil edeceğinden tek taraflı fesih sebebidir.

Madde 4- MECURUN DURUMU

4.1. Kiralanan, kiracı tarafından gerekli incelemeler yapıldıktan sonra teslim alınmıştır. Kiracı, kira sözleşmesine konu taşınmazın tam eksiksiz ve her türlü ayıptan ari vaziyette olduğunu ve yapacağı işe uygun durumda olduğunu kabul etmektedir.

4.2. Kiracı kiralananda her türlü tadilat, değişiklik ve dekorasyonu kiralayanın yazılı onayı olmaksızın yapamaz. Kiracının imar mevzuatına aykırı tadilatlarından dolayı ilgili resmi makamlar tarafından kiralayan adına düzenlenecek harç, ceza, imar para cezası vb. her türlü cezalar kiracı tarafından ödenecektir. Kiracı, yaptığı tamirat ve tadilatın bedelini hiçbir zaman ve surette mal sahibinden talep edemez, tahliye zamanı alıp götüremez, sökemez.

4.3. Kiracı, kiralananı kendi malı gibi kullanmaya, evsaf ve meziyetlerini şöhret ve itibarını kaybetmesine meydan vermemeye ve bina içinde meskun diğer kiracı/maliklere karşı özenli davranmaya mecburdur.

4.4. Kira sözleşmesinin sona erdirilmesi halinde kiralanan üzerinde yapılmış olan her türlü tadilat ve değişiklik kiralayan tarafından talep edilmesi halinde kiracı tarafından eski haline getirilecek ve kiralanan ilk teslim edildiği şekli ile kiralayana teslim edilecektir. Kiracı bu yükümlülüğüne aykırı hareket etmesi halinde kiralayanın kiralananı eski haline getirmek için yaptığı masrafların beş katı tutarında cezai şart bedeli ödemeyi kabul eder.

Madde 5- KİRA BAŞLANGICI, MÜDDETİ, DEPOZİTO BEDELİ

Kira başlangıcı 01.01.2022 olup, kira müddeti 1 ( bir ) yıldır. Taraflar 15 gün önceden sözleşmenin fesih edileceğine dair herhangi bir bildirimde bulunmaz ise sözleşme aynı şartlarla bir yıl daha uzamış sayılacaktır.

Madde 6- KİRA MİKTARI VE ÖDEME ŞEKLİ

6.1. Kira miktarı aylık net 3000 TL’dir. Kira bedeli net bedel olup, işbu sözleşme sebebiyle herhangi bir yasal mevzuat veya düzenlemeden doğabilecek stopaj, fon, damga vergisi ve diğer tüm vergi, harç ve resimler kiracı tarafından ödenir.

6.2. Kiracı kanuni süresinde vergi, harç vb. mükellefiyetlerini yerine getirmediği takdire kiralayan adına tahakkuk edecek olan ceza, faiz ve gecikme zamlarından sorumlu olacağını kabul eder.

Madde 7- KİRA HARİCİ GİDER VE ÖDEMELER

7.1. Kiracı bina aidatı, elektrik, su, doğalgaz, çevre temizlik vergisi gibi kullanımdan kaynaklanan sair giderleri ödemeyi kabul ve taahhüt eder. Kiracı elektrik, su, doğalgaz, telefon aboneliklerini derhal devralmakla yükümlüdür. Sözleşme başlangıç tarihi itibariyle tahakkuk edecek, elektrik, su, doğalgaz, telefon, aidat vs. tüm giderlerden kiracı sorumlu olacaktır.

7.2. Kiracı, kiralanan yerin kira süresince kullanımı ve kira süresinin bitiminde boşaltılması sırasında üçüncü şahıslara vereceği zararlar da dahil olmak üzere her türlü zarar ve ziyandan münhasıran sorumludur. Tahliye anında doğmuş ve/veya doğacak herhangi bir zarar ve ziyan kiracının onay ya da izni aranmaksızın kiraya veren tarafından karşılanarak depozitodan mahsup edilebilir. Ancak verilen depozitonun zarar, ziyanı karşılamaması durumunda, kiracı depozitoyu aşan zarar ve ziyanı ayrıca tazmin etmeyi peşinen kabul, beyan ve taahhüt eder.

7.3. Kiracı taşınmazın bulunduğu mahallin yönetim planına, güvenlik tedbirlerine, işletme projesine istisnasız uyacak ve bu hususlardan doğacak yükümlülüklerini yerine getirecek ve kiralayanı kiralananla ilgili gelişmelerden zamanında haberdar edecektir. Aksi halde gelecek zararlardan kendisi sorumlu olacaktır. Kiracı kiralanan bağımsız bölümün bulunduğu yapıdaki ortak alanlara kiralayanın yazılı onayı olmaksızın müdahalede bulunamaz, kullanamaz.

Madde 8- DEVİR, TEMLİK VE ALT KİRA

Kiracı, kiralananı kısmen veya tamamen başka gerçek ve/veya tüzel kişilere devredemez, terk edemez, kullandıramaz, alt kira yolu ile kiraya veremez.

Madde 9- SÖZLEŞMENİN FESHİ

9.1. Kiracı sözleşmeyi 3 ay önceden noter marifeti ile fesih ihbarının yapılması şartı ile kiralananı tahliye edebilir. Kiracı, sözleşme süresi bitmeden kiralananı tahliye etmesi halinde, sözleşme süresi sonuna kadarki kira bedellerini hiçbir ihtara gerek kalmadan ödeyecektir.

9.2. Kiracının iflasının istenmesi, konkordato talebinde bulunması, tasfiyesine başlanılması, süresinin bitmesi, aleyhinde aciz vesikası alınması, Maliye Bakanlığı ve ilgili birimlerince aleyhinde tedbir kararı verilmesi ve işyerinin mühürlenmesi halleri fesih ve tahliye sebebidir.

9.3. Kiracı Borçlar Kanunu’nun öngördüğü herhangi bir tahliye sebebi gerçekleştiği halde kiralananı tahliye etmez ise hakkında yasal yollara başvurarak tahliyesi sağlanır. Kiracı tahliye hakkının doğduğu tarihten itibaren geçen her gün için aylık kira bedelinin % 10’u oranında cezai şart ödemeyi ayrıca kabul ve taahhüt eder.

Madde 10- TEBLİGAT ADRESİ                         

Tarafların sözleşmenin ilk sayfasında bildirdikleri adreslerine (adres değişikliğini diğer tarafı yazılı olarak belirtmediği sürece) yapılacak tebligatlar ile mernis ve ticaret sicil adreslerine yapılacak tebligatlar muteber kabul edilecektir. Ayrıca gerek kiralayan gerekse kiracının bu adresine gönderilecek ve her ne sebeple olur ise olsun yapılmayan tebligatlar da yapılmış kabul edilecek yasal sonuçlarını doğuracaktır.

Madde 11- SÖZLEŞMENİN BÜTÜNLÜĞÜ

11.1.    Bu sözleşme, bu hüküm de dahil olmak üzere taraflarca mutabakata varılıp imza edilmediği sürece tadil edilemez.

11.2.    İşbu sözleşmenin herhangi bir hükmünün taraflara sağlanmış olduğu haklardan ilgili taraf açıkça ve de yazılı olarak vazgeçmediği sürece o hakkı kullanmaktan vazgeçtiği anlamına gelmez.

11.3.    İşbu sözleşmenin herhangi bir kısmının kanuna aykırı veya geçersiz sayılması halinde, söz konusu aykırılık veya geçersizlik sözleşmenin diğer hükümlerini etkilemez ve bu hükümler geçerliliği devam eder ve taraflar üzerinde aynı şekilde bağlayıcı olur.

Madde 12- MÜCBİR SEBEP

Deprem veya ülkenin dahil olduğu savaşın mücbir sebep kabul edilebilmesi ancak Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından bu hususun mücbir sebep olarak ilan edilmesi halinde mümkündür. Bahsi geçen hususlar dışındaki hiçbir hal, mücbir sebep ve beklenmeyen durum olarak kabul edilmeyecektir. Taşınmazda meydana gelebilecek yangın, su basması, tahribat vb. hallerden doğan zarar ve ziyan kiracı tarafından tazmin edilecektir.

Madde 13- DELİL SÖZLEŞMESİ

İşbu sözleşmenin imzalanmasından sonra taraflar arasında haberleşmede kullanılan her türlü  e-posta, faks ve sair her türlü bildirimler, rapor, telefaks, mesajları ve banka kayıt ve belgeleri, taraflarca düzenlenen belgeler Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ilgili maddesi uyarınca taraflar arasında münhasır ve kesin delil teşkil eder.

Madde 14-YETKİLİ MAHKEME

İşbu sözleşmenin uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümü için İstanbul Anadolu Adliyesi Mahkeme ve İcra daireleri yetkilidir. Taraflar işbu sözleşmedeki yükümlülükleri zamanında yerine getirmeyi taahhüt eder. Bu kira sözleşmesinde belirtilmemiş hususlar hakkında kat mülkiyeti kanunları, borçlar kanunu ve gayri menkul kiralaması hususundaki ilgili kanun hükümleri uygulanır.

MADDE 15- YÜRÜRLÜK

2 nüsha 15 madde ve 5 sayfadan ibaret işbu kira sözleşmesi  … tarihinde tarafların karşılıklı anlaşması ile imza altına alınmıştır.

 

KİRALAYAN                   KİRACI

 

Kira sözleşmesini Word formatında indirmek için tıklayın: Kira Sözleşmesi Örneği Word

Kira Sözleşmesi Pdf formatında indirmek için tıklayın: Kira Sözleşmesi Örneği PDF

Bu yazımızda kira sözleşmesine dair merak edilen soruları mercek altına almaya çalıştık. Makalemizde yanıtını bulamadığınız her türlü soruyu aşağıdaki formu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

İNTİFA HAKKI NEDİR?

İntifa Nedir

İntifa Nedir

İntifa hakkı gündelik hayatta sıkça duyduğumuz bir kavramdır. Peki bu kavramın içeriğini ve özelliklerini ne kadar biliyoruz? İntifa hakkı, bir irtifak hakkı çeşididir. Belirli bir kişi yararına kurulan ve bu kişiye yabancı bir malvarlığı değeri üzerinde tam yararlanma olanağı sağlayan ayni bir haktır. Bu hak devredilebilir mi, tapuda ne anlam ifade eder, özellikleri nelerdir? Bu konuda ve bağlantılı bir çok konuda merak edilenleri elimizden geldiğince yanıtlamaya çalışacağız. İntifa hakkına ilişkin bir uyuşmazlığınız söz konusuysa, uzman bir gayrimenkul avukatından destek almanızı tavsiye ederiz. Bunun yanında, makalemizde yanıtını bulamadığınız sorularınızı, sayfanın en altındaki formu doldurarak bize iletebilirsiniz.

İntifa Ne Demek?

İntifa hakkını incelemeye geçmeden önce, intifa kelimesinin ne anlama geldiğine bakalım. Bu kelime, Arapça kökenli bir kelime olmakla birlikte; Türkçe ‘de yararlanma, faydalanma anlamına gelmektedir.

İntifa ve İrtifak Hakkı Nedir?

İntifa hakkının, irtifak hakkının bir çeşidi olduğundan bahsettik. Peki irtifak hakkı nedir? İrtifak hakkını kısaca tanımlayacak olursak; hak sahibine, eşya üzerinde yararlanma veya doğrudan kullanma imkanı veren çeşitli hakların geneline verilen isimdir diyebiliriz. İrtifak hakları, eşyanın malikine bazı yükümlülükler yüklemektedir. Malik, eşya üzerindeki bazı haklarının sınırlanmasına katlanmalıdır. Bunun dışında, malik, sınırlanan haklarını ayni hak sahibinin kullanmasına da katlanmak durumundadır.

Ayni hak sahibinin, eşyadan yararlanması aktif bir şekilde olacaksa; olumlu irtifak hakkının varlığından bahsederiz. Bunun yanında, malikin yetkilerinin kullanımı noktasında sınırlamaya gidiliyorsa; o zaman olumsuz irtifak hakkının varlığından bahsederiz. İrtifak hakları, kapsamı açsından, ayni irtifak hakkı ve şahsi irtifak hakkı olarak ikiye ayrılmaktadır. Tek bir ana taşınmaz ve diğer tarafta gerçek veya tüzel bir kişinin bu taşınmaz üstünde hak sahibi olması söz konusuysa; şahsi irtifak hakkından bahsederiz. Ortada iki taşınmaz var ve bu taşınmazlardan biri lehine irtifak hakkı tesis edilecekse; ayni irtifak hakkından bahsederiz.

İrtifak hakları çeşitlerine bakacak olursak; intifa hakkı, oturma hakkı, üst hakkı, kaynak hakkı ve diğer irtifak haklarının varlığından söz edebiliriz. Diğer irtifak hakları ise; geçit hakkı, manzara kapamama vb. haklardır. Biz bu yazımızda, makalemizin konusu olan intifa hakkı üzerinde yoğunlaşacağız.

İntifa Hakkı Nedir Hukukta?

İntifa hakkı kurulan taşınmaz üzerinde iki esas nokta vardır. Bunlar; kuru mülkiyet ve intifa(yararlanma) hakkıdır. İntifa hakkı; menkuller, gayrimenkuller, haklar ve belirli bir malvarlığı üzerinde tesis edilebilir. Aksine bir düzenleme bulunmadığı takdirde, hak sahibine tam yararlanma yetkisi verir. İntifa hakkı taşınmaz üzerinde kurulacaksa, bu işlemin tapuda tescil ile gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

İntifa hakkı sahibi; hakkın konusu olan malı zilyetliğinde bulundurma, yönetme, kullanma ve ondan yararlanma gibi yetkilere sahiptir. Hak sahibinin sorumluluğu ise iki ana hususta toplanmıştır. Bunlardan birincisi; intifa hakkı sahibinin, bu yetkilerini kullanırken iyi bir yönetici gibi özen gösterme zorunluluğudur. İkincisi ise; intifa hakkı sona erince hak sahibinin, hakkın konusu olan malı malikine geri vermekle yükümlü olması meselesidir.

Kuru Mülkiyet Nedir?

İntifa hakkının kurulması ile birlikte; malikin yararlanma yetkisinin, intifa hakkı sahibi lehine sınırlanmış olacağından bahsetmiştik. Bu hak, hakkın konusu olan şeyin tüm ekonomik yararlarını da kapsamaktadır. Bu sebeple; malike yalnızca kuru(çıplak) mülkiyet kalmaktadır. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, malike yalnızca hakkın konusu olan şeyin öz değeri kalmaktadır. Malikin hak konusu şey üzerinde yararlanma hakkı olmayacak, salt tasarrufta bulunma hakkı olacaktır. Bu sebeple; intifa hakkı kurulan şey üzerinde, malike kalan sınırlı mülkiyet hakkına, kuru mülkiyet denmektedir.

İntifa Hakkı Sahibi Kimdir?

Hak sahibinin kim olduğu sorunu, hakkın kazanım şekline göre farklılık arz edecektir. Bu sebeple bu başlık altında, hak kazanım şekillerine değinerek hak sahibinin kim olacağı sorusuna yanıt vermeye çalışacağız. Hak kazanımı; tesissen(olağan) kazanma şeklinde olabileceği gibi aslen kazanma şeklinde de olabilecektir:

1) Hakkın Tesissen Kazanılması

Hakkın tesissen kazanılması, intifa hakkının hukuki bir işlemle kazanılması anlamına gelmektedir. İntifa hakkının kurulması, hakkın konusu şeye göre değişiklik arz edecektir. Bu konuda, borçlandırıcı işlem ve tasarruf işlemi olmak üzere iki aşama olacaktır. Borç doğuran işlem genellikle sözleşme yolu ile kurulmaktadır. Bu sözleşme ivazlı olabileceği gibi ivazsız da olabilmektedir. Tasarruf işlemi ise; bu sözleşmenin konusunu oluşturan şeylerin cinsine göre devir veya tescil vb. işlemlerin uygulanması ile kurulacaktır.

Burada intifa hakkı sahibi; lehine tasarruf işlemi tesis edilen kişi olacaktır. Şunu da belirtmek gerekir ki; malik, irade beyanıyla birlikte kendi lehine de intifa hakkı kurabilmektedir. Bunun amacı ise kendi lehine yararlanma, kullanma hakkı tanınmasıyla birlikte; kuru mülkiyetin mirasçılara devredilmesidir.

2) Hakkın Aslen Kazanılması

Bir diğer kazanım şeklinin ise aslen kazanma olduğunu söylemiştik. Burada, bir kanun hükmünden kaynaklanan hallerin zuhur etmesi ile intifa hakkının kazanılması söz konusu olacaktır.

a) Kanuni İntifa Hakkı

Kanuni intifa hakkında tarafların iradesi önem arz etmeyecektir. Doğrudan doğruya, bir kanun hükmünden kaynaklanan intifa hakkı söz konusu olacaktır. İntifa hakkının, kanundan kaynaklı  doğumunu sağlayan halleri şu şekilde sıralayabiliriz: 1) Eşya yerine kaim olan tazminat, sigorta ve kamulaştırma bedeli üzerinden intifa hakkının devam etmesi. (TMK m. 798/2) Hasara uğramış şeyin tamir edilmesi durumunda intifa hakkının yeniden doğması. (TMK m. 798/3) Ödenmiş alacak üzerinde intifa hakkının devam etmesi. (TMK m. 821) 4) Eşlerden birinin ölümü halinde, sağ kalan eşe belirli şartlar altında belirli mallar üzerinde intifa hakkı kurulmasını isteyebilme hakkı. (TMK m. 240, 652) Burada kanundan lehine hak doğan kişiler, intifa hakkı sahibi olacaklardır.

b) Zamanaşımı ile Kazanım

Hakkın aslen kazanılması, zamanaşımı ile de gerçekleşebilecektir. TMK m. 795, 2. fıkrasında intifa hakkının kazanılması ve tescili konusunda, aksine düzenleme olmadığı sürece, mülkiyete ilişkin hükümlerin uygulanacağı söylenmiştir. Bu sebeple; taşınırlarda TMK m. 777, taşınmazlarda TMK m. 712, 713 maddeleri; intifa hakkının zamanaşımı ile kazanılması noktasında gündeme gelecektir. Anılan maddeler gereğince; taşınırlarda, 5 yıl boyunca, iyi niyetle, çekişmesiz ve aralıksız olarak zilyet olan kişi artık zamanaşımı yoluyla intifa hakkı sahibi sıfatını kazanmış olacaktır.

Taşınmazlarda hakkın kazanılması ise olağan ve olağanüstü zamanaşımı ile mümkün olabilmektedir. Olağan zamanaşımı süresi m. 712’de düzenlenmiştir. Buna göre, tapuda yolsuz olarak tescil edilen intifa hakkının, intifa hakkı sahibi tarafından söz konusu taşınmazı çekişmesiz, aralıksız, iyi niyetle ve 10 yıl boyunca zilyetliğinde bulundurması gereklidir. Olağanüstü zamanaşımı ise m. 713 ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre, taşınmazın tapuda kayıtlı olmadığı, tapu kaydının maliki göstermediği ya da taşınmazın tapuda maliki görünen kişinin ölmüş ya da gaipliğine karar verilmiş olması hallerinden birinin var olması aranır. Bu hallerden biri var ise; çekişmesiz, aralıksız ve 20 yıl boyunca zilyet olunması ile olağanüstü zamanaşımı ile taşınmaz üzerinde intifa hakkı sahibi olunacaktır.

Tapuda İntifa Hakkı Kurulması Nasıl Olur?

Taşınmazlar üzerinde kurulan intifa hakkının bir ayni hak olarak varlık kazanabilmesi için, bu hususun ilgili tapu müdürlüğünce, tapu kütüğüne tescil edilmesi gerekir. Bu işlemi görevli memurların yapması gerekmektedir. Aksi takdirde resmi belgede sahtecilik suçu gündeme gelebilecektir.

Bunun dışında; bazı hallerde hak, tescilden önce doğup kısmen öne sürülebilecektir. Bu haller; miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri vb. kanunda düzenlenmiş olan hallerdir. Bu gibi durumlarda; TMK m. 795/3. fıkrası bizlere, tapuda tescil yapılmamış olsa dahi, bu hakkın durumu bilenlere karşı öne sürülebileceğini söylemektedir. Hakkın herkese karşı öne sürülebilmesi ise yine de tapuda tescil işlemi ile mümkün olabilecektir. Herhangi bir taşınmaz üzerinde kurulan intifa hakkı, işlem konusu taşınmazın eklentileri ve bütünleyici parçalarını da kapsayacaktır.

İntifa Hakkı Sahibinin Hakları Nelerdir?

Bu hakları maddeler halinde sıralamak isteriz:

  1. Hak sahibi de malik gibi defter tutulmasını isteyebilecektir. (TMK m. 811) Söz konusu defterin tutulması, geri verme sırasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların önüne geçecektir.
  2. Hak sahibi, tasarruf yetkisi dışında, yararlanma konusunda geniş bir yetkiye sahiptir. Hak sahibi, söz konusu mal üzerinde; zilyetliğinde bulundurma, yönetme, kullanma ve yararlanma yetkilerine haizdir. (TMK m. 803) Bu hak aynı zamanda bir özen yükümlülüğü getirmektedir. Hak sahibinin eşya üzerinde; kısmen veya tamamen yıkma, tahrip etme, yok etme, bozma, kullanılmaz hale getirme gibi eylemlerde bulunması halinde ayrıca mala zarar verme suçu gündeme gelecektir.
  3. Hak sahibi, söz konusu eşya üzerinde tabiî ve medenî semerelerini elde etme yetkisine haizdir.  (TMK m. 685)
  4. Asıl şeyin bütünleyici parçaları, asıllarından ayrıldıkları anda intifa hakkı sahibinin mülkiyetine geçerler. İntifa süresi içerisinde olgunlaşan doğal ürünler hak sahibine aittir, bu konuda aslından ayrılması için talep hakkı tanınmıştır. (TMK m. 804) Hak sahibi bunu; malike, iflas masasına, haciz koymuş olan malikin alacaklıları da dahil herkese karşı kullanabilir.

İntifa Hakkı Devredilebilir Mi?

Kural olarak, bu hak devredilemez ve mirasçılara geçmez. Dolayısıyla miras paylaşımına konu edilemez. Fakat bu hakkın bizzat kullanılması da zorunlu tutulmamıştır. TMK m. 806 gereğince hak devredilemezken, hakkın kullanımı devredilebilmektedir. Bu madde kapsamı dışında kalan ayrık haller mevcuttur. Hakkın kişiye sıkı sıkıya bağlı olduğu durumlarda, kullanımının da devredilebilmesi mümkün olmayacaktır. Hangi hallerin bu kapsama gireceği konusu ise tamamen takdiridir. Taraflara ve kurulan ilişkiye göre niteliği de farklılık arz edecektir. Uygulamada genellikle; bu hakkın vasiyet veya kanuni yolla elde edilmesi durumunda şahsa sıkı sıkıya bağlılıktan söz edilmektedir.

Söz konusu kullanım hakkı devri ivazlı olabileceği gibi ivazsız da olabilmektedir. Satım, hasılat veya kira sözleşmesi ile ivazlı olarak devredilebilecektir. Ariyet(ödünç) veya bağış sözleşmesi ile de ivazsız olarak devredilebilecektir. Devir işlemi, belirli bir süre için öngörülebileceği gibi intifa hakkı süresi boyunca olarak da kararlaştırılabilir. Kullanımı devir yetkisi, intifa hakkı sahibinin sahip olduğu eşyayı yönetme yetkisinin bir alt yetkisi olarak ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır.

İntifa hakkı kullanımını devir sözleşmesinin geçerliliği herhangi bir şekle tabi değildir. Dolayısıyla tapu kütüğüne tescili gerekli değildir. Bu kullanım devri, hak sahibi ile lehine devir gerçekleştirilen üçüncü kişi arasında sonuç doğuracaktır. Bu konuda malike bir hak veya yükümlülük getirmemektedir.

İntifa Hakkı Satışa Engel Mi?

Bu konuyu, uygulamada en çok rast geldiğimiz üzere, taşınmazlar açısından ele alacağız. Üzerinde intifa hakkı bulunan bir taşınmazın satışı pek ala mümkündür. Fakat bu noktada önem arz eden hususlar vardır. Örneğin satış neticesinde malik değişecektir ama intifa hakkı sahibi izin vermediği sürece yeni malik o gayrimenkulden yararlanamayacak, onu kullanamayacaktır. Bu durum yeni malik için aleyhine hukuksuz bir şekilde gerçekleşmiş halde dursa da bunun da hukuk düzleminde bir gerekçesi vardır. Zira taşınmazın yeni maliki, taşınmazı satın almadan önce, söz konusu taşınmaz üzerinde intifa hakkı tesis edilmiş olduğunu tapu sicilinden görebilmektedir. Bu şekilde taşınmazı satın alan yeni malik, taşınmazın bu durumunu biliyor ve o şekilde kabul ediyor konumundadır.

Bunun yanında, intifa hakkının tapuda tescil edilmediği durumlar da söz konusu olabilecektir. Bu halde, taşınmazı satın alan yeni malik, taşınmaz üzerindeki intifa hakkını tanımayabilecektir. Bu gibi durumlarda da intifa hakkı sahibinin, uğradığı zararı gidermek adına, eski malike karşı açabileceği her türlü dava hakkı saklıdır.

İntifadan Men Koşulu Nedir?

İntifadan men koşulu, haksız işgal tazminatı davasının şartlarından biridir. Dava açılmadan önce, durumun bir ihbarname ile davalıya bildirilmesi gerekmektedir. Haksız işgalin varlığının bu şekilde bildirilmesi, intifadan men olarak adlandırılmaktadır. Bir diğer deyişle, o taşınmazdan yararlanma isteğinin, taşınmazdan fiili olarak yararlanana iletilmesi durumudur. Bu konuda detaylı bilgi için Ecrimisil Nedir? isimli yazımızı inceleyebilirsiniz.

İntifa Hakkı Ne Zaman Sona Erer?

Bu hakkın sona ermesi 6 halde gerçekleşebilecektir:

1) Hakkın Konusunun Yok Olması: Hakkın konusu olan eşyanın ortadan kalkması, yok olması ile hak da sona erecektir. Eşyanın ne şekilde ortadan kalkmış olduğu önem arz etmemektedir. Eşyanın sadece bir kısmı yok olmuş ise; kalan kısım açısından hak devam edecektir. Hak konusu eşya bir taşınmaz ise; tapuda terkin işlemi olmaksızın hak sona erecektir. Tapuda yapılacak olan terkin işlemi açıklayıcı mahiyette olacaktır.

2) Sürenin Dolması, Ölüm veya Kişiliğin Sona Ermesi: Hakkın muhafazası için belirli bir süre öngörülmüş olabilir. Bu sürenin bitimiyle hak da ortadan kalkacaktır. Süre belirlenmemişse; gerçek kişilerde en fazla hayat boyu, gerçek kişilerde en fazla 100 yıl sürer.

3) Mahkeme Kararı: İntifa hakkını terkini gerektiren bir durum olmasına rağmen, yükümlü bunu yerine getirmeyebilir. İşte böyle bir durumda malik yargı yoluna başvurarak hakkın kaldırılmasını isteyebilir. Mahkemenin bu yönde vereceği karar ile hak sona erer.

4) Vazgeçme ve Terkin: Hak sahibi, tek taraflı iradesiyle, bu hakkı istediği zaman sona erdirebilir. Taşınırlarda; eşyanın malike vazgeçme iradesiyle teslimi anında son bulur. Taşınmazlarda ise; ilgili tapu müdürlüğüne terkin talebinde bulunulup akabinde bunun tescil edilmesi ile son bulur.

5) Kamulaştırma: Kamulaştırma le birlikte hak sona erer. Bununla birlikte, malike ödenen kamulaştırma bedeli üzerinde intifa hakkı devam eder. Kamulaştırma işleminden vazgeçilmesi halinde, taşınmaz malike geri dönerse, intifa hakkı da o taşınmaz üzerinde yeniden kurulmuş olur.

6) Cebri İcra: İntifa hakkı kayıtlı bir eşya üzerinde, bu haktan daha önce gelen bir rehin hakkı mevcutsa ve eşyanın icra yoluyla satılıp paraya çevrilmesi söz konusuysa; sınırlı aynî haklardaki sıra düzeni gereği hakkın terkini istenebilir.

Tapuda İntifa Hakkı Nasıl Kaldırılır?

Hakkın sona erme sebeplerine değindik. Peki hakkın konusu bir taşınmazsa ne olacak? Bu durumda hakkın tapuda terkini gereklidir. Terkin işlemi, taşınmazın dahil olduğu sorumluluk alanındaki tapu müdürlüğünde gerçekleştirilecektir. Hakkın terkini ivazlı olabileceği gibi ivazsız da olabilmektedir. Eğer hak bir bedel karşılığında terkediliyorsa; ödenecek bedelin binde 20’si tapu harcı olarak yatırılmalıdır. Eğer hak ivazsız bir şekilde terkediliyorsa; taşınmazın emlak beyan değeri üzerinden binde 68,31 oranında tapu harcı malik tarafından yatırılmalıdır. Bunun dışında, ölüm sebebiyle, hak sahibinin bu hakkından, kanuni mirasçılar lehine bedelsiz olarak feragat etmesi durumundaysa ödenecek ayrıca bir tapu harcı miktarı yoktur. Bu durumda, her yıl güncellenmekte olan cüzi miktardaki tapu başvuru harcının vergi dairesine yatırılması yeterli olacaktır.

Terkin işlemi için öncelikle ilgili tapu müdürlüğüne başvuruda bulunmalısınız. Başvurular Web Tapu sistemi üzerinden yapılmaktadır. Başvuru sırasında istenen belgelerin sisteme yüklenmesi gerekmektedir. Akabinde size randevu tarihi verilecek ve yatırmanız gereken harç miktarı belirtilecektir. Sonrasındaysa, harçları yatırarak randevu zamanında imza için ilgili tapu müdürlüğünde hazır bulunmalısınız. İmza işlemine müteakip yapılan işlemin tapu kütüğüne işlenmesi ile birlikte hakkın terkini tescillenmiş olacaktır.

Sükna Hakkı Nedir?

Bir diğer adı oturma hakkıdır. Mahiyeti itibariyle intifa hakkıyla karıştırılabilen bir irtifak hakkıdır. Sadece taşınmazlar üzerinde kurulabilmektedir. Taşınmazın niteliği de konut şeklinde olmalıdır. Hakkın tesisi için oturmaya elverişli olması önemlidir. Bu sebeple, örneğin bir tarla üzerinde sükna hakkı tesis edilememektedir. Bunun yanında iş yerleri de oturma hakkının tesisi için elverişli yerler değildir.

Bu hak, devredilme niteliğine haiz olmadığı için, azami olarak hak sahibinin ömrü ile sınırlıdır. Ayrıca bu hakkın tesisi, kira sözleşmesi ilişkisine de benzetilmektedir. Aralarındaki en önemli fark ise; oturma hakkının bir ayni hak olması sebebiyle, başka bir işleme gerek kalmaksızın 3. kişilere karşı da öne sürülebilmesidir.

İntifa Hakkı ile Oturma Hakkı Arasındaki Farklar Nelerdir?
  • Oturma hakkı sadece gerçek kişiler lehine kurulabilir. İntifa hakkıysa hem gerçek hem de tüzel kişiler lehine kurulabilmektedir.
  • Oturma hakkı sadece taşınmazlar üzerinde kurulabilmektedir. İntifa hakkı ise; taşınmazlar, taşınırlar ve haklar üzerinde kurulabilmektedir.
  • Oturma hakkının, her türlü durumda, tapuda tescili zorunludur. İntifa hakkında ise bu zorunluluktan sadece taşınmazlar söz konusu olduğunda söz edilebilir. Taşınır ve haklar için böyle bir durum söz konusu değildir.
  • Oturma hakkı; hak sahibine yalnızca kullanma yetkisi vermektedir. Bunun yanında intifa hakkı ise; hak sahibine kullanma, yararlanma ve yönetme yetkisi tanımaktadır.
  • İntifa hakkı, kullanım hakkı yönünden devredilebilmektedir. Bunun aksine, oturma hakkı hiçbir durumda devredilemez. Kullanım hakkı sadece sükna hakkı sahibine aittir.

İntifa hakkı konusunda merak edilenleri yanıtlamaya çalıştık. Yazımızda cevabını bulamadığınız ve konuya dair merak ettiğiniz her şeyi aşağıdaki formu doldurmak suretiyle bizlere iletebilirsiniz.

DİLEKÇE ÖRNEĞİ

dilekçe

 

Dilekçe örneği bulma ihtiyacını herhangi bir işlemde hepimiz hissetmişizdir. Çünkü istisnasız hepimiz, hayatımızın hiç olmazsa en azından bir noktasında dilekçe yazma mecburiyetinde kalırız. Biz de bu yazımızda dilekçe yazımı konusunda genel bir bilgi vereceğiz. Yazımızın devamındaysa, sizin de günlük hayatta epeyce işinize yarayacak şekilde, olabildiğince farklı dilekçe örneklerine yer vermeye çalışacağız. Vermiş olduğumuz dilekçe örneklerini indirerek, kendi durumunuza göre uyarlayıp kullanabilirsiniz. Dava dilekçesi yazımı ise uzmanlık isteyen bir iştir. Bu iş için, bir hak kaybına uğramamak adına, avukat desteği almalısınız. Dava sürecine ilişkin bilgi almak istiyorsanız dava nasıl açılır isimli yazımızı incelemenizi tavsiye ederiz. Dilekçe yazımı konusunda merak ettiğiniz hususları, sayfanın en altındaki formu doldurmak suretiyle bizlere iletebilirsiniz.

Dilekçe Nedir?

Anayasamızın 74. maddesi ile dilekçe yazma koruma altına alınmış olan bir haktır. Vatandaşlarımızın tamamı istek ve şikayetlerini sunacakları bir dilekçe ile kamu kurumlarına bildirme hakkına sahiptir. Kişilerin ister resmi ister özel olsun, ilgili kurum ve kuruluşların yetkili makamına yönelik, yazılı olarak, talep veya şikayetlerini iletmiş oldukları imzalı belgeye dilekçe denir. Tek kişi tarafından dilekçe oluşturulabileceği gibi bir topluluk tarafından da oluşturulabilir.

Dilekçe Nasıl Yazılır?

Dilekçemizde bulunması gereken zorunlu unsurları 6 başlıkta sayabiliriz. Bunları; tarih, makam adı, konu metni, imza, dilekçe sahibinin adı ve soyadı, dilekçeyi yazan kişinin imzası şeklinde sıralayabiliriz. Gelin şimdi bir dilekçenin genel olarak nasıl yazılacağına bakalım:

Öncelikle düz, çizgisiz beyaz kağıt edinmemiz gerekir. Bu kağıdın A4 boyutlarında olması iyi olur. Bilgisayar, daktilo vb. araçlar kullanılabileceği gibi elle de yazılabilir. Dilekçenizi elle yazacaksanız, tercihen mavi veya siyah renkli mürekkebe sahip kalemleri kullanmanızı öneririz. Dilek veya şikayet hangi kurumu, makamı ilgilendiriyorsa; başlık kısmı ona hitaben oluşturulmalıdır. Dilek veya şikayet, metin kısmında sade ve açık bir şekilde dile getirilmelidir. Dilekçe boyunca ciddi ve saygılı bir dil, üslup kullanmalısınız. İletilen dilek veya şikayet hukuka uygun olmalı, somut olaya ilişkin deliller gösterilmeli, gerekçeler ortaya konulmalıdır.

Dilekçenizde üst makamın bilgilendirilmesi amaçlanmışsa; metin (durumu bilgilerinize arz ederim) şeklinde bitirilmelidir. Amacınız üst makamın bir sorunu çözmesiyse; (Gereğini saygılarımla arz ederim) şeklinde bitirilebilir. Bir işlem için icazet alınması gerekiyorsa; metninizi (İzninizi saygılarımla arz ederim) şeklinde sonlandırabilirsiniz. Metnin sonunda yer ve tarih belirtilmelidir. Dilekçenin sağ alt kısmına dilekçe sahibinin adı ve soyadı belirtilmek suretiyle imzasını atması gerekmektedir. Son olarak; dilekçenize eklenmesi gereken evraklar varsa, bu belgeler dilekçenin en son kısmında (Ekler) başlığı adı altında maddeler halinde belirtilmelidir. Sık kullanılan dilekçe örneklerine aşağıda yer verilmiştir.

Dilekçe Örnekleri

İstifa Dilekçesi Örneği

İstifa dilekçesi işçinin tek taraflı olarak iş akdini sonlandırdığı dilekçedir. İstifa dilekçesi verildiğinde kıdem tazminatı alınamayacağına dair yaygın bir kanı varsa da bu düşünce yerinde değildir. İşçinin işten çıkışı için haklı fesih nedeni teşkil eden bir husus varsa, işçi kıdem tazminatı alarak işten ayrılabilir. Haklı sebeplerin neler olduğu ile ilgili ayrıntılı bilgi almak için işçi hakları konulu makalemizi inceleyebilirsiniz. Tazminat hesaplama sayfamızdan ise alabileceğiniz kıdem tazminatı miktarını hesaplayabilirsiniz.

………………………… ŞİRKETİNE

../../…. tarihinden bu yana çalışmakta olduğum şirketinizden bugün itibarıyla ayrılıyorum. Kıdem tazminatı ile her türlü işçilik alacaklarım saklıdır.

Gereğinin yapılmasını arz ve talep ederim.

 

İsim     :

İmza    :

Tarih    :

 

İşten ayrılma dilekçesi örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: İstifa Dilekçesi Örneği

Digiturk İptal Dilekçesi Örneği

Digiturk üyelik iptali için birtakım hususların dilekçenizde bulunması gerekmektedir. Dilekçenizi, ekinde nüfus cüzdanı fotokopisi bulundurur şekilde Digiturk Müşteri Hizmetlerine faks yoluyla göndermeniz halinde abonelik iptal talepli dilekçeniz işleme konulacaktır. Bu konuda yazmanız gereken dilekçenin bir örneği şu şekildedir:

DİGİTURK MÜŞTERİ HİZMETLERİNE

TALEPTE BULUNAN KULLANICININ

ADI VE SOYADI                                       :  …………………………………………………….

T.C KİMLİK NUMARASI                      :  ……………………………………………………..

DİGİTURK ABONE NUMARASI        :   ……………………………………………………..

İLETİŞİM NUMARASI                           :  ……………………………………………………..

KONU                                                           : Digiturk aboneliğinin iptali istemi

İPTAL SEBEBİ                                          : Vaadedilen HD izleme kanalları hizmetinin sunulmaması, spor kanallarının açık olmaması ve çok yüksek fiyat

AÇIKLAMALAR   :

Digitürk Müşteri Hizmetleri Temsilcisi …………….  ile yapmış olduğum telefon görüşmesinde Digiturk aboneliğimin iptalini istedim. Abonelik iptal işlemimin gerçekleşebilmesi için iptal talebimi içeren bir dilekçe ile nüfus cüzdanı fotokopisinin 0212-473 99 99 faks numarasına faks çekilerek gönderilmesi gerektiği söylendi. Bu işlemleri yapmam halinde iptal işlemenin gerçekleştirileceği müşteri hizmetleri temsilciniz tarafından bildirilmiştir. İşte bu sebeple, bu dilekçeyi tarafınıza yazmam gerekmiştir.

SONUÇ ve TALEP                         :  Açıklamış olduğum nedenler neticesinde Digiturk aboneliğimin İPTAL EDİLMESİNİ saygılarımla arz ve talep ederim. …../…../……

 İptal Talebinde Bulunan

 ……………………………………

İMZA

EK: Nüfus Cüzdanı Fotokopisi

Dilerseniz vermiş olduğumuz dilekçe örneğini indirebilirsiniz. Sonrasında indirmiş olduğunuz bu dilekçe örneğini kendi olayınıza uygun olarak düzenleyebilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Digiturk İptal Dilekçesi Örneği

Millenicom İptal Dilekçe Örneği

Millenicom’dan almış olduğunuz internet hizmetini iptal etmek istiyorsanız kuruma dilekçe yazarak, ekine nüfus cüzdanı fotokopisini koymanız gerekmektedir. Yazmış olduğunuz dilekçeyi ister faks yolu ile ister mail yolu ile ilgili kuruma iletebilirsiniz. Sonrasında, dilekçenizi göndermenize müteakip talebiniz işleme alınacaktır. Bu konuda yazmanız gereken dilekçenin bir örneği şu şekildedir:

MİLLENİCOM TELEKOMİNİKASYON HİZMETLERİ A.Ş MÜDÜRLÜĞÜNE

Talepte Bulunan Kişi : ………………………………………….

T.C. Kimlik No              : ………………………………………….

Adres Bilgisi                  : ………………………………………….

Talep Konusu                : Millenicom Abonelik İptali

Hizmet Numarası: ………………………………………

Abonelik Türü: ………………………………………….

Talep              : Yukarıda bilgileri verilen, firmanızdan almakta olduğum internet hizmetinin/aboneliğinin iptal edilmesini talep ederim.                                                                                                                                                                                                                                                                                           Tarih: …../…../…….

İsim ve Soyisim:

İmza:

EKİ: Nüfus Cüzdanı Fotokopisi

Dilerseniz vermiş olduğumuz dilekçe örneğini indirebilirsiniz. Sonrasında indirmiş olduğunuz bu dilekçe örneğini kendi olayınıza uygun olarak düzenleyebilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Millenicom İptal Dilekçesi Örneği

Superonline İptal Dilekçe Örneği

Aboneliğinizi iptal etmek istiyorsanız; Superonline İletişim Hizmetleri A.Ş. faks numarasına dilekçenizi ekinde nüfus cüzdanı fotokopiniz ​eşliğinde göndermeniz ile birlikte hizmet iptal talebiniz işleme alınacaktır. Bu konuda yazmanız gereken dilekçenin bir örneği şu şekildedir:

Turkcell Superonline İletişim Hizmetleri Anonim Şirketine

Müşterinin Adı ve Soyadı: ……………………………………………………………….

Müşteri Numarası: ……………………………………………………………………..

İptal Talebinin Nedeni: ……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..

İletişim Numarası: …………………………………………

Talep: Yararlanmaya devam etmiş olduğum Turkcell Superonline internet hizmetimi ve aboneliğimi sonlandırmak istediğimi beyan ederim. Gereğinin yapılmasını arz ederim.

                                                                                                                                         ..…/…../202..                                                                                                                                                     Ad ve Soyad:                                                      İmza:

      Ek: Nüfus Cüzdanı Fotokopisi

Dilerseniz vermiş olduğumuz dilekçe örneğini indirebilirsiniz. Sonrasında indirmiş olduğunuz bu dilekçe örneğini kendi olayınıza uygun olarak düzenleyebilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Superonline İptal Dilekçesi Örneği

Turknet İptal Dilekçesi

Bu internet hizmet sağlayıcısından almakta olduğunuz hizmeti sonlandırmak istiyorsanız, kuruma bir dilekçe ile bu talebinizi bildirmeniz gerekmektedir. Yine burada da dilekçenin ekine nüfus cüzdanı fotokopinizi eklemeniz gerekmektedir. Hizmet iptal işlemi için 4 yöntem mevcuttur. Bunlar; e-devlet, e-faks, klasik faks, posta/kargo yöntemleridir. Bunlardan birini kullanmak suretiyle iptal işlemine ilişkin dilekçenizi iletebilirsiniz. İptal işlemi için talebinizin kuruma ulaşmasıyla birlikte 7 gün içerisinde almış olduğunuz hizmet sonlandırılacak ve SMS ile size bilgilendirme yapılacaktır. Bu konuda yazmanız gereken dilekçenin bir örneği şu şekildedir:

TURKNET İLETİŞİM HİZMETLERİ A.Ş.

Telefon / Abone No:

İletişim Numarası ve E-mail Adresi:

Firmanızdan halihazırda almakta olduğum ………………………………………..…..……. Numaralı telefon hattına ait (bireysel/kurumsal) adsl internet hizmetimin iptal edilmesini talep ederim.

Tarih: ……/……/…………

                                                                                                           Ad Soyad:                                                                                                                                                                             İMZA       :

EK: Kimlik Fotokopisi

Dilerseniz vermiş olduğumuz dilekçe örneğini indirebilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Turknet İptal Dilekçesi Örneği

Belediye Dilekçe Örneği

Vatandaş olarak hepimizin, yapılacak bir iş veya işlemimize ilişkin, bulunduğumuz muhiti kapsayan mahalli idarelere dilekçe yazması gerekebilir. Bu mahalli idarelerden en çok yolumuzun düşeceği yönetim, belediye yönetimi olacaktır. Belediyelere birçok farklı konuda dilekçe yazmamız gerekebilir. Biz de bu başlığımızda sizlere bu dilekçelerden birkaç tane örnek sunmak isteriz:

1) Belediye Ağaç Kesim Dilekçesi

TARSUS BELEDİYE BAŞKANLIĞI

PARK VE BAHÇELER MÜDÜRLÜĞÜNE

 

Koca Çınar Mahallesi, Alparslan Türkeş Bulvarı, Kırklar Caddesi, 15 Kapı Numaralı Seven Apartmanı’nın bahçesinde bulunan, tehlike arz etmekte olan, kesilmesi gereken ağaçların, gelip yerinde inceleme yapılarak gereğinin yapılmasını arz ederim. 05/12/2025

Apt. Yönetici Kaşesi ve İmzası

İletişim Numarası:……………………………………..

Sizlerin de benzer bir durumu, şikayeti varsa; dilekçe örneğini indirebilir, somut olayınıza uygun olarak düzenleyip kullanabilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Belediye Ağaç Kesim Dilekçesi

2) Belediye Tadilat İzin Dilekçesi

PENDİK BELEDİYE BAŞKANLIĞI

İMAR VE ŞEHİRCİLİ MÜDÜRLÜĞÜNE

 

KONU: Tadilat İzin Belgesi İstemi

İstanbul İli, Pendik İlçesi, Cevizli Mahallesi, Üsküdar Sokak, Apt No: 52/5 ; 11502 Ada, 15 Parsel, 5 Numaralı bağımsız bölüme ilişkin tadilat ruhsatı almak istiyorum. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       05/05/2021

Ad ve Soyad:

İmza:

İletişim No:

EK:

  • Tapu Örneği,
  • (Vekil söz konusuysa) Vekaletname Örneği
  • (Başvuru sahibi şirketse) Şirketin açık ismi ve vergi numarasını belirtir belge ve imza sahibinin yetki belgesi, (Başvuru sahibi gerçek kişiyse) kimlik fotokopisi

Binanızda bir tadilat işlemi yapılması gerekiyorsa, tadilata başlamadan önce belediyeden izin alınması gerekiyor. Tadilat ruhsatı almak için de bir dilekçe ile taşınmazın bulunduğu muhit görev alanı bölgesinde olan belediyeye başvurulmalıdır. Başvuru öncesinde; tadilat izni için istenmekte olan teknik rapor ve belgelerin hazır edilmesi önemlidir. Aksi takdirde dilekçeniz işlevsiz olacaktır. Ancak bu belgelerin temininden sonra tadilat izin dilekçesi ile işleminiz için gerekli ruhsatı alabileceksiniz. Yukarıda vermiş olduğumuz dilekçe örneğini bilgisayarınıza indirebilir, kendi taşınmaz bilgilerinize uygun olarak düzenleyip kullanabilirsiniz. Bu süreçte uzman bir gayrimenkul avukatından destek alabilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Belediye Tadilat İzni Dilekçe Örneği

Kredi Yurtlar Kurumu Dilekçe Örneği

Öğrenciler bu kurumu kısaca KYK olarak adlandırmaktadırlar . Üniversite döneminde öğrencilere kredi, burs, yurt imkanı gibi birçok imkan sağlamaktadır bu kurum. Üniversite öğrencileri eğitimleri boyunca bu kurumla yakın ilişki içerisinde olacaklardır. Bu yakınlık sebebiyle, bu kuruma, pek çok konuda dilekçe yazılması gerekebilir. Gerek eğitime başlamadan önce, gerek eğitim süresi boyunca, gerekse de eğitiminiz bittikten sonra Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bazı konularda dilekçe yazmanız gerekebilecektir. İşte biz de bu konuda size, sizlerin de kullanabileceği birkaç dilekçe örneği sunmak isteriz:

1) KYK Öğrenim Kredisi İptal Dilekçesi

T.C. GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞI

KREDİ VE YURTLAR KURUMU KREDİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI’NA

 

Mevcut halde, kurumunuzun vermiş olduğu öğrenim kredisinden faydalanmaktayım. Verilen öğrenim kredisinden artık faydalanmak istemediğimi bildiririm. Şahsıma verilmekte olan öğrenim kredisinin iptal edilmesini; iptalin gerçekleştiğine dair tarafıma bildirimde bulunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                                                  .…/.…/…..(tarih)                                                                                                                                                             Ad ve Soyad

                                                                                                                  ……………….…………………………………………

                                                                                                                                                    İMZA

 

T.C. Kimlik No:

Öğrenim Görmekte Olunan Öğretim Kurumu:

Cep Telefonu:

E-mail:

Adres:

Bu dilekçe örneğimiz halihazırda KYK Kredisi almakta olup bu kredi imkanından faydalanmayı kesmek isteyenler için bir örnektir. Dilerseniz siz de bu dilekçe örneğini indirebilir, kendi bilgilerinize göre düzenleyerek kredi iptal işleminiz için kullanabilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: KYK Öğrenim Kredisi İptal Dilekçesi

2) KYK Yurt İzin Dilekçesi

KREDİ ve YURTLAR KURUMU

ESKİŞEHİR MİHRİME HATUN ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜ’NE

 

Yurdunuz C blok, 5. Kat, 127 Numaralı oda ve 3 Numaralı yatakta kayıtlı, …………………………………………… T.C. Kimlik numaralı öğrenciniz olarak; sağlık sebeplerinden ötürü ailemin yanına gitmem gerekmektedir. Bu sebeple …../..…/..……. ile ..…/…../….……  tarihleri arasında tarafıma izin verilmesini saygılarımla arz ederim.

Tarih:

Ad ve Soyad:

İmza:

EK: Kimlik Fotokopisi vb. belgeler (isteniyorsa dilekçe arkasına eklenerek verilir.)

Yukarıda vermiş olduğumuz dilekçe örneği KYK bağlı bir yurtta kalmakta olan öğrencinin yurttan izin almasına ilişkindir. Siz de bu dilekçeyi indirebilir, üzerinde dilediğinizce değişiklik yaparak kullanabilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: KYK Yurt İzin Dilekçesi

3) KYK Nakil Dilekçesi

T.C. GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞI YÜKSEK ÖĞRENİM

KREDİ YURTLAR KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜNE

                                                                                                                     ANKARA

 

Anadolu Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Hukuk Bölümü, 2. Sınıf …….……………………………..…….. numaralı öğrencisiyken; Akdeniz Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Hukuk Bölümüne merkezi yerleştirme puanıyla yatay geçiş hakkı kazandım. …………………. Tarihinde ilgili üniversiteye giderek kaydımı yaptırdım. Kurumunuzdan ……………………………. T.C. kimlik numarası ile öğrenim kredisi almaktaydım. Daha önce almakta olduğum Öğrenim Kredimin Akdeniz Üniversitesi’ne aktarılması için gereğinin yapılmasını arz ederim.

                                                                                                                                                    Tarih:

Ad ve Soyad:

İmza:

T.C. No  :

Kredi No:

E-mail      :

Cep Tel. :

Adres     :

 

Ekler:

1-Yeni Üniversite kayıt olduğuma dair Öğrenci Belgesi

2-Eski Üniversiteye ait Transkript

3-Kimlik Fotokopisi

Yukarıda vermiş olduğumuz dilekçe taslağı; öğrenim görmekte olduğu üniversiteyi değiştiren bir öğrencinin, faydalanmakta olduğu öğrenim kredisi ödemesinin devam etmesi için Kredi ve Yurtlar Kurumu’na vermesi gereken dilekçenin bir örneğidir. Sizin de buna benzer bir durumunuz varsa, vermiş olduğumuz dilekçe örneğini indirebilir, kendi durumunuza özgü olarak düzenleyip işleminiz için kullanabilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: KYK Nakil Dilekçesi

Mazeret İzin Dilekçesi

Mazeret izni, devlet memurları için çeşitli durumlarda kullanılabilecek bir haktır. Bu izin, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu 104. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu madde; birçok farklı duruma ilişkin olarak farklı izin süreleri öngörmüştür. Bir memur olarak mazeret izni kullanmak istiyorsanız; öncelikle anılan kanun maddesinin öngörmüş olduğu izin hallerinden birisine sahip misiniz, buna bakmanız gerekir. Bu hallerden birisi durumunuza uyuyorsa bağlı bulunduğunuz kurumun ilgili birim müdürlüğüne hitaben bir dilekçe yazmanız gerekmektedir. Mevcut durumunuza ilişkin kullanabileceğiniz azami izin süreleri kanun maddesinde belirtilmiştir. Bu süreyi tamamen talep edebileceğiniz gibi, mazeret sebebiniz için yeterli olacak kısmi süreyi de talep edebilirsiniz. Kanunda düzenlenen mazeret hallerinden birine ilişkin mazeret izin dilekçesi örneğini sizlere sunmak isteriz:

                                               ATATÜRK İLKÖĞRETİM OKULU MÜDÜRLÜĞÜNE                                                                                                                                                    Salihli/MANİSA

10/03/2021 tarihinde eşimin annesi vefat etmiştir. Gerçekleşen bu ölüm nedeniyle, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 104. maddesinin (B) fıkrası uyarınca 7 (yedi) gün mazeret izni kullanmak istiyorum. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

11/03/2021

ADRES:

İkametgah Adresi :                                                                                         Adı ve Soyadı   :

İznin Geçirileceği Adres :                                                                              Vasfı                  :

İletişim Numarası :                                                                                         Sicil Numarası:

İmza                 :

Eğer siz de devlet memuruysanız ve mazeret izni almayı gerektirir bir durumunuz söz konusuysa; vermiş olduğumuz dilekçe örneğini indirebilir, durumunuza ilişkin düzenlemeleri yaparak izin almak istediğiniz kurumun ilgili müdürlüğüne bu dilekçeyi ileterek mazeret izin talebinizi sunabilirsiniz.

Dilekçe örneğini word formatında indirmek için tıklayın: Mazeret İzin Dilekçesi Örneği

Okul Dilekçe Örneği

Bu başlık altında; ilkokul, ortaokul ve liselerde sıkça kullanılan birkaç dilekçe örneğine yer vereceğiz. Üniversitede kullanılan dilekçe örneklerini aşağılardaki başlıklarda inceleyeceğiz.

1) Seçmeli Ders Dilekçesi Örneği

Özellikle ortaokul ve liselerde temel derslerin yanında bazı derslerin seçimi öğrenciye bırakılır. Bu derslere seçmeli ders adı verilir. Her okul kendi fiziki şartları ve mevcut öğretmen durumuna göre belirli dersleri öğrencilerin seçimine sunar. Yeterli sayıya ulaşıldığı takdirde o ders açılacaktır. Her okulun şartları farklı olduğu için seçim yapabileceğiniz dersler, okul idaresi tarafından sizlere bildirilecektir. Bunun akabinde bir dilekçe ile seçmiş olduğunuz derslerin bildirilmesi istenecektir. İstenen bu dilekçeye ilişkin bir örnek şu şekildedir:

                                                 YAHYA AKEL FEN LİSESİ MÜDÜRLÜĞÜNE                                                                                                                                  Yenişehir/MERSİN

 

Velisi bulunduğum, okulunuz 11/C Sınıfı, 356 Numaralı, …………………………………………………………………… isimli öğrencinizin; 2020 – 2021 Eğitim ve Öğretim Yılı için idareniz tarafından seçimlik olarak sunulan derslerden, 1) Spor ve Fiziki Etkinlikler (2 saat), 2) Çevre Eğitimi (1 saat), 3) Hukuk ve Adalet (1 saat), 4) Yabancı Dil (Arapça) (2 saat); belirtilen toplamda 6 saatlik 4 adet dersi seçmiş olduğunu bildiririm. Gereğinin yapılmasını arz ederim.

 

  Öğrenci                                                                                               Veli   

Adı ve Soyadı   :                                                                            Adı ve Soyadı  :

T.C. Kimlik No :                                                                           T.C. Kimlik No :

Tarih ve İmza   :                                                                            Tarih ve İmza  :

 

Vermiş olduğumuz dilekçe örneğini sizler de bilgisayarınıza indirebilir ve kendinize uygun olarak düzenlemelerde bulunup, işleminiz için kullanabilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Seçmeli Ders Dilekçesi

2)Öğrenci Belgesi Talep Dilekçesi

Öğrenci belgesi, öğrenciler açısından, günlük hayatta birçok konu ve işlem için istenilebilmektedir. Bu belgeyi alabilmek için; alış nedeninizi belirtir bir şekilde dilekçenizi yazarak öğrenim görmekte olduğunuz okulun ilgili idari birimine iletmeniz gerekmektedir. Bu konuda örnek dilekçe örneğimiz şu şekildedir:

                                          BOSTANCI ANADOLU LİSESİ MÜDÜRLÜĞÜNE                                                                                                                                        Kadıköy/İSTANBUL

Liseniz 10/B Sınıfı, 52 Numaralı, …………………………………………………………….. isimli öğrencisiyim. İstanbulkart öğrenci kartımı yenileyebilmek için, aktif olarak öğrenim görülen okuldan, ilgili eğitim ve öğretim yılına dair öğrencisi olarak bulunduğuma ilişkin öğrenci belgesi istenmektedir. Bu sebeple, adıma öğrenci belgesi düzenlenerek tarafıma verilmesi için gereğinin yapılmasını arz ederim.

05/11/2021

                                     Adı ve Soyadı:

Adres:………………………………………………………………..                                  İmza:

………………………………………………………………………………………..

………………………………………………………………………………………..

Eğer sizlerin de bir sebepten dolayı öğrenci belgesi edinmesi gerekiyorsa; dilekçe örneğini indirebilir, somut olayınıza uygun düzenleyerek dilekçenizi eğitim görmekte olduğunuz kuruma iletebilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Öğrenci Belgesi Talep Dilekçesi

Üniversite Dilekçe Örnekleri

Üniversitede okuyan arkadaşlarımızın okuduğu üniversite rektörlüğüne veya fakülte dekanlığına birçok işlem için dilekçe vermesi zarureti oluşabilir. Biz de bu başlık altında faydalanabileceğiniz birkaç dilekçe örneğine yer vermek istiyoruz:

1) Tek Ders Sınavı Başvuru Dilekçesi

Bazı üniversiteler, dönem içerisinde derslerinde başarısız olmuş öğrenciler için belli şartlar dahilinde bir kez daha dersi geçme hakkı tanırlar. Verilen hak tek ders için olabileceği gibi üç ders için de verilebilir. Bu halde bu sınav, üç ders sınavı olarak adlandırılmaktadır. Her üniversitenin bu sınavlara girilebilmesi için öne süreceği şartlar farklılık arz edecektir. Genellikle sınavına girilecek dersin geçilmesi halinde mezuniyete hak kazanma, üniversitelerce aranan asıl şarttır.  Konuya ilişkin esas ve usullere ilgili olduğunuz üniversitenin yönetmeliğinden bakmalısınız. Sonrasında, şartları sağlamanız ve sınava girmeye hak kazanmış olmanız halinde, ilişiğiniz bulunan fakülteye hitaben, sınava girme isteminizi belirtir şekilde ir dilekçe vermeniz gerekmektedir. İşte sizler için tek ders sınavı başvuru dilekçesi örneğimiz:

T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ

İKTİSADİ VE İDARİ BÖLÜMLER FAKÜLTESİ DEKANLIĞINA

 

2017 – 2018 Akademik Yılı, Bahar Dönemi, son yarıyıl öğrencisiyim. Aşağıda belirteceğim dersten başarısız oldum. Bu dersi vermem halinde mezun olmaya hak kazanacağım. Anadolu Üniversitesi Ön Lisans ve Lisans Eğitim – Öğretim ve Sınav Yönetmeliği’nin ilgili maddesinde düzenlenmiş esaslara göre tek ders sınav hakkından yararlanmak istiyorum. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

09/06/2018

İMZA:

Talep Edilen Tek Ders Sınavı:

Ders Kodu:

Ders Adı:

Dersin Alındığı Yıl ve Dönem:

Dersin Öğretim Elemanının Adı:

Öğrencinin:

Adı ve Soyadı:

T.C. Kimlik No:

Öğrenci No:

Bölüm / ABD:

İletişim No:

Adres:

 

EK: Not Durum Belgesi

Sizler de benzer bir durum içerisindeyseniz, vermiş olduğumuz dilekçe örneğini indirebilir, kendinize uygun değişiklikleri yaparak tek ders veya üç ders sınavı başvurunuz için kullanabilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Tek Ders Sınavı Başvuru Dilekçesi

2) İtiraz Dilekçesi

Üniversite öğrencilerinin almış oldukları derslere yönelik sınav notlarına, başarı notuna, harf notuna, ödev ve proje vb. notlarına itiraz etme hakları bulunmaktadır. Söz konusu itiraza; sınav kağıdında maddi hatada bulunulması, değerlendirmeye alınmayan sınav kağıdı, hatalı not yazımı, belirlenen ağırlık oranlarına uymayan değerlendirme, yönetmeliğe uygun olmayan değerlendirme ve benzeri birçok husus konu edilebilir.  Yine burada üniversitenizin konu hakkında yönetmeliğini incelemenizde fayda var. Her üniversite bu konuda izlenecek yola ilişkin farklı usul ve esaslar öngörebilirler. İşte bu konuda sizler için bir dilekçe örneği:

T.C. ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ

ÖĞRENCİ İŞLERİ DAİRE BAŞKANLIĞINA

 

Üniversitenizin Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü, …………………………………………… numaralı öğrencisiyim. 2019 – 2020 Akademik Yılı, Bahar Dönemi, FLUID306 Kodlu, Akışkanlar Mekaniği – 2 isimli dersin 05/05/2020 tarihinde yapılan ikinci ara sınavının, 20/05/2020 tarihinde açıklanan sonucuna aşağıda açıkladığım nedenle itiraz ediyorum. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. 22/05/2020

Adı ve Soyadı:

İmza:

İtiraz Nedeni: 05/05/2020 tarihinde yapılan 2. Ara sınav

İtiraz Konusu: Değerlendirmeye alınmayan sınav kağıdı

İletişim Numarası:……………………………………………………….

Siz de bir üniversite öğrencisiyseniz ve izah ettiğimiz gibi notlarınıza ilişkin bir itirazınız varsa; vermiş olduğumuz örnek dilekçeyi indirebilir ve somut olayınıza göre düzenleyerek itiraz işleminiz için kullanabilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Not İtiraz Dilekçesi

3) Mazeret Sınavı Hakkı Başvuru Dilekçesi

Mücbir bir sebepten ötürü ara sınavlarınıza veya final sınavınıza katılamamış olabilirsiniz. Böyle bir durumda endişelenmenize gerek yok. Bu tip durumlar için mazeret sınavı getirilmiştir. Böyle bir durumda, bir dilekçe ile idareye başvurmanız gerekmektedir. Burada önemli olan husus mazeretinizi mutlaka belgelemeniz gerekmektedir. İşte sizler için bir mazeret sınavı hakkı başvuru dilekçesi örneği:

NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ

İKTİSADİ VE İDARİ BÖLÜMLER FAKÜLTESİ DEKANLIĞINA

 

Fakültenizin İşletme Bölümü, …………………………………… Numaralı öğrencisiyim. 2020 – 2021 Güz Dönemine ait aşağıda listeleyeceğim derslerin final sınavlarına hasta olmam sebebiyle katılım sağlayamadım. Bu dersler için mazeret sınavı hakkımı kullanmak istiyorum. Mazeretimi bildirir hastane raporunu ekte sunmaktayım. Gereğinin yapılmasını arz ederim.     19/01/2021

Mazeret Sebebiyle Final Sınavına Girilemeyen Derslere İlişkin Bilgiler:

  • KAMU265 koduna sahip, Kamu Maliyesi isimli dersin, B Grubu için yapılan, 13/01/2021 tarihli final sınavı;
  • LOJ293 koduna sahip, Lojistik isimli dersin, C Grubu için yapılan, 14/01/2021 tarihli final sınavı

 

İletişim Numarası:                                                                          İsim ve Soyisim:

İmza:

EK: Mazereti gösterir belge

Siz de mazeretinizin sebebiyle sınavlarınıza katılım sağlayamadıysanız; bir dilekçe ile idareye başvurarak mazeret sınav hakkını kullanmak istediğinizi bildirmeniz gerekmektedir. Vermiş olduğumuz dilekçe örneğini indirerek kendi somut olayınıza göre değiştirebilir ve başvuru işleminiz için kullanabilirsiniz.

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayın: Mazeret Sınavı Hakkı Başvuru Dilekçesi

Dilekçe örnekleri arasında sıklıkla kullanılanlar bunlardır. Bu dilekçe örneklerini sizler de Word formatında indirebilir, üzerinde istediğiniz değişikliği yaparak işlemlerinizde kullanabilirsiniz. Konu hakkında sormak istediğiniz soruları aşağıdan bizlere iletebilirsiniz.

KRİPTO PARA YASAL MI?

Kripto Para Yasal Düzenleme

 

Kripto para yasal mı? Bugünlerde para piyasalarına dair hepimizin aklındaki en önemli soru belki de bu. Konumuz para piyasalarında devrim niteliğinde sayılan kripto paralar. Kripto paralar sahiden yeni bir devrin başlangıcı mı yoksa dolandırıcılar için yeni ekmek kapısı mı? Yasal kripto para var mı? Kripto para almak satmak yasal mı?  Kripto para madenciliği yasal mı? Büyük olsun küçük olsun birçok yatırımcı bugünlerde bu sorulara yanıt arıyor.

Kripto paralar gerçekten günden güne hayatımızda önemli bir yer edinmekte. Fakat çok yeni bir oluşum olduğu için vatandaşlar bu mecrada nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda tereddütler yaşıyorlar. Biz de bu yazımızda kripto para yasal mı ve benzeri sık sorulan sorulara yanıt vermeye çalıştık. Bu konu ile alakalı sorularınızı sayfanın en alt kısmından sorabilirsiniz.

Kripto Para Yasal Düzenleme Var Mı?

Kripto para birimleri, maddi değer karşılığına sahip olmalarından dolayı elektronik para, emtia veya menkul değer kategorisinde sayılabilirler mi? Yakın bir zamana kadar bu konuda mevzuatımızda herhangi bir yasal düzenleme mevcut değildi. 16 Nisan 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “Ödemelerde Kripto Varlıkların Kullanılmamasına Dair Yönetmelik” ile 3. madde 1. fıkrası itibari ile “kripto varlık” deyimine mevzuatımızda da bir tanımlama getirilmiştir. Bu tanıma göre kripto paranın dijital mecrada üretilen, muhafaza edilen, dağıtıma sunulan fakat itibari para, kaydi para, elektronik para, menkul kıymet vb. hiçbir suretle nitelendirilemeyen gayri maddi varlık olarak kabul gördüğü anlaşılmaktadır.  Bu yönetmelik ile kripto paranın tanımı ve unsurları da yasal düzlemde ilk kez ortaya konulmuştur.

Bununla beraber aynı yönetmeliğin 3. maddesinin 2. ve 3. fıkralarında; kripto varlıkların ödemelerde doğrudan doğruya veya dolaylı olacak şekilde kullanılamayacağı ve yine bu kripto varlıkların ödemelerde doğrudan doğruya veya dolaylı olacak şekilde kullanılmasına yönelik herhangi bir hizmet sunulamayacağı yasal düzenleme altına alınmıştır. Görüleceği üzere yayınlanan bu yönetmelik ile kripto paraya dair yasal bir çerçeve çizilmiş ve gayri maddi varlık olduğu ayrıca vurgulanmıştır. Bunun yanında anılan yönetmelik ile birlikte kripto paraların ödeme vb. işlemlerde kullanılamayacağı kati surette belirtilmiştir.

Kripto Para Alıp Satmak Yasal Mı?

Kripto paraları ödeme aracı olarak kullanamıyoruz, peki bunları alıp satmak yasal mı? dediğinizi duyar gibiyiz. Yukarıda bahsi geçen aynı yönetmeliğin 4. maddesinde hüküm altına alınan düzenlemeler tereddüt yaratmıştır. Bu düzenlemeler, gerek gündelik hayatta gerek sosyal medyada kripto para alım satımına ilişkin yasak getirildiği şeklinde yorumlandı. Peki gerçekten böyle mi oldu? Düzenlemeye bakacak olursak böyle bir yasak söz konusu değil diyebiliriz. Genel olarak kripto varlık alım satımına aracılık eden oluşumlara yönelik olarak, Ödeme Hizmetleri Kanunu veya bu yönetmelik kapsamında bir düzenleme öngörülmemiş ve bu kapsamda ilgili kuruluşların kripto varlık alım satım işlemlerine aracılık etmelerine ilişkin bir yasak konulmamıştır.

Bu konuya ilişkin yatırımcıların içlerini ferah tutması gerektiğini söyleyebiliriz. Söz konusu düzenleme yatırımcıyı herhangi bir mağduriyete uğratmayacaktır. Anılan bu düzenleme, ödeme kuruluşlarının ve elektronik para şirketlerinin bu alanda transfer yapmasını, bu oluşumların transfere aracılık etmesinin usul ve esaslarını düzenleyen bir kanuni düzenlemedir. Dolayısıyla bu düzenleme, elektronik para şirketlerini ilgilendirmektedir. Kripto para alım satımı yapan platformlara ve bu mecralardaki yatırımcılara dair herhangi bir kısıtlama veya yasak getirmemektedir.

Kripto Para Yasası Getirilecek Mi?

Günümüzde kripto paraların yeni bir oluşum olduklarından bahsetmiştik. Bu sebeple ülkemizde ve diğer ülkelerde yasal düzenlemeler henüz tam anlamıyla oluşmamıştır. Birçok ülkede henüz herhangi bir yasal düzenleme yapılmamışken bazı ülkeler de konuya ilişkin yeni yeni yasal düzenlemeler getirmektedirler. Bu konuya ilişkin gerek iç hukuka yönelik, gerek küresel ölçekte çalışmalar yürütülmektedir. Fakat bu düzlemde rol model olarak alınabilecek bir yasal düzenleme dünya çapında henüz yapılmamıştır.

Ülkemizdeki duruma bakacak olursak herhangi bir yasal düzenleme yapılıp yapılmayacağı merak edilmektedir. Şu ana kadar bakacak olursak yukarıda da epeyce anmış olduğumuz 16 Nisan 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayılanmış olan “Ödemelerde Kripto Varlıkların Kullanılmamasına Dair Yönetmelik” bu alana dair doğrudan düzenleme içeren ilk yasal metindir. Söz konusu bu yasal düzenlemenin yürürlük tarihi ise 30 Nisan 2021 olarak belirlenmiştir. Peki bu kripto para konusuna ilişkin başkaca bir yasal düzenleme yok mu? Bu soruya şu an için vereceğimiz cevap hayır şeklinde olacaktır. Merkez Bankası Başkanı bu konu üzerinde gayretli bir çalışma içerisinde olduklarını açıklamıştır. Bir kaç haftaya kadar kapsamlı bir yasal düzenlemenin ortaya konulacağını dile getirmiştir.

Kripto Para Madenciliği Yasal Mı?

Kripto para yasal mı sorusunun ardından kripto para madenciliği yasal mı akla gelen soru olacaktır. Öncelikle kripto para (sanal para) madenciliği denilen kavram nedir? Kısaca altın madenciliğine benzetilmektedir. Şu şekilde tanımlanabilir: Kripto para transferlerine dair hareketlerin blok zincirine eklenmesidir. Hareketler, blok zincirine blok adı verilen kümeler ile eklenir. Bu ekleme, çok yüksek bilgi işlem gücü gerektiren kriptografik problemlerin çözümü ile gerçekleşir. Kısaca bu şekilde tanımlanabilecek olan kripto para madenciliğinin yasal olup olmadığı konusuna bakacak olursak; madenciliğin lehine veya aleyhine herhangi bir yasal düzenleme henüz yapılmamıştır. Buradan da yola çıkarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki anayasa tarafından da hukuk devleti olmanın bir gereği olarak güvence altına alınmış olan “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” gereği, yasalarca yasaklanmamış olan bir fiil suç kapsamında sayılamayacaktır. Bu sebeple kripto para madenciliği yapılabilmesinin önünde herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır.

Kripto Para Yasal Olan Ülkeler Hangileridir?

Kripto para yasal mı? Bu konuya ülkemiz açısından zaten değindik, gelin bir de dünyanın diğer ülkelerindeki duruma kısaca değinelim.

Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Cezayir, Makedonya, Suudi Arabistan, Katar, Vietnam, Vanuatu, Bolivya, Rusya ve Çin. Bu ülkeler bu konuda kripto para piyasasına katı bir yasak getirmiştir.

Hindistan, Ekvador, Endonezya, Fas, Zambiya, Mısır ve Nepal. Kripto para piyasasını yasaklamamakla beraber bu piyasaya sınırlı kullanım hakkı tanımıştır. Bu çerçevede anılan ülkeler, banka ve finansal merkezlerinin kripto para borsaları ile ilişki kurmalarına genel olarak izin vermemektedirler. İzin veriyorlarsa da sıkı şekilde denetlemektedirler.

Japonya, İngiltere, Amerika, Kanada, Malta, Ukrayna, İsviçre, Slovenya, Hong Kong ve Almanya. Bu ülkelerin de dahil olduğu 111 ülke, kripto para piyasasını yasal kılmıştır. Bu ülkelerin bu şekilde hareket etmesindeki en büyük iki motivasyon, bu piyasada yapılan yatırımlardan elde edilen gelirlere ilişkin vergi alınabilmesi ve dolandırıcılık suçu, bilişim suçu vb. mağduriyet yaratılabilecek durumlarda hukuki işlem yapılabilmesidir.

Arjantin, Kenya, Ürdün, Kazakistan, Kolombiya, Birleşik Arap Emirlikleri, Tanzanya. Bu ülkelerin de dahil olduğu birçok ülke bu konuda henüz bir yasal tavır almamışlardır. Bu ülkeler, kripto paraya dair herhangi bir tanımlama, kısıtlama vb. yasal düzenleme getirmemişlerdir. Bu doğrultuda çalışmayı sürdürdüklerini ifade etmektedirler. Yakın bir zamana kadar ülkemiz de bu grup ülkeler arasında yer almaktaydı.

Kripto Para Türkiye’de Yasal Mı?

Bu soruya son bir bakış açısını da Ceza Hukuku açısından dile getireceğiz. Kripto paraların; vergi kaçakçılığı, kara para aklama, dolandırıcılık suçu, terörün finansmanı vb. gibi ülkelerin iç hukuklarında özel önlemler almış olduğu suçlarda kullanılması, gerek ulusal bazda gerek uluslararası bazda tereddütlere ve korkulara sebep olmaktadır. Tüm dünya gibi ülkemiz de bu para piyasalarının gelişimini yakından izlemektedir. Bu gelişim nezdinde kripto para piyasasına dair sağlam bir yasal zemin oluşturma çabası içerisindedir.

Ceza hukuku açısından kripto para piyasasına getirilecek olan yasal düzenlemelerin yalnız ulusal düzeyde tutulması yetersizdir. Kripto para piyasalarına ilişkin merkezi bir otorite ve herhangi bir denetim mekanizması bulunmamaktadır. Kripto para hareketleri dünyanın farklı ülkelerinde kimliği belirsiz kullanıcılar tarafından rahatlıkla gerçekleştirilebilmektedir. Bu nedenle suçların engellenebilmesi ve faillerin ortaya çıkarılabilmesi açısından uluslararası yasal düzenlemeler ve işbirliği gerekmektedir.

Kripto paraların kullanımına ilişkin halihazırda bir yasak Türk Hukuk Mevzuatında bulunmamaktadır. Dolayısıyla suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince suç olarak atfedilmemiş ve yaptırıma bağlanmamış fiiller serbesttir. Kısaca ifade edecek olursak kripto para yasaldır.

Kripto para yasal mı? ve benzeri aklınıza gelen her türlü soruyu aşağıdaki formu doldurarak büromuza iletebilirsiniz.