İŞ KAZASI BİLDİRİMİ

iş kaza bildirimi

 

İş kazası bildirimi, iş kazasının kanunda düzenlenen yerlere bildirilmesidir. Bir işverene tabi çalışan kişilerin iş kazası geçirmesi durumunda bildirim yükümlülüğü işverene aittir. İşveren kanunda gösterilen sürelerde ve usulüne uygun olarak durumu yetkili makamlara bildirmek ile sorumlu tutulmuştur. İş kazası bildirimi yapmayan işverenlere Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından idari para cezası uygulanmaktadır. Ayrıca iş kazasının meydana gelmesinde işverenin kusurunun bulunması durumunda cezai sorumluluğu da gündeme gelecektir.

İş kazası bildirimi, iş kazasına uğrayan sigortalının Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından sunulan hizmetlerden yararlanabilmesi için yapılmalıdır. İş kazasına uğrayan kişi bu kaza sonucu vefat etmiş ise iş kazası bildirimi yapılmadan Sosyal Güvenlik Kurumu’nun iş kazası nedeni ile sağlamış olduğu hizmetlerden mirasçıları da yararlanamaz. Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yardımda bulunulabilmesi için söz konusu iş kazasının yardım gerektirecek ölçüde olması aranmıştır. Yani küçük ve önemsiz kazalar, örneğin parmak incinmesi gibi durumlar Sosyal Güvenlik Kurumu’nca yardımda bulunulmayan durumlardır.

İş Kazası Bildirimi Nereye Yapılır?

İş kazasının meydana gelmesi durumunda iş kazası bildirimi yapmakla yükümlü olanların mümkün olan en kısa sürede yetkili kolluk kuvvetlerine haber vermesi gereklidir. Ardından kanunda belirtilen süreler içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumu’nu durumdan haberdar etmelidir. Eğer ortada özel istihdam bürosu aracılığı ile kurulan geçici bir iş ilişkisi mevcut ise iş kazası durumundan özel istihdam bürosunun da haberdar edilmesi gerekmektedir. Meydana gelen iş kazası işveren tarafından bilinmediği takdirde durum işverene hemen bildirilmelidir. Sosyal Güvenlik Kurumu yerine başka kurumları yapılan bildirimler kurumca dikkate alınmamaktadır.

İş Kazası Bildiriminin Şekli

İş kazası bildirimi Sosyal Güvenlik Kurumu’na iki şekilde yapılabilmektedir. İlk olarak bildirim Sosyal Güvenlik Kurumu’nun internet sayfasından elektronik ortamda veya yazılı olarak yapılabilmektedir. İş kazası bildirimi yapacak olan kişi bu yollardan istediğini seçmekte özgürdür. Elektronik ortamdan bildirimde bulunabilmek için Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından işverene verilen kullanıcı kodu ve e-bildirge şifresine sahip olmak gerekmektedir. Elektronik ortamda yapılan bildirimlerin ayrıca yazılı olarak kuruma bildirilmesine gerek yoktur.

İş kazası bildirimi için yazılı başvuru da iki şekilde yapılabilmektedir. İlk olarak bildirim yükümlüsü tarafından iş kazasına ilişkin bilgiler bir dilekçe ile kuruma iletilebilir. Diğer yol ise iş kazası bildirimine ilişkin kurumun sitesinde bulunan formun doldurulması yoludur.

İş kazası bildirimi posta yolu ile de yapılabilmektedir. Bildirim adi posta veya kargo ile yapılması halinde kurumca bildirim süresinin hesabında kurum kayıtlarına giriş esas alınmaktadır. Bildirim iadeli taahhütlü posta ile yapıldığı takdirde postaya veriliş tarihi dikkate alınmaktadır.

İş Kazası Bildirimi Kim Tarafından Yapılır?

İş kazası bildirimi, 5510 sayılı kanunun 4/1-a maddesi kapsamında bulunan ve hizmet akdi kapsamında bir veya birden fazla işverene bağlı olarak çalışanlar bakımından işveren tarafından yapılmalıdır. Eğer kişi aynı kanunun 4/1-b kapsamında yer alan muhtar veya kendi ad ve hesabına çalışan biri ise iş kazası bildirimi bu kişilerce doğrudan yapılmalıdır. Ayrıca üniversite bünyesinde kısmi süreli çalışan öğrencilerin geçirmiş olduğu iş kazaları üniversite tarafından bildirilmelidir. Önem arz eden bir diğer nokta şantiye şeflerine ilişkin yönetmelikte görülmektedir. Şantiye şefleri görevli oldukları inşaat alanında meydana gelen iş kazalarını derhal ilgili mercilere bildirmekle yükümlü tutulmuşlardır.

Yukarıda açıklandığı üzere işveren tarafından bildirim yapılması ancak işçi ile aralarında bir hizmet akdinin mevcut olduğu durumlarda söz konusu olmaktadır. Yargıtay’ın görüşüne göre eğer işveren ile kazaya uğrayan arasında bir eser sözleşmesi mevcut ise iş kazası bildirimi işveren tarafından yapılmak zorunda değildir.

İş kazasına uğrayan kişi alt işveren tarafından çalıştırılan biri ise iş kazası bildirimi alt iş veren tarafından yapılmalıdır. Ancak alt işveren tarafından iş kazası bildirim yükümlülüğü yerine getirilmemiş ise asıl işveren de sorumluluk altına girecektir. Bu durumda alt işveren ve asıl işveren Sosyal Güvenlik Kurumu’na karşı müteselsilen sorumlu olacaklardır.

İş kazası bildirimi yapması zorunlu tutulan bir diğer grup ise sağlık hizmeti sunucularıdır. Sağlık hizmeti sunucularının kapsamına iş yeri hekimi, sağlık ocakları, resmi hastaneler ve özel hastaneler girmektedir. Kanunda sayılan bu kişi ve kurumların iş kazası durumu kendilerine intikal ettiği andan itibaren iş kazası bildirimi yapmakla sorumlu oldukları unutulmamalıdır. Ayrıca iş kazası durumundan bu kişi ve kurumlarca kolluk kuvvetlerinin de haberdar edilmesi gerekmektedir. Eğer bu kişi ve kurumlar iş kazası bildirimini kolluk kuvvetleri ve savcılığa bildirmezlerse “sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi suçu” işlenmiş olacaktır ve bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaklardır.

İş Kazası Bildirim Süresi Kaç Gün?

İş kazası bildirim süreleri kişinin sigortalı olduğu kola göre değişiklik göstermektedir. Sigortalı kişi 5510 sayılı kanunun 4/1-a maddesi kapsamında hizmet akdi kapsamında bir işverene bağlı çalışıyor ise bildirim söz konusu işverence yapılmalıdır. İşveren iş kazası bildirimini kazanın meydana geldiği günden sonraki üç iş günü içerisinde kuruma bildirmeli ve kolluğa derhal haber vermelidir.

Aynı kanun kapsamında muhtar veya kendi ad ve hesabına çalışan kimseler ise iş kazası bildirimini kendileri yapmalıdırlar. Bildirimin iş kazası sonucu meydana gelen rahatsızlığın bildirim yapmaya engel olmadığı günden sonraki üç iş günü içerisinde yapılması gerekmektedir. Örneğin kişi eğer hastaneye yatırılmış ise taburcu olduğu gün söz konusu engel kalkmıştır. Ancak bu kapsamda bildirim de bulunacak sigortalılar açısından tanınan bildirim süresi iş kazasından sonra en fazla bir aydır.

İş kazası bildirim süresi bakımından şantiye şeflerine ilişkin düzenleme önem arz etmektedir. Şantiye Şefleri Hakkında Yönetmelik’in 8. maddesine göre şantiyelerde gerçekleşen iş kazaları şantiye şefi tarafından derhal yetkili yerlere bildirilmelidir. Bu kapsamda işverene tanınan üç günlük süre şantiye şefleri bakımından geçerli değildir.

Tatil günleri yapılan çalışmalar sırasında iş kazasının meydana gelmesi durumunda sürenin başlama tarihine dikkat edilmelidir. Hafta sonları ve resmî tatil günleri iş kazası bildirimi süresinin hesabında dikkate alınmamaktadır.

Sağlık hizmeti sunucuları bakımından bildirim süresi ise iş kazası geçiren sigortalının bu yerlere başvuru tarihinden itibaren on gündür. Sağlık hizmet sunucuları bakımından öngörülen süre iş günü olarak düzenlenmediği için sürenin hesabında hafta sonları ve resmî tatil süreleri de hesaplamaya dahildir.

İş Kazası Bildirim Cezası

İş kazası bildirmeme cezası belirli olasılıklara göre farklılık göstermektedir. İşveren tarafından sigortalı olarak çalıştırılan ancak geçirdiği iş kazası kuruma bildirilmeyenler ile kuruma sigortalı olarak dahi bildirilmeyen açısından uygulanacak cezalar farklıdır.

Buna göre işveren işçiyi sigortalı olarak kuruma bildirmiş ancak daha sonrasında geçirdiği iş kazası durumunu süresi içerisinde kuruma bildirmemiş ise iş kazası geçiren işçiye kaza tarihinden itibaren kurum tarafından bağlanan geçici iş göremezlik ödeneği ve bu ödeneğin yasal faizi işverenden tahsil edilecektir.

Eğer iş kazası geçiren işçinin işverence kuruma kaydı hiç yapılmamış, iş kazasından sonra yapılmış veya kurum tarafından sonradan tespit edilmiş ise işveren işçiye ödenen sosyal sigorta yardımlarını ödemek zorundadır. Dikkat edilmesi gereken nokta işverence işe giriş kaydının kuruma kanuni süresinden sonra verilmesi veya kurumca tespit edilmesi durumları iş kazasından önce gerçekleşmiş ise işveren tarafından sosyal sigorta yardımları ödenmek zorunda değildir. İş kaydı ile iş kazasının aynı gün olması durumunda ise Yargıtay’a göre iş kaydının kuruma iş kazasından önce ulaştığının ispatı işverence yapılmalıdır.

İş kazaları işveren veya sağlık hizmeti sunucuları tarafından kuruma bildirilmediği takdirde işin dahil olduğu tehlike sınıfına göre belirli bir miktarda para cezası uygulanmaktadır.

RÜŞVET NEDİR?

Rüşvet nedir

Rüşvet suçu, kamu görevlisi ile bir gerçek kişi arasında gerçekleşmekte ve kamu görevlisinin görevinin gereğini yapması veya yapmaması için belirli bir menfaatin sağlanmasını konu almaktadır. Rüşvet suçu Türk Ceza Kanunu’nda millete ve devlete karşı suçlar bölümünün kamu idaresinin güvenilirliğine karşı işlenen suçlar başlığı içerisinde düzenlenmiştir. Rüşvet suçunun ayırt edici özelliği kamu görevlisinin görevini hakkıyla yerine getirmemesi durumudur.

Rüşvet Suçu ile Benzer Suçların Farkı

Rüşvet suçu yapısı itibariyle zimmet, irtikap, görevi kötüye kullanma ve dolandırıcılık suçlarıyla karıştırılmaya müsaittir.

Rüşvet suçu ve zimmet suçu arasındaki en önemli fark zimmet suçunun failinin bir kişi olmasıdır. Zimmet suçunda fail, görevi gereği kendisine zilyetliği devredilmiş veya koruma yükümlülüğü altında olduğu bir malı zimmetine geçirmektedir. Rüşvet suçu ise çok failli bir suçtur. Rüşvet suçunun failleri rüşvet veren özel kişi ve rüşveti kabul eden kamu görevlisidir. Ayrıca rüşvet suçunda kamu görevlisi görevinin gereğini yerine getirmesi veya getirmemesi için menfaat temin etmektedir.

Görevi kötüye kullanma suçunun temel özelliği ikincil bir suç tipi olmasıdır. Yani kamu görevlisi kendisine yüklenmiş olan göreve aykırı davranışlarda bulunduğunda ve bu davranışları başka bir suça vücut vermediğinde gündeme gelmektedir. Örneğin kamu görevlisinin davranışı rüşvet suçuna vücut veriyor ise görevi kötüye kullanma suçundan bahsetmek mümkün değildir. Yine aradaki bir diğer fark rüşvet suçunda fail sayısının en az iki kişi olmasıdır. Görevi kötüye kullanma suçu ise tek failli bir suç tipidir.

Dolandırıcılık suçu ile rüşvet suçunun arasındaki en önemli fark ise failin niteliği bakımından ortaya çıkmaktadır. Dolandırıcılık suçunun faili her gerçek kişi olabilir. Ancak rüşvet suçunda faillerden birinin kamu görevlisi olması zorunludur. Yine Türk Ceza Kanunu’ndaki düzenleniş yerleri de farklıdır. Dolandırıcılık suçu mal varlığına karşı suçlar bölümü altında düzenlenmişken rüşvet suçu yukarıda açıklandığı üzere kamu idaresinin güvenilirliğine karşı suçlar bölümü altında düzenlenmektedir. Dolandırıcılık suçu hakkında detaylı bilgiye “Dolandırıcılık Suçu” makalesinden ulaşabilirsiniz.

İrtikap suçu ve rüşvet suçu arasındaki en belirgin fark ise yine rüşvetin çok failli bir suç olmasıdır. İrtikap suçu ise tek failin bulunduğu bir suç tipidir. Aradaki ince farklardan biri ise rüşvet suçu görevin kötüye kullanması yoluyla işlenmekteyken irtikap suçu görevin sağlamış olduğu güven veya nüfuz kötüye kullanılarak işlenmektedir.

Rüşvet Suçunun Unsurları

Suçun unsurları, bir suçun taşıması gereken şartları ifade eder. Başka bir deyişle suçun unsurlarında eksiklik bulunması halinde söz konusu suçun oluştuğu söylenemez.

Rüşvet suçu açısından suçun unsurlarından biri olan fiil, kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye, görevinin gereğini yapması veya yapmaması için doğrudan veya aracılar kullanarak menfaat temininde bulunmak şeklinde tanımlanmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken yapılması veya yapılmaması istenen suçun kamu görevlisinin görevlerinden biri olması gerektiğidir. Yani menfaatin kamu görevlisinin görevlerinden biri olmayan bir iş nedeniyle sağlanması durumunda rüşvet suçu oluşmaz. Örneğin tapu işlemlerini halletmesi için yetkili tapu memuru yerine çaycıya rüşvet verilmesi durumunda rüşvet suçundan bahsedebilmek mümkün değildir.

Rüşvet suçu açısından dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta suçun menfaatin sağlandığı yani halk arasındaki tabiriyle rüşvetin verildiği veya rüşvet verme konusunda anlaşmaya varıldığı anda gerçekleşmiş olacağıdır. Yani rüşvet konusunda kişiler fikir birliği içerisine girmiş ancak henüz rüşvet verme işlemi gerçekleşmeden durum ortaya çıkmış ise aralarında bu konuda bir anlaşma bulunduğundan dolayı rüşvet suçu oluşmuş olacaktır.

Rüşvet suçunun bir diğer unsuru faildir. Bu suç yapısı gereği çok failli bir yapıya sahiptir. Bir tarafta rüşvet veren veya rüşvet verme vaadinde bulunan bir gerçek kişi, diğer tarafta rüşvet alan veya rüşvet anlaşmasının tarafı olan kamu görevlisi bulunmaktadır.

Rüşvet suçunun mağduru söz konusu suç kamu idaresinin güvenilirliğine karşı işlendiği için toplumdaki tüm bireylerdir .

Rüşvet suçu manevi unsur bakımından kast ile işlenebilecek bir yapıdadır. Kast, failin suçun kanuni tanımında yer alan fiilleri bilerek ve isteyerek gerçekleştirdiği durumlarda söz konusu olur.

Rüşvet Anlaşması

 

Rüşvet anlaşması, suçun failleri arasında yapılan ve hukuka aykırı bir anlaşmadır. Rüşvet anlaşması kamu görevlisinin rüşvet teklifini kabul etmesi veya kamu görevlisinin rüşvet teklifinin karşı tarafça kabul edilmesi anında oluşur. Kural olarak rüşvet suçu kamu görevlisinin menfaati temin ettiği anda oluşur. Ancak kanun koyucu tarafından rüşvet anlaşmasına varıldığı anda da suçun oluşacağı kabul edilmektedir. Rüşvet anlaşmasının varlığı için her iki tarafında birbirine uygun iradeleri bulunmalıdır. Rüşvet anlaşmasının açık veya örtülü yapılması suçun oluşumuna etki etmez. Aynı şekilde anlaşma yazılı veya sözlü olarak da yapılabilir.

Rüşvet Suçunun Nitelikli Halleri

Nitelikli haller, suçun temel şeklinin oluşması gereken şartların varlığının yanında kanunda özellikle aranan durumların bulunması halidir. Nitelikli haller cezayı ağırlaştırıcı ve hafifletici olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

Türk Ceza Kanunu’nun 252. maddesinin 7. fıkrasında rüşvet suçunun cezayı ağırlaştırıcı nitelikli hali düzenlenmiştir. Buna göre suçun faillerinden birinin yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi, yeminli mali müşavir veya noter olması halinde ceza üçte birden yarısına kadar artırılarak tayin olunur. Eğer suçun karşı tarafı kişinin bu sıfatını biliyor ise onun cezası da artırılarak tayin olunacaktır. Rüşvet suçu açısından daha az cezayı gerektiren nitelikli hal bulunmamaktadır.

 Etkin Pişmanlık ve Zamanaşımı

Etkin pişmanlık suç tamamlandıktan sonra gündeme gelir. Tamamlanan bir suçun ardından failin fiilinden dolayı pişmanlık duyarak suçun tamamlanmasını engellemeye yönelik hareketlerde bulunması ve mağdurun uğramış olduğu zararları gidermesi halinde gündeme gelir. Etkin pişmanlık hükümleri kanun koyucu tarafından belirlenen suçlar bakımından mümkündür. Rüşvet suçu açısından kanun koyucu Türk Ceza Kanunu’nun 254. maddesinde etkin pişmanlık hükümlerini düzenlemiştir. Rüşvet suçunda etkin pişmanlık hükmünün uygulanabilmesi belirli şartlara bağlanmıştır.

Rüşvet suçunun faillerinden biri durum resmi makamlarca öğrenilmeden rüşvetin konusunu oluşturan menfaati soruşturmaya yetkili makamlara teslim eder ise hakkında rüşvet suçundan ceza verilemez. Etkin pişmanlık hükmünden durumu yetkili makamlara bildiren fail yararlanır. Yoksa etkin pişmanlığın gerektirdiği şartları yerine getirmeyen failin sırf diğer fail tarafından durum yetkili makamlara bildirildi diye ceza almayacağı düşünülemez.

Rüşvet anlaşması yapıldıktan sonra bu durumu yetkili makamlara bildiren fail de etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanır.

Rüşvet anlaşmasına veya rüşvet suçuna aracılık eden kişilerde durum resmi makamlarca öğrenilmeden yetkili makamlara haber vermeleri halinde etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanırlar. Yoksa aracılık faaliyetinde bulunan kişiler de müşterek fail sayılmaktadır. Eğer kişi yabancı kamu görevlisine rüşvet vermiş ise etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanması mümkün değildir.

Rüşvet suçunda dava zamanaşımı süresi kanundaki düzenlemeye göre on beş yıldır. On beş yılın ardından suçun soruşturulması ve kovuşturulması mümkün değildir. Rüşvet suçunun cezası 4 ila 12 yıl arasında hapis cezasıdır.

Rüşvet Suçu Nasıl İspat Edilir?

Rüşvet suçu yapısı gereği ispatı zor olan bir suçtur. Genelde sözlü olarak ve gizli bir şekilde yapıldığı için suçun ispatı güçleşmektedir. İddiaların kanıtlanamaması durumunda rüşvet suçunda delil yetersizliği nedeniyle beraat verilir.

Suçun ispatı için varsa tanık, fotoğraf, yazılı belge, ses, görüntü veya yazışmalar gibi her türlü delilin kullanılması mümkündür. Gerçek hayatta en sık kullanılan yöntem ise kamu görevlisince rüşvet istendiği durumda kişinin paraların seri numarasını polise bildirmesi yöntemidir.

Rüşvet Suçu Hangi Mahkemede Görülür?

Rüşvet suçu açısından davaya bakmakla görevli mahkeme ağır ceza mahkemesidir. Rüşvet suçu şikayete tabi bir suç değildir. Cumhuriyet savcısı tarafından resen soruşturulmaktadır. Kural olarak kamu personellerinin soruşturulması için cumhuriyet savcısının ilgili kurumdan izin alması gerekmektedir. Ancak rüşvet suçu bu kuralın istisnası durumundadır. Bu nedenle cumhuriyet savcısı tarafından herhangi bir izne gerek olmadan soruşturulma yapılabilmektedir. Yetkili mahkeme ise rüşvet suçunun işlendiği yer mahkemesidir.

DOLANDIRICILIK SUÇU

nitelikli dolandırıcılık

 

Dolandırıcılık suçu, günlük hayatın içerisinde en çok karşılaşılan suç tiplerinden bir tanesidir. Türk Ceza Kanunu’nda mal varlığına karşı suçlar bölümünde düzenlenmiştir. Dolandırıcılık suçundan bahsedebilmek için failin hileli davranışlar ile bir kimseyi aldatması ve bunun sonucunda aldatılanın zararına ve kendisi veya bir başkasının yararına bir menfaat elde etmesi gerekmektedir. Dolandırıcılık suçunun mağduru olan kimselerin sürecin hızlı ve etkili ilerleyebilmesi ve muhtemel hak kayıplarının önüne geçilebilmesi için uzman bir avukattan hukuki yardım alması önemlidir. Bize internet sayfamızın yorumlar ve Avukata Sor kısmından ulaşabilirsiniz.

Dolandırıcılık Suçu Unsurları

Bir suçun varlığından bahsedebilmek için taşıması gereken şartlara suçun unsuru denmektedir. Dolandırıcılık suçu unsurları maddi, manevi ve hukuka aykırılık unsuru olmak üzere üç başlık altında incelenebilir.

Maddi unsurlar: Fail, mağdur, suçun konusu ve hareket sayılabilir. Fail, suç olarak tanımlanan fiili gerçekleştiren kişilere denir. Dolandırıcılık suçunun faili her gerçek kişi olabilir. Mağdur, söz konusu fiil dolayısıyla hakkı sekteye uğrayan kişi veya kişilerdir. Dolandırıcılık suçunun mağduru hayattaki gerçek kişilerdir. Doğası gereği tüzel kişiler ancak suçtan zarar gören olabilirler. Dolandırıcılık suçunun konusu mal varlığı değerleridir. Dolandırıcılık suçu hareket bakımından birden çok hareketle işlenebilecek bir yapıya sahiptir. Ancak söz konusu bu hareketlerin belli şartlara haiz olması aranmaktadır. Dolandırıcılık suçunda hareketin hileli davranışlarla işlenmesi ve bu hileli davranış sonucu mağdurun aldatılıp zarara uğratılması gerekmektedir. Ayrıca mağdurun zararının yanında fail kendine veya bir başkasına bu eylemden dolayı bir çıkar sağlamalıdır. Hileli davranış kanunda tanımlanmamıştır. Bu nedenle her somut olayda davranışın hileli olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Hileli davranışın tespitinde mağdurun eğitim durumu, yaşı, sosyal çevresi vb. hususlar göz önünde bulundurularak karar verilmektedir.

Dolandırıcılık suçu açısından hukuka aykırılık unsuru, kişinin hileli davranışlar ile aldatılması ve zarara uğratılmasıdır.

Manevi unsur bakımından ise kast ile işlenebilecek bir yapıya sahiptir. Zira suçun tanımından da anlaşılacağı gibi failin hileli davranışlar ile bir kimseyi aldatması ve zarar uğratması sonucunda kendisi veya bir başkası adına bir menfaat elde etmesi aranmıştır. Kast olmadan hileli davranışlarda bulunmak ve aldatmak fiilleri gerçekleşmeyeceği için taksirle işlenmesi mümkün değildir. Kastın en geç fiilin işlendiği anda var olması gereklidir.

Dolandırıcılık Suçunun Nitelikli Hali

 

Dolandırıcılık suçu tck madde 157-159 arasında düzenlenmiştir. Dolandırıcılık suçunun nitelikli halleri Türk Ceza Kanunu’nun 158. maddesinde düzenlenmiştir. Nitelikli haller, suçun temel şekli için aranan şartlarının varlığının yanı sıra kanunu koyucu tarafından belirlenen durumların da gerçekleşmesi halinde söz konusu olur. Nitelikli haller daha ağır cezayı gerektirenler ve daha az cezayı gerektirenler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bu başlık altında daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hallerden bazıları incelenecektir.

Nitelikli hallerden ilki dini inanç ve duyguların istismar edilerek kişilerin dolandırılmasıdır. Burada aranan şart mağdurun dini inancının veya duygularının fail tarafından aldatma aracı olarak kullanılmış olmasıdır. Bir diğer hal ise kişilerin içinde bulundukları zor veya tehlikeli durumdan yararlanarak suçun işlenmesidir.

Kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanılarak suçun gerçekleştirilmesi hali de nitelikli halin kapsamındadır. Bu halde mağdurun algılama yeteneği tam ortadan kalmamakla birlikte normal bir insanın algılama yeteneğine nazaran daha düşük seviyede bulunmaktadır..

Kamu kurumlarını, kamu meslek kuruluşlarının, siya partilerin, vakıf veya derneklerin araç olarak kullanılması da bu kapsamdadır. Kanun koyucu bu bent ile toplum tarafından güven duyulan kamu kurumlarının fail tarafından dolandırıcılık suçunun işlenmesinde kullanılmasını temel haline göre daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hal olarak düzenlemiştir. Böylelikle toplum tarafından saygınlığı bulunan kurum veya kuruluşların itibarsızlaştırılmasının önüne geçmek istemiştir. Ayrıca suçun kamu kurum ve kuruluşlarının zararına işlenmesi de nitelikli haller arasındadır.

Nitelikli Dolandırıcılık Suçunun Sık Görülen Halleri

Dolandırıcılık suçunun günümüzde en çok karşılaşılan şekli banka veya kredi kurumları aracılığıyla işlenmesidir. Bu kapsamda işlenen dolandırıcılık suçu da kanun koyucu tarafından nitelikli haller arasında sayılmıştır. Dikkat edilmesi gereken failin kendini kamu kurumu, banka veya kredi kuruluşu görevlisi olarak tanıtması ve bu yolla suçu işlemesi halinin bu bent kapsamına girmediğidir. Zira bu hal nitelikli haller bölümünde özellikli düzenlenmiştir. Kişinin kendisini kamu kurumu, banka veya kredi kurumu çalışanı olarak tanıtması ve suçu bu yol ile işlemesine örnek olarak failin kendini savcı, polis, banka memuru sıfatıyla tanıtması verilebilir.

Uygulama da sıklıkla görülen bir diğer nitelikli hal ise failin kamu görevlilerini tanıdığından bahisle ya da mağdurun bir işini halledeceği vaadiyle suçu işlemesidir. Örneğin oğlu ceza davasında yargılanan bir babaya mübaşirin hakimi tanıdığını ve belirli bir miktar karşılığında oğlunun ceza almayacağını vadetmesi ve bu yol ile babayı dolandırması bu kapsamdadır. Dolandırıcılık suçunun üç veya daha fazla kişi tarafından işlenmesi veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi de nitelikli hallerdendir.

Daha Az Cezayı Gerektiren Haller

Dolandırıcılık suçunda cezayı artıran nitelikli hallerin yanında daha az cezayı gerektiren haller de mevcuttur. Dolandırıcılık suçu Türk Ceza Kanunu’nun mal varlığına karşı suçlar bölümünde düzenlenmiştir. Bu bölüme dahil suçların ortak hükümlerinin yer aldığı 167 – 169. madde arasında cezayı azaltan haller mevcuttur. Tck 167. madde 1. fıkra ile şahsi cezasızlık hali, 167. madde 2. fıkra ile cezada indirim yapılmasını sağlayan şahsi sebepler düzenlenmiştir.

Ortak hükümlerden bir diğeri ekin pişmanlıktır. Etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için suçun tamamlanmış olması gerekmektedir. Bu şartın sağlanmasının ardından ilgili madde de etkin pişmanlığın soruşturmanın veya kovuşturmanın hangi aşamasında uygulandığına göre indirim oranları belirlenmiştir.

Dolandırıcılık Suçu Görevli ve Yetkili Mahkeme

Dolandırıcılık suçunun Türk Ceza Kanunu 159. maddesinde yer alan bir hukuki ilişkiye dayan alacağın tahsili amacıyla işlenmesi hali dışında takibi resen yapılır. Bir diğer özellikli hal ise Türk Ceza Kanunu 167. maddede düzenlenen şahsi cezasızlık halidir. Dolandırıcılık suçunun TCK 167/1 içerisinde sayılan kişilere karşı işlenmesi halinde faile ceza verilmez. Suçun TCK 167/2 içerisinde sayılan kimselere karşı işlenmesi halinde ise suçun soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlıdır.

Dolandırıcılık suçunun temel hali bakımından görevli mahkeme asliye ceza mahkemeleridir. Nitelikli haller bakımından ise ağır ceza mahkemesi görevlidir.

Davaya bakmakla yetkili mahkeme ise suçun işlendiği yer mahkemesidir. Dolandırıcılık suçu açısından suç failin kendine veya üçüncü bir kişi lehine yarar elde etmesi ile tamamlanacağından yetkili mahkemem yararın sağlanmış olduğu yer mahkemesidir.

Zamanaşımı ve Uzlaşma

Dolandırıcılık suçunun temel hali bakımından öngörülen dava zamanaşımı sekiz yıldır. Eğer nitelikli hal söz konusu ise dava zaman aşımı süresi on beş yıl olacaktır.

Uzlaştırma kurumu, mahkemelerin üzerindeki yükleri azaltmak ve tarafların uzun süren dava çözüm süreçlerinden dolayı hak kaybı yaşamasını önlemek üzere oluşturulmuştur. Uzlaştırma ile soruşturma ve kovuşturma aşamalarına yeni bir alternatif yol eklenmiştir. Suçun mağduru veya zarar göreni ile failin uzlaştırma bürosu tarafından atanan uzlaştırmacı eşliğinde görüşmeleri ve ihtilafı sona erdirmeleri uzlaştırma kurumunun amacıdır. Ancak uzlaşma hükümleri dolandırıcılık suçu açısından etkin pişmanlık hali düzenlendiği için uygulanabilir değildir. Bu nedenle uzlaşmanın şartları oluşmuş olsa ve zarar gören veya mağdur uzlaşmak istese dahi suçun yapısı ve etkinlik pişmanlık hükümlerine tabi olması nedeniyle uzlaşmanın uygulanması mümkün değildir.

İSTİHKAK DAVASI NEDİR?

İstihkak

 

İstihkak davası nedir sorusunu cevaplandırmadan önce istihkak ne demek ile başlamakta fayda var. İstihkak, Arapça kökenli bir kelime olup hak kazanma, hak kazanılan şey anlamına gelmektedir.  Bu makalemizin konusunu hacizde istihkak davası oluşturacaktır. Günümüzde hacizlerin artması ile birlikte istihkak davası nedir sorusu sıkça sorulmaya başlanmıştır. İstihkak davası icra hukuku kapsamında teknik bir yapıya sahiptir. Kişilerin hak kaybı yaşamamaları için bu süreci icra hukuku alanında deneyimli bir avukat aracılığıyla yürütmeleri önemlidir. İstihkak davası nedir ve benzeri sorularınızı sayfanın en altındaki form ve Avukata Sor sayfamızdan iletebilirsiniz.

İstihkak Davası Nedir?

İstihkak davası mülkiyeti çekişmeli olan taşınır veya taşınmaz malın kime ait olduğunun tespiti için açılan bir davadır. İstihkak davası yapısı itibariyle ivedilikle görülen bir davadır. Bu nedenle basit yargılama usulüne tabidir. İstihkak iddiası ileri süren kişilerin bu iddialarını haciz işlemini gerçekleştiren icra dairesine yapmaları ile süreç işlemeye başlar.

İstihkak davasının açılabilmesi için belirli bir sürecin gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Alacaklının borçlu aleyhine başlatmış olduğu icra takibi sonucu ödeme emrinin kesinleşmesiyle birlikte icra memurlarınca borçluya ait eşyalar ve üçüncü kişilerde bulunan alacaklarına haciz konulur.  Bu süreç içerisinde borçlunun eşyaları sanılarak mülkiyeti üçüncü kişide bulunan eşyalara da haciz konması mümkündür. İşte bu durumun gerçekleşmesi halinde borçlu veya üçüncü kişi tarafında istihkak iddiası ileri sürülebilir.

İstihkak İddiası Nedir?

Hacizde istihkak iddiası ileri sürülürse icra memuru tarafından haciz tutanağına yazılır. Eğer durum haciz sırasında öğrenilmemiş ise haczin öğrenilmesinden itibaren yedi gün içerisinde istihkak iddiası ileri sürülmelidir. Bu şekilde istihkak iddiasında ileri sürülmesi durumunda icra müdürlüğünce alacaklıya durum bildirilir. Alacaklı tarafından üç gün içerisinde itiraz edilmez ise haciz kalkar. Söz konusu süreler hak düşürücü nitelikte olduğundan dikkat edilmesi gereken bir durumdur.

Üçüncü kişi tarafından yapılan istihkak iddiasına borçlu veya alacaklı tarafından üç günlük süre içerisinde itiraz edilmesi durumunda icra müdürü söz konusu dosyayı ivedilikle icra mahkemesine göndermek zorundadır. İcra mahkemesi önüne gelen dosya üzerinden istihkak iddiasını değerlendirir. Bu değerlendirme de istihkak iddiasının gerçek, samimi ve inandırıcı olup olmadığı incelenir. Mahkemenin dikkate aldığı bir diğer husus istihkak iddiasının sırf haczin gerçekleşmesine engel olup olmamak maksadıyla yapılıp yapılmadığıdır. İcra mahkemesinin vereceği kararın istihkak iddiasında bulunan üçüncü kişiye bildirilmesiyle dava açma süresi başlar.

İstihkaklı Haciz Nedir?

İstihkaklı haciz; borçlunun veya üçüncü kişilerin haciz esnasında istihkak iddiası ileri sürmesine rağmen yapılan hacizdir. İstihkaklı hacizlerde malın muhafaza altına alınması yani yediemin deposuna kaldırılması mümkün değildir. Haczedilen mal yediemin olarak istihkak iddiası ileri süren kişiye bırakılır ve icra mahkemesi tarafından takibin devamına karar verilinceye kadar muhafaza işlemi yapılamaz.

İstihkak Davalarının Tarafları Kimlerdir?

Mal haciz sırasında borçlunun elinde ise dava açma hakkı üçüncü kişiye aittir. Burada davayı açabilecek üçüncü kişi mal üzerinde hakkı olduğunu iddia eden kişidir. İlla mülkiyetin üçüncü kişiye ait olması gerekmez. Örneğin üçüncü kişinin söz konusu mal üzerinde rehin hakkının bulunması halinde de bu dava açılabilir. İstihkak davası alacaklıya karşı açılan bir davadır. Buradaki alacaklı hak sahipliği çekişmeli olan taşınır veya taşınmaz mal üzerine haciz koyduran alacaklıdır.

Bazı durumlarda borçluya karşı girişilen icra takibinin alacaklısı birden fazla olabilir. Birden fazla alacaklının icra takibine girişmesi ve aralarında zorunlu dava arkadaşlığının bulunması halinde hacze konu edilen çekişmeli mala ilişkin istihkak davası bu alacaklılara karşı birlikte açılmalıdır.

Borçluya karşı girişilen takipte borçlunun haczedilecek mallarının illa kendi elinde olması aranmamaktadır. Başka bir deyişle borçlunun üçüncü kişilerde bulunan malları ve alacakları da haczedilebilir. Çekişmeli malın üçüncü kişinin elinde bulunması durumunda farklı bir yol izlenmektedir. Bu durumda istihkak iddiasında bulunan üçüncü kişinin beyanı alacaklıya bildirilir ve alacaklı için istihkak davası açma süresi başlamış olur. Alacaklı bu yol ile söz konusu mal üzerinde üçüncü kişinin istihkak iddiasına karşı itiraz etmekte ve haczin kalkmasını önlemeye çalışmaktadır.

Hangi Haklar İstihkak Davasına Konu Olabilir?

İstihkak davası sanılanın aksine sadece mülkiyet iddiasıyla açılmak zorunda değildir. İcra İflas Kanunu’nda bulunan ilgili düzenlemeler nazara alındığında rehin hakkı dolayısıyla da istihkak davası açılabilmektedir. Ancak Yargıtayca bu her türlü hak bakımından da istihkak davasının açılabileceği kabul edilmektedir.

Bütünleyici parça, asıl şeyden ayrılması halinde asıl eşyanın niteliğinde kayba sebebiyet verecek şey olarak tanımlanmaktadır. Kural olarak bir şeyin haczi halinde bu haczin bütünleyici parçayı da kapsadığı kabul edilmektedir. Yani bütünleyici parçalar açısından ayrıca bir istihkak davası açılmasına gerek yoktur. Yargıtay tarafından verilen kararlar da bütünleyici parçaların ayrıca haczedilemeyeceğini göstermektedir. Eklenti ise, asıl şeyden yararlanmak veya asıl şeyi kullanmak amacına özgülenen taşınır şeylerdir. Eklentiler asıl şeyden ayrı haciz edilebilmektedir. Dolayısıyla haczedilen asıl şeyin eklentisi konumunda olan taşınır malın malikinin borçludan farklı biri olması durumunda eklentinin maliki tarafından istihkak iddiasında bulunulabilmektedir.

Kişisel hakların bir kısmınında istihkak davası ile geri istenebilmesi mümkündür. Kişisel hakların bir kısmı tapu kütüğüne şerh düşülerek kuvvetlendirilebilir. İşte bu şekilde kuvvetlendirilmiş kişisel haklardan olan önalım, alım ve geri alım hakları istihkak davası çerçevesinde öne sürülebilmektedir. Ancak Yargıtay tarafından tamamen benimsenmiş bir durumda olmadığından dolayı istikrar kazandığı söylenemez.

İstihkak iddiasına ve doğal olarak istihkak davasına konu olabilecek bir diğer önemli hak ise alacak hakkıdır. Bir diğer durum çalınmış veya kaybolmuş şeyler bakımından istihkak davasının açılması halidir. Malın kişinin elinden iradesi dışında çıkması durumunda bu yollar ile malı elinden alınan kişi istihkak davası açabilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken durum malı elinde bulunduran kişilerin iyi niyetlerinin herhangi bir anlam ifade etmediğidir.

Hacizde istihkak davasında görevli mahkeme hangisidir?

İstihkak davası bakımından uyuşmazlığı çözmekle görevli mahkeme icra mahkemeleridir. Yetkili mahkeme, söz konusu icra takibinin yapıldığı yer mahkemesi veya uyuşmazlığa konu hacizli malın bulunduğu yer mahkemesi olarak belirtilmektedir. Ancak özellik arz eden bir husus vardır. Eğer uyuşmazlığa konu hacizli mal taşınmaz mal statüsünde ise HMK’da bulunan yetki kuralları çerçevesinde istihkak davası taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılmalıdır.

Miras Sebebiyle İstihkak Davası Açılabilir Mi?

Mirasçılar miras bırakanın başkasının elinde bulunan mal ve hakları için miras sebebiyle istihkak davası açabilirler. Miras sebebiyle istihkak davası mirasçılığın ve malın başkasında olduğunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde açılmalıdır.

İstihkak Davası Açma Süresi Ne Kadardır?

İstihkak davaları hak sahipliği çekişmeli malların haczedilmesinden itibaren yedi gün içerisinde açılmalıdır. Yedi günlük süre hak düşürücü süredir. Yani mahkemece resen göz önüne alınır ve bu süre geçirildikten sonra davanın görülmesi mümkün olmaz. Süre geçirildiği takdirde uyuşmazlığa konu malın satışının önünde herhangi bir engel kalmayacağı için istihkak davası açacak tarafın dikkatli hareket etmesi gerekmektedir.

Kanun koyucu tarafların hak kaybı yaşamasını önlemek  için haciz durumunun daha sonra öğrenilmesi durumunda sürenin ne zamandan itibaren başlayacağını ayrıca düzenlemiştir.  Buna göre haciz işlemi daha sonra öğrenildiği takdirde söz konusu hak düşürücü süre haciz işleminin öğrenilmesinden itibaren işlemeye başlayacaktır.

İstihkak Davası Yargıtay Kararları

“Somut olayda, dava konusu 4.6.2015 tarihinde yapılan haciz sırasında üçüncü kişi yararına istihkak iddiasında bulunan … ‘ün üçüncü kişinin çalışanı olduğu, anılan şahsın, üçüncü kişi yararına istihkak iddiasında bulunmaya yetkili olmadığı sabittir. Davalı üçüncü kişi tarafından hacizden itibaren İİK’nin 96/3. maddesinde belirtilen 7 günlük süre içerisinde yapılmış bir istihkak iddiası da bulunmamaktadır.
O halde davacı alacaklının İİK’nin 99. maddesi hükümlerine göre istihkak davası açmakta hukuki yararı bulunmadığından 6100 sayılı HMK’nin 114/ h ve 115/2 maddeleri uyarınca dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmesi; öte yandan davacı alacaklının Antalya 11. İcra Müdürlüğü’ne yönelttiği 11.6.2015 tarihli talebinde dava konusu hacizde geçerli istihkak iddiasında bulunulmadığını belirterek malların muhafazasına karar verilmesini istediği, İcra Müdürlüğünün ret kararına karşı da şikayet yoluna başvurduğu anlaşılmakla, yargılama giderlerinden sorumlulukla ilgili değerlendirme yapılırken davacı alacaklının şikayet sürecinin dikkate alınması gerekmekte olup, yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, yerel mahkeme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” 

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi  2016/10373 E. 2019/7259 K..

“İstihkak davalarında geçerli bir haczin bulunması dava şartı olup, hüküm kesinleşinceye kadar yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilmesi gerekir. Buna göre, bir takipte haciz aşamasına geçilebilmesinin ve haczin geçerli olmasının ön koşulu da icra emrinin kesinleşmiş olmasıdır.
Tüzel kişiliğin sona ermesi için tüm alacakların tahsil edilmiş, borçların da ödenmiş olması, bu şekilde tüzel kişiliğin tüm hak ve yükümlülüklerinin tasfiye edilmiş bulunması gerekmekte olup, ticaret sicil kayıtlarından terkin edilen borçlu şirket aleyhine, tüzel kişiliğin yeniden ihyası (ek tasfiye) için dava açılmadan takip işlemlerine devam olunamaz.”

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2019/3661 E. 2019/6892 K.

KURUMSAL YÖNETİM NEDİR?

 

kurumsal yönetim ilkeleri

 

Kurumsal yönetime ilişkin açıklamalara geçmeden önce yönetim kelimesinden ne anlaşılması gerektiğinin izahı gerekmektedir. Yönetim kelimesinin ifade ettiği anlamlardan ilki yönetim organına verilen görevi ifade eder. Yönetim görevine ilişkin olarak yapılması gereken iş ve işlemlerin önemli bir kısmı kanunda ve şirketlerin esas sözleşmelerinde belirtilmektedir. Geriye kalan kısmı ise şirket genel hedeflerine ulaşmak bakımından gerekli olan faaliyetler ile alınması gereken kararlardan ibarettir. Nitekim TTK md. 374/1 bu anlama vurgu yapmaktadır[1];

“Yönetim kurulu ve kendisine bırakılan alanda yönetim, kanun ve esas sözleşme uyarınca genel kurulun yetkisinde bırakılmış bulunanlar dışında, şirketin işletme konusunun gerçekleştirilmesi için gerekli olan her çeşit iş ve işlemler hakkında karar almaya yetkilidir.“

Madde hükmünde kavram dar anlamı ile kullanılmıştır. Ancak yönetim işlevi sadece yapılacak iş ve işlemlerle ilgili karar vermekle sınırlı olmayıp kararların ortaklık bünyesinde yahut temsil yetkisi kullanılarak şirket dışında icra edilmesini de kapsamaktadır. Bu halde yönetim kavramı geniş anlamı ile kullanılmaktadır[2]. Ortaklığın yönetim birimlerinin oluşturulmasından, yönetimin üçüncü şahıslara açıklanmasına kadar olan süreç ortaklığın yönetimini ifade eder[3]. Bu unsurları içeren bir tanıma göre yönetim; strateji üretme, bir araya getirme, önderlik ve denetleme yoluyla sahip olunan kaynakları etkili ve yerinde kullanarak şirket hedeflerine ulaşma sürecidir[4].

Yönetim kavramının ikinci anlamı, yönetim faaliyetlerini yerine getiren kişi, kurul veya örgüte verilen ismi ifade eder. Yönetim Kurulu genel müdür, müdürler, yardımcıları, şefler ve diğer elemanlardan oluşan yönetim örgütünün başıdır[5]. Yönetim organının ana fonksiyonu, ortaklık tüzel kişiliğinin iradesini ifade etmekle görevli olmasıdır[6].  TTK’nın 365. Maddesinde yönetim kavramının bu anlamı belirtilmiştir; “Anonim şirket, yönetim kurulu tarafından yönetilir”. Yönetim kavramının dar anlamını teşkil eden bu tanım, anonim ortaklığın yönetim kurulu tarafından mevzuat ve şirket içi düzenlemeler doğrultusunda yönetilmesini ifade etmektedir[7].

Kurumsal Yönetim 

Kurumsal yönetim, hisse sahipleri ve bütün diğer menfaat sahiplerinin haklarının muhafaza edilmesi maksadıyla anonim şirketi oluşturan tüm birimler arasındaki ilişkileri ve özellikle yönetim organlarının yetki ve görevlerini düzenleyen yönetim şeklidir[8]. Kurumsal yönetim kavramı ekonomi dilinde kurumsal yönetişim olarak da adlandırılmaktadır[9].

Doğru bir strateji ve planlama ile kurumsal yönetim, orta ve uzun vadede başarıyı beraberinde getirmektedir. Stratejik yönetim, politika, plan, taktik ve programların geliştirilmesi sürecidir[10]. Geleneksel yönetim ise kurallar ve ilkelerden daha çok belirli kişi veya kişilerin sübjektif değerlendirmelerine dayalı bir anlayıştır. Bu anlamda geleneksel yönetimde sahiplik ve kontrol fonksiyonları birbirinden ayrılmamaktadır[11].

Kurumsal yönetim, şirket yöneticilerinin ortaklıktan kaynaklanan faydaları şahsi çıkarları için kullandıkları yönündeki yaygın hisse sahibi endişelerini ortadan kaldırır[12]. Kurumsal yönetim sadece pay sahiplerinin ortaklık yönetimindeki etkinliklerinin artırılması temeline dayanmamakta, kamuyu aydınlatma, pay sahipleri dışındaki ilgili gruplarla ilişkiler gibi değişik unsurları da bünyesinde barındırmaktadır[13].

Etkili bir kurumsal idare tesis eden ortaklıkların, daha basit bir biçimde mali kaynaklar ile iletişim kurmak ve bu kaynaklara ulaşmak sureti ile belirtilen kaynakları en verimli bölümlere nakil etmesi ve sonrasında söz konusu yatırımlar ile üretimi ve çalışan sayısını fazlalaştırdığı bilinmektedir[14]. Bu nedenle yerli ve özellikle yabancı yatırımcılar şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine uygun bir şekilde yönetilip yönetilmediğini incelemekte ve yatırımlarını bunu göre yapmaktadırlar[15].

Kurumsal Yönetim İlkeleri

İyi bir kurumsal yönetim şirketlerin ekonomik olarak kendilerini geliştirebilmesi ve sürdürülebilirliklerinin sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır. Devletler açısından değerlendirildiği zaman etkili bir kurumsal idare, ilgili devletin itibarının arttırılması, sermayenin yurt içinde kalmasının sağlanması, ekonomik krizlere karşı hazırlıklı olunmasını ifade etmektedir. Rekabet gücünün artması da önem taşımaktadır. Farklı ülkelere göre kurumsal yönetim ilkelerinin uygulama esasları farklılık gösterebilmekle birlikte kurumsal yönetimin esas aldığı ilkeler “şeffaflık”, “denetime açık olmak”, “eşitlik” ve “hesap verilebilirlik” tir.

Türk Hukuku’nda Kurumsal Yönetim ile İlgili Getirilen Düzenlemeler

Kurumsal yönetim ilkelerinin yaygınlaştırılması ve daha fazla şirket tarafından uygulanması amacıyla bazen teşvik edici bazen de emredici hukuk kurallarına dayalı düzenlemeler ihdas edilmektedir[16]. Ülkemizde kurumsal yönetim kavramı ile ilgili olarak TTK ve Sermaye Piyasası Kurulu tarafından düzenlenmiş olan tebliğ ekinde çeşitli düzenlemeler yapılmıştır[17].

TTK md. 1529/1 hükmünde “Halka açık anonim şirketlerde kurumsal yönetim ilkeleri, yönetim kurulunun buna ilişkin açıklamasının esasları ve şirketlerin bu yönden derecelendirme kural ve sonuçları Sermaye Piyasası Kurulu tarafından belirlenir” denilerek kurumsal yönetim ilkelerinin kanunla düzenlenmesinden kaçınılmış ve Sermaye Piyasası Kurulu yetkilendirilmiştir.

SPK’da bu doğrultuda Kurumsal Yönetim İlkelerinin Belirlenmesine ve Uygulanmasına İlişkin Tebliğ’i hazırlayarak ekinde kurumsal yönetim ilkelerine ilişkin detaylı düzenlemelere yer vermiştir. Yalnızca halka açık anonim şirketlerin SPK tarafından düzenlenmiş olan tebliğe uyma zorunluluğu bulunmakla birlikte, diğer anonim şirketlerin ve hatta limited şirketlerle başka tipte ortaklıkların da bu ilkelere uyması şirket hedeflerine ulaşmaları bakımından yerinde olacaktır.

Yönetim Modelleri

Anonim şirketlerde yönetim ve denetim fonksiyonlarının konumlandırılma biçimine göre farklı yönetim sistemleri uygulanmaktadır. Bir anonim şirkette yönetim işlevinin etkili bir şekilde kullanılmasının ve bu yönde yapılan iş ve işlemlerin denetiminin son derece önem arz ettiğine şüphe yoktur.

Yönetim modellerinin ortaya çıkmasında şirket yönetiminin iş ve işlemlerinin yerindeliğinin ve hukuka uygunluğunun denetlenmesi gerektiğine yönelik düşünceler önemli rol oynamıştır. Zira günümüzde hesapların ve finansal tabloların denetimi genellikle alanında uzman bağımsız kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmektedir.

Bu nedenle yönetim modelleri bakımından ele alınan denetim kavramı; yöneticilerin yaptıkları iş ve işlemlerin kanunlara, esas sözleşmeye, iç yönerge ve talimatlara uygunluğunun denetimi ile şirket hedeflerine ulaşmaya elverişli olup olmadığının gözetimini ifade eder[18].

Yönetimin iş ve işlemlerinin hukuka uygunluk ve idari (yerindelik) denetimi, kısacası yönetimin gözetimi için ayrı bir kurul bulunup bulunmamasına göre yönetim modelleri ikiye ayrılmaktadır[19]. Bazı ülkelerde ise kanuni bir yönetim sistemi seçmek yerine tekli veya ikili sistemin seçimi yetkisi anonim ortaklıklara bırakılmıştır[20].

Tekli (Monist) Sistem

Yönetim organı dışında ayrı bir gözetim organı bulunmayan, yalnızca yönetim kurulunun varlığıyla yetinen sisteme tekli (monist) sistem adı verilmektedir[21]. TTK 367. maddenin ihdas edilme sebebinde de ifade edildiği gibi, yasa koyucu kanun koyucu tercihini tekli sistemden yana ortaya koymuş ancak ikili sistemin uygulanmasının da önünü de kapatmamıştır[22].

Kanun koyucu yönetim kurulunun kendi iş ve işlemlerini denetlemesindeki güçlüğü de göz önünde bulundurarak, şirketin üst düzey yönetimi dışındaki yetkilerini üyelerden birine yahut üçüncü kişilere devretme imkânı tanımıştır. Bu sayede yönetim yetkisini devreden üyeler şirketin olağan faaliyetlerine katılmaksızın yöneticileri denetleyebilecek ve bir gözetim kurulu gibi çalışabilecektir[23]. Ayrıca yönetimde görevli olmayan üyeler birtakım kişi veya kişilerin YK kararlarını manipüle etmesinin önüne geçerek icrada görevli üyelerin sahip olduğu yetkilerin dengelenmesini sağlamaktadır[24].

Yönetimin devredilmediği ve tüm üyelerin yönetim yetkisine haiz olduğu durumlarda yönetim kurulunun kendi faaliyetlerini bağımsız ve tarafsız olarak denetlemesi söz konusu olamayacaktır. Bu durum pay sahibinin çok daha fazla olduğu büyük ölçekli anonim ortaklıklarda şirket alacaklıları ve azınlık pay sahipleri açısından ciddi sorunlara yol açabilmekte ve tekli sistemin olumsuz yanı olarak görülmektedir.

İkili Sistem

Yönetim organı dışında ayrıca bir gözetim organının bulunduğu ve bu organın yönetim organının faaliyetlerini yerindelik ve hukuka uygunluk bakımından denetlediği sisteme ikili (dualist) sistem denilmektedir[25]. Güçler ayrılığına dayalı ikili sistemde, gözetim organı ile yönetim organının sorumlulukları arasında keskin bir ayrım söz konusudur[26]. TTK ikili sistemi benimsememekle birlikte, şirketlere tekli sistemi esneterek ikili sisteme yaklaştırma fırsatı sunmaktadır.

SPK kurumsal yönetim ilkeleri ile kanunun izin verdiği ölçüde şirketlerin yönetim sistemlerini denetlenebilir kılmaya çabalamaktadır. Örneğin murahhas üyenin aynı zamanda yönetim kurulu başkanı olmasına sıcak bakılmamaktadır[27].

“ Yönetim kurulu başkanı ile icra başkanı/genel müdürün yetkilerinin net biçimde ayrıştırılması ve bu ayrımın yazılı olarak esas sözleşmede ifade edilmesi esastır. Şirkette hiç kimse sınırsız karar verme yetkisi ile donatılmamalıdır.”

“ Yönetim kurulu başkanı ve icra başkanı/genel müdürün aynı kişi olmasına karar verilmesi durumunda, söz konusu husus gerekçesiyle birlikte genel kurulda ortakların bilgisine sunulur ve faaliyet raporunda gerekçeli açıklamaya yer verilir. “

Bir diğer müdahale ise yönetim kurulunun yapısına yönelik olup, kurumsal yönetim ilkelerinde Amerikan Sistemi’ne (board sistemi) eğilimin olduğu görülmektedir[28];

“ Yönetim kurulunda icrada görevli olan ve olmayan üyeler bulunur. İcrada görevli olmayan yönetim kurulu üyesi, yönetim kurulu üyeliği haricinde şirkette başkaca herhangi bir idari görevi bulunmayan ve şirketin günlük iş akışına ve olağan faaliyetlerine müdahil olmayan kişidir. Yönetim Kurulu üyelerinin çoğunluğu icrada görev almayan kişilerden oluşur. “ (m.4.3.2)

“ İcrada görevli olmayan yönetim kurulu üyeleri içerisinde, görevlerini hiçbir etki altında almaksızın yapabilme niteliğine sahip bağımsız üyeler bulunur. “(m. 4.3.3.)

Halka açık anonim ortaklıklarda YK üyelerinden asgari ikisinin ve toplam sayının en az üçte birinin bağımsız üyelerden oluşması gerekmektedir.[29]. Yönetim kurulunun iş ve işlemlerinin hukuka uygunluk ve idari denetimi için ayrı bir kurula ihtiyaç bulunup bulunmadığı tamamen kanun koyucu tercihidir. Bu bağlamda yönetim sistemlerinin tek başına mükemmel veya sakıncalı olarak değerlendirilmesi doğru olmayacaktır. Zira hemen her ülke eskiden tercih ettiği sistemi zaman içinde yaptığı düzeltmelerle uygulamaya devam etmektedir[30].

Konuyla ilgili merak ettiğiniz ancak makalemizde bulamadığınız tüm soruların cevaplarını sayfanın en altından ya da avukata sor hizmetimizi kullanarak bulabilirsiniz.

Yararlanılan Kaynaklar

[1] Tekinalp, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, 3. Bası, İstanbul, 2013, Nr. 12-28 s. 203

[2] Kırca, Anonim Şirketler Hukuku, Cilt 1, Ankara, 2013, s. 399

[3] Bilgili-Demirkapı, Şirketler Hukuku 9. Baskı, Bursa 2013, s. 1003

[4] Erol Eren, Yönetim ve Organizasyon, İstanbul 2013, s.4

[5] Tekinalp, s. 204

[6] Helvacı Mehmet, Anonim Ortaklıkta Yönetim Kurulu Üyesinin Hukuki Sorumluluğu, Beta Yayınevi, İstanbul 1995

[7] Karahan Sami/Akın, İrfan,  Şirketler Hukuku, Konya 2012, s.41.

[8] Aktan Coşkun Can, Kurumsal Şirket Yönetimi, Sermaye Piyasası Kurumu, Kurumsal Araştırmalar Serisi, Ankara, 2006, s. 2.

[9] Koçel Tamer, İşletme Yöneticiliği, 12. bs.,  Beta Kitabevi, İstanbul, 2010, s. 455.

[10] Uzunçarşılı Ülkü, Oğuz Ersun ve Meral Toprak, İstanbul, 2000, s. 91.

[11] Aktan Can Coşkun, S. 1, s. 5.

[12] Kula Veysel, Kurumsal Yönetim Hissedar Korunması Uygulamaları ve Türkiye Örneği, Papatya Yayıncılık, 2006, s. 23.

[13] Paslı Ali, Anonim Ortaklık Kurumsal Yönetimi, Çağa Hukuk Vakfı Yayınları, İstanbul, 2004, s.14

[14] Cengiz Selim, İşletmelerde Kurumsal Yönetim Kapsamında İç Denetimin Yeri ve Önemi:

Borsa İstanbul’da Bir Araştırma, Afyon Kocatepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Dergisi, C. 15, S. 2, 2013, s. 406.

[15] Eroğlu Cengiz Alp, Kurumsal Yönetim İlkeleri Çerçevesinde Kamunun Aydınlatılması, SPK Hukuk İşleri Dairesi Yeterlilik Etüdü, Ankara, 2003, s. 2

.

[16] Manavgat Çağlar, ‘‘Anonim Ortaklıklarda Kurumsal Yönetimde Kamunun İşlevi’’,  Batider, C. 24, Ankara, 2007, s. 474

[17] Aksoy Mehmet Ali, Türk Kurumsal Yönetim Düzenlemeleri Kapsamında Anonim Şirket Yönetim Kurulu, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2013, s. 52.

[18] Kırca/Çelik/Manavgat, Anonim Şirketler Hukuku, Cilt 1, Ankara, 2013, s. 528

[19] Özer Işık, Türk ve Yabancı Hukuk Sistemlerinde Anonim Şirket Yöneticilerinin Mali Hakları, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s. 35. ; Yönetim sistemleri ve sistemlerin mukayesesi için bkz. Avrupa Şirketinin ( SE ) Statüsü Hakkında tüzük m. 38 vd; Böckli, Aktienrecht, &30 Nr. 21

[20] Tercihe dayalı sistemin en açık şekliyle uygulandığı Avrupa Anonim Şirketi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Pulaşlı Hasan, ‘‘Yeni Tüzük Hükümlerine Göre Avrupa Anonim Şirketi’’, Batider, C. 21, S. 4, Ankara, 2002, s. 5 vd.

[21] Hacımahmutoğlu, Sibel, AT ve Türk Hukukunda Anonim Ortaklığın Karar Alma Sürecinde Yönetim Kurulunun Yapısı ve Çalışanların Katılımı, Ankara, 2008, s.82

[22] Ünal Ahmet Cemil, Türk ve Yabancı Hukuk Sistemlerinde CEO’nun Hukuki Konumu, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s. 23

[23] Kırca/Çelik/Manavgat, s. 529

[24] Özsoy Zeynep, Kurumsal Yönetim ve Yönetim Kurulları, İmge Kitabevi, 2011, s. 92

[25] Yılmaz Özdoğan Ayşegül, Halka Açık Anonim Ortaklıklarda Yöneticilerin Mali Hakları, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2009, s.23

[26] Hacımahmutoğlu Sibel, AT ve Türk Hukukunda Karar Alma Sürecinde Yönetim Kurulunun Yapısı ve Çalışanların Katılımı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2008, s. 75-76.

[27] Fransa’da geçerli olan “President Directeur General” sistemi bu modelin bir örneğini teşkil etmektedir.

[28] Kırca/Çelik/Manavgat, s. 530

[29] Üçışık Güzin/Çelik Aydın, Anonim Ortaklıklar Hukuku, I. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s. 377-378

[30] Kırca/Çelik/Manavgat, s. 529

BABALIK DAVASI

babalık davasının sonuçları

 

Babalık davası, baba ile evlilik dışı doğan çocuk arasındaki soybağının hukuki anlamda kurulmasına mahkemece karar verilmesidir. Çocuk ile baba arasındaki soybağı baba ve annenin evli olması ya da tanıma yoluyla da kurulabilmektedir. Babalık davası soybağının tespitine ilişkin davalardandır.

Babalık Davası Nasıl Açılır?

Babalık davası açabilmek için ilk şart, çocuğu doğuran annenin belli olmasıdır. Yargıtay’ın görüşü de babalık davasını açabilmek için ananın belli olması gerektiği yönündedir. Babalık davası için ikinci şart ise, çocuk ile başka bir erkek arasında soybağının kurulmamış olmasıdır. Örneğin evli bir kadının kocasından başka bir erkekten hamile kalması ve çocuğun evlilik içinde doğması halinde Türk Medeni Kanunu’na göre çocuk evli olan babaya bağlıdır.

Davayı açabilmenin son şartı ise ihbar yükümlülüğün yerine getirilmiş olmasıdır. Buna göre babalık davasını açacak tarafın durumu Cumhuriyet Savcısına ve Hazineye ihbar etmesi gerekmektedir.

Babalık Davasını Kimler Açabilir?

Babalık davası, sanılanın aksine baba olduğunu iddia eden kişi tarafından açılamamaktadır. Baba olduğunu iddia eden kişi şartlarını taşıması halinde çocukla arasındaki soybağını tanıma yöntemiyle kurabilir. Kanun koyucu tanıma yöntemini kullanmaya sahip bu kişiye babalık davası açma yetkisi vermeyi kişinin herhangi bir hukuki menfaati bulunmadığından uygun görmemiştir. Bu davayı açabilecek olanlar ana ve çocuktur. Ana ve çocuk birlikte babalık davası açabilecekleri gibi ayrı ayrı da açabilirler. Davalardan biri için verilen karar diğeri için kesin hüküm niteliği taşımaz. Yine ananın veya çocuğun davadan feragat etmesi veya sulh yoluna gitmesi de diğerinin dava hakkını etkilememektedir. Dikkat edilmesi gereken nokta, babalık davası hakkından feragat dava açılmadan önce yapılamaz. Çocuğun davada temsilini kayyım üstlenmektedir.

Babalık davası ana tarafından açıldığı takdirde, çocuğun baba olduğu iddia edilen kişiyle arasındaki soybağının kurulması istenir. Ana tarafından ayrıca doğum nedeniyle uğradığı maddi zararlar da istenebilir. Babalık davası ile birlikte öne sürülebileceği gibi ayrı bir dava konusu da yapılabilir. İstenebilecek maddi zarar kalemleri TMK 304. maddede sayılmıştır. Doğum giderleri, doğum öncesi ve sonrası altışar haftalık dönemdeki geçim giderleri ve bu halden kaynaklanan diğer giderler istenebilecektir. Bu tazminat çocuk ölü doğsa dahi istenebilmektedir. Ayrıca ana tarafından çocuğun yararına olmak şartıyla nafaka talebinde de bulunulması mümkündür.

Babalık davası çocuk tarafından da açılabilmektedir. Çocuk, baba ile arasındaki soybağının kurulmasını isteyecektir. Çocuk eğer başka bir erkeğe soybağı ile bağlıysa öncelikle bu soybağının reddini istemelidir. Bunu yapmadan babalık davası açabilmesi mümkün değildir. Çocuk tarafından babalık davası ile nafaka da istenebilir. Nafakanın süresi çocuğun ergin olduğu yaşa kadar devam eder. Nafaka ile ilgili daha detaylı bilgiye bu konudaki makalemizden ulaşabilirsiniz.

Dava, baba olduğu iddia edilen kişiye, bu kişi ölmüş ise mirasçılarına karşı açılabilir. Eğer ölen kişinin hiç mirasçısı bulunmuyor ise miras devlete kalır. Bu durumda babalık davası devlete karşı açılabilir.

Babalık Davası DNA Testi

Günümüzde babalık davalarında tarafların iddialarını ispatlamak için en çok kullandığı yöntemlerin başında DNA testi geliyor. Bu test ile örnek alınan kişinin çocuğun babası olup olmadığı çok yüksek doğruluk oranlarıyla tespit edilebilmektedir. DNA testleri taraflarca hâkimden talep edilebileceği gibi hâkim tarafından da istenmesi mümkündür. DNA testi hâkim açısından bilirkişi raporu niteliğindedir. Yani hâkim söz konusu rapor ile bağlı değildir. Ancak soybağının tespitinin teknik ve özel bilgi gerektirdiği ve özellikle DNA testinin sonuçlarının bilimsel olarak çok yüksek bir oranda doğru çıktığı bilinmektedir. Hâkimin bu test sonuçlarına aykırı karar vermesi mümkün değildir. Her ne kadar bilirkişi raporları hâkimi bağlamasa da objektif olarak yapılan, bilimsel içeriğe sahip ve doğruluk oranı çok yüksek olan bu yönteme aykırı karar vermesi mantığa terstir.

Babalık Davasında İspat

Babalık davası açan taraf yani anne veya çocuk tarafından baba olduğu iddia edilen şahsın babalığının ispatı gerekir. Yani ana veya çocuk iddialarını kanıtlamak zorundadırlar. Kanun koyucu ispat edilmesi zor olan bu durumu kolaylaştırmak için babalık karinesi kurumunu getirmiştir.

Babalık karinesine göre davalı, çocuğun doğumundan önceki 300 ila 180 gün arasında anayla cinsel ilişkiye girmiş ise bu durumun babalık için karine oluşturulacağı kabul edilmiştir. Davacı tarafından bu ilişkinin varlığını kanıtlamak için her türlü delil kullanılabilir. Cinsel ilişkinin varlığını gösterir kuvvetli emarelerin olması yeterlidir. Ayrıca cinsel ilişki sırasında hamilelik önleyici ilaçlar alınması veya ilişkinin tam gerçekleşmemesi gibi haller babalık karinesinin oluşumu açısından sorun teşkil etmez. Ancak unutulmamalıdır ki bu karinenin aksinin ispatı her zaman mümkündür.

Davalı tarafça babalık karinesinin çürütülmesi mümkündür. Kanun koyucu bu bakımdan iki olanak sunmuştur. İlk olarak söz konusu çocuğun anayla olan cinsel ilişkiden olmasının imkânsız olduğunu kanıtlama ya da böyle bir ilişkinin olmadığını kanıtlamadır. Diğer yöntem ise başka bir erkeğin baba olma ihtimalinin kendi ihtimaline nazaran daha yüksek olduğunun kanıtlaması durumudur.

Bu ispat araçlarının yanında davalı ve davacı tarafça bilimsel yöntemlere de başvurulması mümkündür. Ayrıca babalık davası resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu bir davadır. Bu nedenle taraflarca talep edilmemiş olsa daha hâkim tarafından soybağının tespiti için ilgililerden kan ve doku örneği alınmasına karar verilebilir. Hâkim tarafından verilen bu karara karşı taraflarca veya üçüncü kişilerce araştırma herhangi bir tehlike yaratmadığı müddetçe karşı koyulması mümkün değildir. Davalı tarafından rıza gösterilmemesi durumunda uyuşmazlığın çözümü için gerekli olması ve rıza vermeyen bakımından herhangi bir tehlike arz etmemesi durumunda hâkim zor kullanılarak örnek alınmasına karar verebilir.

Babalık Davası Zamanaşımı

Babalık davası, çocuğun doğumundan önce veya sonra açılabilmektedir. Ana, babalık davasını en geç çocuğun doğumundan itibaren bir yıl içerisinde açmalıdır. Ancak çocuk, ana başka bir erkekle evliyken dünyaya gelmiş ise doğal olarak evlilik birliği içinde doğduğu kabul edilip ananın evli olduğu erkeğe bağlanır. Böyle bir durumda babalık davası açılabilmesi için diğer erkekle olan soybağının ortadan kaldırılması gerekir. İşte böyle bir durum var ise bir yıllık süre soybağı ilişkisinin ortadan kaldırıldığı tarihten itibaren işlemeye başlar. Bu sürenin geçirilmesini haklı kılacak nedenlerin varlığı halinde ise kanun koyucu bu sebeplerin ortadan kalkmasından itibaren bir ay içerisinde davanın açılması gerektiğini söylemiştir. Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenen bu süreler niteliği gereği hak düşürücü sürelerdir. Yani bu süreler geçirildikten sonra babalık davası açmak mümkün değildir.

Yargıtay tarafından çocuğun dava açması durumunda herhangi bir süre sınırına tabi olmayacağı kabul edilmektedir.

Babalık Davası Görevli ve Yetkili Mahkeme

Babalık davalarına bakmakla görevli mahkeme aile mahkemesidir. Eğer davanın açılacağı yerde aile mahkemesi bulunmuyor ise asliye hukuk mahkemesinde açılabilmektedir.

Babalık davasında yetkili mahkeme, taraflardan birinin dava anındaki veya çocuğun doğumu anındaki yerleşim yeri mahkemesi olarak düzenlenmiştir.

Tarafların Türkiye’de yerleşim yerlerinin bulunmaması halinde davanın açılacağı yer MÖHUK kapsamında belirlenecektir. İlgili kanuna göre babalık davası yabancı ülkede açılmadığı veya açılamadığı durumda, Türkiye’deki yetkili mahkemede, bunun bulunmaması halinde kişinin sakin olduğu yerde, bununda olmaması durumunda kişinin son yerleşim yerinde, bu da yoksa Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemeleri davaya bakmakla yetkili hale gelir.

İlgili Yargıtay Kararları 

Karar 1:  

“Kamu düzeni ile yakından ilgili olan soybağının reddi davalarında, Türk Medeni Kanunu’nun 284. maddesinde belirtilen koşullar saklı kalmak kaydıyla, Hukuk Muhakemeleri Kanunu uygulanır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 292/1. maddesinde, uyuşmazlığın çözümü bakımından zorunlu ve bilimsel verilere uygun olmak ve ayrıca sağlık yönünden bir tehlike oluşturmamak şartıyla, herkesin soybağının tespiti amacıyla vücudundan kan veya doku alınmasına katlanmak zorunda olduğu, haklı bir sebep olmaksızın bu zorunluluğa uyulmaması halinde hâkimin incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar vereceği hükmü bağlandığından, mahkemece sözkonusu hüküm çerçevesinde soybağının reddi iddiası ile ilgili olarak DNA testi yaptırılıp, alınacak rapor da gözetilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi”

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2017/16239 E.  ,  2019/5995 K.

Karar 2:

“Somut olay yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda değerlendirildiğinde, Anayasa Mahkemesi’nin Türk Medeni Kanunu’nun 301/4.maddesi hakkındaki iptal kararı yürürlüğe girmiş olduğundan, çocuk tarafından açılan babalık davasında artık herhangi bir hak düşürücü süre sözkonusu değildir.
Mahkemece, Türk Medeni Kanunu’nun 301/3. maddesi gereğince davanın Hazine ve Cumhuriyet savcısına ihbar edildikten sonra işin esasının incelenip iddia ile ilgili taraf delillerinin toplanması, DNA incelemesinin yapılması, bütün delillerin birlikte değerlendirilmesi ve oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken bu husus nazara alınmadan “hak düşürücü süre geçtiğinden” bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır.”

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2018/969 E.  ,  2019/5721 K.

BİLİŞİM SUÇU

Bilişim suçları

 

Teknolojinin hızla gelişmesi sonucu son on yılda hayatımızın büyük bir bölümünü oluşturan telefon, bilgisayar ve kredi kartı gibi araçlar da artık suç işlemek için kullanılır olmuşlardır. Bilişim suçu, bu ve benzeri araçlar kullanılarak sanal ortamda işlenen suçlardır.

Bilişim Suçları Nelerdir?

Kanun koyucu teknolojinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte hayatımıza giren bu yeni suç tiplerini Türk Ceza Kanunu’nun bilişim alanında suçlar başlığı altında düzenlemiştir. Bu başlık altında 243-245. maddeler arasında suç tipleri ele alınmış ve her biri için ayrı yaptırım ve cezalar ön görülmüştür. Bilişim sistemine girme, sistemi engelleme, bozma, yok etme veya değiştirme, banka ve kredi kartlarının kötüye kullanılması ve yasak cihazları imal etme, satma veya satın alma Türk Ceza Kanunu’nda bilişim suçu olarak düzenlenmiştir .

 IP Adresi Nedir?

IP adresi bilişim suçunun hangi cihaz üzerinden işlendiğinin tespitine yarar. İnternet üzerinde her bilişim aracının kendine has bir IP adresi mevcuttur. IP adresleri bilgisayarların sanal ortamdaki kimlikleri olarak tanımlanabilir. IP adresleri iki çeşittir. Yaygın olarak kullanılan türüne dinamik IP denir. Dinamik IP adresi, internete her bağlandığınızda bilişim aracınıza farklı bir IP verilmesidir. Diğer türü ise statik IP adresidir. Bunda ise tarafınıza ve cihazınıza kalıcı bir IP adresi tanımlanır ve internete sabit olarak o IP adresinden bağlanmanıza olanak sağlar.

Bilişim Sistemine Girme Suçu

 

Bilişim sistemine girme suçu, fail tarafından bir başkasına ait verilere erişmek için izinsiz olarak bilişim sistemine girmek ile ya da izinsiz olarak kalmayı sürdürmek şeklinde işlenebilir. En basit örneği sosyal medya hesaplarına izinsiz olarak girilmesidir. Sosyal medya üstünden işlenen suçlar hakkında daha fazla bilgiye “Sosyal Medyada İşlenen Suçlar” makalesinden ulaşabilirsiniz. Bilişim sistemine girildiği veya izinsiz olarak kalmaya devam edildiği an bilişim suçu işlenmiş sayılır. Failin ayrıca sistemdeki verileri kopyalaması veya yok etmesi aranmamıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 243. maddesinin ikinci fıkrasında suçun daha az cezayı gerektiren nitelikli hali düzenlenmiştir. Buna göre failin girdiği sistem bedeli ödenerek yararlanılabilen bir bilişim sistemi ise ceza yarı oranında indirime tabi tutulabilir. Örneğin kişinin Netflix üyeliği olmadan izinsiz olarak uygulamaya girmesi bilişim suçunun oluşmasını sağlar ancak cezası yarı oranında indirilerek uygulanır.

Bu bilişim suçunun bir diğer nitelikli hali ise aynı maddenin üçüncü fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre failin gerçekleştirdiği eylem neticesinde bilişim sistemindeki veriler yok olur veya değişir ise altı ay ile iki yıl arasında hapis cezası verilebilir. Aynı maddenin dördüncü fıkrasında ise bilişim sistemine girmeksizin veri akışlarını teknik araçlarla izleyen kişiye bir ile üç yıl arasında ceza verileceği düzenlenmiştir.

Temel halinin cezası, bir yıla kadar hapis cezası veya adli para cezasıdır. Görüldüğü üzere fiil üçüncü ve dördüncü fıkradaki şartları taşıdığı an adli para cezasına hükmedilmesi mümkün değildir. Söz konusu bilişim suçu kast ile işlenebilir. Yani yanlışlıkla izni olmadan bir başkasının sistemine girmek bu suça vücut vermez.

Bilişim Suçunun İşlenmesinde Sistemi Bozma ve Engelleme

Bilişim suçu, sistemi bozma, engelleme, verileri yok etme veya değiştirme fiillerinden biriyle de işlenebilir. Bu durum Türk Ceza Kanunu’nun 244. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddenin esas aldığı nokta, bilişim suçu failinin bilişim sistemini zarara uğratması durumudur. Seçimlik hareketler ile işlenmesi mümkündür. Örneğin kişinin instagram hesabınıza girip tüm fotoğraflarınızı silmesi veya bilgisayarınızda bulunan belgeleri kullanılamaz hale getirmesi bu suçun oluşumuna örnek olarak verilebilir. Mevcut bilişim sisteminin işleyiş hızını düşürme, yetkilerini kısıtlama gibi işlemler suçun engelleme fiiliyle işlenmesine örnek verilebilir.

Maddenin ilk fıkrasında bilişim suçu, sistemin işleyişini engelleme veya bozma fiillerinin gerçekleştirilmesi durumudur ve cezası bir ile beş yıl arasında hapis cezası olarak belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrası ise bilişim suçunun bozma, yok etme, değiştirme veya erişilmez kılma fiilleriyle işlenmesi halini düzenler. Bu durumda verilecek ceza ise ilk maddeye kıyasla daha az cezayı gerektirmektedir. Bilişim suçu bu fiiller ile işlenir ise altı ay ile üç yıl arasında hapis cezasına hükmedilecektir.

Maddenin üçüncü fıkrasında ise önemli bir düzenlemeye yer verilmiştir. Söz konusu bilişim suçunun, kredi kurumlarına, kamu kurum veya kuruluşlarına veya bankalara karşı bu maddede sayılan fiillerle işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılarak verilmektedir. Söz konusu maddedeki bilişim suçunun işlenmesi durumunda mağdur bilişim sisteminin sahibidir. Eğer fiil bir internet sitesi gibi malik dışında başka kişilerinde kullanımına özgülenmiş bir yapıya sahip ise ve bu fiil neticesinde müşteri ya da ziyaretçi konumunda olan kişiler de siteden faydalanmakta güçlük çekiyorlar ise bu kişiler de suçun mağduru konumuna gelecektir. Bu maddedeki bilişim suçunun işlenebilmesi için failin kast ile hareket etmesi gerekmektedir.

Bilişim Suçunun Banka ve Kredi Kartları ile İşlenmesi

Günlük hayatımızın vazgeçilmez birer parçası haline gelen banka ve kredi kartlarının kötüye kullanılması yolu ile de bilişim suçu işlenebilmektedir. Bu suçun işlenebilmesi için kişinin, başkasına ait banka veya kredi kartını sahibinin rızası olmadan kullanması ya da kendisi yerine başka birine kullandırtması sonucu bundan kendisine veya bir başkasına fayda sağlaması gerekir. Burada banka veya kredi kartının kişinin eline nasıl geçtiği önemli değildir. Yani yerde tesadüfen bulunan bir banka veya kredi kartı ile bu fiillerin gerçekleştirilmesi durumunda da söz konusu bilişim suçu oluşacaktır. Ancak kanun koyucu bu duruma bir istisna getirmiştir. Söz konusu istisnaya göre bu fiillerin eşler, üst soy, alt soy, evlatlık ilişkisi içinde bulunan kişiler veya birlikte yaşayan kardeşler tarafından diğerine karşı işlenmesi halinde ceza verilmeyecektir.

Maddenin ikinci fıkrasında ise hayali hesaplar kullanılarak banka veya kredi kuruluşlarının zarar uğratılması düzenlenmiştir. Bu fıkra için suçun mağduru konumunda olan ilk fıkranın aksine ilgili banka veya kredi kuruluşudur. Çünkü gerçek olmayan hesaplar kullanılarak bilişim suçu gerçekleştirildiğinden kart sahibinden bahsetmek mümkün değildir. Bilişim suçu, bu fıkrada bahsedilen fiiller neticesinde işlenir ise fail, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ve on bin güne kadar para cezası ile cezalandırılacaktır.

Ayrıca kanun koyucu sahte olan veya üstünde sahtecilik yapılan banka veya kredi kartlarının kullanımından yarar sağlayan kişilerin de dört ile sekiz yıl arası hapis ve beş bin güne kadar para cezası ile cezalandırılacağını hüküm altına almıştır.

Yasak Cihaz ve Programların Kullanılması

Türk Ceza Kanunu’nun bilişim suçları bölümünde 245/A maddesinde düzenleme alanı bulmuştur. Kanun koyucu geniş bir yelpazeyi bu maddenin içerisine sokarak hızla gelişen elektronik hayata ayak uydurmaya çalışmıştır. Söz konusu madde iki halden bahsetmiştir. Bunlardan ilki bir cihazın, şifrenin, güvenlik kodunun veya programın sırf bilişim suçu işlenebilsin diye yapılması halidir. Örneğin şifre kırıcı programlar buna girer. Diğer halde ise cihaz, şifre, güvenlik kodu veya programın bilişim sistemlerinin aracı olarak kullanılması sonucu işlenen diğer suçların işlenmesinde kolaylık sağlaması durumudur.

Her iki durumda da cihazı, şifreyi, programı veya güvenlik kodunu yapan, ithal eden, taşıyan, kabul eden, depolayan, satan, satın alan, başkasına veren ya da bulunduran kişilere bir ila üç yıl arası hapis cezası ve beş bin güne kadar para cezası verileceği ön görülmüştür.

Bilişim Suçunda İhbar, Şikayet ve Uzlaşma

Bilişim suçu, şikayet yoluna tabi suçlar arasında sayılmamıştır. Bu nedenle savcılık tarafından resen soruşturulması gerekir. Kişilerin bilişim suçunun işlendiğine dair savcılığa başvurmaları şikayet olarak nitelendirilemez. Soruşturulması resen yapılan suçlarda kişilerce savcılığa başvurulması ihbar yerine geçer. Şikayete tabi suçlardan olmadığı için mağdurun davadan vazgeçmesi de mümkün değildir.

Bilişim suçu için öngörülen dava zamanaşımı süresi sekiz yıldır. Sekiz yıllık sürenin geçirilmesi halinde suçun soruşturulması mümkün değildir.

Kanun koyucu mahkemelerin üstündeki yükü azaltmak için son yıllarda uzlaşma kurumunun kapsadığı suç alanını genişletmiştir. Ancak bilişim suçu uzlaşma kapsamı içerisinde düzenlenmemiştir.

İlgili Yargıtay Kararları

Karar 1:

 “Oluşa ve tüm dosya kapsamına güre, katılan …’in www.enzarworld.com isimli siteden telefon almak için hükümlü ile telefonla irtibat kurarak cep telefonu sipariş ederek ödeme için de eşi olan katılan …’e ait suça konu kredi kartı bilgilerini verdiği, katılan …’e paranın kredi kartından çekilemediğinin bildirilmesi üzerine katılan …’in hükümlü adına kayıtlı … hesabına 2.940 TL havale ettiği, sonrasında ise suça konu kredi kartından 2.055,89 ve 513,97 TL’nin çekildiği ve cep telefonunun gönderilmediği somut olayda; hükümlünün mağduru … olan eyleminde katılan …’ten katılan …’in kredi kartı bilgilerini aklıkları sonra tahsilatı yapamadığını belirterek eylemine devamla katılan …’in kendisine 2.940 TL’yi … havalesi ile göndermesini sağladıktan sonra telefonu göndermemesi suretiyle bilişim sistemleri … veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık, mağduru … olan eyleminde ise suça konu kredi kartı hesabından ayrıca para çekmesi eylemlerinin ise başkasına ait … veya kredi kartının izinsiz kullanılması suretiyle yarar sağlama suçlarını oluşturduğuna karar veren mahkemenin kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2018/12747 E.  ,  2019/9639 K.

 Karar 2:

Verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilip, bundan da yarar sağlanmasının; ekonomik değer taşısa dahi veriyi taşınır mal haline getirmeyeceği, bu itibarla; sanığın Knight Online oyundaki katılana ait karakteri hukuka aykırı bir şekilde ele geçirmesi eyleminin, sadece 5237 sayılı TCK’nın 244/2-4. maddesindeki bilişim suçunu oluşturacağı gözetilmeksizin, suç vasfında yanılgıya düşülerek ayrıca yazılı şekilde TCK’nın 142/2-e maddesi gereğince hırsızlık suçundan da hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 29.05.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay 2. Ceza Dairesi 2018/7295 E.  ,  2019/9896 K.

KİRACI TAHLİYESİ

kiracı tahliye davası

 

Kira sözleşmesi, kiracı ve kiralayanın taraf olduğu ve her iki tarafı da borç altına sokan bir yapıya sahiptir. Bu makalemizde konut ve çatılı iş yerinden kiracı tahliyesi konusu ele alınacaktır. Konut, kişilerin barınma ihtiyaçlarını karşılamak için mesken edindikleri yerlerdir. Çatılı iş yeri, ticari işlemlerin gerçekleştirilmesi amacıyla kiralanan yerlerdir. Kiracı tahliyesi hukukumuzda sıkı şartlara bağlandığı için dikkatli ve hızlı bir şekilde yürütülmesi gereken bir konudur. Hak kaybı yaşanmaması için uzman bir avukattan destek alınması gerekir. Kiracı değil de taşınmazınızı işgal eden biri söz konusu ise ecrimisil nedir konulu makalemizi inceleyebilirsiniz.

Kiracı Tahliyesi Sebepleri

Kira ile ilgili düzenlemeler Türk Borçlar Kanunu’nda bulunmaktadır. Kiracı tahliyesine sebep olacak sebeplerden ilki kira sözleşmesine aykırı davranışlarda bulunmasıdır. Apartman sakinlerine rahatsızlık vermek, kiralananı gerekli özen ve dikkati göstermeden kullanmak ve kira bedelini ödememek kiracının sözleşmeye aykırı davranması nedeniyle tahliyesine yol açabilir. Bu nedenlere dayalı olarak kiracının tahliye edilebilmesi için kiralayanın, kiracıyı yazılı olarak ikaz edip otuz gün süre vermesi gereklidir. İkaz edilmesine rağmen kiracı bu davranışlarına devam ederse kiralayan sözleşmeyi sona erdirebilir.

Kiracı aynı yıl içerisinde iki kira bedelini ödemez ve kiralayan, kiracıya noter aracılığıyla iki kez ihtarda bulunursa sözleşmeyi feshetme hakkı olur. Önemli olan husus ödenmeyen kiraların aynı yıl içerisinde yer alması gerekliliğidir.

Kiracının kira bedelini ödememesi durumunda kiraya veren kiracıya yazılı olarak en az otuz gün süre vermelidir. Ayrıca talep edilen kira bedeli muaccel yani ödeme zamanı gelmiş bir alacak olmalıdır. Taraflar ödeme gününü kira sözleşmesinde serbestçe kararlaştırabilirler. Ödeme gününün belirlenmediği durumlarda kanun gereği ödeme günü ayın son günüdür.

Kira sözleşmesinin sona erme yollarından biri de bildirim yoluyla sona ermedir. Eğer kira sözleşmesi belirli bir süre için yapılmış ise kiracı sürenin bitiminden en az on beş gün önce durumu kiralayana bildirerek çıkma hakkına sahiptir. Kiraya veren ise belirli süreli kira sözleşmelerini bildirim yoluyla sona erdirme hakkına sahip değildir. Tek istisnası ise on yıllık uzama süresinin sonundan itibaren uzayan her yılın bitiminden üç ay önce bildirimde bulunarak sebep göstermeden sözleşmeyi sona erdirme hakkıdır. Belirsiz süreyle yapılmış sözleşmelerde ise kiracı yılın her altı aylık dönemi için üç ay önceden bildirimde bulunarak çıkabilir. Kiraya veren için ise belirli süreli sözleşmelerde uygulanan esaslar geçerlidir.

Kiracının Tahliyesi Davası

Kiracının tahliyesi için açılacak davanın çeşitli sebepleri olabilir. Bunların bir kısmı kiraya verenden bir kısmı ise kiracıdan kaynaklanan sebeplerdir. Öncelikle kiraya verenden kaynaklı sebeplere bakalım. Kiraya veren kiracıyı gereksinim sebebiyle çıkarabilir. Kanun koyucu bunun için gereksinimin kiraya verenin kendisinden, eşinden, alt soy, üst soy veya bakmakla yükümlü olduğu kişilerin konut veya iş ihtiyacından kaynaklanmasını aramaktadır. Bu şartların varlığı halinde kiralayan, belirli süreli sözleşmeler de sürenin sorma ermesinden, belirsiz süreli sözleşmeler de ise fesih sürelerine uygun fesih bildiriminden itibaren bir ay içerisinde tahliye davasını açmalıdır. Bu tahliye davasının ilk şartı gereksinimin yukarıda saydığımız kişilerden kaynaklanıyor olmasıdır. Ayrıca bu gereksinimin inandırıcı, somut ve samimi olması aranmıştır.

Yeni malikin açacağı tahliye davasında da yine gereksinim şartı aranmıştır. Ayrıca malik olduğu tarihten itibaren bir ay içerisinde durumu kiracıya bildirmelidir. Şartların sağlanması halinde malik olduğu tarihten itibaren altı ay sonra dava açarak kiracıyı tahliye edebilir.

Bir diğer durum ise yeniden inşa veya imar halinin bulunmasıdır. Bu nedenle tahliye davası açılabilmesi için yapılacak değişikliğin kiracının taşınmazda oturmasını imkânsız hale getirecek kadar kapsamlı olması aranmıştır. Bu durumda belirli süreli sözleşmeler sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmeler ise fesih kurallarına uyarak bu tarihten itibaren bir ay içerisinde açılacak tahliye davası ile kiracı tahliye edilebilir.

Kiracıdan kaynaklı sebepler ise tahliye taahhüdünün bulunması, yukarıda bahsettiğimiz gibi iki haklı ihtara rağmen kirayı ödememesi ve birlikte yaşadığı eşinin başka bir konutunun olması halidir.

Kiracının Taahhütname ile Çıkarılması

Türk Borçlar Kanunu’nun 352. maddesinin ilk fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre kiracı yazılı bir taahhütname ile belirli bir tarihte kiralanandan çıkmayı üstlenirse ve bu tarihte çıkmaz ise kiraya veren bir ay içerisinde dava yoluyla tahliye yoluna veya icra kanallarıyla tahliyeye gidebilir.

Kiracının tahliyesinin taahhütname ile sağlanabilmesi için taahhütnamenin belirli geçerlilik şartlarına haiz olması gereklidir. Taahhütname yazılı olmalıdır, kiracı tarafından kiralananın tesliminden sonra imzalanmış olmalıdır yani tahliye taahhütnamesinde yazan tarih kira sözleşmesinden önceki bir tarih olmamalıdır ve doğal olarak tarih kesinlikle bulunmalıdır. Tahliye taahhütnamesini sadece kiracının imzalaması yeterlidir. Yazılılık şartı adi yazılılıktır. Yani noter aracılığıyla düzenlenmesine gerek yoktur. Kiracının veya kiracılar birden çoksa hepsinin taahhütnameye onay vermesi gerekir. Ancak kiracı yetkili vekil aracılığıyla da bu işlemi yapabilir.

Tahliye taahhütnamesinde dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi de kiracının özgür iradesiyle taahhüt altına girmesidir. Kiracının aldatılarak, korkutularak veya kendi hatası nedeniyle imza atması durumunda taahhütname geçersiz kabul edilir. Ancak kiracının bu hakkını bir yıl içerisinde kullanması gereklidir.

Tahliye Taahhütnamesi ile Tahliye Süresi Ne Kadardır?

Eğer kiralayanın elinde kanuni şartları taşıyan bir tahliye taahhütnamesi bulunuyor ise davanın uzun sürmeyeceği söylenebilir. Ancak net bir şey söylemek mümkün değildir. Her somut olayın şartları kendi içinde değişkenlik göstermektedir. Ayrıca mahkemelerin iş yükü de göz önüne alınmalıdır.

Kiracı Tahliyesi İcra ve Dava Yolu

Tahliye taahhütnamesine dayalı olarak açılacak davanın davacısı sadece kiraya veren olabilir. Taşınmazın yeni maliki, malik olduğu andan itibaren bu davanın tarafı olmaya hak kazanır.  Davanın davalısı ise kiracıdır. Dikkat edilmesi gereken nokta birden fazla kiracının olduğu durumlarda davanın kiracıların hepsine karşı açılması gerektiğidir. Bir diğer önemli nokta tahliye taahhüdü yapıldıktan sonra kiracının kira sözleşmesini devretmesi durumudur. Bu durumda yeni kiracı da bu taahhütname ile bağlıdır. Ancak yeni kiracının eski kiracıdan tazminat isteme hakkı bulunmaktadır.

Kiralayanın taahhütnamede gösterilen tarihten itibaren bir ay içerisinde dava açması gereklidir. Kiralayanın dava açarken bir aylık süreyi göz önünde bulundurması gerekir. Zira bu süre niteliği gereği hak düşürücü süredir. Sürenin geçirilmesi halinde taahhütnameye dayanılarak dava açılması mümkün değildir. Bu sürenin istisnasını kiralayanın bu bir aylık süre içerisinde kiracıya dava açacağını bildirmesi durumu oluşturur. Bu durumda dava açma süresi bir kira yılı uzar.

Tahliye taahhütnamesinin sağladığı en büyük kolaylık kiracının mahkeme yoluyla çıkarılması yolunun yanında icra yoluyla takip edilme olanağının da bulunmasıdır. İcra yolunda, icra dairesince kiracıya tahliye emri gönderilir ve on beş günlük bir süre verilir. Kiracı bu tahliye emrine tebliğden itibaren yedi gün içerisinde itiraz edebilir. İtiraz halinde kiraya veren itirazın kendine ulaşmasından itibaren altı ay içerisinde icra mahkemesine başvurabilir. Eğer bu altı aylık süreyi kaçırmış ise gene itirazın tebliğinden itibaren başlayan bir yıllık süre zarfında sulh hukuk mahkemesine başvurma hakkı mevcuttur.

Tahliye Taahhüdünde Cezai Şart Öngörülmesi

Uygulamada kiracının taahhütnamede gösterilen tarihte taşınmazı boşaltmaması halinde belirli bir miktar parayı cezai şart olarak ödeyeceği kararlaştırılabilir. Bu durumda kararlaştırılan tarihte taşınmazı boşaltmayan kiracı bu cezai şartı ödemekle yükümlü hale gelir. Ancak taahhütnamede gösterilen cezai şart miktarının astronomik miktarlar olması halinde mahkemece bu cezai şart geçersiz sayılır.

Görevli ve Yetkili Mahkeme

Tahliye taahhütnamesine dayalı olarak kiracı çıkarma davalarında sulh hukuk mahkemeleri görevlidir. Yetkili mahkeme ise taşınmazın bulunduğu yer sulh hukuk mahkemesidir. Bu işlemlerin alanında uzman bir avukat yardımıyla yapılması işleyişin hatasız ve hızlı bir şekilde sonuçlanmasını kolaylaştırır. Teknik sürelerin çokluğu ve Borçlar Kanunu’nun kiracıyı koruyan hükümleri göz önüne alındığında hak kaybı yaşanmaması için uzman bir avukat desteği hayati bir öneme sahiptir.

İlgili Yargıtay Kararları

Karar 1:

“Kiracı tarafından akdi ilişkinin devamı sırasında kiralanana yapılan faydalı ve zorunlu masrafların, 6098 sayılı TBK’nın 530. maddesi ( 818 sayılı B.K.’nın 414. Md. ) kapsamında vekaletsiz iş görme hükümlerine göre kiraya verenden istenebilmesi mümkündür. Kural olarak bu gibi faydalı ve zorunlu masrafların kira sözleşmesinin başlangıcında yapılmış olduğu kabul edilmektedir. Kiralananın tahliyesi sonunda, kiralayan bunları benimsemiş ve kiracı aleyhine sebepsiz zenginleşme meydana gelmiştir. Kiraya verenin sorumluluğu, faydalı ve zorunlu imalatların imal tarihindeki değerinden yıpranma payı düşülmek suretiyle bulunacak değer kadardır.”  Yargıtay 3. Hukuk D. 2017/8284 E. 2019/5038 K.

Karar 2:

“Kiracı yasal tahliye ve anahtar teslimi gerçekleşinceye dek kira parasını ödemekle yükümlüdür. Kiralanan tahliye edilmedikçe kiracının sözleşmeden kaynaklanan yükümlülükleri devam eder. Kiralananın tahliyesi ise teslim ile olur. Teslimin varlığı ise kiracı tarafından ispatlanmalıdır. Kiralananın boşaltılması, adresini taşıması yahut kiracı tarafından kullanılmaması yasal teslim olmadığından, kiraya veren tarafından kabul edilmedikçe kiracıyı yükümlülüklerinden kurtarmaz. Kiralananın tahliye ve teslim edildiği davalı tarafından yazılı delillerle kanıtlanamadığından, davacının beyan ettiği tarihin, mahkemece tahliye tarihi olarak kabul edilmesi isabetli görülmüştür.” Yargıtay 3. Hukuk D. 2017/8357 E. 2019/4928 K.

MOBBİNG NEDİR?

Mobbing

 

Mobbing nedir sorusu müvekkillerimizden en çok duyduğumuz sorulardan biridir. Hepimiz bu kavramı çokça duymuşuzdur. Birçoğumuz da çalıştığımız iş yerlerinde mobbinge maruz kalmışızdır. Peki ama bu kavramın içeriğini ne kadar biliyoruz? Mesela çalıştığımız iş yerinde bize karşı mobbing uygulandığında ne yapabiliriz? En önemlisi haklarımızın ne kadar bilincindeyiz? Mobbing kavramının üç tarafı vardır; mağdurlar, zorbalar ve izleyiciler. İlk olarak, mobbinge maruz kalan kişiye mağdur denir. ikinci olarak, mobbing eylemini uygulayan kişi zorba(saldırgan)dır. Üçüncü olarak ise mobbing durumuna doğrudan etkisi olmayan fakat bu duruma şahit olan ve genelde ses çıkarmayan diğer çalışanlar da izleyiciler olarak adlandırılmaktadırlar.

İş yerinde hedef alınan kişi veya kişilere yönelik belirli süre devam eden; onların çalışma konusunda motivasyonunu kıran, psikolojik olarak yıpratan kasıtlı ya da kötü niyetli davranışlar mobbingin kapsamına girebilmektedir. Bu yazımızda mobbing ile alakalı sorularınıza yanıt vermeye çalıştık. Hak kaybı yaşamamanız için iş hukuku avukatından yardım almanız en doğrusu olacaktır. Bu konu hakkında sorularınızı formun en alt kısmından bize iletebilirsiniz.

Mobbing Nedir?

Mobbing iş yerinde çalışan kişiye karşı aynı iş yerinde bulunan bir veya birden çok kişi tarafından uygulanan psikolojik taciz, şiddet, düşmanca tutum vb. davranışlardır. Bu tanım, mobbing nedir sorusuna verilebilecek en kısa yanıttır. Bu konuya ilişkin yasal düzenlemeler, İş Kanunu ve Borçlar Kanunu’nda da bulunmaktadır.

Mobbing Türleri Nelerdir?

İş yerinde mobbing türleri iki kategoride toplanmaktadır. İlk olarak, aynı hiyerarşik seviyede bulunan, birbirleriyle fonksiyonel düzeyde ilişkileri olan çalışanların birbirlerine karşı mobbing kapsamına girecek tutum ve davranışları yatay mobbing olarak  değerlendirilmektedir. Bu tür davranışlar, özellikle eşit statüde bulunan ve rekabet halindeki kişiler arasında uygulama alanı bulur.

İkinci olarak, dikey mobbing mevcuttur. Ülkemizde mobbingin en çok görülen şekli budur. Hiyerarşik düzende yukarıdan aşağıya veya aşağıdan yukarıya şeklinde gerçekleşebilmektedir. Örneğin bir amirin, müdür vb. üst makamdaki kişinin görevinin vermiş olduğu yetki gücünü astına karşı kötü niyetle kullanması bu kapsamdadır.

Aşağıdan yukarıya doğru, yani diğer adıyla ters mobbingte ise ast konumundakiler birleşerek üstün yetkesini aşındırırlar. Bu mobbing halinde zorbalar, birden fazladır. Bu hususta astlar dışlama, sabote etme stratejisiyle hareket etmektedirler. Amirlerinin talimatlarını yerine getirmeme, amir hakkında asılsız söylentiler çıkarma vb. davranışlarda bulunmaktadırlar. Bu hareketlerin asıl amacı da kendi işlerinin düzen içinde yerine getirilmesinden sorumlu amirlerinin, üstlerine karşı başarısız gösterilmesidir. Bir nevi bizim üstümüz bu işe layık değil, gördüğünüz gibi düzeni sağlayamıyor demektedirler.

Mobbing Örnekleri Nelerdir?

Mobbing örneklerinin ortaya çıkmasında zorbanın haksız davranışları büyük rol oynar. Zorba, mobbing aracılığı ile mağdurun özgüvenini ve çalışma isteğini yıpratmaktadır. Mobbing uygulanması sonucu zorba kontrolü daha çok ele geçirmekte, böylelikle mağdurun iş yerinden uzaklaşması için temelleri atmaktadır. Bu örnekleri 5 kategoride toplayabiliriz:

Yaşanmış Mobbing Örnekleri Nelerdir?

1) Kendini Göstermeyi ve İletişim Oluşumunu Etkilemek: Bu tarz örneklerde amaç mağdurun kendini istediği şekilde ifade etmesini engellemek, çalışma arkadaşlarıyla ve yönetimle olumlu ilişkiler kurmasını engellemektir. Bu kategoriye sokulabilecek bazı mobbing örnekleri şunlardır:

  • Telefonla rahatsız edilme
  • Yapılan işin sürekli eleştirilmesi
  • Sözlerinin devamlı kesilmesi
  • Yüzüne karşı ses yükseltilmesi ve azarlanması
  • Mağdurun kendisini göstermesinin ve ifade etmesinin kısıtlanması veya engellenmesi
  • Özel yaşamının eleştirilmesi
  • Sözlü ve yazılı tehditler
  • İmalar, bakışlar, jest ve mimik yoluyla ilişkilerin reddedilmesi

2) Sosyal İlişkilere Saldırılar: Bu tarz örneklerde amaç mağdurun sosyal ilişkilerini engellemektir. Bu kategoriye sokulabilecek bazı mobbing örnekleri şunlardır:

  • Mağdur orda değilmiş gibi davranılması
  • Çevresindeki insanların mağdurla konuşmaması
  • Mağdurun çalışma ortamının diğer çalışma arkadaşlarından ayrı tutulması, izole edilmesi

3) Kişisel İtibara Saldırılar: Bu tarz örneklerde amaç kişinin itibarını zedelemek, kişisel bütünlüğünü bozmaktır. Bu kategoriye sokulabilecek bazı mobbing örnekleri şunlardır:

  • Mağdurun arkasından kötü konuşulması
  • Dini ve siyasi görüşlerinden dolayı dışlanması
  • Mağdurun bir kusuruyla veya fiziksel özrüyle alay edilmesi
  • Gülünç durumlara düşürülüp dalga konusu edilmesi
  • Yürüyüş tarzı, sesi, hareketleri vb. taklit edilerek alay konusu yapılması
  • Akıl hastası gibi davranılması
  • Alçaltıcı isimler ile hitap edilmesi
  • Cinsel imalarda bulunulması
  • Milliyetiyle alay edilmesi
  • Kararlarının sürekli sorgulama meselesi yapılması
  • Özel yaşamıyla alay edilmesi

4) Kişinin Yaşam Kalitesi ve Mesleki Durumuna Saldırılar: Bu tarz örneklerde amaç mesleki konuma saldırılarak mağdurun iş başarısının engellemesi ve maddi kayba uğratılmasıdır. Bu kategoriye sokulabilecek bazı mobbing örnekleri şunlardır:

  • İşteki konumunun sürekli değiştirilmesi
  • Özgüvenini kırıcı işler yükletilmesi
  • Kapasitesinin altında işler verilmesi
  • Asli işi olmayan görevlerle meşgul edilmesi
  • Verilen işlerin geri alınması, yerine iş verilmemesi
  • Yapması için anlamsız işler verilmesi
  • İşten çıkarmaya zorlamak

5) Kişinin Sağlığına Doğrudan Saldırılar: Bu tarz örneklerde amaç mağdurun ruhsal ve fiziksel sağlığını olumsuz etkilemektir. Bu kapsamdaki mobbing örnekleri şu şekildedir;

  • Doğrudan veya dolaylı cinsel tacizde bulunmak
  • Mağdurun fiziksel olarak ağır işler yapmaya zorlanması
  • Mağdura fiziksel şiddet tehditleri yapılması
  • Fiziksel zarar verilmesi

Mobbing Belirtileri Nelerdir?

Eğer mobbinge uğradığınızı düşünüyorsanız; dava yoluna başvurmadan önce veya iş sözleşmenizi feshetmeden önce bu husustan emin olmalısınız. Aksi takdirde hak kayıplarına uğrayabilirsiniz. Mobbingin belirtileri nelerdir, nasıl emin olabilirim diyorsanız üst başlıktaki örnekleri incelemeniz faydalı olacaktır. Her somut olay kendi kapsamında değerlendirilse de uygulamada sıklıkla karşılaştığımız mobbing davranışlarını bir üst başlığımızda sizler için paylaştık. Siz de mobbinge maruz kaldığınızı düşünüyorsanız emin olmak adına bu alanda uzman bir avukattan hukuki danışmanlık almanız yerinde olacaktır.

Mobbing Ne Demek, Hukukta Yeri Nedir?

Mobbing, doğrudan bir kavram olarak mevzuatımızda düzenlenmemiştir. Fakat bu kavram kapsamına giren davranışlar, ihlal ettiği veya dokunduğu haklar çeşitli kanunlarda düzenlenmiş ve koruma altına alınmıştır.

Borçlar Kanunu ve İş Kanunu’nun ilgili maddeleri işveren işçinin kişiliğini korumakla yükümlü tutmuştur. İşveren işçiyi gereksiz yere azarlıyorsa, yok yere yazılı savunma vermesini istiyorsa, beceriksizlikle suçluyorsa, işçiyi kendine ve arkadaşlarına karşı küçük düşürecek davranışlar içerisine girmeye zorluyorsa bu tür hareketler mobbing teşkil eder. İşverenin bu tür davranışlarındaki amacı genellikle iş yerinde istenmeyen kişilere karşı yıldırma, bezdirme, iş yerinden soğutma, yalnızlaştırma, yok sayma vb. davranış ve fiillerle, işçinin kendisi istiyormuş gibi istifa etmesini sağlamak biçiminde olabiliyor. Yargıtay’ın bu konuda mağdur lehine verdiği bir çok karar mevcuttur.

İşverene yüklenen bir diğer yükümlülük ise eşit davranma borcudur. Aynı statüde bulunan işçilerden birine işverence herhangi bir sebep yokken ırk, din, dil, cinsiyet farkı vb. sabeplerle farklı uygulamalar yapılması ayrımcılık tazminatı ödenmesini gerektirebilir. İş kazası geçiren işçiye dava açmaması için baskı yapılması da mobbing kapsamında değerlendirilebilir.

Anayasa m. 125 idarenin iş ve işlemlerine karşı yargı yolunu her zaman açık tutarak memuru koruma altına almıştır. Yine Anayasa’nın 128. ve 129. maddeleri memurları ve kamu görevlilerini mobbinge karşı koruma altına almaktadır. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu da yine memuru mobbingten koruyucu hükümler getirmiştir. Md. 10, 11, 17, 18, 21 bu bahsi geçen hükümlere örnek olarak verilebilir.

Mobbing Cezası Nedir?

Mevcut mevzuatımızda mobbing uygulamak doğrudan bağımsız bir suç tipi olarak düzenlenmemiştir. Fakat mobbing uygulanırken ortaya konulan davranışlar açısından mevcut ceza hukuku araçlarının ve suç tiplerinin yeterli olduğunu söyleyebiliriz. Herhangi bir mobbing davranışı, bir ceza normunu ihlal etmeye başladığında o zaman ceza yaptırımından bahsedebiliriz. Bu şekilde mobbing oluşturan davranışlar neticesinde oluşabilecek suç tiplerine değinmek isteriz:

  • Mobbing mağdurunun üzerine çok gidilmesi ve psikolojik çöküntüye uğratılması neticesinde TCK m. 84 kapsamında (intihara yönlendirme suçu) gerçekleşebilir.
  • Mobbing davranışı, mağdurun gerek psikolojik gerek fiziksel bütünlüğünü bozma noktasına erişirse TCK m. 86-87 kapsamında (kasten yaralama suçu)ndan bahsedebiliriz.
  • Mobbing, mağdurun insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlarla gerçekleştirilirse TCK m. 96 kapsamında (eziyet suçu) oluşmaktadır.
  • Zorbanın cinsel davranışlarla, mağdurun vücut dokunulmazlığını ihlal etmesi sonucunda TCK m. 102 kapsamında (cinsel saldırı suçu) oluşacaktır. Zorbanın mağdurun vücut dokunulmazlığını ihlal etmeyen fakat cinselliğine yönelik rahatsız edici boyuttaki davranışları ise TCK m. 105 kapsamında (cinsel taciz suçu)nu oluşturacaktır.
  • TCK m. 125 kapsamında (hakaret suçu) ise mobbing davranışlarında en çok karşılaştığımız suç tipidir.
  • TCK m. 108’de düzenlenen (cebir kullanma suçu) da mobbing ile ilişkilendirilebilecek suçlardandır. TCK m. 123’te düzenlenen (kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu) da mobbing davranışları neticesinde gerçekleşebilecek suçlardandır.

Mobbing Nasıl İspatlanır?

Mobbingin ispatı hususunda, genel ispat kurallarından farklı olarak Yargıtay İçtihatları ile istisnai kurallar getirilmiştir. Buna göre işçinin mobbinge uğradığını gösterir emareler sunması halinde, ispat yükü yer değiştirerek işverene geçmektedir. Yani işçinin maruz kaldığı baskıya ilişkin basit emareler sunması, iddialarında gerçekçi olması yeterlidir. Dediğimiz gibi sonrasında ispat yükü el değiştirerek; işverence mobbing teşkil eden davranışlar uygulanmadığı ispat edilmek durumunda kalacaktır. Konu ile ilgili istikrar kazanmış Yargıtay Kararı şu şekildedir;

“Mobbingin varlığı için kişilik haklarının ağır şekilde ihlaline gerek olmadığı, kişilik haklarına yönelik haksızlığın yeterli olduğu, ayrıca mobbing iddialarında şüpheden uzak kesin deliller aranmayacağı; davacı işçinin, kendisine işyerinde mobbing uygulandığına dair kuşku uyandıracak olguları ileri sürmesinin yeterli olduğu, işyerinde mobbingin varlığını gösteren olguların mahkemeye sunulması halinde, işyerinde mobbingin gerçekleşmediğini ispat külfetinin davalıya düştüğü; tanık beyanları, sağlık raporları, bilirkişi raporu, kamera kayıtları ve diğer tüm deliller değerlendirildiğinde mobbing iddiasının yeterli delillerle ispat edildiği gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir….” (Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2020/230 E.  2020/1601 K. 04.02.2020)

Mağdur İşçinin Hakları Nelerdir?

Mobbing konusunda işçi hakları önem arz etmektedir. Bu konuda işçinin başvurabileceği ilk yol iş sözleşmesinin haklı nedenle feshidir. Mobbing sebebiyle iş ilişkisi sürdürülemez hale geldiğinde işçi iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir. Mobbingin işçiye diğer işçiler veya işveren tarafından uygulanıyor olması durumu değiştirmez. Mağdur işçi, zorba ne statüde olursa olsun bu hakkını kullanabilir. Çünkü işveren işçiye karşı koruma ve gözetme borcu altındadır. Mobbing mağduru işçi durumu işverene bildirmesine rağmen işveren herhangi bir önlem almıyorsa haklı nedenle fesih hakkını kullanabilir.

İşçiye uygulanan davranışın mobbing sayılabilmesi için söz konusu davranışın belirli bir ağırlığı ve sürekliliği olmalıdır. Örneğin iş yerinin acil yetiştirmesi gereken bir teslimat sebebiyle işverence muhasebe çalışanlarından kolileri taşımalarının istemesi, bir defaya mahsus olduğu için mobbing sayılmaz. Mağdur işçi iş akdini haklı nedenle feshederse, bir yıldan fazla çalışmış olduğu takdirde kıdem tazminatına da hak kazanır. Bunun dışında ödenmeyen veya eksik ödenen diğer işçilik alacaklarını da talep edebilir.

Bunların yanında uğranılan mobbingden dolayı zarara uğrayan işçi manevi tazminat talep edebilecektir. Söz konusu mobbing davranışı aynı zamanda bir ceza normunu ihlal etme seviyesindeyse mağdurun Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunma hakkı da mevcuttur.

Mobbing Davası Nedir?

Mobbing davası, farklı istemlerde bulunularak açılabilen mobbingin varlığını ortaya koymak suretiyle haklarımızı talep edebildiğimiz bir dava türüdür. Bu davalar işçinin iş sözleşmesini haklı nedenle feshinden önce veya sonra açılabilir. Buna bağlı olarak işçi, özel şartların oluşması halinde, bir üst başlıkta bahsetmiş olduğumuz tüm işçilik haklarını talep edebilecektir.

Görevli ve Yetkili Mahkeme, Zamanaşımı

Mobbing nedeniyle açılacak tazminat davalarının iş ilişkisiyle ilgili olması durumunda görevli mahkeme iş mahkemeleridir. İş mahkemesi bulunmayan yerlerde mağdur, asliye hukuk mahkemelerine de başvurabilir. Yetki konusunda ise seçimlik hak bulunmaktadır. Dava, işyerinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabileceği gibi şirket merkezinin bulunduğu yer mahkemesinde de açılabilecektir.

Zamanaşımı konusunda genel zamanaşımı kuralı geçerlidir. Dava açmak için zamanaşımı süresi; olayın gerçekleşmesinden itibaren 2 yıldır. Mobbingin süreklilik arz etmesi halinde bu süre işten ayrıldıktan sonra başlayacaktır.

Mobbing nedir sorusuna ve bu konuyla ilgili merak ettiğiniz birçok soruya elimizden geldiğince cevap vermeye çalıştık. Bu konu hakkında aklınıza takılan her türlü soruyu aşağıdaki bölümden büromuza iletebilirsiniz.

DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI

Destekten Yoksun Kalma

 

Destekten yoksun kalma tazminatı, ölen kişinin yaşamında maddi veya manevi destek vererek yanında olduğu kişilere öldüğü için destek olamaması sebebiyle destekten yoksun kalan kişilere verilir. Bu tazminat, destekten yoksun kalan kişilere hayatlarındaki bu eksilme dolayısıyla güçlük yaşamamaları için maddi bir destek sağlamak amacıyla istenir.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Kimler İsteyebilir?

Destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilmek için kişinin ölen kişiden destek aldığını ispat etmesi gerekir. Bunun yanında tazminatı isteyen kişi ölenin amcası, yeğeni veya komşusu dahi olabilir. Önemli olan husus destekten yoksun kalma tazminatı isteminde bulunan kişinin ölenden yaşarken destek aldığını ispat etmesidir. Ancak ölenin annesi, babası, eşi ve çocukları ile arasında bir destek ilişkisinin olduğu karine olarak kabul edilmektedir. Bu karinenin aksinin ispatı tabi ki mümkündür.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Şartları

Destekten yoksun kalma tazminatının istenebilmesinin ilk ve en önemli şartı desteğin ölmüş olmasıdır. Destek sıfatına sahip kişi söz konusu olay sonucunda ölmemiş yoğun bakıma girmiş olsa dahi bu şartı sağlamadığı için destekten yoksun kalma tazminatı isteminde bulunulamaz. Ancak destek sıfatına sahip olan kişinin ölüp ölmediği bilinmiyorsa destekten yoksun kalma tazminatı için bu şartın gerçekleştiği kabul edilebilir. TMK 31 ve 32. maddelerdeki düzenlemeler çerçevesinde ölmüş olma ihtimalinin kuvvetli olduğu bir durumda kalmış ve bir daha kendisinden haber alınamamış veya uzun süre kendisinden haber alınamamış ise ölmüş olduğu kabul edilir.

Bir diğer şart ölmüş olan kişinin ölümüne sebebiyet veren bir muhatabın gerekliliğidir. Tabiri caizse eceliyle ölen bir kişi için destekten yoksun kalma tazminatı başvurulması mümkün değildir. Aynı zamanda bir zararın meydana gelmiş olması ve zarar ile fiil arasında nedensellik bağını bulunması gerekir. Örneğin kişinin ramazan ayında çalınan davulun sebep olduğu ses yüzünden kalp krizi geçirdiği söylenerek destekten yoksun kalma tazminatı istenemez. Nedensellik bağını kesen başka bir durum ise ölen kişinin ölüme sebebiyet veren fiilde ağır kusurunun bulunmasıdır. Böyle bir durumda ölümden sorumlu tutulan ve tazminat istenen kişi olayda ölenin ağır şekilde kusurlu olduğunu ispat ederek tazminattan kurtulabilir.

Davacı konumunda olan kişide bulunması gereken şartlar ise şunlardır; ilk olarak ölenin bakım gücüne sahip olması ve tazminat isteyen kişinin de bu bakıma muhtaç bir kimse olması gerekir. Henüz kendi geliri olmayan veya tahsilini tamamlamamış bir kimsenin annesi veya babası bir trafik ya da iş kazası sonucu ölmesi bu duruma örnek olarak verilebilir. Bir diğer şart söz konusu yardımın düzenli ve sürekli bir şekilde sağlanıyor olmasıdır. Yani tek seferlik yardımlar bakımından destekten yoksun kalma tazminatı istenmesi mümkün değildir.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatını Anne-Baba İsteyebilir Mi?

Destekten yoksun kalma tazminatı açısından davacı tarafta bulunması gereken şartları yukarıda saymıştık. Bu çerçevede anne veya babanın çocuklarının ölümü açısından bu tazminatı isteyip isteyemeyeceği sorusu akla gelebilir. Kanun koyucu söz konusu şartların her ne kadar ölüm anında var olmasını arasa da hayatın olağan akışı içerisinde çocuğun ileride yaşlanan anne ve babasına bakacağı kabul edilir. Bu açıdan çocuğun henüz anne ve babasına destek sağlayamadan ölmesi halinde anne ve baba ileride sağlanması kuvvetle muhtemel bu destekten yoksun kaldıklarını ileri sürebilirler. Bu şekilde çocuğun ölümü halinde destekten yoksun kalma tazminatı isteme hakkına sahip olurlar.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Nasıl Hesaplanır?

Destekten yoksun kalma tazminatının değerinin tespitinde belirli kıstaslar kullanılır. Ölen kişinin ekonomik imkanları ve bu imkanlar vasıtasıyla elde ettiği ya da ölmeseydi elde edeceği gelir tespit edilmeye çalışılması bunlardan biridir. Ölenin gelirinin tespitinde maaş bordroları bunlar yoksa meslek odalarından sorularak tespit edilecek gelir hesaba katılır. Ölenin gelirinin bu yollarla tespiti mümkün değilse emsal ücret tespit edilmeye çalışılmalıdır. Yine tazminatın hesaplanmasında yaşam süresi göz önüne alınır. Ölen evliyse, çocukları varsa veya bekar olmakla birlikte anne ve babasını destekliyorsa bunlarda destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanmasında dikkate alınır.

Destekten yoksun kalma tazminatı hesaplaması teknik bir konudur. Örneğin tazminat bedeli ölen 30 yaşında ise kalan ortalama ömrünün belirlenmiş tablolardan tespiti yapılarak ödenecek tazminatta dikkate alınır. Ölüm dolayısıyla destekten yoksun kalan kişilere miras kalmış ise yargıtayın son zamanlarda kabul ettiği yaklaşım çerçevesinde bunların tazminatın hesaplanmasında indirim sebebi olarak sayılmayacağı yönündedir. Ölüm dolayısıyla SGK tarafından kaza sigortası kapsamında yapılan ödemeler ise belirli şartların varlığı halinde indirime tabidir. Ölüm dolayısıyla sigorta şirketi veya zarar veren tarafından yapılan ödemeler ise destekten yoksun kalma tazminatının indirim sebepleri arasındadır.

Destekten yoksun kalma tazminatı kusur bakımından önem taşımaktadır. Bu bağlamda haksız fiil sonucu istenen bir tazminat olmasından dolayı kusur sorumluluğu önem taşır. Ölen kişinin ölümünden sorumlu olan muhatabın ödeyeceği tazminatın hesaplanmasında kusur oranının tespiti önem taşır. Genellikle mahkemeler kusur tespitini bilirkişi raporunu göz önüne alarak tayin etmektedir. Destekten yoksun kalma tazminatında bilirkişi raporuna itiraz mümkündür. Kıdem ve ihbar tazminatı hesaplaması hakkında bilgi almak için tazminat hesaplama sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Pay Oranları

Destekten yoksun kalma tazminatında pay oranlarının dağıtımında kişinin medeni hali, kısıtlılık hali varsa kısıtlılığı, akıl ve beden sağlığı bakımından ne durumda olduğu, çalışıp çalışmadığı, çalışmıyorsa mesleki bir eğitiminin olup olmadığı gibi kapsamlı bir araştırma yapılır. İşte bu araştırma sonucunda ortaya çıkan duruma göre destekten yoksun kalma tazminatı pay oranları belirlenir. Her olayın kendine has durumlar içerebileceği göz önünde tutulmalıdır. Bu nedenle net bir pay oranı tablosuna göre işlem yapıldığını söylemek güçtür.

Yetkili Mahkeme ve Zamanaşımı

Destekten yoksun kalma tazminat davası genel kurallar gereğince davalı kişinin yerleşim yerinde açılmalıdır. Ancak davanın açılabileceği mahkeme bununla sınırlı değildir. Eğer sorumlu gerçek bir kişi değil bir kurum, şirket, vakıf veya dernek gibi tüzel kişiliğe sahipse dava şirket merkezinde veya olay bir şubenin yetki alanı içerisinde olmuş ise şubenin bulunduğu yerde açılabilir. Davacıya kanun tarafından birçok yetkili mahkeme tahsis edilmiştir. Bunlardan başka davacı zararın ortaya çıktığı yerde, zarar görenin yerleşim yerinde veya haksız fiilin yani olayın meydana geldiği yerde de bu davayı açabilir.

Örneğin Hasan akşam Sultan Ahmet meydanında dolaşırken Ali tarafından bıçaklanıp hayatına kaybettiği bir olay düşünelim. Bu durumda Hasan’ın eşi zararın meydana geldiği yer yani Sultan Ahmet meydanının bağlı bulunduğu yargı çevresinde davayı açabilir. Hasan’ın eşi isterse kendi yerleşim yerinde veya Ali’nin yerleşim yerinde de bu davayı açma olanağına sahiptir. Eğer Hasan olay yerinde değil de kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetseydi bu durumda eşi hastanenin bulunduğu yerde de bu davayı açmaya hak kazanırdı.

Destekten yoksun kalma tazminatı zamanaşımı süresi zarar verenin ve zararın öğrenilmesinden itibaren işlemeye başlar ve iki yıldır. Ancak yukarıdaki örnekte olduğu gibi kişi olay anında değilde hastaneye kaldırılıp bir süre tedavi gördükten sonra hayatına kaybederse tazminat isteme süresi kişinin hayatını kaybettiği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.

Ancak on yıl içerisinde zararı veren ve zarar öğrenilemez ise daha sonra dava açma olanağı bulunmamaktadır. On yıllık süre genel zamanaşımı süresi niteliğindedir.

İlgili Yargıtay Kararları
Karar 1 (Yargıtay 17. Hukuk D. 2016/18069 E. 2019/8032 K.):

“Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakem Heyetince, başvuru sahiplerinin talebinin kabulü ile eş Hatun için 33.873,69 TL, çocuklardan Vedat için 1.701,85 TL, Cihan için 2.049,14 TL, Beritan için 4.616,57 TL ve Muhammet için 4.616,57 TL olmak üzere toplam 46.857,82 TL’nin temerrüt tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; davalı vekilinin itirazı üzerine Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetince, davalı vekilinin itirazının reddine karar verilmiş; Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
5684 sayılı Sigortacılık Yasasının 30/12. maddesi gereği sigorta tahkim komisyonlarının 40.000,00 TL’yi geçmeyen kararları kesindir. Kesin olan kararların temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 01.06.1990 gün 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay’ca da temyiz isteminin reddine karar verilebilir. Davacılar ihtiyari dava arkadaşı durumunda olduğundan dolayı 40.000,00 TL’lik kesinlik sınırı her bir davacı yönünden ayrı ayrı gözetilmelidir. Bu sebeple davacılar yönünden verilen kararlar ayrı ayrı kesin niteliktedir.”

Karar 2 (Yargıtay 17. Hukuk D. 2016/18169 E. 2019/7839 K.) :

“Mahkemece; iddia, savunma, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; kaza nedeni ile müteveffanın eşi … için toplam 103.753,21 TL olduğu, davalı … şirketinin sigortaladığı araç sürücüsünün kusurunun %50 olduğu göz önüne alınarak davacı için desteklik miktarının 51.876,61-TL olduğu, davalı tarafından davacıya 12/03/2013 tarihinde 66.685,37-TL ödeme yapıldığı, bu ödemenin, davalının sigortaladığı araç sürücüsünün kusur oranı dikkate alındığında, davalıyı sorumluluktan kurtarmış olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, ve aşağıda dökümü yazılı 15,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 24/06/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

İHTİYATİ HACİZ NEDİR?

İhtiyati Haciz

 

İhtiyati haciz, para ve parayla ölçülebilen teminat alacaklarına özgü takiplerde alacaklının korunması ve takibin semeresiz kalmaması için getirilmiş geçici bir hukukî korumadır.  İcra ve İflas Kanunu’nda düzenleme alanı bulan bu hukuki yol ile borçlunun icra takibini başarısız kılmaya yönelik davranışlarının önüne geçilmesi amaçlanır. Alacaklı geçici bir koruma şemsiyesi altına girer ve borçlunun mallarına geçici olarak el konulur. Makalemizde cevabını bulamadığınız sorularınızı sayfanın en altından sorabilirsiniz.

İhtiyati Haciz Şartları Nelerdir?

Mahkemeden ihtiyati haciz kararının istenebilmesi için belirli şartların bulunması gerekmektedir. İhtiyati haciz şartlarından ilki olarak söz konusu alacağın para borcu olması gereklidir. Bu borcun rehinle teminat altına alınmamış olması aranan ikinci şarttır. Son olarak istisnaları bulunmakla birlikte söz konusu borcun muaccel yani vadesinin gelmiş olması aranmaktadır. örneğin vadesi gelmemiş senet ihtiyati haciz talebine konu edilemez.

Borcun muaccel olması gerekliliğinin istisnaları mevcuttur. Borçlunun belirli bir yerleşim yeri adresinin bulunmaması hali bunlardan biridir. Ancak borçlu sadece Türkiye’de yaşamıyor diye yerleşim yeri adresinin olmaması şartı gerçekleşmiş sayılmaz. Yani söz konusu kişi yurt dışında yaşıyor ve yerleşim yeri adresi yurt dışında bulunuyorsa alacaklı bu istisnai halden faydalanamaz.

İcra İflas Kanunu 257. madde de sayılan bir diğer istisnai hal ise borçlu kişinin kaçması, mal kaçırması veya böyle bir hazırlık içerisinde bulunması halidir. Bu durumda dikkat edilmesi gereken borçlu kişinin iradesinin bu eylemleri gerçekleştirmeye yönelik olup olmadığıdır. Yani borçlu, alacaklılar alacağını karşılayamasın diye kendi malını yakarsa kötü niyetli olarak yapmış olduğu bu davranış sonucu vadenin gelmesi beklenmeden söz konusu kararın verilmesi isteminde bulunulabilir. Ancak borçlunun malında yangın, deprem veya sel gibi borçlunun iradesi dışında meydana gelen değişiklikler ihtiyati haciz sebepleri olarak gösterilerek söz konusu kararın alınması mümkün değildir.

Vadesi gelmeden istisnai hallerin gerçekleşmesi sonucu mahkemece karar verilmesi ile birlikte alacaklının alacağı muaccel hale gelir ve o andan sonra İcra ve İflas Kanunu 264. maddesinde belirtilen sürelere uyulması gerekir. Aksi takdirde ilgili sürelerin geçmesiyle kararın etkisi kendiliğinden kalkar ve borç tekrar müeccel yani vadesi gelmemiş haline döner.

İhtiyati Tedbirle Farkları Nelerdir?

İhtiyati haciz, ihtiyati tedbirin özel bir türü olarak görülmektedir. Amaç bakımında ihtiyati tedbirden ayrılmaktadır. İhtiyati haciz kurumunun kullanılma amacı teminattır. Oysa ihtiyati tedbirin amacı teminat olabileceği gibi herhangi bir eda davranışı veya koruma amacı da olabilir. Yine ihtiyati haciz kurumunda konu sadece para alacaklarıdır. Ancak ihtiyati tedbir hukuki korumaya konu olabilecek her türlü talep için verilebilir. İhtiyati tedbir genel bir düzenleme statüsündedir. Diğer bir önemli fark ihtiyati haciz sebeplerinin kanun ile sınırlanmış olmasına rağmen ihtiyati tedbirin sebep açısından kanunda bir sınırlaması mevcut değildir.

İhtiyati Haciz Talebi Nasıl Yapılır?

Eğer alacak davası açıldıktan sonra talepte bulunulacaksa ihtiyati haciz talebi alacak davasına bakan mahkemeye yapılır. Alacak Davası ile ilgili detaylı bilgiye bu konudaki makalemizden ulaşabilirsiniz. İhtiyati haciz icra takibine başlanılmadan önce de talep edilebilir. Ödeme emrine itiraz edilmesi halinde itirazın iptali davası ve menfi tespit davası aşamasında da talep edilebilir.

Hangi Mahkemeden İstenir?

Alacak davası açılmadan önce talepte bulunulacaksa HMK’ya ilişkin hükümlere gidilmesi gerekir. Bu durumda alacağın miktarına bakılmaksızın söz konusu karar bakımından Asliye Hukuk veya Asliye Ticaret Mahkemeleri görevlidir. Arabuluculuk yoluna başvurulmasına gerek yoktur. Ancak alacak kira ilişkisinden kaynaklanıyorsa Sulh Hukuk Mahkemesi görevlidir. Özel bir durum olarak eğer alacaklının alacağı özel mahkemelerin görev alanına giren bir alacak ise karar o mahkemeden alınmalıdır.

İhtiyati Haciz Teminat Miktarı Ne Kadardır?

Teminat, alacaklının çoğunlukla borçlu dahi dinlenmeden verilen ihtiyati haciz kararının talep edebilmesi için istenmektedir. Alacaklı istenen ihtiyati haciz teminat bedelini mahkeme veznesine yatırmadığı müddetçe kararı alması mümkün değildir. Uygulama da istenen teminat miktarı genellikle alacak miktarının yüzde on beşi kadardır.

İhtiyati haciz teminatı, karar icraya konulmuş ise belirli şartların varlığı halinde geri alınabilir.

İcra takibi borçlu açısından kesinleşmiş ise ilgili icra müdürlüğüne gidilerek takibin kesinleştiğine ilişkin derkenar alınmalıdır. Bu durumda ihtiyati haciz kesinleşmiş olur. Derkenar icra müdürlüğünde onaylatıldıktan sonra ihtiyati haciz teminat iadesi dilekçeniz ve derkenar ile mahkeme kalemine başvurulmalıdır.

İhtiyati Haciz Kararının Uygulanması Nasıl Yapılır?

Alacaklının, mahkemece verilen ihtiyati haciz kararının uygulanmasını yetkili icra dairesinden istemesi gerekir. İcra dairesince karar kapsamında borçluya ait taşınır, taşınmaz malları ve varsa alacakları haczedilebilir. Ancak alacaklı mahkeme tarafından on günlük ihtiyati haciz süresi içerisinde yetkili icra müdürlüğüne başvurmalıdır. Aksi takdirde ihtiyati haciz kararı kendiliğinden son bulur ve uygulanması mümkün olmaz. İcra dairesi tarafından on günlük süre göz önüne alınmadan uygulamaya konulan  kararlara karşı borçlu kişi tarafından şikayet yoluna başvurmalıdır. Çünkü söz konusu sürenin takibatının icra müdürlüğünde görevli memurlarca resen göz önüne alınması kanundan doğan bir sorumluluk halidir. Borçlu kişi tarafından yapılacak olan bu yöndeki bir şikayet için herhangi bir süre sınırı da söz konusu değildir.

Kararın uygulanması bakımından yetkili icra dairesi, kararı vermiş olan mahkemenin yargı çevresinde bulunan icra dairesidir. İcra dairesinin bu konudaki yetkisi kesin yetki hallerinden olduğu için icra dairesince resen gözetilmesi gerekir. Bir diğer önemli husus icra memurunun kararda gösterilen borçlu mal varlıkları ile bağlı olmasıdır. Yani kararda borçlunun üçüncü kişilerde bulunan alacaklarına haciz uygulanacağından bahsetmiyorsa icra memuru kendiliğinden bu alacakları dahil edemez.

Alacak yabancı bir para borcu dahi olsa alacaklı tarafından Türk parası cinsinden talepte bulunulması gerekir. Kararın uygulanması için gerekli olan masraflar alacaklı tarafından peşin olarak ödenmelidir.

Eğer borçlu kararın uygulanmasından önce söz konusu borcu ve masrafları öderse karar uygulanma kabiliyetini kaybedecektir. Ancak borçlu tarafından dikkat edilmesi gereken husus eğer alacak açısından bir faizi veya masrafı ödenmezse alacaklı bu kalemler bakımından kararın uygulanmasını sağlayabilir.

Karara İtiraz

İhtiyati haciz kararının verilebilmesi için alacaklı tarafından mahkemede kararın gerekliliğine ilişkin yaklaşık bir kanaat oluşturulması yeterlidir. Alacaklının söz konusu gerekliliği kesin olarak ispat etmesi aranmamıştır. Mahkeme tarafından karar verilirken borçlunun dinlenilmesi tamamen takdir alanında kalan bir konudur. Yani mahkemede borçlu dinlenilmeden de kararın çıkması mümkündür. Üstelik söz konusu kararın temyiz edilebilme olanağı dahi bulunmadığından borçlu kişi bakımından güç bir durum ortaya çıkmaktadır. Söz konusu düzenlemeleri ve borçlunun durumunu göz önüne alan kanun koyucu borçluya bir itiraz hakkı tanıma gerekliliği duymuştur.

Söz konusu itiraz yoluna borçlunun başvurabilmesi için öncelikle kararın yokluğunda verilmiş olması gerekir. Borçlu bu şartı sağladığı takdirde karara karşı üç konu üzerinden itiraz edebilir. İlk olarak kararın dayandığı sebeplere itiraz etmesi mümkündür. Yine mahkemenin yetkisine ve teminata itiraz etmesi de mümkündür. Borçlu sayılan bu üç sebepten birine dayanarak karara itiraz edebilir.

Yetkiye itiraz, ihtiyati haciz kararına ilişkin itiraz dilekçesinin yetkisiz olduğu öne sürülen mahkemeye yetkili mahkemede gösterilerek yedi gün içerisinde yapılmalıdır.

Teminata itiraz, alacaklının hiç veya yeterli teminat göstermemesi sebebiyle yapılır. Bu durumda mahkeme borçluyu haklı bulursa ihtiyati haciz kararının kaldırılmasına hükmedebileceği gibi teminat miktarını değiştirerek kararın sürmesine de karar verebilir.

Son olarak sebeplere itirazda borçlu borcun rehinle teminat altına alındığını, borcun muaccel olmadığını, istisnai durumlarda müeccel borçlar için verilen ihtiyati haciz kararının söz konusu istisnai durumların var olmadığı gerekçesiyle geçersiz olduğunu veya aynı borç için ikinci defa ihtiyati haciz kararı verildiğini ileri sürerek itiraz edebilir. Mahkemece talep kabul edilirse icra müdürlüğünden ihtiyati haczi kaldırması talep edilebilir.

İhtiyati Hacizli Mal Satılabilir Mi?

İcrai hacizlerde olduğu gibi ihtiyati hacizde de haciz satışa engel değildir. Ancak satışla birlikte haciz düşmez. Gayrimenkulün yeni alıcısı haczi kabul ederek almış olur ve borcun ödenmemesi halinde gayrimenkul icra yoluyla satışa çıkarılabilir.

Haksız Olarak Uygulanması Halinde Tazminat İsteminin Şartları Nelerdir?

Alacaklının kararı haksız olarak aldığı anlaşıldığı takdirde borçlu veya üçüncü kişi haksız ihtiyati haciz dolayısıyla uğramış oldukları zararın karşılanmasını tazminat davasıyla isteyebilirler.

Bu sebebe dayanarak tazminat davası açılabilmesi için belirli bazı şartların sağlanmış olması gerekir. İlk olarak söz konusu kararın uygulanmış olması gereklidir. Yani borçlu veya üçüncü kişinin mallarına kararın uygulanmış olması aranmaktadır. İkinci olarak söz konusu kararının haksız olması gerekir. Basit bir örnek olarak iddia edilen alacak yoksa veya alacak teminat altına alınmış olmasına rağmen karar uygulanmış ise haksızlık şartı sağlanmış olur. Üçüncü olarak ortaya bir zararın çıkmış olması gerekir. Burada anlaşılması gereken daha çok maddi zararlardır. Ancak BK 49. maddenin şartları sağlanıyorsa Yargıtay tarafından manevi tazminat isteminde bulunulabileceği de kabul edilmektedir. Son olarak da uygun nedensellik bağı aranmaktadır. Yani zarar, haksız olarak uygulandığı iddia edilen karar nedeni ile oluşmalıdır.

Tazminat davası genel mahkemelerde görülür ve görevli mahkeme genel hükümlere göre belirlenir. Kararı veren mahkemede de tazminat davasının açılması mümkündür.

Zamanaşımı ihtiyati haczin kaldırıldığı veya hükümsüz kaldığı tarihten itibaren işlemeye başlar ve iki yıldır.

İlgili Yargıtay Kararları
Karar 1 (Yargıtay 23. Hukuk D. 209/2282 E. 2019/3683 K.):

“İİK’nın 268/1. maddesi uyarınca ihtiyaten haczedilen mallar kesin hacze dönüşmeden, başka bir alacaklı tarafından haczedilirse ihtiyati haczi sahibinin İİK’nın 100. maddesi şartlarında resen ve muvakkaten iştirak edeceği, yine İİK’nın 138. maddesi uyarınca muvakkat hacizler için ayrılmış hisseler vaziyet anlaşılıncaya kadar sağlam bir bankaya, banka bulunmayan yerlerde mahkeme veya icra sandıklarına yatırılır şeklinde düzenleme getirildiği, bu durumda davalı tarafın dosyasındaki ihtiyati haciz alacağının İİK’nın 268. maddesi yollaması ile İİK’nın 100. maddesi uyarınca kendiliğinden hacze iştirak edeceği, ihtiyati haciz takipleri bakımından İİK’nın 138/4. maddesi uyarınca hisse ayrılması gerektiği gerekçesiyle şikayetin reddine dair verilen karar şikayetçi vekilinin istinaf talebi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararı ile başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı şikayetçi vekili temyiz etmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre şikayetçi vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle şikayetçi vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA…”

Karar 2 (Yargıtay 11. Hukuk D. 2018/3486 E. 2019/5280 K.):

“ davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulması üzerine Bursa Bölge Adliye Mahkemesince davacı talebi ihtiyati haciz olarak nitelendirilerek, davanın tespit davası olduğu, dava konusu yapılmayan alacak hakkında ihtiyati haciz kararı verilemeyeceği gerekçesiyle davacının tedbire yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilince, Bölge Adliye Mahkemesi’nin tedbire yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik hüküm kısmı temyiz edilmiş olup, 6100 sayılı HMK’nın 362/1-f bendi gereğince Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın temyizi kabil bulunmadığından, davacı vekilinin temyiz isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin REDDİNE, 11/09/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

YAĞMA SUÇU

yağma ne demek

 

Yağma suçu Türk Ceza Kanunu’nun 148 ve 50. Maddeleri arasında düzenlenmiştir. Yağma suçu ceza hukuku içerisinde bileşik suçlardan birisidir. Yağma ancak taşınır mallar bakımından uygulama alanı bulan bir suç tipidir.

Yağma Suçunda Mağdur ve Fail

Yağma suçunun faili toplumdaki her gerçek kişi olabilir. Kanun koyucu fail sıfatı için herhangi bir özellik aramamıştır. Mağdur açısından ise yağma fiili suç konusu malı eli bulunduran veya malı korumaya çalışan üçüncü kişilerdir. Yağma suçunda mağdur konumunda olabilmek için suçun oluşumunu sağlayan cebir veya tehdit fiilin kişi tarafından hissedilebilecek düzeyde olması gerekir. Bu nedenle yağma suçu ancak yaşayan kişilere karşı işlenebilecek suçlardandır. Suçun mağdurunun gerçek kişi ya da tüzel kişi olması fail olabilmenin aksine mümkündür. Mağdurun beden ve ruh sağlığı bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kimselerden biri olması durumunda yağma suçunun nitelikli halinin oluşumundan bahsetmek mümkündür.

Yağma Suçu ve Hırsızlık Suçu Arasındaki Farklar

Aradaki farklardan en belirgini hırsızlık suçunun oluşumu için fiilin cebir veya tehdit baskısı altında işlenmemiş olması gerekir. Cebir veya tehdit baskısıyla mağdur zilyetliğinde veya mülkiyetinde bulunan bir malı vermeye zorlanıyorsa yağma suçunun oluşumundan bahsetmek gerekir.

Yağma suçundan suçun doğası gereği mağdurun haberi vardır. Zira yağma suçunun oluşabilmesi için gerekli olan cebir veya tehdit fiilinin mağdura yöneltilmesi gerekir. Ancak hırsızlık suçunun gerçekleştirilmesi anında mağdurun fiilden haberi yoktur.

Kanun koyucu yağma suçunu işleyen fail hakkında hırsızlık suçuna nazaran daha ağır yaptırımlar öngörmüştür.

Yağma Suçunun Maddi ve Manevi Unsurları

Yağma suçunun maddi unsurlarını fail, mağdur, suçun konusu, hareket, nedensellik bağı ve netice oluşturur. Fail, mağdur ve suçun konusundan daha önceki başlıklar da bahsetmiştik. Yağma suçunun maddi unsurları arasında yer alan hareket alt başlığından kast edilen suçun nasıl işleneceğidir. Kanun koyucu yağma suçu bakımından iki seçimlik hareket öngörmüştür. Bunlar cebir ve tehdittir. Bir örnek üzerinden anlatmak gerekirse, failin mağduru yaka paça arabasından indirerek mağdura ait arabayı alıp gitmesi yağma suçunun seçimlik hareketlerden olan cebir yoluyla işlenmesine örnektir. Seçimlik hareket olarak tehdit kullanılmasına failin mağdura ailesinin elinde olduğunu söyleyip belirli bir miktar parayı kendisine vermeye zorlaması örnek verilebilir. Nedensellik bağı, kısaca yapılan eylemle meydana gelen durum arasında kabul edilebilir mantıksal bir bağın olması gerektiği şeklinde açıklanabilir. Netice ise suçun tamamlanması anını ifade eder. Neticeden söz edebilmek için cebir ve tehdit zoruyla mağdurdan suç konusu malın alınması veya mağdurun malın alınmasına karşı koyamayacak duruma gelmesi gerekir.

Yağma suçunun manevi unsurunu kast oluşturur. Türk Ceza Kanunu’nda söz konusu suçun taksirle de işlenebileceği düzenlenmediği sürece suçlar kast ile işlenir.

Yağma Suçunun Temel ve Nitelikli Hali

Yağma suçu tck 148. madde de temel halinin düzenlenmesiyle başlar. Temel hali, bir kişinin kendisinin veya yakınının hayatına, vücuduna veya cinsel dokunulmazlığına karşı saldırıda bulunacağını söyleyerek tehdit etmek veya cebir kullanarak bir malın teslimine zorlamak veya zorla almak şeklinde dile getirilmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında yağma suçunun temel halini düzenlemeye devam eder. Buna göre birini veya yakınını cebir veya tehdit baskısı altında senetle borç altına sokmak ya da mağdurun elindeki senedin geçersizliğini sağlamaya çalışmak, boş senet imzalatmak veya eldeki senedi yok etmek de yağma suçunun temel haline girer.

Nitelikli yağma suçu tck 149. madde de düzenlenmiştir. Suçun silahla işlenmesi hali bunlardan biridir. Silah kavramından yalnızca ateşli silahlar ve kesici, delici, bereleyici aletler anlaşılmamalıdır. Kanun silah kavramını Türk Ceza Kanunu’nun 6. Maddesinde düzenlemiştir. İlgili madde de dikkat edilmesi gereken durum savunma veya saldırı amaçlı yapılmamış olsa dahi saldırı ve savunmada kullanmaya elverişli şeyler denerek silah olarak tanımlanabilecek şeylerin önü açık bırakılmıştır. Bu bakımdan taş dahi silah vasfı taşıyabilir. Pek tabi silah olarak kullanılacak şeyin mağdur açısından bir tehdit veya cebir uygulamaya müsait bir araç olarak görünmesi gerekir ki suç oluşabilsin.

Yağmanın, failin kendini tanınmayacak hale sokarak işlemesi hali de nitelikli hallerdendir. Tanınmayacak hale örnek olarak failin suçu maske takarak işlemesi verilebilir. Yine fail sayısının çokluğu da kanun koyucu tarafından nitelikli haller arasında sayılmıştır. Aciz durumda olan kişilere karşı işlenmesi, suç örgütlerinin yarattığı intibaya güvenerek, suç örgütü için işlenmesi veya gece vakti işlenmesi yağma suçunun nitelikli hallerini oluşturur.

Yağma suçunun daha az cezayı gerektiren halleri iki tanedir. İlk olarak kişiler arasında bulunan bir hukuki ilişkiye dayanarak alacağın tahsili amacıyla tehditte bulunmak veya cebir uygulanması halinde yağma suçundan ceza verilmez. Bu durumda sadece tehdit veya kasten yaralama suçluna ilişkin hükümler uygulama alanı bulur. Diğer hal ise suçun konusunu oluşturan mal varlığının değerinin azlığıdır. Böyle bir halin bulunması halinde ceza indirilerek uygulanır.

Yağma Suçunda Uzlaşma ve Etkin Pişmanlık

Yağma suçunda etkin pişmanlık hükümleri uygulama alanı bulur. Buna göre kişi kendi özgür iradesiyle işlemiş olduğu yağma suçunun sebep olduğu zararları telafi edici davranışlarda bulunursa etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanabilir. Telafi edici davranış olarak suç birden çok kişi tarafından işlenmiş ise etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak isteyen kişinin suç ortaklarının ismini vermesi, suça azmettiren birinin bulunması halinde bu kişinin ismini vermesi veya suça yardım eden sıfatıyla katılan kimselerin ismini vermesi sayılabilir. Yine yağma suçunu işleyen kişi mağdurun zararını giderirse etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanması gündeme gelecektir.

Yağma suçunda uzlaşma mümkün değildir. Kanun koyucu uzlaşma kapsamına giren suçları düzenlerken yağma suçuna yer vermemiştir.

Yağma Suçu İnfazı ve Zamanaşımı

Yağma suçu infazının temel hal bakımında süresi altı yıldan on yıla kadardır. Yağma suçunun kanunda sayılan nitelikli hallerden biriyle işlenmesi halinde infaz süresi on yıldan on beş yıla kadardır. Ayrıca fail yağma suçunu işlerken kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaştırılmış hallerinden birinin gerçekleştirilmesini sağlamış ise yağma suçunun infazından ayrı olarak kasten yaralama suçuna ilişkin hükümlerde uygulama alanı bulur. Kasten yaralamaya ilişkin daha detaylı bilgiye Kasten Adam Yaralama Suçu makalesinden ulaşabilirsiniz.

Yağma suçunda Türk Ceza Kanunu’nun 150. Maddesinin ikinci fıkrasında geçen durumun varlığı söz konusu ise verilecek infaz süresi somut olaya göre üçte birden yarıya kadar indirilebilir.

Yağma Suçunda Şikayet ve Görevli Mahkeme

Yağma suçu, kanun koyucunun düzenlemesi nedeniyle şikayete tabi bir suç değildir. Mağdurun fiili şikayet etmesine gerek yoktur. Durumun varlığından cumhuriyet savcısının haberi olduğu anda suç hakkında soruşturma resen başlatılır. Bu bakımdan mağdura yönelik şikayet süresinin geçtiğine yönelik telkinler gerçeği yansıtmamaktadır. Ancak her ne kadar şikayet süresi bulunmayan bir suç olsa da dava zamanaşımı süresi mevcuttur. Dava zamanaşımı süresi suçun işlendiği tarihten itibaren on beş yıldır. On beş yıl içerisinde suç ile ilgili araştırmalarda bulunulmaması halinde soruşturulma yapılması mümkün değildir.

Yağma suçunun on sekiz yaşını doldurmuş kişiler tarafından işlenmesi halinde görevli mahkeme ağır ceza mahkemesidir. Ancak suçun on sekiz yaşından küçük kişiler yani çocuklar tarafından işlenmesi halinde davaya çocuk ağır ceza mahkemesi bakmakla görevlidir.

İlgili Yargıtay Kararları
Karar 1:

“Sanığın tüm aşamalarda istikrarlı şekilde, katılanı darp ettiğini ikrar etmekle birlikte, katılanda herhangi bir şekilde para istemediğini beyan ettiği, sanık savunmasının tanık beyanları ile de sabit olduğu, olayın gerçekleştiği parkta bulunan diğer kişilerin ihbarı üzerine olay yerine polislerin geldiği ancak katılanın yağma iddiası ile herhangi bir ihbarda bulunmadığı gibi polislere “bir şey yok” diyerek işlem yapmamalarını sağlamış olması, polislerin gitmesinden sonra da sanık ile birlikte parkta oturup sohbet etmeye devam etmiş bulunması, katılanın olaydan sonra hastaneye gittiğinde de yaralanmanın kaza sonucu meydana geldiğini belirtmiş bulunması karşısında; tanık anlatımları ile doğrulanan sanık savunması uyarınca, eylemin nitelikli yağma suçunu oluşturduğuna dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından, sanığın eyleminin basit yaralama suçu olarak vasıflandırılmasında bir isabetsizlik görülmediğinden, tebliğnamenin bozma görüşüne iştirak edilmemiştir.” Yargıtay  3. Ceza D. 2019/4772 E. 2019/15772 K.

Karar 2:

Yakınanların boş arazide bulunan barakaya götürüldüklerinin anlaşılması karşısında; sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan zamanaşımı içerisinde işlem yapılması olanaklı kabul edilip;

Yağmaya teşebbüs suçlarının, silahla ve birden fazla kişiyle birlikte işlendiğinin anlaşılması karşısında; sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nin 149. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinin yanı sıra (a) bendi ile de uygulama yapılması gerektiğinin düşünülmemesi, karşı temyiz olmadığından; bozma nedeni yapılmamıştır.

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre, sanık … ve savunmanının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, eleştiri dışında usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, 04.07.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.” Yargıtay 6. Ceza D. 2017/2345 E. 2019/4168 K.

KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ

kat karşılığı inşaat sözleşmesi şekil şartı

 

Kat karşılığı inşaat sözleşmesi ya da arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi uygulaması yaygın olan ve bu nedenle en çok uyuşmazlığın çıktığı alanlardan biridir. Sözleşmenin kanunda doğrudan düzenlenmemiş olması ve uygulama yolu ile ortaya çıkmış olması bu konuda çıkan ihtilafların çözümünde emsal Yargıtay kararlarının önemini artırmıştır. Kat karşılığı inşaat sözleşmesinin taraflarını arsa sahibi ve yüklenici konumunda bulunan müteahhit oluşturur. Kat karşılığı inşaat sözleşmesinin konusunu arsa sahibinin arsanın belirli bir bölümünü veya tamamını yükleniciye devretmesini ve yüklenicinin ise devredilen arsa üzerine inşa edeceği bağımsız bölümlerden bir kısmını arsa sahibine teslim etmesi oluşturur.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi ve Hukuki Niteliği

Kat karşılığı inşaat sözleşmesi tipik bir sözleşme değildir. Kat karşılığı inşaat sözleşmesinin içinde gayrimenkul satış vaadi ve eser sözleşmeleri bulunur. Arsa sahibinin arsa payını yüklenici konumunda olan müteahhite devretmesi veya devretmeyi taahhüt etmesi gayrimenkul satış sözleşmesi veya gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi kapsamına girer. Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi hakkında daha detaylı bilgiye Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesi makalesinden ulaşabilirsiniz. Yüklenicinin devredilen arsa üstünde sözleşmeyle kararlaştırılan niteliklere haiz bir eser çıkarması ise eser sözleşmesi kapsamında yapılır. Bu haliyle kat karşılığı inşaat sözleşmesi karma bir sözleşme yapısına sahiptir.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Şekil Şartları

Genel olarak Türk Borçlar Kanunu sözleşme serbestisini kabul etmiştir. Yani bir sözleşmenin geçerli olabilmesi için taraf iradelerinin birbirine uyumlu olması yeterlidir. Ancak kanun koyucu benimsediği bu genel görüşten bazı durumlarda ayrılmıştır. Kat karşılığı inşaat sözleşmesi de Türk Borçlar Kanunu’nun genel kabulünden farklı şekil şartlarına bağlanmıştır.

Kat karşılığı inşaat sözleşmesinde arsa sahibinin yükümlüğü olan arsa payının yükleniciye devri Türk Medeni Kanunu’nun 706. maddesi gereği resmi şekilde yapılmalıdır. İlgili madde gereği kat karşılığı inşaat sözleşmesinde devir işlemleri resmi şekle tabidir. Ayrıca sözleşmede değişiklik yapılacağı takdirde de değişikliğin resmi şekilde yapılmasını aramıştır. Türk Borçlar Kanunu 213. maddesinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmelerinin resmi şekilde yapılmadıkça geçerli olmayacağından bahseder. Asıl sözleşmenin bir parçasını oluşturan gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin noter tarafından düzenlenmesiyle resmi şekil şartı sağlanmış olur.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi Cezai Şart Uygulaması

Cezai şart Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiştir. Cezai şart, alacaklı tarafından borçluya karşı bir baskı aracı olarak kullanılabilir. Cezai şartın amacı borçlunun kararlaştırılan edimi zamanında ve sözleşmeye uygun şekilde yapmadığı takdirde alacaklının uğrayacağı zararı karşılamaya yönelik bir güvence sağlamasıdır. Cezai şartın illa para olarak kararlaştırılması gerekmez. Önemli olan kararlaştırılan edimin ekonomik bir değer atfedilebilir olmasıdır.

Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde cezai şartın kullanım amacı, yüklenici konumunda olan müteahhiti arsa devri karşılığında yapmayı taahhüt ettiği bağımsız bölümleri sözleşmede kararlaştırılan tarihte teslim etmemesi durumunda belirli bir ekonomik yaptırıma maruz bırakmak ve alacaklının muhtemel zararlarının önüne geçmektir. Cezai şart gecikilen her gün için belirli bir meblağın ödenmesi şeklinde öngörülebileceği gibi toplu bir meblağda öngörülebilir.

Cezai şartın uygulamada üç hali vardır. Birinci hali seçimlik cezai şarttır. Bu türde alacaklı aksi sözleşmeden anlaşılmadığı müddetçe ya ifanın yerine getirilmesini ya da kararlaştırılan cezai şartın ödenmesini isteyebilir.

İkinci hali ise daha çok kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde uygulama alanı bulan ifaya eklenen cezai şarttır. Bu halde ise cezai şart, borcun belirlenen zaman ve yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa asıl alacakla birlikte istenmesi mümkündür.

Üçüncü hali ise borçlunun sözleşmede kararlaştırılan cezai şart bedelini ödeyerek sözleşmeden dönmesidir. Bu durumda borçlu durumunda bulunan yüklenici kararlaştırılan cezai şart miktarını ödeyerek sözleşmeden dönebilir veya kat karşılığı inşaat sözleşmesini feshedebilir. Bunun için borçlunun sözleşmeden dönmeye veya sözleşmeyi feshetmeye yetkili olduğunu ispat etmesi yeterlidir.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Feshi

Fesih ileriye yönelik olarak hukuki sonuçlarını doğuran ve sözleşmenin tarafları bağlayıcılığını ortadan kaldıran bir kurumdur. Sözleşmeden dönme ise geriye etkilidir yani taraflar o ana kadar ifa etmiş oldukları edimleri de geri verirler. Ancak sözleşmenin feshi durumunda sözleşme o andan itibaren ileriye etkili olarak sona ereceği için daha önce ifa edilmiş edimlerin iadesini taraflar talep edemezler. Yukarıda açıklanan farka rağmen günlük hayatta ve kat karşılığı inşaat sözleşmesiyle ilgili Yargıtay kararlarında da istikrar kazanan haliyle dönmeden geriye etkili fesih olarak bahsedilmektedir.

Arsa sahibinin sözleşmeyi feshetmesi Türk Borçlar Kanunu’nda farklı yerlerde toplanmıştır. İlk olarak arsa sahibinin teslim gününü beklemeden sözleşmeden dönmesi yani geriye etkili fesih hakkına bakalım. Buna göre yüklenici işe kararlaştırılan zamanda başlamaz veya işe başlar ama işi geciktirirse ya da arsa sahibine yüklenemeyecek bir sebepten ötürü işin zamanında bitmeyeceği anlaşılırsa arsa sahibi teslimi beklemeden sözleşmeyi feshedebilir. Müteahhitin kusuru bulunmasa dahi arsa sahibi bu sebeplerle sözleşmeyi feshedebilir. Ancak arsa sahibinin bu hakkı kullanabilmesi için yükleniciye ihtar çekmesi gerekir.

Arsa sahibinin başvurabileceği bir diğer yol ise yüklenicinin ayıptan doğan sorumluluğuna gitmektir. Bu durumda arsa sahibinin teslim edilen eserde ayıpla karşılaşması sonucunda seçimlik hakları mevcuttur. Söz konusu ayıp eğer eserden beklenen faydayı çok güçleştiriyorsa veya sözleşmede kararlaştırılan hükümlere ciddi derecede aykırılık mevcut ise arsa sahibi sözleşmeden dönebilir.

Bir ikinci hakkı ise kusur oranında bedelden indirim isteyebilir. Son olarak aşırı masraf gerektirmediği ölçüde masrafları yükleniciye ait olmak üzere onarım hakkını kullanması mümkündür.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Feshinin Şekli ve Zamanaşımı

Arsa sahibi dönme (geriye etkili fesih) hakkını teslimden itibaren 5 yıl içinde kullanmalıdır. Ancak yüklenici ağır kusurlu ise süre 20 yıldır. Ayıbın bildirim şekli açısından kanun koyucu özel bir şekil şartı öngörmediği için genel bildirim şartları uygulanır. Buna göre arsa sahibinin yükleniciyi ayıptan herhangi bir iletişim aracıyla haberdar etmesi yeterlidir. İspat kolaylığı açısından ayıp bildiriminin noter aracılığıyla veya yazılı bir şekilde bildirilmesi önem arz etmektedir.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinde Yüklenicinin Temerrüte Düşme Hali

Temerrüt halinin varlığından söz edebilmek için söz konusu borcun muaccel yani talep edilebilir bir aşamada olması gerekir. Kat karşılığı inşaat sözleşmesi bakımından talep edilebilirlik şartı söz konusu inşaatın sözleşmede kararlaştırılan sürenin sonunda teslim edilebilir duruma gelmesiyle saptanır. Eğer yüklenici sözleşmede öngörülen süre zarfında borcunu yerine getirememiş ise temerrüt hali için aran borcun muaccel olması şartı gerçekleşmiş olur. Arsa sahibine, kanun koyucu sözleşmede kararlaştırılan süre zarfından önce de yükleniciyi temerrüte düşürme imkanı vermiş ancak bunu şarta bağlamıştır. Eğer işin gidişatından borcun kararlaştırılan süre zarfında tamamlanamayacağı açıkça anlaşılıyorsa arsa sahibi sürenin dolmasını beklemeden de yükleniciyi temerrüte düşürebilir. Temerrüt halinin oluşabilmesi için gerekli olan bir diğer şart ise arsa sahibi tarafından yükleniciye ihtar çekilmesidir. İhtarın içeriğinden alacaklı konumunda olan kişinin ifayı talep ettiği ve ifaya hazır olduğunun anlaşılması gereklidir.

İhtar ile birlikte alacaklı borçluya bir aylık bir süre vermek zorundadır ve bu süre zarfı içerisinde edimin yerine getirilmesini ister. Buna rağmen borçlu edimi yerine getiremezse temerrüt hali gerçekleşir. Açıklanan şartlar gerçekleştiğinde alacaklı borçludan ilk olarak edimin ifasını ve gecikme tazminatını isteme hakkına kavuşur. Bu hakkı kullanmak istemeyen alacaklı ifadan ve gecikme tazminatından vazgeçerek borcun ifa edilmemesinden kaynaklı zararının karşılanmasını ister veya sözleşmeden dönebilir. Son olarak alacaklının kullanabileceği fesih hakkı da mevcuttur. Bu durumda sözleşme ileriye etkili olarak son bulur ve alacaklı konumunda bulunan kişi fesihle birlikte her türlü zararının karşılanmasını isteyebilir. Unutulmamalıdır ki bu haklar seçimlik hak oldukları için hepsinin birden istenmesi söz konusu olamaz.

 Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Sona Ermesi

Kat karşılığı inşaat sözleşmesi sözleşmeden dönme/fesih halleri dışında sözleşmenin ifası ile veya ifa dışında kalan diğer haller ile sona erer. İfa dışında kalan diğer hallerden anlaşılması gereken yüklenicinin ölmesi, aciz duruma düşmesi veya imkânsızlık halinin gerçekleşmiş olmasıdır. İmkansızlık halinden anlaşılması gereken sözleşme kurulduktan sonra ortaya çıkan ve borçluya herhangi bir kusur atfedilemeyecek derecede olan imkansızlıklardır.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi Görevli Mahkeme

Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde ortaya çıkan uyuşmazlıklara bakmakla yetkili olan mahkeme asliye hukuk mahkemeleridir. Ancak sözleşmenin her iki tarafı da tacir sıfatına sahipse uyuşmazlık ticari bir nitelik kazanacağından dolayı asliye ticaret mahkemeleri bakmakla görevli hale gelir.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi İle İlgili Yargıtay Kararları
Karar1 (Yargıtay 23. H.D. 2016/5977 E. 2019/3492 K.) :

“Mahkemece iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre davacının da maliki olduğu taşınmazın 6306 Sayılı Yasa kapsamında bulunması nedeniyle üzerinde bulunan binanın yıkılmak suretiyle arsa vasfını kazandığı bu bağlamda kat mülkiyetinin kendiliğinden yasa gereğince sona erdiği, hissedarların almış olduğu karar gereğince davalı şirket ile arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yaptıkları sözleşmede tarafların haklarının güvence altına alınması için yeterli teminatın mevcut olduğu davacı tarafın inşaatı üstlenen davalı şirketin üstlendiği işi yapması için yeterli olmadığı yönündeki iddialarının soyut iddia şeklinde olduğu gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 10.09.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.”

Karar 2 (Yargıtay 23. H.D. 2016/7423 E. 2019/2400 K.) :

“Dava, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.
TMK’nın 692. maddesince; paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi veya tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması oybirliğiyle aksi kararlaştırılmadıkça, bütün paydaşların kabulüne bağlıdır. Sözleşme konusu taşınmaz üzerine arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapılabilmesi ve sözleşmenin paydaşları ve yükleniciyi bağlayıcı olması için tüm paydaşlarca veya yetkili temsilcilerince sözleşmenin imzalanmış olması veya yapılan sözleşmeye “onay” verilmesi zorunludur.
Somut olayda, davacı arsa sahibi ile davalı yüklenici kooperatif arasında düzenlenen 14.07.1999 tarihli arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi, parselin tüm paydaşlarının katılımı sağlanmadığından geçersizdir. Geçersiz sözleşmenin ifası istenemeyeceğinden taraflar birbirlerine verdiklerini TBK’nın 77. maddesine dayanarak sebepsiz zenginleşme kurallarına göre talep edebilirler. mahkemece, davacının talebi olması halinde sözleşmeye konu davalı yükleniciye devrettiği hisselerinin iadesine, mümkün olmadığı takdirde hisselerin güncel değerinin arsa sahibine verilmesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.