HUKUKİ DANIŞMANLIK NEDİR?

Hukuki danışmanlık hizmeti nedir

Hukuki danışmanlık, en kısa tabiriyle, avukatın vatandaş veya şirketleri hukuki konularda aydınlatması ve bilgilendirmesidir. Bu kapsamda avukat, kendisine başvuran gerçek ve tüzel kişilere hukuki meselenin çözümü noktasında yardımcı olmaktadır. Hukuki meseleye ilişkin sürecin en başından en sonuna kadar; karşılaşılabilecek durumların analizi, atılması gereken adımlar, buna bağlı olarak kişinin yarar ve zararına oluşabilecek haller, duruma ilişkin nasıl hareket edilmesi gerektiği gibi hususların değerlendirilmesi; hukuki danışmanlık kapsamına girmektedir. Hukuki danışmanlığı bu yönüyle doktor muayenesine benzetebilirsiniz. Nasıl ki sağlığınıza ilişkin meydana gelmiş veya gelmesi muhtemel problemlerde doktora başvurmanız gerekiyorsa; aynı şekilde hukuki durumlara ilişkin problemlerde de hukuki danışmanlık hizmeti almanız gerekmektedir. Bu sayede, ileride başınıza gelebilecek durumlar açısından önleyici hukuk devreye sokulabilecektir. Ayrıca, meydana gelen durumlar açısından da durum teşhisi ve çözümü ortaya konulacaktır. Bu konu hakkında merak ettiklerinizi sayfanın en altındaki forum aracılığıyla bizlere sorabilirsiniz.

Hukuki Danışmanlık Hizmeti Nedir?

Hukuki danışmanlık hizmeti, Türkiye’de yalnızca avukatlar tarafından sunulmaktadır. Bu surette, avukat olmayan kişilerin hukuki danışmanlık kisvesi altında size vereceği bilgilere itimat etmeyiniz. Aksi takdirde geri dönüşü olmayan hak kayıplarına uğramanız muhtemeldir. Bu konuda hukuki danışmanlık hizmeti verme yetisine sahip avukatlar; hukuk alanında yıllarca eğitim almış, kendilerini mesleki olarak bu yola adamış ve bu surette de barolar tarafından desteklenmektedir. Bu sebeple hukuki sorunlarınıza ilişkin olarak; alanında uzman avukatlar dışında kimseye danışmamanız gerektiğini bir kez daha belirtmek isteriz.

Avukatlık Ücreti Nasıl Belirlenir?

Avukata ne kadar ücret verileceği konusunda sabit bir rakam vermek mümkün değildir. Bu konu değişkenlik göstermektedir. Aynı şekilde hukuki danışmanlık ücreti konusunda da net bir rakam verilemez.

Avukata ödenmesi gereken vekalet ücretini 3 kalemde sayabiliriz. Bunlar; akdi vekalet ücreti (avukatlık ücret sözleşmesinden kaynaklı), karşı vekalet ücreti (dava sonucuna göre karşı tarafça ödenmesi gereken yasal vekalet ücreti) ve icra vekalet ücreti (ilamlı icra takibi yapılarak mahkemenin kararı doğrultusunda karşı taraftan ücreti tahsil amaçlı açılan takiplerde) şeklindedir. Bu konu hakkında detaylı bir inceleme yaptığımız vekalet ücreti hesaplama nasıl yapılır isimli yazımıza bir göz atabilirsiniz.

Avukat Danışmanlık Nedir?

Hukuki probleminiz hangi alana ilişkinse; o konunun uzmanı bir avukattan hukuki danışmanlık hizmeti almanız lehinize olacaktır. Örneğin bir iş kazası geçirmeniz halinde alanında uzman bir iş kazası avukatının bilgisine başvurmanız yararınıza olacaktır. Aynı şekilde işçi haklarına yönelik durumlarda bir iş hukuku avukatına danışmanız gerekmektedir. Ev, arsa, tarla gibi taşınmazlarınıza yönelik meseleler için alanında uzman bir gayrimenkul avukatından destek almanız gerekmektedir. Mesela tapu iptal davası ve kiracı tahliyesi gibi meseleler söz konusu olduğunda, artık bu alana dair bir probleminiz var demektir.

Evliliğin iptali, boşanma gibi meseleler gündeme geldiğinde uzman bir boşanma avukatından destek almalısınız. Boşanmada mal paylaşımı, nafaka, velayetin değiştirilmesi gibi meseleler de yine bu alana girmektedir. Mirastan feragat, miras paylaşımı, vasiyetname, mirastan mal kaçırma gibi meselelerde de alanında uzman bir miras avukatına danışmanız gerekmektedir. Bu şekilde alanında uzman avukatlardan alınacak hukuki danışmanlık hizmeti, sizlere yaşadığınız süreçte büyük fayda sağlayacaktır.

Davalar Uzun Sürer Mi?

Vatandaşlarımızdan bu soruyu epeyce duymaktayız. Bu sebeple dava uzun sürer mi, ne kadar sürer gibi sorulara cevap vermek istedik. Bu soruya ne yazık ki net bir cevap vermek mümkün değildir. Dava süreleri; mahkemelerin iş yoğunluğuna, davanın türüne ve toplanması gereken delillere göre şekil kazanmaktadır.

Yakın bir tarihte hayat bulan uygulama gereği; bir dava açtığınızda, hedef süre formu verilmektedir. Burada davanın son bulması için hedeflenen süre belirtilmektedir. Bu süreler ortalama olup kesinlik belirtmemektedir. Yargılama süresi yine yukarıda bahsetmiş olduğumuz parametrelere bağlı olarak uzayıp kısalabilecektir. Bunun dışında istinaf ve temyiz süreçleri de önemlidir. Bu aşamalarda da dava açısından hatırı sayılır süreler geçmektedir. Bu konuda, istinaf mahkemesi ne kadar sürer isimli yazımızı inceleyebilirsiniz.

Online Hukuki Danışmanlık Nedir?

Günümüzde teknolojinin ilerlemesiyle birlikte haberleşmek ve iletişim kurmak artık çok kolay hale geldi. Bunun yanında modern dünyanın getirmiş olduğu iş yükü ve çalışma temposu da ortadadır. Ayrıca ülkenin çeşitli şehirlerindeki insanlar, alanında uzmanlaşmış avukatlardan danışmanlık hizmeti almayı tercih etmektedirler. Tüm bunları bir potada eritince online hukuki danışmanlık hizmetinin ihtiyacı ve varlığı kaçınılmaz olmaktadır.

Danışmanlık hizmetinin online olmasından kasıt, yüz yüze verilen hukuki danışmanlık hizmetinin internet aracılığıyla gerçekleştirilmesidir. Bu kapsamda Skype, Zoom vb. birçok uygulama, bu hizmet şekline aracılık edebilmektedir. Öncelikle, hukuki mesele açısından gerekli evrak ve bilgiler avukata iletilir. Randevu vaktine kadar avukat, gerekli ön inceleme ve araştırmaları yapar. Randevu vaktinde ise vatandaşa isteğine yönelik danışmanlık hizmeti kapsamlı şekilde sunulur. Bu şekilde zaman kaybının önüne geçilmiş olur.

Dava Nerede Açılır?

Hukuki sorununuza ilişin dava açmak istiyorsunuz ama nerede açacağınızı bilmiyor musunuz? Gerek CMK gerekse HMK maddelerinde düzenlediği üzere adli davalar, yetkili ve görevli mahkemelerde açılmalıdır. Aksi takdirde hakim, daha esasa girmeden davanız için usulden ret kararı verebilir. Görevli mahkeme uyuşmazlık konusuna göre belirlenecektir. Yetkili mahkeme de uyuşmazlık konusuna binaen çeşitli yer mahkemeleri olacaktır. Eğer avukatla temsil edilmeksizin kendiniz bir dava açmak istiyorsanız; bu konuda hukuki danışmanlık hizmeti almanız faydalı olacaktır.

Online Avukat Danışma Nedir?

Yeterli zamanı olmayan, yolda vakit kaybetmek istemeyen veya başka şehirlerde bulunan vatandaşlarımız; bu yolla kaliteli bir hukuki danışmanlık hizmetine kolayca erişebilmektedir. Burada, bir danışmanlık hizmetinde bulunması gerekli tüm detaylar masaya yatırılmaktadır. Hukuk danışmanlık bürosunca sunulan bu hizmet ile nelerin masaya yatırılabileceğini şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Hizmeti alan kişi, probleminin çözümüne yönelik bir dava açmak istiyorsa; açılacak davada neler talep edilebilir, eldeki deliller yeterli ve hukuka uygun mudur vb. birçok sorunun cevabı verilir.
  • Hizmete başvuran kişi davayı kendisi açmış ise; davanın seyri hakkında değerlendirme, bundan sonra neler olabileceği, nasıl hareket edilmesi gerektiği gibi birçok konu masaya yatırılır.
  • Başvuran kişinin kendisine bir dava yöneltilmişse; haklarının neler olduğu, nasıl bir cevap verilmesi gerektiği, ne şekilde savunma yapılması gerektiği gibi birçok şey değerlendirilir.
  • Hizmet talebinde bulunan kişi; sözleşme, ihtarname, ödeme emri, mahkeme kararı vb. belgelerin incelenmesini istiyorsa; bu belgelerin analizi ve buna ilişkin her türlü hukuki soruların cevaplandırılması yapılır.

Avukat Tutmak Zorunlu Mu?

Bize en çok yöneltilen sorulardan birisi de dava açmak için avukat tutmanın zorunlu olup olmadığıdır. Şunu belirtmek isteriz ki; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde ikame edeceğiniz her davayı, dava ehliyetiniz varsa tek başınıza açabilirsiniz. Kendim de dava açabiliyorsam peki ben neden bir avukata fazladan para vereyim ki diye düşünebilirsiniz. Usul kurallarına uymadığı, süreleri kaçırdığı ya da iddialarını gerektiği gibi ileri süremediği için haklı davası reddedilen bir çok kişi bulunmaktadır. İşte tam da bu nedenle, hak kayıplarına uğramamak için davanızı bir avukat aracılığıyla takip etmeniz gerekmektedir.

Hukuki Danışmanlık Ücreti Ne Kadar?

Bu hizmet türünün ücretinin ne kadar olacağından ziyade en az ne kadar olabileceği sorusu önemlidir. Çünkü serbest piyasada fiyatlar değişkenlik arz etmektedir. Bunun için Türkiye Barolar Birliği; her yıl avukatlık asgari ücret tarifesi yayınlayarak bu ücretlere alt sınır çeker. Tüm avukatlar bu tarife ile bağlıdır. Yani avukatlar, yaptıkları iş için, bu tarifede öngörülen ücretlerin altında bir fiyat talep edemeyeceklerdir.

Hukuki danışmanlık hizmeti için alınabilecek en az ücretin TBB tarafından yıllık bazda yayınlanan avukatlık asgari ücret tarifesinde belirtildiğini ve her yıl güncellendiğini tekrardan belirtelim. Bunun akabinde de 2021 yılı için geçerli ücretleri şu şekilde sizlere sunalım:

  • Avukatın bürosunda sözlü olarak danışmanlık almanın ücreti ilk 1 saate kadar 540,00 TL’dir. Bu ücret, ilk 1 saati takip eden her bir saat içinse 325,00 TL artış göstermektedir.
  • Avukattan çağrı üzerine gittiği bir yerde sözlü danışmanlık almanın ücreti 1.125,00 TL’dir. Bu ücret, ilk saati takip eden her bir saat için 555,00 TL olarak artırılmaktadır.
  • Avukattan yazılı olarak danışmanlık hizmeti almanın ücreti ilk 1 saate kadar 1.125,00 TL’dir. Devamındaki her bir saat için 525,00 TL artırım yapılmaktadır.
  • Avukatın yazacağı her bir dilekçe; düzenleyeceği her bir protesto, ihbarname, ihtarname için ödenmesi gereken ücret azami olarak 825,00 TL’dir.
  • Avukat tarafından hazırlanacak kira ve benzeri sözleşmeler için asgari olarak 1.080,00 TL ödenmesi kararlaştırılmıştır. Bunun dışında; tüzük, yönetmelik, miras sözleşmesi, vasiyetname, vakıf senedi ve benzerinin avukat tarafından hazırlanması isteniyorsa; bunun için 3.280,00 TL asgari olarak ödeme yapılması gerekmektedir. Ayrıca, şirket ana sözleşmesi, şirketlerin devir ve birleşmesi ve benzeri gibi ticari işlerle alakalı sözleşmelerin avukat tarafından hazırlanmasının asgari ücreti 1.650,00 TL olarak belirlenmiştir.

Dava Nasıl Açılır?

Bu mesele uzmanlık isteyen bir konudur. Yani her somut olay kendi özelliklerine göre değerlendirilerek, buna göre bir yol izlenmelidir. Bu noktada avukat aracılığıyla hareket etmenizi öneririz. Yine de davayı kendiniz açmak istiyorsanız bu konuda uzman bir avukattan hukuki danışmanlık almak yararınıza olacaktır. Dava açılış sürecini şu şekilde özetleyebiliriz:

Öncelikle, dava açabilmek için bir dava dilekçesi hazırlamanız gerekmektedir. Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar; davayı hangi mahkemede açacağınız, davanın tarafları ve adresleri, hukuki uyuşmazlığa dair açıklamalar ve talep edilen hususlardır. Bu nitelikleri barındıran dava dilekçesi hazırlandıktan sonra mahkemeye giderek harç ve masrafları ödedikten sonra davanızı açabilirsiniz. Konu hakkında daha detaylı bilgi edinmek istiyorsanız dava nasıl açılır isimli yazımıza bir göz atabilirsiniz.

Şirketlere Hukuki Danışmanlık Ücreti Ne Kadar?

Gerçek kişiler gibi tüzel kişiliğe sahip şirketler de avukatlardan hukuki danışmanlık hizmeti alabilirler. Şirketlerin ticari işlemleri süreklilik arz ettiği için bu şirketler, önleyici hukuk açısından genellikle uzun süreli bir hizmet almayı tercih ederler. Yani gerçek kişilerde olduğu üzere tek zamanlı değil; aksine zamana yayılan bir şekilde bu hizmeti alırlar. Türk Ticaret Kanununda öngörülen şekil şartlarının sıkılığını da göz önünde bulundurursak; süregelen işler bakımından zaten olması gereken de budur.

Hukuki danışmanlık, şirketler nezdinde can alıcı bir meseledir. Bugün cüzi miktarları avukatlara vermekten kaçınan şirketlerin ileride daha büyük maddi kayıplara uğraması kaçınılmazdır. Ticaret ilişkisi kurulan kişilerle yapılacak sözleşmelerde, temerrüde düşen kişilere ihtar çekilmesinde ve daha birçok konuda şirketlerin avukata ihtiyaç duyduğu aşikardır.

Peki bu hizmet karşılığında şirketlerin ödemesi gereken ücret ne kadar? Bu soruya net bir cevap verebilmemiz mümkün değildir. Burada, taraflar arasında akdedilen hukuki danışmanlık sözleşmesi önemlidir. Bu sözleşme ile tarafların yükümlülükleri ortaya konulacaktır. İşte ücret konusu da burada belirlenecektir. Taraflar isterse parça başı ödeme veya aylık bazda bir ödeme konusunda anlaşabilirler. Uygulamada esas ve yaygın olan ise aylık bazda; sabit ve sürekli bir ücret ödemesidir. Peki aylık hukuki danışmanlık ücreti ne kadar olmaktadır? Bu tutar; şirketlerin büyüklüğüne, hukuki işlem yoğunluğuna göre, alınacak hizmet kapsamı vb. birçok meseleye bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Ortalama bir ücret bilgisi vermek gerekirse; hizmet bedeli aylık 1.000 TL’den 100.000 TL’ye kadar değişebilmektedir.

Avukata Nasıl Vekalet Verilir?

Öncelikle şunu belirtmek isteriz ki; hukuki danışmanlık hizmeti almak için vekaletname çıkarmanız gerekmemektedir. Ancak avukat aracılığıyla bir dava açmak istiyorsanız o avukata vekalet vermeniz gerekir. Bu vekaletname de noter aracılığıyla düzenlenir. Vekaletname ücretini yatırdıktan sonra dilediğiniz avukatı, dilediğiniz konularda, kendinize vekil olarak tayin edebilirsiniz.

Ücretsiz Hukuki Danışmanlık Olur Mu?

Avukat danışma ücretsiz olabilir mi? Değindiğimiz üzere avukatlar, sundukları danışmanlık hizmetine karşılık, TBB’nin avukatlık asgari ücret tarifesinde belirtilen tutarın altında bir ücret talep edemezler. Yani danışmanlığın ücretsiz olarak verilmesi meslek etiği açısından mümkün değildir. Bir avukata vekalet vererek dava açmak üzere iletişime geçtiğinizde, zaten bu şekilde bir ücret talep edilmeyecektir. Bunun dışında ise dediğimiz gibi sunulan hizmetin karşılığında bir ücret alınmaktadır.

Telefonla ücretsiz danışma hattı olması da yerinde bir uygulama değildir. Dilerseniz sitemizde vermiş olduğumuz telefon numarasını arayarak almak istediğiniz hizmete yönelik randevu oluşturabilirsiniz. Ofisimiz, ücretsiz avukat danışma Whatsapp hattına sahip değildir. Bunun yerine kullanmak üzere, sitemizde avukata sor sekmesi bulunmaktadır. Genel kapsamda merak ettiğiniz sorularınızı, buradan bizlere iletebilirsiniz. Fakat detaylı bir analiz, hukuki sorununuza ilişkin nasıl hareket etmeniz gerektiği gibi hususların hukuki danışmanlık kapsamına girdiğini belirtmek isteriz. Dolayısıyla bu tip sorularınız için bir avukattan danışmanlık hizmeti almanız gerekmektedir.

Dava Dilekçesi Nasıl Olmalı?

Dava dilekçesi de diğer tüm dilekçeler gibi belli kurallara abi olarak yazılmalıdır. Bu konu hakkında detaylı bilgi edinmek için dilekçe örneği isimli yazımızı inceleyebilirsiniz. Bir dava dilekçesinde bulunması gereken temel hususları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Davacı ve davalı tarafın ismi, soyadı, T.C. kimlik numarası ve ikamet adresleri;
  • Dava konusu, davayı açma gerekçeleri, yasal dayanak, eldeki hukuki deliller;
  • Talebiniz, delil listesi, tanık listesi, davaya konu olayın özellikleri ve bunlara ilişkin her türlü belge ve dayanak;
  • Dava konusuna ve talebinizi karşılama uygun emsal Yargıtay kararları.
İş Hukuku Avukatı Danışma Nedir?

Hukuki problemlerinizin çözümüne ilişkin alanında uzman avukatlardan danışmanlık hizmeti almanız gerektiğini belirtmiştik. İş hukuku, ofisimizin çalışma alanları içerisinde başı çekmektedir. Oldukça titizlik ve geniş bilgi birikimi isteyen bu alan, uygulamaya yönelik birçok teknik detayın bilinmesini ve alana hakimiyeti gerektirmektedir. Gerek işçi gerekse de işveren yönünden bu alanda bir hukuki danışmanlık hizmeti alınması, büyük hak kayıpları ve büyük maddi kayıpların önüne geçecektir.

Örneğin iş akdi son bulan bir işçinin hakları açısından tazminat hesaplaması yapılması için bu hizmet yoluna başvurulabilecektir. Ayrımcılık tazminatı, destekten yoksun kalma tazminatı vb. tazminat türleri de bu alana dahildir. İşe iade davası, hizmet tespit davası, iş kazası davaları vb. de bu alanda ikame edilebilecek dava türlerindendir. İstifa eden işçinin hakları, ikale sözleşmesi hazırlanması, iş kazası tazminat hesaplaması gibi meseleler de yine bu alanda hukuki danışmanlık hizmeti alabileceğiniz meselelerdendir. Gördüğünüz gibi oldukça kapsamlı bu alandaki hukuki uyuşmazlıklar saymakla bitmez. Dolayısıyla bu noktada meselenin uzmanına danışmak sizin yararınıza olacaktır.

Hukuki danışmanlık, derya deniz olan bu hukuk mecrasında, kişilerin hak kayıplarının önüne geçilmesi açısından oldukça önemli bir noktadadır. Bizlerden hukuki danışmanlık hizmeti almak isterseniz, bu hususta ofisimizle irtibata geçebilirsiniz. Konu hakkında aklınıza takılanları, aşağıdaki forum aracılığıyla bizlere sorabilirsiniz.

ZİLYETLİK NEDİR?

Zilyetlik türleri nelerdir

Zilyetlik, bir eşya üzerinde fiili hakimiyet şeklinde kurulan ilişkiyi ifade etmektedir. Yani zilyetlik, bir malı kullanma, el altında bulundurma manasına gelmektedir. Günlük hayatta mülkiyet ile zilyetlik kavramları birbirine karıştırılmaktadır. Fakat bu ikisi apayrı kavramlardır. Mülkiyet bir hakkı ifade etmekteyken, zilyetlik bir fiili durumu ifade etmek için kullanılır. Zilyet olunan eşya ile zilyet kişi arasında fiili bir bağ kurulmaktadır. Buna karşın mülkiyette eşya ile malik kişi arasında hukuki bir bağ kurulmaktadır. Zilyetlikten bahsedilebilmesi için fiili egemenliğin yanında zilyetlik iradesinin de bulunması gerekir. Bu yazımızın konusunu işte bu zilyetlik kavramı oluşturacaktır. Konu hakkındaki sorularınızı sayfanın en altındaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

Zilyet Nedir?

Zilyet, eşya ile arasında zilyetlik bağı kurulmuş olan kişiyi ifade eder. Mülkiyetin aksine zilyetliğin fiili bir durumu ifade ettiğinden bahsetmiştik. Dolayısıyla bu fiili durum birçok farklı şekilde oluşabilir. Taşınır ve taşınmaz eşyalarda, tabiatı gereği genellikle o malın sahibi aynı zamanda zilyedi olmaktadır. Bunun dışında malik, taşınmazını bir kira sözleşmesi ile bir başka kişiye kiralamış olabilir. Bu durumda zilyet, kiracı kişi olacaktır. Buradaki zilyetlik durumu, kiracı evden çıkasıya kadar veya kiracı tahliyesi gerçekleştirilesiye kadar varlığını devam ettirecektir. Aynı şekilde bir eşya üzerinde intifa hakkı gibi irtifak haklarına sahip kişiler, eşyayı hakimiyetleri altında tuttukları sürece o malın zilyedidirler.

Zilyet konusuna bir başka örnek vermek gerekirse; Örneğin belirli bir malvarlığına sahip baba vefat etmiş olsun. Burada miras paylaşımı ve intikal işlemleri yapılmadan mirasçılar o mallar üzerinde mülkiyet hakkına haiz değildirler. Fakat zilyetlik durumu, varlığını mirasçılar üzerinden devam ettirecektir.

Bunun dışında zilyetlik illa da hukuka uygun yollar ile kurulmak zorunda değildir. Zilyetlik, sadece bir fiili durumu ifade ettiği için her türlü yolla kurulması mümkündür. Örneğin hırsızlık suçunu ele alalım. Burada hırsız bir takım malvarlıklarını hukuka aykırı olarak ele geçirmiştir. Hırsız bu eşyalar üzerinde bir hakka sahip değildir fakat artık o malların zilyedi konumundadır. Aynı şekilde dolandırıcılık suçunun faili de birtakım mallar üzerinde haksız şekilde bir hakimiyet kurar. Bu şekilde menkul ve gayrimenkullerin haksız fiil aracılığıyla elde edilmesi, zilyetliğin oluşumuna engel değildir. Dolayısıyla burada suçun failleri, söz konusu eşyalar üzerinde zilyet konumunda olacaklardır.

Zilyetliğin Fonksiyonları Nelerdir?

Zilyetlik denildiği zaman akla 4 ana fonksiyon gelmektedir. Gelin bunları sıralayalım ve genel hatlarıyla inceleyelim:

  1. Aleniyet ve Karine Fonksiyonu:Aleniyet, taşınmazlar açısından tapu sicili ile sağlanmaktadır. Taşınırlar içinse aleniyet, zilyetlik kavramı ile sağlanır. Dolaysıyla bir taşınır eşyanın zilyedi olan kişi, o malın maliki sayılır. Bu durum sadece bir karine oluşturmaktadır. Dolayısıyla aksini iddia ve ispat etmek her zaman mümkündür.
  2. İktisap Fonksiyonu:Burada zilyetliğin oynadığı rol, iki konu açısından önemlidir. İlk olarak; herhangi bir hakkı olmaksızın tapuda malik olarak gözüken kişinin, taşınmaz üzerindeki zilyetliğini davasız ve aralıksız olarak on yıl boyunca ve iyi niyetle devam ettirmesi halinde, bu duruma itiraz edilemeyecektir. Yani bu konuda bir tapu iptal davası açılamayacaktır. Bunun yanında; tapu kütüğünde herhangi bir kaydı olmaksızın bir taşınmazı davasız ve aralıksız yirmi yıl boyunca ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tescil edilmesini isteyebilir. Yine aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmaz için de zilyet, mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tescil edilmesini talep edebilir. İkinci olarak; başkasının taşınır bir malını davasız ve aralıksız beş yıl süreyle, iyi niyetle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, zamanaşımı yoluyla o taşınırın maliki vasfına sahip olacaktır.
  3. Koruma Fonksiyonu:Türk Medeni Kanunu, borç ilişkisinde, alacakla ilintili bir malın alacaklı tarafın zilyetliği altında bulunması halinde, alacaklının bu mal üzerinde hapis hakkını kullanabileceğini düzenlemiştir. Zilyetlik altında bulunan mal taşınır eşya olabileceği gibi kıymetli evrak da olabilir. Alacaklı hapis hakkını ancak borç ödeninceye kadar kullanabilecektir. Burada önem arz eden iki husus vardır. Öncelikle ortada muaccel bir borç olmalıdır. Bunun yanında, zilyetlik altında bulunan eşyanın, bu borç ile ilişkili olması gerekmektedir.
  4. Huzur ve Sükunu Sağlama Fonksiyonu: Bu fonksiyon aslında aleniyet ve karine fonksiyonunun bir uzantısıdır. Hiç kimse, başkasının zilyetliği altında bulunan şeyi, üzerinde kendi hakkı bulunduğu iddiasıyla zilyetten zorla alamaz.

Zilyetlik Türleri Nelerdir?

Zilyetlik, pek çok açıdan farklı sınıflandırmalara tabi tutulabilir. Hakka dayanan zilyetlik – Hakka dayanmayan (Haksız ) zilyetlik ve Asli zilyetlik – Fer’i zilyetlik ayrımları geniş bir açıklama alanı gerektirdiği için aşağıda ayrı başlıklar altında değerlendirilecektir. Bu 2 sınıflandırma dışındaki 5 ayrımı şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Dolaylı Zilyetlik – Dolaysız Zilyetlik:Bir eşya üzerindeki fiili hakimiyetini doğrudan sürdüren kişi dolaysız zilyettir. Buna karşın, eşya üzerindeki fiili hakimiyetini başkası üzerinden sürdüren kişi, dolaylı zilyettir. Örneğin ticari taksisini işletmesi amacıyla bir şoföre kiralayan malik, dolaylı zilyet konumundadır. Bunun yanında şoför de dolaysız zilyet konumundadır.
  • Tek Başına Zilyetlik – Birlikte Zilyetlik:Zilyetliğe sadece bir kişinin sahip olması durumunda tek başına zilyetlikten bahsedilir. Bunun yanında, birden çok kişinin zilyet olma durumu varsa birlikte zilyetlikten bahsedilir. Birlikte zilyetlik, müşterek zilyetlik ve iştirak halinde zilyetlik olmak üzere ikiye ayrılır. Zilyetlerden her biri diğerlerinden bağımsız hareket edebiliyorsa müşterek zilyetlikten bahsedilir. Birlikte hareket etmeleri gerekiyorsa, bu durumda iştirak halinde zilyetlikten bahsedilir. Örneğin bankadaki kasa, ancak iki kişideki anahtarların bir araya gelmesiyle açılabiliyorsa iştirak halinde zilyetlikten bahsedilir. Bunun yanında, her iki anahtar da birbirinden bağımsız olarak kasayı açabiliyorsa, bu halde müşterek zilyetlikten bahsedilir. Murisin ölümüne müteakip çıkarılan veraset ilamında belirtilen mallar üzerinde mirasçılar, iştirak halinde zilyettirler.
  • Eşyada Zilyetlik – Haklarda Zilyetlik:Kural olarak zilyetlik ancak eşya üzerinde kurulabilir. İstisna olarak haklar üzerinde de zilyetlik gündeme gelebilir. Bir binanın duvarı üzerinde reklam verme hakkı bulunması halinde bu durum gündeme gelebilecektir.
  • Emin Sıfatıyla Zilyetlik:Malik veya yetkili olan temsilcinin rızası ile zilyet olan kişiye bu vasıf yüklenir. Örneğin bir çamaşır makinesi, sahibi tarafından tamir edilmek üzere tamirciye bırakıldığında, tamirci, artık o mal üzerinde emin sıfatıyla zilyettir.
  • Başkası İçin Zilyetlik – Kendisi İçin Zilyetlik:Kural olarak zilyet, bu durumu kendisi için tesis etmektedir. Başkası için zilyetlikte ise bir başkası için zilyet olunmaktadır. Örneğin tatile giden kişinin çiçeğini sulaması için komşuya bırakması halinde başkası için zilyetlik söz konusu olacaktır.

Feri Zilyet Nedir?

Asli zilyet – Feri zilyet ayrımı da zilyetlik türlerine tabidir. Daha geniş bir incelemeye tabi tutulabilmesi maksadıyla ayrı bir başlık altında değerlendireceğiz:

  • Asli Zilyetlik – Feri Zilyetlik:Malik olunan eşya, bir sınırlı ayni hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak amacıyla başkasına teslim edilebilir. Bu durumda iki kişi de zilyet konumundadır. Eşyanın maliki asli zilyet, teslim edilen kişi ise feri zilyettir. Taşınır bir eşyaya feri zilyet olan kimse, eşyayı kendisinden iyi niyetle aldığı kişinin mülkiyet karinesine dayanabilir. Taşınır üzerinde bir sınırlı ayni hak veya kişisel hak iddiasıyla zilyet bulunan kimsenin iddia ettiği hakkın varlığı karine olarak var kabul edilir. Fakat feri zilyet bu karineyi, eşyayı kendisine veren kişiye karşı ileri süremez. Feri zilyetler de birçok açıdan asli zilyetlerin eşya üzerinde sahip olduğu koruma yetkilerine sahiptirler. Feri zilyetler, zilyetliği korumak adına zor kullanma, tecavüzü engellemek adına ölçülü güç kullanma yetkilerine sahiptirler. Bunların yetersiz kaldığı noktada feri zilyetler de zilyetliği koruyucu dava yollarına başvurabilirler. Zamanaşımı ile mülkiyet iktisabı ancak malik sıfatıyla sahip olma durumunda geçerlidir. Dolayısıyla bu açıdan asli zilyet – feri zilyet ayrımı önemlidir.

Haksız Zilyet Nedir?

Zilyetlik türlerinde bir diğer ayrım da Hakka dayanan zilyetlik – Hakka dayanmayan (Haksız) zilyetlik tasnifidir. Yine burada da geniş çaplı bir inceleme yapabilmek adına ayrı bir başlık altında inceleme yapmayı seçtik:

  • Hakka Dayanan Zilyetlik – Hakka Dayanmayan (Haksız) Zilyetlik:Zilyet olan kimse, genellikle bir hakka dayanmaktadır. Haksız zilyet olma durumu istisnaidir. Burada dayanılan hak, ekseriyetle mülkiyet hakkı olmaktadır. Kiralama, rehin, ariyet gibi durumlarda da zilyet bir hakka dayanmaktadır. Buna karşın haksız zilyet, herhangi bir hakka dayanmamaktadır. Örneğin hırsız, çaldığı mal üzerinde haksız zilyettir. Aynı şekilde bir taşınmaz üzerinde zilyet olarak haksız işgalde bulunan kişi de haksız zilyettir. Bu kapsamda bu kişiden ecrimisil, yani haksız işgal tazminatı talep edilebilecektir. Kişi, zilyetliği altında bulunan eşyanın herhangi bir hakka dayanmadığını bilmiyor olabilir. Bu durumda iyi niyetli haksız zilyetten bahsedilir. Yine aynı şekilde, zilyedin bu durumu bilmesi gerekmiyorsa veya zilyet bunu bilebilecek durumda değilse, iyi niyetli haksız zilyet kavramından bahsedilir. Bu kavram, zilyedin iade borcunun kapsamını tayinde önem arz edecektir. Karineyle mevcut hakkına uygun şekilde eşyayı kullanan veya ondan yararlanan iyi niyetli haksız zilyet, o malı geri vermekle yükümlü olduğu kişiye karşı herhangi bir tazminat ödemek zorunda değildir. Aynı şekilde eşyanın kaybolmasından veya irade dışında zarar görmesinden de sorumlu değildir. İyi niyetli haksız zilyet, eşyayı geri vereceği kişiden, eşyaya yönelik yapmış olduğu zorunlu ve yararlı masrafların tazminini isteyebilir. Bu tazmin talebi yerine getirilesiye kadar zilyet, malı iade etme yükümlülüğünü yerine getirmekten kaçınabilir. Kötü niyetli hasız zilyet ise hak sahibini mağdur ettiği ölçüde zararını tazminle yükümlüdür.

Zilyetlik Kazanılması Nasıl Olur?

Zilyetlik 4 farklı şekilde kazanılabilir. Bunları sıralamak ve kısaca açıklamak gerekirse ş şekildedir:

  1. Aslen Kazanma:Burada zilyetliğin kazanılması durumunda, bir kimsenin eşya üzerinde tek taraflı irade göstererek fiili hakimiyet kurması söz konusudur. Bu noktada başka birisinin rızasının bulunup bulunmaması önem taşımaz. O eşya üzerinde daha önce zilyetlik de bulunuyor olabilir. Bunun da bir önemi yoktur. Bu iktisap türünün en yaygın hali, doğada sahipsiz bulunan eşyaların hakimiyet altına alınmasıdır. Dağda kekik toplamak, sahipsiz koyunu hakimiyeti altına almak bunlara birer örnektir. Daha önceki zilyedin fiili hakimiyeti tanınmayarak da o eşya üzerinde aslen kazanma yoluna gidilebilir. Hırsızlık da buna bir örnektir.
  2. Devren Kazanma:Burada daha önce var olan bir zilyetlik ilişkisi ve o zilyedin iradesiyle bu ilişkinin başka birisine devredilmesi söz konusudur. Örneğin bir eşyanın satılarak birine zilyetliğinin kazandırılması buna bir örnektir. Zamanaşımı ile mülkiyeti kazanma konusunda da devren zilyetlik söz konusudur. Zilyetliğin devren kazanılması, eski zilyedin iradesi ile olabileceği gibi mahkeme kararıyla da gerçekleşebilir. Mesela bir vesayet davasında atanan vasinin terekedeki malları yönetirken kurduğu zilyetlik ilişkisi buna örnektir.
  3. Tesissen Kazanma:Burada mevcut zilyet, eşya üzerindeki zilyetliğini devam ettirmektedir. Buna ilaveten kendi iradesiyle o eşya üzerinde, başkası adına da yeni bir zilyetlik ilişkisi kurulmaktadır. Bu işlem, tek başına zilyetliğin birlikte zilyetliğe dönüşmesi şeklinde olabileceği gibi yalın zilyetliğin dereceli zilyetliğe dönüştürülmesi şeklinde de olabilir. Örneğin kira sözleşmesi ile kiralanan eşyanın kiracıya teslim edilmesi bu kapsamda bir kazanım şeklidir.
  4. Miras Yoluyla Kazanma: Bu kazanım yolu diğerlerinden farklıdır. Öyle ki burada zilyet iradesi ve fiili hakimiyet unsuru aranmaz. Murisin ölümünden sonra malların mirasçılara intikali yapılmamış olsa dahi mirasçılar, o mallar üzerinde zilyetliği miras yoluyla kazanacaklardır.

Hükmen Teslim Nedir?

Bu kavram, zilyetliğin nakli açısından önem taşımaktadır. Zilyetliğin nakli de teslimli veya hükmen teslim şeklinde olabilir. Teslimli nakil, zilyetliği devredenle devralanın nakil esnasında hazır bulunması şeklinde olabileceği gibi hazır olmayan zilyetler arasında da bu yolla nakil yapılabilmesi mümkündür. Teslim, bizzat eşyanın verilmesi şeklinde olabileceği gibi o eşyayı temsil eden bir şeyin verilmesi şeklinde de gerçekleşebilir. Mesela, kiraya verilen bir evin anahtarının kiracıya verilmesi bu duruma bir örnektir. Zilyetliğin teslimli nakli yetkili bir temsilci aracılığıyla da pek ala yapılabilir.

Peki hükmen teslim nasıl olur? Burada eşya üzerinde fiili hakimiyet devri gerçekleşmez. Zilyetliği devredenin eşya üzerindeki fiili hakimiyeti devam etmektedir. Örneğin evini satan kişinin o evde kiracı olarak oturmaya devam etmesi bu şekildedir. Hükmen teslimde, zilyetliğin devir konusu ile eşyanın eski zilyedin fiili hakimiyeti altında kalma sebebi birbirinden bağımsız olmalıdır. Örneğin evi satan kişi, parasını alamadığı için o ev üzerinde hapis hakkını kullanıyor ve orada oturmaya devam ediyorsa; bu durum, hükmen teslim şeklinde değerlendirilemeyecektir.

Hükmen teslim halinde, zilyetliği kazanan 3. kişilerin zarar görmemesi için bildirim yükümlülüğü getirilmiştir. Bu şekilde bir 3. kişiye devir söz konusu olduğunda, bu durum ancak zilyetliği devam eden kişiye ve devralacak kişiye bildirildikten sonra hüküm ve sonuç doğurur.

Zilyetlik Davaları Nelerdir?

Zilyetliği kuvvet kullanarak tecavüze karşı korumak her zaman mümkün olmayabilir. Bu noktada dava yolu aklımıza gelecektir. Zilyet kişi, malı hakimiyeti altından kaçırmış ve anında söküp geri alamamışsa; o eşyanın artık yeni bir zilyedi vardır. Dolayısıyla eşya ancak dava yoluyla geri alınabilecek ve haksız fiile ilişkin tazminat istemleri burada gündeme gelecektir. Burada dava ehliyeti, taşınmazlar açısından, tapuda adına tescil olanlara tanınmıştır. Taşınırlar açısından ise zilyet olan herkes, hukuki yararı bulunmak şartıyla, dava yoluna başvurabilir. Zilyetlik davaları, tecavüzün refi davası ve zilyetliğin iadesi davası olarak ikiye ayrılmaktadır. Tecavüzün refi davası burada işlenirken, zilyetliğin iadesi davası bir alt başlıkta incelenecektir. Taşınırlar açısından gündeme gelen menkul davaları ise inceleme konusu yapılmayacaktır.

Tecavüzün refi davasında en çok dikkat çeken nokta, ortada hala süregelen bir tecavüzün bulunmasıdır. Tecavüz, zilyetliğin kullanımını engelliyor olabileceği gibi zorlaştırıyor da olabilir. Mütecaviz zilyetliğin üzerinde hak sahibi olsa dahi bu dava ikame edilebilecektir. Burada amaç; saldırının sonlandırılması, sebebinin ortadan kaldırılması veya zararın giderilmesidir.

Bu dava türünde, zilyetliğin iadesi davasının aksine, mütecavize üstün hakkını derhal ispat hakkı tanınmamıştır. Fakat bu davadan sonra mütecavizin üstün hak iddiasına dayalı olarak yeni bir dava ikame etmesi mümkündür. Unutulmamalıdır ki bu dava türünde asıl amaç tecavüzün bir an önce sonlandırılmasıdır. Bu dava, zilyetliğe karşı tecavüz içeren fiilin ve failin öğrenilmesinden itibaren 2 ay içerisinde ve her halde 1 yıl içerisinde ikame edilmelidir.

Zilyetliğe Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davası Nedir?

Bu başlık altında inceleyeceğimiz dava türü, zilyetliğin iadesi davası olacaktır. Burada davacı, kendisinden haksız olarak alınan zilyetliğin geri alınıp kendisine verilmesini ister. Bu da uygulamada ev, arsa, tarla vb. açısından tapu iptali ve kendi adına tescili istemiyle karşılık bulur. Burada davacı, zilyetliğin gaspından dolayı uğradığı zararı da karşı taraftan talep edebilecektir. Zilyetliği gaspa uğrayan kişi asli zilyet olabileceği gibi feri zilyet de olabilir. Eşyayı gasp eden kimse, söz konusu şeyin asli ve vasıtasız zilyetliğini bir başkasına devretmişse, hakkında bu dava ikame edilemeyecektir. Ancak bu konuda, menkul davası ve tazminat davası ikame etmek mümkündür.

Davacının bu dava açısından, söz konusu eşya üzerinde zilyetliği bulunduğunu ve başkası tarafından gasp edildiğini ispat etmesi yeterlidir. Ayrıca eşya üzerinde bir hakkı olduğunu ispat etmek zorunda değildir. Fakat tapu iptali ve tescili söz konusuysa bu durumun da ortaya konulması gerekmektedir. Bu noktada eşyayı gasp eden kişi o mal üzerinde daha üstün bir hakka sahip olduğunu derhal ortaya koyabiliyorsa, bu üstün hak gözetilecek ve gaspçı zilyetliği vermekten kaçınabilecektir. Fakat burada ispatın derhal yapılabiliyor olması muhakkak bir ön koşuldur. Derhal ispattan kasıt; davalı tarafın, üstün hak iddiasını, mahkemeden süre talep etmeksizin anında ortaya koyabilmesidir.

Bu dava türü de aynı tecavüzün refi davası gibi, gasp içeren fiilin ve gaspçının öğrenildiği tarihten itibaren 2 ay içerisinde ve her halde 1 yıl içerisinde ikame edilmelidir. Bu süreler aşıldıktan sonra işbu davayı ikame etmek mümkün olmayacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki burada tapu iptali ve tescilinden bahis, zilyetliğe dayanılmasıdır. Mülkiyet hakkına dayalı olarak tapu iptal ve tescil davaları bu sürelerden sonra da genel zamanaşımı sürelerine tabi olarak ikame edilebilecektir.

Hazineye Ait Taşınmazlarda Zilyetlik Nedir?

Hazineye ait arazilerde zilyetlik bulunması halinde ne olur, ne biter? Burada aklımıza 2B kategorisindeki yerler gelmektedir. Bu yerlerin bu şekilde adlandırılmasının sebebi, Orman Yasasının 2. maddesinin b bendinde düzenlenmiş olmasından ötürüdür. Bu maddede; 31.12.1981 tarihinden önce objektif olarak orman niteliğini kaybetmiş arazilerden, tarım veya hayvancılığa yönelik kullanılmasında toplum açısından fayda bulunulan yerler, orman sınırları dışarısına çıkarılır denmektedir. Buna müteakip bu araziler devlet hazinesi adına kayıtlanırlar.

Sonrasında bu arazilerin bulunduğu yerlerde kadastro çalışmaları yapılmaktadır. Bu yerler üzerinde uzun süredir zilyetliği bulunan ve faaliyet yürüten hak sahipleri, ilgili tapu kütüklerinin beyanlar hanesine yazılacaktır. Sonrasındaysa bu zilyet kişiler, idareye başvurmalıdır. İdari kuruluşa bu esnada belirlenen başvuru bedeli yatırılmalıdır. Bundan sonraysa, taşınmazın bulunduğu yer belediyesince, hak sahibi zilyetlere, konuya ilişkin bir tebligat gönderilecektir. İlgilisine tebliğden itibaren 3 ay içerinde, ödenmesi gereken tutar, ilgili belediyeye yatırılacaktır. Bu tutar da söz konusu arazi için belirlenen rayiç bedel miktarı kadardır. Bundan sonraysa artık devir işlemleri tamamlanacaktır.

Burada süreler hak düşürücü niteliktedir. Yani başvurudan sonra 3 ay içerisinde belirlenen tutar yatırılmazsa, artık o arazi üzerinden bu şekilde malik olma şansı yitirilmiş olacaktır. Bunun tek istisnası, konuya ilişkin TBMM’den bir af yasası çıkartılmasıdır. Bu kişiler, o araziler üzerinde 30, 40 yıl gibi uzun süreler zilyet olarak bulunsalar dahi genel mahkemelere başvurarak bu hususa dayanarak arazinin kendi adlarına tescilini isteyemeyeceklerdir. Yani bu statüdeki arazilerin mülkiyete geçirilmesinin tek yolu anlattığımız prosedürü izlemektir.

Zilyet Hakkı Kaç Yıldır?

Öncelikle zilyetliğin bir hak olmadığını, sadece fiili bir durumu ifade ettiğini söylemek gerekir. Ancak zilyedin eşya üzerinde, zilyetlik ilişkisine bağlı olarak kurduğu haklar açısından birtakım sürelerin bulunduğunu ifade etmek gerekir. Bunun dışında zilyetliğin bir süreye tabi tutulması, sınırlandırılması söz konusu değildir.

Örneğin zilyetliğin iktisap fonksiyonuna değinirken birtakım sürelerden bahsetmiştik. Bu süreler eşyanın mülkiyet hakkının kazanılması açısından kanun tarafından öngörülen olağan ve olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı süreleridir. Taşınırlar açısından zilyetliğin kazandırıcı olağan zamanaşımı süresi 5 yıl olarak belirlenmiştir. Taşınmazlar içinse bu olağan süre 10 yıl olarak belirlenmiştir. Olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı süresi taşınırlar için belirlenmezken, taşınmazlar açısından 20 yıl olarak belirlenmiştir.

Bunun yanında zilyetlik davaları için de belirli hak düşürücü süreler öngörülmüştür. Mesela tecavüzün refi ve zilyetliğin iadesi davaları için 2 ay ve 1 yıllık hak düşürücü süreler belirlenmiştir. Zilyetlik açısından menkul davaları içinse 5 yıllık hak düşürücü süre vardır. Yani zilyet, taşınır eşyanın gasp edilmesinden itibaren 5 yıl içerisinde dava açabilecektir. Bu şekilde zilyet, taşınır eşyasını gasp eden kişiden, zilyetliğinin geri verilmesini talep edebilecektir.

Zilyetlik konusu hakkında bu yazımızda elimizden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştık. Konu hakkındaki sorularınızı aşağıdaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

AİLE KONUTU ŞERHİ NASIL KONULUR?

aile konutu şerhi satışa engel mi

Aile konutu şerhi, tapu kütüğüne işlenebilen şerh türlerinden birisidir. Aile konutu müessesesi, Türk Medeni Kanununun 194. maddesi ile mevzuatımıza dahil edilmiştir. Buna göre; aile konutu olarak kullanılmak için tahsis edilen taşınmaza ilişkin mülkiyet hakkına haiz olmayan eş, ilgili tapu müdürlüğüne, gerekli belgelerle birlikte başvurarak; bu şerhin tapu kütüğüne işlenmesini isteyebilir. Aile konutu şerhinin kütüğe işlenmesinin bir diğer yolu da mahkeme kararının tatbiki şeklindedir. Aile konutu şerhi; gayrimenkul hukuku, aile hukuku, icra hukuku vs. bir çok alanda kanuni düzenlemelerde kendisine atıf yapılmak suretiyle yer edinmiştir. Biz de bu yazımızda aile konutu şerhi konusuna genel hatlarıyla değinmeye çalışacağız. Konu hakkındaki soru ve görüşlerinizi sayfanın en altındaki formu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

Aile Konutu Nedir?

Aile konutu şerhinin işlenebilmesi için, talep konusu taşınmazın aile konutu niteliğine haiz olması gerekmektedir. Peki nedir bu aile konutu? Aile konutu kavramına ilişkin TMK bir tanım ortaya koymamıştır. Bu kavrama birçok kanunda atıf yapılmış olması ve buna ilişkin hiçbir kanunda tanımlama bulunmamasının da elbette bir nedeni vardır. Türk Hukuku, aile kurumuna büyük önem atfetmektedir. Bu sebeple bu konuya ilişkin kısıtlayıcı tanımlamalardan olabildiğince kaçınılmaktadır. Bu konudaki boşluğun doldurulması, uygulama ve doktrine bırakılmıştır.

Yargıtay’ın ortaya koymuş olduğu tanıma göre; aile konutu, eşlerin birlikte yaşamlarını sürdürmeleri amacıyla ayrılan ve aynı konutta iki tarafın da yaşama hakkını güvenceye alan hukuksal kurumdur. Öğretide ise birçok farklı tanımlama yapılmıştır. Bu tanımlamaların ortak özellikleri şu şekildedir:

  • Eşler arasında yasal bir evlilik birliği kurulmuş olmalı.
  • Eşler tarafından seçilen konut, hukuka uygun şekilde kullanılıyor olmalı.
  • Konut, eşler tarafından hayatın merkezi haline getirilmiş olmalı ve normal koşullarda onları dış tehlikelerden korumaya elverişli olmalıdır.
  • Ailenin burada yaşaması hukuka uygun bir sebebe dayanmalıdır. Konut hukuk dışı işler için kullanılmamalıdır.

Şu hususu da belirtmekte fayda var ki; aile konutu şerhi, sadece eşin konut üzerinde mülkiyet hakkı bulunması durumunda gündeme gelecektir. Diğer ayni haklar bu kapsama dahil edilmemiş, yalnızca mülkiyet hakkının varlığı bu bağlamda kabul görmüştür. Yani intifa hakkı, üst hakkı vb. hakların dahil olduğu sınırlı ayni haklar bu kapsama girmemektedir. Bunun yanında aile konutu, etkisini boşanmada mal paylaşımı konusunda da büyük ölçüde göstermektedir.

Aile Konutu Şerhi Nedir?

Aile konutu şerhinin işlenmesi talebinde bulunan kişi ile mülkiyet hakkına haiz kişinin mutlaka resmi şekilde evli bulunması gerekmektedir. Bu şerh ancak aile konutu niteliğine sahip, tapu kütüğünde kaydı bulunan taşınmazlar için konulabilir. Aile konutu şerhi, ancak bir taşınmaz üzerine konulabilecektir. Yani eşin birden fazla evin maliki bulunması halinde, yalnızca aile konutu niteliğindeki tek bir ev için bu şerh işlenebilecektir.

Şunu da belirtmekte fayda var ki; bu şerhin tapu kütüğüne işlenmesi kurucu değil açıklayıcı niteliktedir. Yani bu şerhi tapu kütüğüne işletmeseniz bile doğacak olan uyuşmazlıklarda aile konutuna ilişkin düzenlemeler, ispat koşuluyla kendisine uygulama alanı bulacaktır. Fakat bu hususun tapu kütüğüne şerh edilmesinde büyük fayda vardır. Zira doğabilecek uyuşmazlıklarda 3. kişilerin bu şerhi görmemeleri sebebiyle iyi niyeti korunabilecektir. Bu sebeple hak kaybına uğrayabilirsiniz.

Aile konutu şerhi çift taraflı bir etki yaratmaktadır. Öncelikle bu şerh ile birlikte mülkiyet hakkı kendisinde olan eşin tasarruf yetkisi sınırlandırılmaktadır. Bu eş, aile konutu üzerinde, diğer eşin rızasını almaksızın dilediği gibi tasarrufta bulunamayacaktır. Öte yandan şerhin kütüğe işlenmiş olması halinde 3. kişiler ve memur bu durumun farkında olacaklardır. Bu da tasarruf işlemi sırasında eşin rızası yoksa önem arz edecektir. Diğer eşin rızası olmaksızın taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunmaya çalışan malik eşin talebi, tapu memuru tarafından reddedilmelidir. Yine aynı şekilde şerh bulunmasına rağmen işleme devam eden 3. kişinin iyi niyeti kati surette korunmayacaktır.

Aile Konutu Şerhi Nasıl Konulur?

Aile konutu şerhi iki halde tapu kütüğüne işlenmektedir. Bunlardan birisi mahkeme kararı iledir. Bu halde tarafların ayrıca bir belge sunmaları gerekmemektedir. İlamı veren mahkeme, ilgili tapu müdürlüğüne müzekkere yazarak şerhin tapu kütüğüne işlenmesini sağlayacaktır. Mahkeme ilamına dayanarak siz de ilgili tapu müdürlüğünden bu doğrultuda talepte bulunabilirsiniz. Bunun dışında bir de eşin kanundan doğan doğrudan talep hakkı bulunmaktadır. Burada eşin ilgili tapu müdürlüğüne giderek başvurusunu yapması ve gerekli evrakları sunması gerekmektedir.

Aile Konutu Şerhi İçin Gerekli Belgeler Nelerdir?

Aile konutu şerhi için gerekli belgeler şunlardır:

  • Konutun, aile konutu olduğuna dair muhtarlık ve varsa apartman yönetiminden alınmış belge. Bu hususta komşulardan alınmış tasdik edici yazılı beyanlar da işinize yarayabilir.
  • İlgili tapu müdürlüğü gerekli görürse; tapu bilgileri beyan edilen taşınmazın, şerhi talep edilen taşınmaz ile aynı olduğunun kadastro müdürlüğünce tespit eder belge.
  • Evlilik cüzdanı veya malik kişi ile evli olduğunu gösterir nüfus kayıt örneği.
  • Fotoğraflı nüfus cüzdanı ve fotokopisi. Ayrıca vesikalık fotoğraf.
  • Eğer işlem vekil veya temsilci tarafından yapılıyorsa vekaletname

Oturulmayan Eve Aile Konutu Şerhi Konulabilir Mi?

Aile konutuna ilişkin hükümlerin uygulanabilmesi için o konutun aile bakımından yaşam merkezi halinde olması gerekir. Dolayısıyla herhangi bir alelade konutun aile konutu olarak gösterilmesi hukuka uygun değildir. Aile konutu, eşlerin ortak seçtiği ve müşterek olarak kullandıkları, orada düzenli olarak yaşadıkları konuttur. Eşler bakımından anıldığı şekilde yaşam merkezi olarak görülmeyen, fiili olarak ikamet edilmeyen konut, aile konutu niteliğine haiz değildir.

Fakat eşler her nasılsa bu niteliğe sahip olmayan taşınmazlar için tapu kütüğüne aile konutu şerhi işletebilirler. Bunun yanında taraflar, dava konusu taşınmaz hakkında da aile konutu iddiasında bulunabilir. Burada mahkeme detaylı bir araştırma yapmalı ve hakikati ortaya koymalıdır. Nitekim Yargıtay kararları da bu görüştedir. Örneğin Yargıtay bir kararında; dava konusu taşınmazın fiilen kullanılıp kullanılmadığına dair araştırma yapmış ve konutun fiilen kullanılmadığını tespit etmiştir. Bunun üzerine ilgili Yargıtay dairesi, söz konusu taşınmazın, tapu kütüğünde aile konutu şerhi ibaresi bulunsa dahi, aile konutu niteliğinde sayılamayacağını hükme bağlamıştır. Buradan da görüldüğü üzere, aile konutu şerhi konulacak taşınmazın fiilen ve sürekli olarak kullanılıyor olması gerekmektedir.

Aile Konutu Şerhi Olmayan Evin Satışı İptal Edilebilir Mi?

Kişi malik olsa bile, aile konutu niteliğindeki ev hakkında satış veya taşınmaz satış vaadi sözleşmesi yapabilmesi eşin rızasına bağlıdır. Peki aile konutu şerhi tapu kütüğüne işlenmemişse bu durumda ne olacak? Burada işlemin tarafı olan 3. kişinin hakkının korunup korunmayacağı meselesi gündeme gelecektir. Bu konu ise öğretide epey tartışmalıdır. Yargıtay’ın konu hakkındaki görüşü ise zamanla değişiklik göstermiştir. Bu konuda alanında uzman bir gayrimenkul avukatına başvurmanız yararınıza olacaktır.

Öğretide kimi yazarlar; tapuda aile konutu şerhinin bulunmaması halinde, eşten geçerli rıza alınmadan, 3. kişilere yapılan satışların geçerli olduğunu savunmaktadır. Bu kişilerin gerekçesi ise işlemin tarafı 3. kişinin durumdan habersiz olması, bilebilecek durumda olmaması ve bu sebeple iyi niyetinin korunması gerekliliğidir.

Öğretide kimi yazarlar da bu şekilde bir satışın geçersiz olacağını savunmaktadır. Bu yazarların gerekçesi ise kanun maddesinde iyi niyetin korunacağının açık bir şekilde belirtilmemesidir. Bunun yanında bir diğer neden de kanun koyucunun barınma hakkını korumayı gözeterek bu maddeyi düzenlemiş olmasıdır. Barınma hakkı, Anayasa tarafından da doğrudan koruma altına alınan temel bir haktır. Bu sebeple temel hakkın korunması, 3. kişilerin iyi niyetinin korunmasından daha önceliklidir. Aksi bir değerlendirme halinde kanun maddesinin ruhuna aykırı hareket edilmiş olacaktır.

Yargıtay daha eski tarihli kararlarında, aile konutu şerhinin tapuda bulunmaması halinde satış işleminin tarafı 3. kişiyi iyi niyeti sebebiyle korumayı ve tasarruf işlemini geçerli kılmayı seçmiştir. Nitekim bu durum, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2006 tarihli bir kararında açıkça görülmektedir. Bu şekilde iyi niyetli 3. kişinin ayni hak iktisabı korunur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015 tarihli bir kararında fikir değişikliğine gitmiştir. Dolayısıyla güncel duruma bakacak olursak; Yargıtay, aile konutunun maliki eşle işlem yapan 3. kişinin iyi niyetinin aile konutu şerhi bulunmaması halinde de korunacağına hükmetmiştir. Görüleceği üzere artık Yargıtay da aile konutunun korunması için tapuda şerh koşulu aramamaktadır. İlgili taşınmaz fiili olarak aile konutuysa, yasa gereği öncelikli koruma altındadır. Yani eşin rızası alınmadan aile konutunun satılması halinde eş tapu iptal davası açarak satışı iptal ettirebilecektir.

Aile Konutu Şerhi Satışa Engel Mi?

Taşınmazın tapu kaydında aile konutu şerhinin bulunması satışa engel değildir. Ancak bu durumda taşınmazı alan kişinin gayrimenkulün aile konutu olarak kullanıldığını bildiği kabul edilir. Eş rızası olmadan böyle bir satışın yapılması halinde, rızası alınmayan eş dava açarak tapuyu iptal ettirebilecektir.

Aile Konutu Haczedilebilir Mi?

Hakkınızda bir icra takibi başlatıldı ve ödeme emrine itiraz etmediyseniz, bu icra takibi kesinleşecektir. Sonrasındaysa mülkiyetiniz altındaki evlerin haczi söz konusu olacaktır. Peki bu evlerden birisinin aile konutu olması halinde durum değişecek midir? TMK 194. maddesi ile koruma altına alınan aile konutu kurumu, mutlak bir dokunulmazlık oluşturmamakta ve üçüncü kişilerin haklarının daha üstün tutulduğu durumlar meydana gelebilmektedir. 194. madde mülkiyete haiz eşin iradi devir hallerinde gündeme gelecektir. Haciz işlemi irade dışı bir devir işlemidir. Dolayısıyla bu madde ile aile konutunun haczi engellenmemektedir.

Nitekim Yargıtay kararları da bu doğrultudadır. Burada diğer eşin şikayeti mümkün değildir. Borç şahsi ve mülkiyet de borçlu kişiye aittir. İcra İflas Kanunu 82. maddesinde haczedilemeyecek mal ve haklardan bahsedilmiştir. Burada aile konutu kendine yer edinmemiştir. Buna karşın; borçlunun haline münasip evi, haczedilemeyen mallar arasında sayılmıştır. Haczedilecek ev hem aile konutu niteliğinde hem de bu niteliğe haiz olabilir. Bu durumda o ev haczedilemeyecektir. Fakat bu durum aile konutu olması sebebiyle değildir ve bunu sadece borçlu eş öne sürebilecektir.

Aile konutunun haczedilmesi durumunda, borçlunun eşinin haczedilemez şikayetinde bulunabilmesi durumu; Anayasa Mahkemesince de incelemeye tabi tutulmuştur. Bu durumdan zarar gören eş dava yoluna başvurmak istemiş fakat aktif dava ehliyeti eksikliğinden ötürü davası usulden reddedilmiştir. Bunu üzerine vatandaş, Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yoluna gitmiştir. AYM yaptığı incelemede, borçlunun eşinin yaptığı şikayetin, aktif dava ehliyetine sahip olmadığı gerekçesiyle itirazının reddedilmesini aile hayatına saygı hakkının ihlali niteliğinde görmüştür.

Paylı Mülkiyette Aile Konutu Şerhi Olur Mu?

Eşler aile konutuna paylı mülkiyet halinde sahip olabilirler. TMK m. 223 ile eşlerden birisinin, diğer eşin rızası olmaksızın, paylı mülkiyet halindeki konut için kendi payı üzerinde tasarrufta bulunamayacağı düzenlenmiştir. Bu durum ancak eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin olması halinde kendisine uygulama alanı bulabilecektir. Fakat aile konutunu düzenleyen TMK 194. maddesi, genel hükümler arasında düzenlenmiştir. Dolayısıyla böyle bir sınırlamaya tabi olmaksızın uygulanabilecektir.

Burada eşler, diğer eşin paylı mülkiyetine aile konutu şerhi konulmasını ilgili tapu müdürlüğünden talep edebileceklerdir. Bu noktada; eşlerden birisinin aile konutunu devreden ya da devir tehlikesi yaratan bir hukuki işlemde bulunması halinde, diğer eş bakımından aile konutu hükümleri aynen kendine uygulama alanı bulabilecektir. Bunun dışında, eşin rızasını gerektirmeyen işlemler bakımından da TMK 223. maddesi, kendisine tamamlayıcı nitelikte uygulama alanı bulabilecektir. Örneğin bir ortaklığın giderilmesi davası söz konusu olduğunda, diğer eşin önalım hakkı bulunacaktır.

Aile Konutu Şerhi Kaç Yıl Geçerli?

Tapuda taşınmaz üzerine konulan aile konutu şerhi kural olarak evlilik birliği boyunca geçerliliğini sürdürür. Bu sebeple belirli bir süre geçmekle aile konutu şerhi etkisini yitirmeyecektir. Şerhin etkisini yitirmesi için ancak evlilik birliğinin sona ermesi veya evlilik anında bazı durumların meydana gelmesi gerekir. Evliliğin; boşanma, ölüm, gaiplik kararı veya evliliğin iptali kararı gibi hallerle sonlanmış olması halinde şerh etkisini yitirecektir. Hulasa; şerhin etki süresi açısından belirli bir süre tanınması mümkün değildir.

Boşanmadan Sonra Aile Konutunun Durumu Ne Olur?

Aile konutu şerhinin evliliğin son bulması ile birlikte ortadan kalkacağını söylemiştik. Boşanma da evliliğin son bulması hallerinden birisidir. Dolaysıyla boşanma ile birlikte konutun, aile konutu niteliğini yitireceğini ifade edebiliriz. Söz konusu taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan eş, kesinleşmiş mahkeme kararını ilgili tapu dairesine ibraz ederek, tek taraflı olarak aile konutu şerhinin kaldırılmasını talep edebilecektir. Ölüm halinde ise şerh kendiliğinden etkisini yitirecektir.

Bunun dışında, evliliğin iptali durumunda veya boşanma davası sırasında durumun ne olacağına bakmak gerekir. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre dava süresince, taraflar aile konutu şerhinin kaldırılması talebinde bulunsa dahi, bu şerh kaldırılamayacaktır. Bunun sebebi de boşanma veya evliliğin iptali yönünde karar verilip verilmeyeceğinin belli olmamasıdır. Tarafların mağdur olma durumu gözetilerek nihai kararın verilmesi ve kesinleşmesi koşulu aranmaktadır. Aksi takdirde telafisi zor veya mümkün olmayan olumsuz hallerin ortaya çıkmasına sebep olunabilir.

Aile Konutu Şerhi Nasıl Kaldırılır?

Evliliğin sona ermesinin yanında; evliliğin devamı süresince birtakım hallerin varlığı durumunda da aile konutu şerhinin tapu kütüğünden kaldırılabilmesi mümkündür. Burada iki durumun varlığı halinde şerhin kaldırılabilmesi gündeme gelecektir. Bunlardan ilki, taşınmazın aile konutu vasfını yitirmesidir. Bir diğer durum ise yeni bir aile konutu edinilmesidir. Fakat bu durumların varlığı halinde, tapu sicil memurunun aile konutu şerhini kendiliğinden kaldırması mümkün değildir.

Bu şekilde bir terkin yapılacaksa; malik eş, tapudaki şerhin terkinini doğrudan ilgili tapu müdürlüğünden talep edebilecektir. Fakat burada malik eşin, aile konutu şerhinin kaldırılması için öne sürdüğü iddiasını somut şekilde ispatlayarak ortaya koyması gerekir. Ayrıca şerh, diğer eşin istemi sonucu konulmuşsa, bu eş de şerhin kaldırılmasını talep edebilecektir. Öğretide bazı yazarların görüşüne göre; mahkeme kararı ile konulan aile konutu şerhinin yine mahkeme kararı ile kaldırılması gerekmektedir. Fakat mevzuat tarafından böyle bir zorunluluğun getirilmediğini ifade etmek gerekir. Aile konutu şerhi konusu hakkındaki sorularınızı aşağıdan bizlere sorabilirsiniz.

KİRA TESPİT DAVASI NEDİR?

Kira bedelinin tespiti davası hangi mahkemede açılır

Kira tespit davası, olağanın dışında başvurulacak bir dava yoludur. Gayrimenkul sahipleri kiracı ile bir kira sözleşmesi akdederek mallarını kiraya verebilirler. Kiraya zam yapılma vakti geldiğinde kiracı, normal şartlar altında, kira bedeline en fazla TÜFE – ÜFE oranında zam yapabilecektir. Bu, kanun tarafından belirlenen yasal azami zam miktarıdır. Bu oran, aylık bazda, TÜİK tarafından açıklanmaktadır. Fakat öyle zamanlar gelir ki enflasyon, faiz oranları çığırından çıkabilir. Arz – talep dengesizliği ve ekonomik unsurların neden olduğu bu durum, gayrimenkul değerlerini öngörülenin çok üzerine çıkarabilir. Bu sebeple kira bedeline yapılabilecek yasal azami zam oranı yetersiz kalabilir. Bu durumda kanun koyucu, taraflara belli şartlar altında kira tespit davası açma hakkı tanımıştır. Böylelikle kira bedelinin piyasa koşullarına göre hak ettiği değere uyarlanması amaçlanmıştır. Bu davayı açmayı düşünüyorsanız Dava Nasıl Açılır isimli yazımıza göz atabilirsiniz. İşte bu kira tespit davası, bu yazımızın konusunu oluşturacaktır. Konu hakkında merak ettiğiniz soruları, sayfanın en altındaki forumu doldurarak bizlere iletebilirsiniz.

Kira Bedelinin Tespiti Davası Nedir?

Aslına bakacak olursanız kira bedelinin tespiti davası ile kira tespit davası aynı şeylerdir. Öğretide asıl adı kira bedelinin tespiti davası olan dava türü, halk arasında daha çok kira tespit davası olarak bilinmekte ve anılmaktadır. Kira tespit davası, Türk Borçlar Kanununun 344. ve 345. maddeleri içerisinde kendisine düzenleme alanı bulmuştur.

Kira bedelinin tespiti davası, sadece konut ve çatılı işyeri kiraları için açılabilir. Dolaysıyla, bunun dışındaki gerek taşınır gerekse taşınmaz kiraları için bu yola başvurulamaz. Bu dava, ancak ortada bir kira sözleşmesi bulunması ve davacının davayı ikame etmede hukuki yararı bulunması halinde açılabilecektir. Bu konuda dava açmayı düşünüyorsanız, alanında uzman bir gayrimenkul avukatından destek almanızı tavsiye ederiz. Aksi takdirde hak kayıplarına uğrayabilirsiniz.

Kira Tespit Davası Şartları Nelerdir?

Kira tespit davasının açılabilmesi için birtakım şartların mevcut olması gerekliliğinden bahsetmiştik. Bu şartları sıralamak ve kısaca açıklamak gerekirse şu şekildedir:

  • Geçerli bir kira sözleşmesi olmalıdır: Kira sözleşmesinin yapımı adi yazılı, resmi veya başka herhangi bir şekil şartına tabi tutulmamıştır. Yani kira sözleşmesi sözlü olarak dahi yapılabilecektir. Fakat günlük hayatta ispat kolaylığı açısından yazılı şekilde bir kira kontratı yapılması esastır. Bununla birlikte işini daha sağlama almak isteyenler, sözleşmeyi noter huzurunda da yapabilirler.
  • Davayı açmada hukuki yarar bulunmalıdır: Daha önce de belirttiğimiz üzere, davacının huzurdaki davayı açmasında hukuki bir yarar yoksa, dava hakim tarafından reddedilecektir. Örneğin; kira bedelinin artışına dair yasal sınırlar içerisinde taraflar arasında bir anlaşma gerçekleşmiş ise ve sözleşmenin yapımı üzerinden 5 sene geçmemişse bu davayı ikame etmede hukuki bir yarar yoktur.

Kira Tespit Davası Ne Zaman Açılır?

Kural olarak kira tespit davası her zaman açılabilmektedir. Fakat özel düzenlemeler ile buna birçok sınır getirilmiştir. Örneğin sözleşmenin ilk yılı içerisinde zaten anlaşılan bir kira bedeli olduğu için davayı açmakta hukuki yarar bulunmayacaktır. Bunun dışında kanunda ihtar şartı bahsinin de geçtiği 30 günlük bir süreye dair kaide getirilmiştir. Bununla birlikte bu süre, dava sonucunun etkisi bakımından daha önemlidir. Buna ilişkin detaylı açıklama aşağıda başka bir başlık altında yapılacaktır. Bunun yanında bir de 5 yıllık kira süresi meselesi vardır. Belli durumlarda kira süresi 5 yılı aşmamışsa bu davayı ikame etmek mümkün olmayacaktır. Yine bu duruma ilişkin detaylı açıklama da aşağıda başka bir başlık altında yapılacaktır.

Kira Tespit Davası İhtar Şartı Nedir?

İhtar meselesi, davanın açılma süresi ve etkisi yönünden sonuç doğurmaktadır. İlgili kanuni düzenlemede, dava açılma zamanına ilişkin bir belirtmede bulunulmamıştır. Buna göre; ancak kiraya verenin bir yıllık kira döneminin sona ermesine en az 30 gün kala yazılı ihtarda bulunması veya dava açması durumunda, mahkeme tarafından ortaya konulan tespit kararı, yenilenen kira döneminin başlangıç tarihinden itibaren geçerlilik kazanacaktır.

Yani davanın ikame edilme süresi iki şekilde belirlenebilir diyebiliriz. Öncelikle davanın sözleşme yenileme zamanına en geç 30 günlük süre kaldığı tarih aralığında açılabileceğini söyleyelim. Bunun yanında bu 30 günlük süre içerisinde kiranın artırılacağına yönelik, kiracıya yazılı ihtar yapılmışsa; bu durumda dava yeni kira döneminin sonuna kadar ikame edilebilecektir.

Burada şöyle bir sorun ortaya çıkmaktadır ki; anılan düzenleme yalnızca belirli süreli kira sözleşmeleri açısından yapılmıştır. Zira kira bitim zamanı, yeni dönem bahislerinden aksi anlaşılamaz. Peki sözleşme belirsiz süreli ise ne olacak? Burada kanımızca, sanki sözleşme belirli süreliymişçesine hareket etmek gerekir. Yani sözleşmenin akdedildiği tarih esas alınarak yenileme zamanı, bu tarihin üzerinden geçen yıllık periyotlar olarak belirlenmelidir. Bu şekilde, mahkemenin tespit edeceği tutar, yenilenen sözleşme yılı açısından hüküm doğuracaktır.

Kira Tespit Davası 5 Yıl Kuralı Nedir?

Burada farklı koşulların varlığına bağlı olarak değişik durumlar gündeme gelecektir. Bu durumları şu şekilde arz ve izah edebiliriz:

  • Taraflar arasında kira bedeline ilişkin bir anlaşma yapılmış ve kira süresi de 5 yılın altında ise;Kira bedeli artış oranı, taraflarca bir önceki kira yılı ÜFE artış oranının üzerinde olmamak koşulu ile serbestçe belirlenebilmektedir. Bu şekilde yasal sınırlar içerisinde bir anlaşma yapılmış ve kira süresi 5 yılı geçmemişse kira tespit davası ikame etmek mümkün olmayacaktır.
  • Taraflar arasında herhangi bir anlaşma yapılmamış ve kira süresi 5 yılın altında ise;Bu durumda tespit davasını ikame etmek mümkün olacaktır. Taraflar bu durumda kira bedelinin, artış oranının vb. belirlenmesini mahkemeden talep edebilirler. Mahkeme, somut durumu ve emsal değerleri nazara alarak bu hususlara ilişkin bir tespitte bulunacaktır. Fakat burada belirlenecek olan kira artış oranı, bir önceki yılın ÜFE artış oranı üzerinde olamaz.
  • Beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde;Bu durumda taraflar arasında anlaşma olup olmadığına bakılmaksızın kira tespit davası ikame edilebilir. Bu noktada; gayrimenkulün durumu, emsal taşınmazlar, ÜFE artış oranı, hakkaniyet ve sair hususlar dikkate alınacak ve buna göre bir kira bedeli tespit edilecektir. Burada hakim, bir önceki yılın ÜFE artış oranı ile sınırlandırılmamıştır.
  • Kira bedeli yabancı para cinsinden belirlenmiş kira sözleşmesi söz konusuysa; Taraflar arasında akdedilen kira sözleşmesinde kira bedelinin yabancı para cinsinden ödeneceği kararlaştırılmış olabilir. Bu tip sözleşmelerde, sözleşme tarihi üzerinden 5 yıl geçmedikçe kira bedeli değiştirilemez. Ana kural bu şekildedir. Fakat bu durumun bir de istisnası bulunmaktadır. O da Türk Borçlar Kanununun 138. maddesinde düzenlenen aşırı ifa güçlüğü hallerine dayanmaktadır. Bu hallerden birisi mevcutsa, taraflar 5 yılın dolmasını beklemeden kira tespit davasını ikame edebileceklerdir. Bunun dışında 5 yılın dolması ile birlikte her halde mahkemeye başvurulabilecektir. Hakim burada da bir önceki yılın ÜFE artış oranı ile sınırlı değildir.

Geriye Dönük Kira Tespit Davası Açılabilir Mi?

Bu şekilde bir dava açılabilmesi mümkün değildir. Ancak içinde bulunulan veya 30 gün içerisinde geçiş olacak döneme yönelik kira tespit davası ikame edilebilecektir. Önceki dönemlere yönelik tespit yapılabilmesi bazı Yargıtay dairelerince mümkün görünse de bizce bu mümkün değildir. Açılan davanın ancak sınırlı düzeyde geriye etkili olabilmesi ise mümkündür. Örneğin yeni döneme geçişten 30 gün önce yazılı ihtar yapılmış olabilir. Dava ise o döneme geçildikten aylar sonra açılmış olabilir. Burada kurulacak hüküm, ilgili dönemin başından itibaren hüküm doğuracaktır. Bu şekilde geriye etkili hüküm kurulması mümkündür. Anılan bu özellik sayesinde kira tespit davası, yenilik doğuran bir dava türüdür diyebiliriz. Bunun dışında, somut olaya göre, haksız fiil kaynaklı ecrimisil talebi gündeme gelebilecek ve geriye dönük istemde bulunulabilecektir.

Yeni Malik Kira Tespit Davası Açabilir Mi?

Kiralananın el değiştirmesi, kiracının kira sözleşmesine bağlılığı açısından bir farklılık yaratmamaktadır. Zira yeni mal sahibi de aynen eski kiraya veren gibi kira ilişkisi ile bağlıdır. Velev ki kiracı tahliyesini gündeme getirecek yenilik doğuran bir durum ortada olmasın. Bu bağlamda yeni malik ile yeni kontrat yapılsa dahi ilk yapılan kira sözleşme tarihi aynen geçerliliğini devam ettirir. Yani yeni bir kira ilişkisi kurulmuş sayılmaz. Dolayısıyla eski malik, kira tespit davası açabilme konusunda hangi noktadaysa yeni malik de o noktadan devam edecektir.

Kısacası malikin yeni veya eski olması durumu, kira tespit davası açısından bir anlam ifade etmeyecektir. Örneğin; eski malikin kiracı ile kira sözleşmesi kurulmasının üzerinden 6 yıl geçmiş olsun. Bunun yanında da eski malik yeni kira dönemine geçişten 30 gün önce kira bedeli artırımı için kiracıya yazılı ihtarda bulunmuş olsun. Bu durumda yeni malik, yeni kira dönemi içerisinde kira tespit davasını ikame edebilecektir.

Kira Bedelinin Tespiti Davası Hangi Mahkemede Açılır?

Kira tespit davasında yetkili ve görevli mahkeme neresidir? Bu konuda görevli mahkeme, Sulh Hukuk Mahkemeleridir. Yetkili mahkeme ise; taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir. Kira tespit davasının yetkili ve görevli mahkemede açılması gerekmektedir.

Kira Artırım Davası ile Kira Tespit Davası Aynı Şey Midir?

Bu soruya vereceğimiz cevap hayırdır. Aslında iki dava türü de özünde aynı şeyi amaçlamaktadır. Çünkü iki davanın talebi de kira bedeline dair tespit yapılmasına yöneliktir. Farklılık ise konuya ilişkin birkaç özellik ve davanın ikamesi yönündendir. Kira tespit davası, hem kiracı hem de kiraya veren tarafından açılabilir. Bunun aksine kira artırım davası, ancak kiraya veren tarafından açılabilir.

Kira Bedelinin Tespiti Davası Yargıtay Kararı – 1:

Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince hakim taleple bağlı kalmalıdır. Bu sebeple hakim tarafların talepte bulunmadığı bir dönem için resen kira bedeli tespitinde bulunamaz. Konuya ilişkin Yargıtay kararı şu şekildedir:

“Somut olayda; Taraflar arasında 01/11/2010 başlangıç tarihli bir yıl süreli kira sözleşmesi bulunmakta olup, davacıların talebi 01/11/2013 tarihinden itibaren kira bedelinin tespitine ilişkin olduğu hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Buna göre, Mahkemece kira bedelinin tespiti kararı verilirken davacıların dava dilekçesinde bildirdiği 01/11/2013- 01/11/2014 dönemine ilişkin olarak kira bedeli tespiti yoluna gidilmesi gerekirken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 26. maddesinde yer alan yargılamaya hakim olan ilkelerden “taleple bağlılık ilkesi” gereği gözetilmeksizin, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”(Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2020/2296 E. 2020/3034 K. 16.06.2020 T.)

Kira Bedelinin Tespiti Davası Yargıtay Kararı – 2:

Hakim, kira tespit davasına konu edilen kira sözleşmesinin varlığını ve geçerliliğini titizlikle araştırmalı, tek bir noktayı bile atlamamalıdır. Konuya ilişkin Yargıtay kararının ilgili kısmı şu şekildedir:

“Kaldı ki; davalılar; dava dışı şirketle imzalandığı iddia edilen 15.05.2009 başlangıç tarihli kira sözleşmesindeki imzanın …..’a ait olmadığını ve sözleşmenin imza tarihinde …’in temyiz kudreti olmadığını savunmaları karşısında, imza incelemesi yapılmadan ve kiraya veren …’in temyiz kudreti olup olmadığı üzerinde durulmadan 15.05.2009 başlangıç tarihli kira sözleşmesinin geçerli kabul edilmesi de doğru değildir.” (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2018/5627 E. 2019/6780 K. 17.09.2019 T.)

Kira Tespit Davası Dilekçe Örneği:

ADANA NÖBETÇİ SULH HUKUK MAHKEMESİNE

DAVACI: A….. B……. C……

VEKİLİ : C……. B………

DAVALI: Z……. Y…….. V……..

KONU : Mevcut kira bedelinin günümüz ekonomik koşullarına göre tespiti ve uyarlanması talebimizden ibarettir.

AÇIKLAMALAR :

1- Davalı taraf, mülkiyeti müvekkilime ait olan, …. adresinde bulunan konutta 01.03.2003 tarihinden beri kiracı olarak bulunmaktadır.

2- Müvekkilim tarafından davalıya yasal süresi içinde ihtarname düzenlenmiş ve gönderilmiştir. Söz konusu ihtarnamede kira bedelinin yeni dönem için aylık 1.000 TL’den 3.000 TL’ye çıkarılmış olduğu ihtar edilerek bildirilmiştir. Davalı söz konusu ihtarnameyi almış ve kira artış oranının yasal sınırdan fazla olduğunu öne sürerek bu yeni kira bedelini kabul etmediğini beyan etmiştir.

3- Ülkemizin ekonomik durumu sayın mahkemenizin de takdir edeceği üzere çok olumlu değildir. Arz ve talep dengesinde öngörülemez fahiş değişimler yaşanmaktadır. Yasal zam miktarının bu ekonomi karşısında yetersiz kalması sebebiyle müvekkilim maddi kayba uğramaktadır. Öyle ki; emsal ev kiraları, piyasa koşulları, rayiç bedel değerlendirmesi, ekonomik parametreler vb. hususlar mahkemenizce değerlendirildiğinde mevcut kira bedelinin komik seviyelerde aldığı görülecektir.

4- İzah edilen sebeplerle, müvekkilimin maddi açıdan mağdur olduğu ortadadır. İşte bu nedenle davalının ödemekte olduğu kira bedelinin yeniden tespit edilerek arttırılması ve günümüz ekonomik koşullarına göre uyarlanması için huzurdaki kira bedelinin tespiti davasını ikame etme zorunluluğu hasıl olmuştur.

HUKUKİ NEDENLER : TBK, HMK ve ilgili sair mevzuat.

HUKUKİ DELİLLER : Kira sözleşmesi, ihtarname, bilirkişi, emsal rayiç kira bedelleri, tanık, yemin ve ikamesi mümkün her türlü yasal delil.

NETİCE VE TALEP : Arz ve izah edilen sebeplerle; 1.000 TL olan aylık kira bedelinin yeni dönem için mevcut piyasa koşullarına uygun olarak 3.000 TL’ye artırılarak tespitine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa tahmiline karar verilmesini vekaleten arz ve talep ederim. 05.05.2015

Davacı Vekili

C……. B…….

Dilekçe örneğini Word formatında indirmek için tıklayınız: Kira Tespit Davası Dilekçe Örneği – Word

Dilekçe örneğini PDF formatında indirmek için tıklayınız: Kira Tespit Davası Dilekçe Örneği – Pdf

Kira Tespit Davası Ne Kadar Sürer?

Bu konuda davanın tam olarak ne kadar süreceğini kestirmek zordur. Burada birçok etmen bu hususta etkili olacaktır. Mahkemenin iş yoğunluğu, bilirkişi raporu alma süresi vb. etkenler bu sürenin miktarına etki edecektir. Yani diyebiliriz ki bu soruya net bir cevap veremeyiz. Ancak bu tür davaların ilk derece mahkemesinde ortalama 1 yıl civarı sürdüğünü belirtebiliriz.

Kira tespit davası konusunda sizleri elimizden geldiğince bilgilendirmeye çalıştık bu yazımızda. Bu konu hakkındaki sorularınızı aşağıdaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

VESAYET NEDİR?

Vesayet Hakkı Nedir

Vesayet, velayete tabi olmayan küçükler ile kısıtlıların tabi olacağı, özel hukuk bağlamında koruyucu bir kurum olarak düzenlenmiştir. Bu kurum ile amaçlanan şey, buna ehil olmayanların mal varlıklarına ilişkin menfaatlerinin onlar adına korunması ve onların temsil edilmesidir. Görüldüğü üzere vesayet; korunmaya muhtaç, zayıf ve güçsüz kişilerin devlet eliyle koruma altına alınmasıdır. Bu yazımızda bu kuruma ve bu kuruma dair bazı çok merak edilen konulara genel bir bakış atacağız. Konu hakkındaki sorularınızı sayfanın en altındaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.

Vasilik Nedir?

Vasi, vesayet makamınca, korunmaya muhtaç kişinin malvarlığını ve bazı konularda kendisini temsil ve yönetim konumuna getirilen kişidir. Yani kendini temsilden ve aktif ile pasif malvarlığını yönetimden aciz kişiyi bu konularda temsil edecek kişidir. Daha geniş bir tanımlama yapmak istersek, vasi; mevzuatta öngörülü hallerde, küçüklük veya kısıtlılık sebebiyle, bu tür kişilerin menfaatlerini korumak amacıyla, Sulh Hukuk Mahkemesi hakimi tarafından atanan yasal temsilcidir.

Türk Dil Kurumu’na göre, vasilik ve vesayet aynı anlamı karşılayan kavramlardır. Buna göre; vasi, yetim veya aklında zayıflık bulunan hasta birisinin malvarlığını yöneten kişidir. Vasilik ise; vasi olma durumuna verilen isimdir. Vesayet de mana olarak, vasilik şeklinde kendisine sözlükte yer bulmuştur.

Vasilik Gerektiren Durumlar Nelerdir?

Vesayet kurumuna başvurulabilmesi için çeşitli hallerden en az birisinin mevcudiyeti gereklidir. Bu haller, Türk Medeni Kanununun 404. ve 410. maddeleri arasında sınırlı sayı ilkesine dayalı olarak belirtilmiştir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Küçüklük:Doğal şartlar altında anne ve babanın çocuk üzerindeki velayeti, çocuk ergin olasıya kadar devam etmektedir. Dolayısıyla bu kişilere ayrıca bir vasi atanması gerekmemektedir. Vesayet, ancak bu küçüklerin velisi bulunmaması halinde gündeme gelecektir. Amaç çocuğun korunmasıdır. Küçükler için ayrıca bir kısıtlama kararı alınmasına gerek yoktur. Ergin olasıya kadar doğal olarak kısıtlı sayılmaktadırlar zaten. Dolayısıyla küçükler için vesayet altına alma ve vasi atanması yeterli olacaktır. Çocuğun velayetten yoksun bir duruma düşmesi, birçok sebeple ortaya çıkabilir. Örneğin anne ve babanın ölmesi halinde vesayet kurumu gündeme gelecektir. Aynı şekilde evliliğin iptali halinde, hakim, çocuğun yüksek menfaatleri açısından o şekilde uygun görürse; anne ve babadan velayeti alıp çocuğa vasi atayabilecektir. Bu gibi örnekler çoğaltılabilir.
  • Kısıtlama:Hakkında kısıtlama kararı verilen kişiye mahkemece bir vasi atanması gerekmektedir. Kısıtlama kararı, bu yönüyle yenilik doğuran bir karardır. Kısıtlı, ergin bir kişidir fakat fiil ehliyeti mahkemece sınırlandırılmaktadır. Burada kısıtlı ergin kişinin ana veya babası hayattaysa bu kişilere velayeti de verilebilir. Kısıtlama nedenlerinin neler olduğu belirlidir. Bunların dışında hakim takdir yetkisi ile kapsamı genişleterek kişi hakkında kısıtlama kararı veremez. Kısıtlama; tam ehliyetli kişinin fiil ehliyetini kısıtlayarak onu sınırlı ehliyetsiz haline getirir. Kısıtlama sebepleri kanuni ve isteğe bağlı olmak üzere iki gruba ayrılır. Kanuni kısıtlama sebepleri şu şekildedir: 1) Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı. 2) Savurganlık. 3) Alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı. 4) Kötü yaşama tarzı. 5) Kötü yönetim. 6) Özgürlüğü bağlayıcı ceza. Bu durumlardan birinin mevcut olması halinde, vasi atanması konusunda kısıtlanacak kişinin isteği olup olmaması dikkate alınmayacaktır. İsteğe bağlı kısıtlama sebepleri ise şu şekildedir: 1) Yaşlılık. 2) Sakatlık. 3) Deneyimsizlik. 4) Ağır hastalık. Bu husus; TMK m. 408’de, ayırt etme gücüne sahip ergin açısından düzenlenmiştir.

Vesayet Hakkı Nedir?

Herhangi bir sebeple velayet altında olmayan, velayetin değiştirilmesi mümkün olmayan küçükler ve sınırlı ehliyetsiz durumundaki kısıtlılar, vesayet altına alınacaktır. İşte bunu sağlayan durum, bu kişilerin sahip olduğu vesayet hakkına haiz olma halidir. Bu hakkın kısıtlanması mümkün değildir. Hatta çoğu zaman bu hakkın kullanımı doğrudan talep üzerine olmamaktadır. Genellikle başka bir mahkeme veya idari makam durumu fark etmesi halinde gerekli işlemlerin yapılması için mahkemeye bildirimde bulunmaktadır. Aynı şekilde isteğe bağlı kısıtlılık halinde de doğrudan başvurma istisnai niteliktedir. Ekseriyetle yetkisiz 3. kişinin başvurması ve ilgilinin bu duruma rıza göstermesiyle vasi atanması gerçekleşmektedir.

Noterden Vasi Tayini Yapılabilir Mi?

Bu şekilde bir vasi tayini yapılması mümkün değildir. Bu işlemi yapmaya ehil tek makam Türk Yargısıdır. Yetkili ve görevli mahkemede dava açılması halinde atama işlemi o mahkeme tarafından yapılacaktır. Bu konuda dava nasıl açılır isimli makalemize bir göz atabilirsiniz. Kısacası, halkta yanlış bilinenin aksine, noterlere böyle bir yetki verilmemiştir. Bunun yanında noterlerin vesayet konusunda bir yükümlülükleri bulunmaktadır. O da şudur ki; noterlikler olağan görevlerini ifa ederlerken küçüğün velayet altında olmadığını tespit edebilirler. Bu durumda noter, vaziyeti vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür.

Vasi Atanması Nedir?

Vasi atamasının ne olduğu ile buna ilişkin usul ve kaideler TMK m. 413 ile m. 425 aralığında düzenlenmiştir. Atanan vasinin; özen gösterme, gerçek kişiyi gözetim altında tutma, koruma ve bakma gibi yükümlülükleri vardır. Tüzel kişilerin bu yükümlülükleri yerine getirmesi beklenemez. Dolayısıyla atanacak vasi ancak gerçek kişi olabilecektir. Genel kural, bir kişiye ancak bir vasi atanması şeklindedir. Fakat ayrık hallerde, durum o şekilde gerektiriyorsa, birden fazla vasi atanması da mümkündür. Bu durumda atanmış vasilerin yetkilerini bağımsız olarak mı yoksa birlikte mi kullanacaklarını belirleyecek mercii atamayı yapan vesayet makamıdır.

Vasi olarak atanacak kişinin; ergin, ehil ve görevi ifa edebilecek yetenekte olması gerekir. Bu olumlu şartlara sahip olmaması halinde kişinin vasi olarak atanabilmesi mümkün değildir. Aksi yönde bir atama yapılması halinde; ilgililer, kararı alan vesayet makamına itirazda bulunabileceklerdir. Bunun üzerine vesayet makamı bir değerlendirme yapabilecek; atanan kişinin görevine son verip, yerine başka birisini görevlendirebilecektir. Aksi takdirde denetim makamına itirazda bulunulması da mümkündür.

Vasi Tayini Şartları Nelerdir?

Öncelikle, daha önce de bahsettiğimiz üzere, tayin edilecek kişinin ergin ve bu işi yapmaya ehil birisi olması gerekir. Bu olumlu şartların yanında bir de olumsuz şartlar vardır. Yani vasi olarak tayin edilecek kişide, bir takım hallerin mevcut olmaması gerekir. Bu haller şunlardır; 1) Kısıtlı olmak. 2) Kamu hizmetinden yasaklı olmak. 3) Haysiyetsiz hayat sürmek. 4) Çıkarların çatışması. 5) Aralarında düşmanlık bulunması. 6) İlgili vesayet daireleri hakimi olmak. Bu hallerden birinin varlığı halinde o kişi vasi olarak tayin edilemeyecektir.

Kanunumuz, vasi tayini konusunda eş ve hısımlara öncelik tanımıştır. Fakat burada dikkat edilmelidir ki eşin diğer akrabalara göre öncelikli olma durumu söz konusu değildir. Hakim, somut ilişkileri değerlendirecek; kimin vasi olarak tayin edilmesi, kısıtlı veya küçük açısından daha faydalı olacaksa ona göre bir karar verecektir. TMK m. 415’te; bunun dışında haklı sebepler olmadıkça, hakimin, vesayet altına alınacak kişi ya da anne veya babasının istediği kişiyi vasi olarak ataması gerektiğine işaret edilir. Vesayet makamı, mümkün mertebe ilgililerin isteğine bağlı olarak hareket etmelidir. Hakim talebin aksine bir hüküm oluşturursa; bu noktada ilgililerin denetim makamına itiraz hakkı doğar.

Vasi olarak tayin edilen kişi, kanunda sayılan kaçınma sebeplerine haiz değilse, kendisine yüklenen bu görevi kabul etmek zorundadır. Aksi halde yaptırımın ne olacağı ise kanunda düzenlenmemiştir. Fakat yerine yeni birisi atanana kadar görevini ifa etmeyen mevcut vasi, bu sebeple doğacak olan zararlardan sorumlu olacaktır.

TMK m. 417’de vasilikten kaçınma sebepleri düzenlenmiştir. Kaçınma sebepleri şunlardır; 1) 60 yaşının üstündeki kişiler. 2) Bedensel özürleri veya sürekli hastalıkları sebebiyle bu görevi güçlükle ifa edebilecek olanlar. 3) En az 5 çocuğun velisi konumunda olan kişiler. 4) Halihazırda üzerinde bir vasilik görevi olan kişiler. 5) Cumhurbaşkanı. 6) Milletvekilleri ve bakanlar. 7) Hakim ve savcılar. Bu kişiler dilerse görevi ifa edebilecek dilerse yükümlülükten kaçınabileceklerdir. Oluşturulan vesayet kararına karşı itiraz veya kaçınma sebeplerinin sunulması için ilgililere tebliğ veya tefhimden itibaren 10 günlük süre tanınmıştır.

Vesayet Makamı Neresidir?

Vesayet daireleri ikiye ayrılmaktadır. Bunlar; vesayet makamı ve denetim makamıdır. Vesayet makamı olarak Sulh Hukuk Mahkemesi belirlenmiştir. Çocuklar yönünden ise bu görev varsa özel kuruluş kanunu olan Çocuk Mahkemesine öncelikli olarak verilmiştir. Şayet yetkili yerde Çocuk Mahkemesi bulunmaması halinde yine görevli makam Sulh Hukuk Mahkemesi olacaktır. Vasi tayini bu makam tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu bakımdan vesayet makamı, vasinin faaliyetlerine katılan makamdır. Bu makam, vasi atanmasının yanında; vasi üzerinde denetim, kontrol, izin, tedbir olarak veya kesin olarak görevden alma gibi yetkilere de sahiptir.

Denetim makamı olarak ise Asliye Hukuk Mahkemesi görevlendirilmiştir. Onama ve şikayetler, bu makam tarafından karara bağlanmaktadır. Yine vasi ataması kararlarına karşı itiraz ve çekinme taleplerini inceleyecek ve nihai olarak karara bağlayacak olan makam da burasıdır. Bu anılan faaliyetler icra edilerek denetleme görevi, makamı tarafından yerine getirilmiş olacaktır.

Vasilik Davası Atama Usulü Nasıldır?

Atama işleminde görevli mahkeme belirttiğimiz üzere, Sulh Hukuk Mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise hakkında vasi tayini istenen kısıtlı veya küçüğün yerleşim yeri mahkemesidir. Vesayet makamı, atama işlemini ivedilikle yerine getirmelidir. Bu surette, vesayet makamı bu durumu ister C. Savcısının ister ilgililerin isterse de 3. kişilerin bildirimi sayesinde öğrensin; durumdan haberdar olur olmaz resen harekete geçmeli ve vasi atama prosedürünü uygulamaya başlamalıdır. Şayet gerekli gördüğü hallerde vesayet makamı, prosedür tamamlanasıya ve vasi kararı verilesiye kadar, kişinin menfaatlerini gözeterek geçici önlemler alabilecektir.

Vasi Kararı Nedir?

Vesayet makamı tarafından verilen, kısıtlama ve vasi atanmasına ilişkin karara vasi kararı denir. Bu karar, vasiye hemen ve Tebligat Kanununa uygun olarak tebliğ edilmelidir. Bu vasi kararı ilgilisine tebliğ edilmeden kesinleşmiş sayılamaz. Ayrıca vasi kararı içeriğinde bir kısıtlama söz konusuysa; bu karar, kısıtlının yerleşim yerinde ve nüfusa kayıtlı olduğu yerde ilan olunur.

Vasi kararının tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde; varsa kaçınma sebebi veya karara itiraz, vesayet makamına bildirilecektir. Bu kaçınma bildirimi veya itiraz, vesayet makamınca yerinde görülürse, vasi kararı kaldırılır ve yeni bir vasi atanır. Fakat vesayet makamı bu itiraz veya kaçınmayı yerinde görmezse, gerekçeli görüşünü bildirerek durumu denetim makamına iletir. Denetim makamının vereceği karar kati surettedir. Burada itiraz veya kaçınma nedeni yerinde görülürse, vasi kararı kaldırılacak ve dosya yeni bir vasi atanmak üzere vesayet makamına geri gönderilecektir. Fakat itiraz veya kaçınma yerinde görülmezse, vasi kararı aynen onanacak ve bu şekliyle kesinlik kazanacaktır.

Vasilik Süresi Ne Kadar?

Vesayet makamınca verilen vasilik kararının kesinleşmesine müteakip vasi, görevini ifa etmeye başlayacaktır. Peki vasi ne kadar süreyle bu görevi ifa etmekle yükümlüdür? Türk Medeni Kanununda vasilik görev süresi 2 yıl olarak belirlenmiştir. Burada sürenin kısa tutulmasındaki amaç; vesayet altındaki kişinin menfaatleri gözetilerek, daha uygun bir vasi adayının bulunması halinde kısa süreler içerisinde değişiklik sağlayabilmektir. Bununla birlikte, kanunun 483. maddesinde sayılı şartların mevcudiyeti halinde, vasi her zaman için görevden alınabilecektir.

Vasilik görev süresinin son bulması halinde; vesayet makamı, vesayet altındaki kişinin menfaati buna uygunsa görev süresini ikişer yıllık periyotlar halinde uzatabilecektir. Yani her 2 yılda bir, vesayet makamı, vasilik görevini gözden geçirecektir. Bunun yanında, TMK m. 456/3 uyarınca, 4 yıl süre ile vasilik görevini ifa etmiş kişinin, artık bu görevi üstlenmekten kaçınma hakkı doğmaktadır. Yani kimse 4 yılın üzerinde aynı kişi için vasilik yapmaya zorlanamaz.

Vasinin Görevleri Nelerdir?

Vasinin yapmakla görevli olduğu ve yetkisi bulunan işleri 7 kalemde toplayabiliriz. Bunları sıralamak ve kısaca açıklamak gerekirse şu şekildedir:

  • Defter Tutma:Vasiye, vesayet makamının da atayacağı bir kişi eşliğinde defter tutma görevi verilmiştir. Bu defterde, vesayet altındaki kişinin malvarlığına ait aktif ve pasifler belirtilir. Bunun yanında bu defter belli bir şekil şartına tabi tutulmamıştır. Yani adi şekilde düzenlenebilecektir. Bu defter vasinin yıllık hesap verme zamanında ve vasiliğin sona ermesi halinde vesayet makamına sunulacaktır.
  • Değerli Şeyleri Saklama:Kıymetli evrak, değerli eşya, önemli belge ve benzerleri; vesayet makamının gözetimi altında bulunan güvenli bir yerde muhafaza edilir. Tabi bu durumun, malvarlığının yönetimi açısından bir aksamaya sebep olmaması şartıyla gerçekleşeceğini belirtelim. Kıymetli evraklara; hisse senetleri, tahviller, ipotekli borç senedi veya irat senetleri örnek olarak verilebilir. Bunun yanında değerli eşyalara; mücevherler ve fikir sanat eserleri örnek teşkil edebilir. Sözleşmeler, vasiyetnameler, tapu senetleri de önemli belgelerden sayılabilir. Burada uygulamada güvenli yer olarak genelde banka kasaları kullanılmaktadır. Kasa anahtarı kural olarak vesayet makamında kalır. Fakat gerekli görülmesi halinde bu anahtar, güvence teminatı karşılığında vasiye de verilebilir.
  • Taşınırları Paraya Çevirme: Vesayet altındaki kişinin menfaatinin gerektirmesi halinde, yukarıda sayılan değerli şeyler haricindeki menkul mallar satışa çıkarılabilecektir. Burada vesayet makamının vereceği talimat uyarınca açık artırma sureti ile satış yolu izlenecektir. Bu noktada asıl kriter, vesayet altındaki kişinin nakit ihtiyacıdır. Burada karar verici mercii vesayet makamıdır. Vasi bu kararla bağlı olmakla birlikte bu karara karşı itiraz hakkı saklıdır.
  • Parayı İşletme: Vasi, vesayet altındaki kişinin kendisi veya malvarlığının yönetimi için gerekli olmayan paralarını vesayet makamının belirleyeceği banka hesabına yatırmalıdır. Göreve başladıktan itibaren 1 ay içinde paralar hesaba yatırılmalıdır. Aksi takdirde doğan zararı faiziyle ödemek durumunda kalabilir. Ayrıca dolandırıcılık suçu şüphelisi olmanız işten bile değil.

Vasinin Yetkileri Nelerdir?

Vasinin yapmakla görevli olduğu ve yetkisi bulunan işleri 7 kalemde toplayacağımızı ve kısaca, genel açıklamalarda bulunacağımızı söylemiştik. 4 kaleme ve buna dair açıklamalara bir üst başlıkta yer verdik. Kalan 3 kalemi de şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Ticari ve Sınai İşletmelerle İlgili Yöntem Belirleme:Bu yerler geniş anlamda yorumlanmalıdır. Yani bir dişçinin muayenehanesiyle bir avukatın ofisi de bu kapsamda değerlendirilecektir. Burada söz vesayet makamındadır. Vasi sadece talimata göre hareket edecektir. Vesayet altındaki kişinin işletme üzerindeki menfaatleri uzman bilirkişilerce incelenecek ve ortaya konulacaktır. Buna göre de vesayet makamı işyerinin tasfiyesini, devamını, çalışma alanı değiştirmesini, usul değişikliği vb. isteyebilecektir. Vasi de bu talimatı icra etmekle yükümlüdür.
  • Taşınmazları Satma: Burada yine vesayet altındaki kişinin menfaati gözetilecektir. Bu kişinin zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik; nakit parası ve taşınır mallarının gücünün yetmediği takdirde ancak vesayet makamının talimatı doğrultusunda taşınmazların satışı gündeme gelebilecektir. Yani mutlak bir zorunluluk olması gerekmektedir. Bu kapsamda taşınmazlar, en son başvurulacak malvarlığıdır. Satış işlemi vesayet makamının görevlendireceği kişi tarafından gerçekleştirilecektir. Vasi de bu işlem sırasında hazır bulunmalıdır. Vasi bu kararla bağlı olmakla birlikte yine burada da itiraz hakkı saklıdır.
  • Diğer Görevler:Vasi, vesayet altındaki kişinin evlenmesine izin verilmesi noktasındaki görüşlerini vesayet makamına karşı beyan edebilecektir. Ayırt etme gücünden yoksun küçük için nafaka davası açılması gerekiyorsa, vasi bu işlemi küçük adına yapabilecektir. Kısıtlının menfaati doğrultusunda bir kuruma yerleştirilmesi de yine vasinin yetkileri arasındadır. Yine vasinin sahip olduğu yetkilerden birisi de vesayet altındaki kişinin çalışmasına izin verebilmesidir. Bunun dışında vasi, tanıma beyanında bulunan kişiye karşı, vesayet altındaki kişi adına, rıza açıklamasında bulunabilir.

Vasilikten Çekilme Nedir?

Vasiliğin sona erme hallerinden birisi de vasilikten çekilmedir. Normal şartlar altında vasi, 2 yıllık süresi son bulmadan görevinden çekilemez. Ancak kanun koyucu bazı hallerde vasilikten çekilebilmeye olanak tanımış, bazı hallerde de çekilmeyi zorunlu tutmuştur. Bu haller şu şekilde sıralanabilir:

  1. Engel Bir Durumun Ortaya Çıkması:Vasiliğe engel halleri; kısıtlı olma, kamu hizmetlerinden men edilmiş olma, haysiyetsiz ve onursuz bir yaşam sürmek, vesayet altına alınacak kişi ile menfaat çatışması içerisinde olma, vesayet altına alınacak kişiye karşı düşmanlık barındırmak ve ilgili vesayet daireleri hakimi olmak şeklinde sayabiliriz. Atanan vasinin, görev süresi içerisinde bu sayılan hallere haiz bulunması durumunda; vasi, görev süresini doldurmadan görevinden çekilmekle yükümlüdür. Yani bu halde çekilme, vasi açısından zorunlu tutulmuştur.
  2. Kaçınma Sebebinin Ortaya Çıkması:Vasilikten kaçınma sebeplerinin neler olduğuna değinmiştik. Bu sebepler vasilik görevini icra etmeye başladıktan sonra ortaya çıkmış olabilir. Bu durumda vasi, vesayet makamına talepte bulunarak görevinin süresinden önce sonlandırılmasını isteyebilir. Fakat vesayet makamı, vesayet altındaki kişinin menfaatini gözeterek görev süresinin sonuna kadar görevin devam ettirilmesi yönünde karar verebilir. Çekinme talebi reddedilen vasi, kararın tebliğinden itibaren 10 ün içerisinde denetim makamına itirazda bulunabilecektir. Denetim makamının vereceği karar nihai niteliktedir.
  3. Haklı Sebebinin Ortaya Çıkması:Vasinin görevini icra ettiği sürede bir haklı nedenin ortaya çıkmasıyla birlikte vasilikten çekilme talebinde bulunabilir. Burada nedenin haklı olup olmadığının tespiti vesayet makamı tarafından yapılacaktır. Örneğin eğitim için veya mesleki kariyer açısından uzun süreli olarak yurt dışında bulunulacak olması, bir haklı neden teşkil etmektedir. Vasinin talebi reddedilirse; yine burada da kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde denetim makamına başvurulabilecektir. Denetim makamı bu itirazı kesin olarak karara bağlayacaktır. Yani bu karara karşı istinaf mahkemesine başvurabilmek mümkün değildir. Vasinin çekilme talebi kabul edilse dahi, yeni vasi ataması yapılasıya kadar görevlerini aynen yürütmekle yükümlüdür.

Vasiliğin Kaldırılması Nedir?

Vasinin görevden alınması da vasilik sıfatını sona erdiren hallerden birisidir. Bu durum Türk Medeni Kanununun 483. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Vasinin görevini ağır derecede boşlaması, yetkilerini açık bir şekilde kötüye kullanması, güven sarsıcı hareketler içerisinde olması, borcunu ödeme konusunda acze düşmesi ve görevini ifa etme konusunda yetersiz kalması nedenleri ile vasi görevinden alınabilecektir.

Görevden alma işlemi, vesayet makamı tarafından yerine getirilecektir. Burada Sulh Hukuk Mahkemesi, bildirim veya talep üzerine harekete geçebileceği gibi resen de hareket edebilir. Bu konuya ilişkin karar; ancak gerekli araştırma yapılması ve vasinin dinlenmesi sonucunda alınabilecektir. Yine burada verilecek olan kararlara karşı denetim makamına itiraz yolu açıktır.

Yaşlılara Vasi Tayini Olur Mu?

Yaşlılık, istek üzerine kısıtlama sebeplerinden birisidir. Burada yaşlılığın ne manada kullanıldığı konusu önemlidir. Buna göre yaşlılık; kişinin yaşının ilerlemesi sebebiyle, işlerini gereği gibi görmesine engel olacak düzeyde bedensel ve/veya zihinsel zayıflığa yol açacak hale gelmesidir. Bu minvalde yaşlılık, kişinin iradi kısıtlaması için yeterlilik arz etmektedir. Bunun dışında zorunlu kısıtlama sebepleri mevcutsa, o halde yaş faktörü zaten dikkate alınmayacaktır.

Burada kısıtlama talebinde bulunulması bir zorunluluktur. Kişi bunu bizzat istemiş olabileceği gibi 3. kişilerin taleplerine zımni kabul şeklinde rıza göstermiş de olabilir. Burada vesayet makamı gerekli tahkikatı yürütecek ve gerekli görmesi halinde yaşlıyı kısıtlı olarak ilan edecek; akabinde de bu kişiye vasi atamasında bulunacaktır.

Vasilik Ücreti Ne Kadar?

İfa edilen vasilik görevine karşılık ücret talebinde bulunmak, vasiye tanınan haklardan birisidir. Bu husus, TMK m. 457’de düzenleme altına alınmıştır. Buna göre; vasi, vesayet altındaki kişinin malvarlığından, buna olanak bulunmadığı taktirde Hazineden karşılanmak üzere kendisine bir ücret verilmesini sayın mahkemeden talep edebilir.

Bu ücrete kaynak oluşturması bakımından öncelikle vesayet altındaki kişinin malvarlığına başvurulacaktır. Buradan sonuç alınamaması halinde; yardım yükümlülüğü kapsamında eşine, küçükse anne ve babasına, en olmadı yardımla yükümlü akrabalarına başvurulabilecektir. Bunlardan hiçbirinin sonuç getirmemesi halindeyse Devlet Hazinesi verilecek ücrete kaynak oluşturacaktır.

Bu talep vesayet makamına iletilecektir. Ücret verilip verilmemesi konusunda takdir Sulh Hukuk Mahkemesi hakimindedir. Yani talepte bulunulmuş olması, kesinlikle ücret verileceği manasına gelmemektedir. Verilecek ücretin düzenli bir maaş şeklinde mi yoksa tek sefere mahsus mu olacağı konusu, ücretin miktarı vb. konular, birçok etmen gözetilerek hakim tarafından karara bağlanacaktır. Yine bu talebe ilişkin verilen kararlara karşı, denetim makamına itiraz yolu açıktır.

Vasilik Sorgulama Nasıl Yapılır?

Kişi hakkındaki kısıtlama, vasi atanması gibi durumların sorgulaması birkaç şekilde yapılabilmektedir. Bu konuya ilişkin sorgulamalar, vesayet altına alınan kişinin E- Devlet kapısı üzerinden veya UYAP Vatandaş Portal üzerinden yapılabilecektir. Bunun yanında, vesayet altına alındığı düşünülen kişinin yerleşim yeri Sulh Hukuk Mahkemesi Tevzi Bürosuna başvurularak da bilgi edinme ihtimaliniz vardır. Tüm bunların dışında bir diğer bilgi edinme yolu da kişinin kayıtlı olduğu Nüfus Müdürlüğüne başvurmaktır. Bu yollardan en azından biriyle sonuca ulaşabilirsiniz.

Vesayet konusunu, sizler için bu yazımızda, elimizden geldiğince irdelemeye çalıştık . Makalemizde cevabını bulamadığınız sorularınızı aşağıdaki forum aracılığıyla bizlere iletebilirsiniz.