SOSYAL MEDYA SUÇLARI

sosyal medya cezaları

Sosyal medya suçları son zamanlarda bir hayli artış gösterdi. Bundan çok değil çeyrek asır önce hayatımızda yer almayan internet ve onun getirdiği dönüşüm sonucunda insan ilişkilerinde yeni bir boyut kazandıran sosyal medya mecralarında karşılaştığınız sosyal medya suçları hakkında sıkça sorulan sorulara bu makalemizde cevap vermeye çalıştık. Sosyal medya suçları arasında en yaygınlardan biri olan hakaret suçu hakkında bilgiye bu konudaki makalemizden ulaşabilirsiniz.

Sosyal medya küfür cezası ne kadardır?

Hakaret suçunun cezası üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasıdır. Hakaret suçu eğer haksız fiile tepki olarak işlenmişse örneğin WhatsApp üzerinden sizi tanıdığını ve özel fotoğraflarının elinde bulunduğunu söyleyerek sizden maddi çıkar elde etmeye çalışan birine karşı yine bu platformdan yazılan küfür, hakaret içerikli mesajlar Türk Ceza Kanunu m.129 uyarınca verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi ceza da verilmeyebilir. Aynı zamanda hakaret suçu gibi suçlar karşılıklı olarak işlenirse olayın durumuna göre iki tarafa da veya tek tarafa ceza verilebilir veya her iki tarafa da ceza verilmeyebilir.

Dini içerikli gönderimin altına ağza alınmayacak küfürler edilerek mensup olduğum dine hakaretler edildi. Bu durumda ne yapabilirim?

Dine hakaret veya mensup olunan dine ilişkin kutsal sayılan bir varlığa hakaret edilmesi hakaret suçu kapsamında kabul edilmemiştir. Ancak bu durum Türk Ceza Kanunu m.216’da

-Halkın sosyal sınıf, ırk, dün, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

– Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

-Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Eğer hakaret, küfür içeren mesaj Instagram, Facebook, Twitter üzerinden gönderilmişse bu kişiden şikayetçi olunabilmesi için bu durumun kanıtlanması gereklidir. Bunun içinde mesajın olduğu ekranın görüntüsünün kaydedilip çıktısının alınması gereklidir. Bu durumlarda bilişim suçlarına bakan savcılar tarafından soruşturmalar yapılacaktır.

Birisi iznim olmadan gizlice çektiği görüntülerimi Twitter, Instagram, Facebook gibi sitelerde yayınlamış. Ne yapmam gerekir?

Eğer paylaşılan bu görüntüler kişinin özel hayatına ilişkin bir görüntülerse Türk Ceza Kanunu m.134’te yer alan Kişilerin Özel Hayatının Gizliliğinin İhlal eden kişiye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur denmektedir. Ayrıca özel hayatın gizliliğinin ihlali görüntü ve seslerin kayda alınması yoluyla ihlal edilirse verilecek ceza bir kat arttırılır. Bu durumda bu suçun nitelikli halidir yani daha fazla ceza verilmesi durumudur.

Tarafıma YouTube yorumlar kısmında hakaret, küfür içerikli mesajları atan kişinin 18 yaşından küçük olduğunu öğrendim. Bu durumda ne yapılabilir?

Yaş küçüklüğü dikkate alınarak çocukların cezai ehliyeti üç gruba ayrılmıştır.

  • On iki Yaşından Küçük Çocukların Cezai Ehliyeti: Bu yaşın altındaki çocukların kati surette cezai ehliyeti ve sorumluluğu yoktur. Kusur yeteneğinden yoksun kabul edilen bu çocuklar için ceza davası açılamaz.
  • On İki İle On Beş Yaş Aralığındaki Çocukların Cezai Ehliyeti: On iki ile on beş yaş grubunda olup da işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya davranışlarını yönlendirme yeteneği yeterince gelişmeyen çocukların da cezai sorumluluğu yoktur.

Ayrıca 12-15 yaş grubunda olup da işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama veya davranışlarını kontrol becerisi gelişmiş çocukların cezai sorumluluğu vardır. Eğer 12-15 yaş aralığında olan bu çocuk yaptığı eylemlerin sonuçlarını anlayacak olgunlukta ise erginler gibi cezalandırılmaz. Cezai ehliyeti bulunan çocuklar için ceza indirimleri mevcuttur. Bunların ayrıntılarına TCK m. 31/2’den bakabilirsiniz.

  • On Beş İle On Sekiz Yaş Aralığındaki Çocukların Cezai Ehliyeti: Bu yaş grubundaki çocukların cezai ehliyeti tamdır fakat yaş küçüklüğünden dolayı birtakım ceza indirimleri söz konusudur. Bunların ayrıntılarına TCK m.31/3’ten bakabilirsiniz.

Görüldüğü üzere eğer size karşı suç işleyen çocuğun bulunduğu yaş grubu tespiti edilirse yukarıdaki kanuni sınırlar dahilinde hakkınızı arayabilirsiniz.

Sosyal Medyada İşlenen Suçlar İçerisindeki Hakaret, küfür ettim. Fakat hakaret ettiğim kişinin kim olduğunu açık açık ifade etmekten sakındım. Yine de suçlu olur muyum?

Bu konuya ilişkin TCK m.126’da ‘ Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat, üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğu anlaşılıyorsa bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.’ denmektedir. Bu duruma ilişkin Twitter’ dan atılan tweetlerde siyasetçilere yönelik yapılan ağır hakaretler, sinkaflı küfürlerden dolayı bir çok kullanıcıya tazminat davaları açılmakta hatta hapis cezasına hüküm verilmektedir.

Aklınıza takılan diğer sorularınızın cevapları için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

SOSYAL MEDYADAN TEHDİTİN CEZASI

sosyal medyada hakaret

Bu makalemizde son zamanlarda çokça soru aldığımız. sanal dünyanın görünmez olduğuna inanan kişilerce işlenen hakaret ve tehdit suçlarını inceledik. Bu tip suçları işleyenler tespit edildiğinde tabiri caizse süt dökmüş kediye dönmekte el pençe af dilemektedir. Unutmayalım ki internette yapılan her şeyin kayıtları tutulmakta ve istenildiğinde hepsine ulaşılabilme imkanı vardır.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte sanal dünya diye tabir edilen mecralarda, insanlar gerçek hayatta karşılaşıp sohbet etme edebilme, direkt iletişime geçebilme imkanı olmayan herkesi tek bir çatı altına toplamakta ve bir kamuoyu oluşturabilme yetisine sahiptir. Günlük hayatta kimse durup dururken yanınıza gelip burnun çok kötü veya Hobbitlere benziyorsun diyemez. Fakat insanlar ekranların karşısında yürek yemiş gibi akıllarından geçen her şeyi pervasızca hiçbir yaptırıma tabi olmadığını düşünerek söylemeye ya da tehdit savurmaya devam ediyor. Artık birçok insan da kanıksamış olacak ki bu suçlara karşılık hiçbir şey yapmamakta veyahut hukuki haklarını kullansa da bir sonuç alamayacağını düşünmektedir. Oysa ki kanunlarımızda hakaret ve tehdit suçunun bir yaptırımı vardır ve sosyal medya yoluyla bu suçların işlenmesi yaptırım sonucunu değiştirmemektedir. Sosyal medyada işlenen diğer suçlar ile ilgili detaylı bilgiye Sosyal Medya Suçları makalesinden ulaşabilirsiniz.

Sosyal Medyada İşlenen Hakaret ve Tehdit Suçu

Hakaret suçu Türk Ceza Kanunun da ‘Şerefe karşı suçlar’ arasında yer almaktadır. Türk Ceza Kanunu m.125/1’de hakaret ‘Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat edilmesi veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırılmasıdır.’ denilmektedir. Ayrıca kanunun devamında 125/2’de ‘Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.’ denilerek sesli, görüntülü, yazılı olarak gönderilen iletilerde hakaret suçunun kapsamları arasında sayılmıştır. Ayrıca kanunun devamında 125/4’de ‘Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.’ denmektedir yani hakaretin aleni işlenmesi cezayı arttıran hallerdendir.

Kanun maddesinde yer alan onur, şeref ve saygınlığın rencide edilmesinden kasıt mağdur kişiyi başkalarının önünde küçük düşürmektir. Yani mağdurun gerçekten onur, saygınlık ve şerefini küçük düşürücü fiilin ülkenin örf ve geleneklerine göre belirlenmesidir. Kişinin kendisine sarf edilen söze karşı aşırı hassasiyet göstermesi de bu suçun oluştuğu anlamına gelmez. Örneğin Yargıtay daha önce vermiş olduğu kararlarda toplum önünde tanınan siyasetçi, iş insanı, sporcu, sanatçı gibi kişilerin eleştirilerde daha toleranslı olması gerektiği yönünde kararlar vermiştir.

E-posta, görüntülü konuşma (Facetime gibi), anlık mesajlaşma (SMS, WhatsApp gibi) yollarla yapılan hakaretlerde kanun kapsamında yer almaktadır.

Sosyal Medyadan Tehditin Cezası

Tehdit suçu Türk Ceza Kanun m.106’da düzenlenmektedir ve altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ayrıca tehdit eğer vücut veya cinsel dokunulmazlığa yönelikse suç resen soruşturulacaktır. Resen soruşturmada kolluk kuvvetleri görevli olarak gerekli araştırmaları yapacaktır. Örneğin ergin olmayanlara karşı internet üzerinden yapılan tehditler sonucu maddi çıkar elde edilmesi. Eğer kişiye tehditte maddi zarar verileceği söyleniyorsa (örneğin ‘senin evini başına yıkacağım’) bu durumda suç sadece şikayet durumunda soruşturulur.

Kişiler çoğunlukla internet yoluyla yapılan hakaret ve tehdit suçlarında ispatın çok zor olduğunu düşünmektedir. Aynı zamanda yapılan yorumların, gönderilen mesajların anında silinmesiyle ortada delil kalmadığını düşünmektedirler. Oysa EGM suç konusu paylaşımların hangi bilgisayardan gönderildiğini tespit edilmektedir. Bu işlemde profesyonel polisler titizlikle çalışmakta ve neticeye ulaşmaktadırlar.

Sizde sosyal medyadan hakaret, tehdit gibi suçlarla karşı karşıyaysanız uzman bir avukattan yardım almanızı tavsiye ederim.

TAM YARGI DAVASI

Tam Yargı Davası Nedir?

Tam yargı davası, Anayasa’nın 125. maddesinde düzenlenen devletin mali sorumluluğu ilkesi doğrultusunda ortaya çıkmıştır. İptal davası ile çözümün mümkün olmadığı hak ihlallerinde gündeme gelir. Bu yazımızda tam yargı davası hakkında sorulan sorulara cevap verdik. Bu konu hakkındaki sorularınızı en alttaki form aracılığı ile bize iletebilirsiniz.

Tam Yargı Davası Nedir?

Tam yargı davası; idarenin kendi eylem ve işlemleri sebebiyle ortaya çıkan zararın tazmini için açılan bir davadır. Türk İdare Hukuku’nda tam yargı davası, tazminat davası şeklinde de isimlendirilmektedir. Zira Danıştay’ın tam yargı davasına yaklaşımı bu şekildedir. Dahası, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun bazı maddelerinde tazminat davası ifadesi vardır. Tam yargı davalarında hakim, idarenin işleminin ya da eyleminin hukuka aykırılını tespit eder. Bu çalışmayı da tarafların durumlarını dikkate alarak yapar.

Tam Yargı Davasının Özellikleri

Davacı, dava dilekçesinde talep ettiği tazminat miktarını net bir şekilde ve Türk Lirası cinsinden belirtmelidir. Ancak mevzuattaki son değişikliklere göre kanun koyucu tam yargı davalarında nihai karara kadar dava dilekçesinde belirtilen miktarın 1 defaya özgü olarak arttırılabilmesi imkanını davacıya sağlamıştır.

Tam yargı davaları, iptal davalarından farklıdır. Yani tam yargı davaları yalnızca idari işlemlerden açılmaz. İdari eylemlerden ve idari sözleşmelerden dolayı da açılabilmektedir. Ayıca tam yargı davalarında davacının kişisel ve doğrudan hak ihlaline uğraması gerektiği kabul edilmiştir. Oysa iptal davalarında menfaat ihlali önkoşulu yeterlidir.

Tam yargı davaları, davacının ihlal edilen hakkını korur. İptal davaları ise hukuk düzeninin korunması için vardır.

Tam Yargı Davası Açma Sebepleri Nelerdir?

1-Hizmet Kusuru: İdarenin görev alanına giren eğitim, sağlık gibi hizmetlerin faaliyeti sırasında bu hizmetlerin tam yapılmaması, zamanında yapılmaması veya hiç yapılmaması idarenin kusurudur. Oluşan bu kusurdan idarenin sorumlu olabilmesi için oluşan zararla idari eylem arasında nedensellik bağı olmalı. Örneğin gece sokakta yürümekte olan bir kişinin rögar kapağının değiştirilmek için çıkarıldıktan sonra yenisinin takılmaması ve herhangi bir uyarı tabelası konulmaması sonucunda içine düşmesi durumu.

2-İdarenin Kusursuz Sorumluluk Halleri: İdare yalnızca kamu hizmetleri sırasında meydana gelen zararlardan değil aynı zamanda bazı kusursuz sorumluluk hallerinden de sorumludur. Bunlara örnek olarak en çok sosyal risk örnek verilebilir. Örneğin yağmur yağması sonucunda şehir merkezindeki alt yapının yetersiz olması sonucunda evleri su basması. İdare tarafından yapılan işlemi durdurmak için örneği haksız ecrimisil tahakkuk ettirildiğinde açılacak dava idari işlemin iptali davasıdır.

Tam Yargı Davası Açma Süresi Kaç Gündür?

Türk İdare Hukukunda tam yargı davası açmak için baz alınan süre, idarenin zarara yol açan işleminin veya eyleminin oluşturduğu zararın net olarak öğrenildiği tarihtir.

  • İdari eylemler sebebiyle;İdarenin eylemlerinden ötürü hak ihlaline uğrayanlar, dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı olarak bildirmeli ya da farklı şekilde öğrendikleri tarihten itibaren 1 yıl ve her halükarda beş yıl içinde ilgili idareye başvurmak suretiyle haklarının yerine getirilmesini talep etmesi gerekmektedir. İdarenin bu talebi kısmen ya da tamamen reddi mümkündür. Bu ret işlemin ilgiliye tebliğini izleyen günden itibaren 60 gün içinde ilgili dava yoluna başvurmalıdır. Şayet idare, ilgilinin talebi hakkında 60 gün içinde cevap vermemiş olabilir. Bu durumda söz konusu sürenin bittiği tarihte istek reddedilmiş sayılacaktır. Talebin reddedilmiş sayılmasından itibaren 60 günlük süre içinde tam yargı davası açılabilmektedir.
  • İdari işlemler sebebiyle; Genel olarak dava açma süresi, idari işlemin tebliğinden itibaren 60 gündür. Bu süre vergi mahkemelerinde ise 30 gündür. Ancak bazı durumlarda idari işlemin niteliği gereği özel yasalarda dava açma süreleri düzenlenmiştir. Bu gibi durumlarda idare tarafından yapılan işlemlerde özel dava açma süresi açık bir şekilde gösterilmelidir. Bazı durumlarda ise idari işleme karşı üst makamlara başvurma hali oluşur. Hak kaybına uğrayanlar dava açmadan önce, tam yargı davasına konu edilecek işlemin kaldırılmasını, geri alınmasını, değiştirilmesini ya da tamamen yeni bir işlem yapılmasını bir üst makamdan, üst makam yoksa bizzat işlemi yapmış olan makamdan 60 gün içinde istemelidir. Bu başvuru, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur niteliktedir. 60 gün içinde idare bir cevap vermezse istek reddedilmiş sayılır. Bu durumda ise dava açma süresi tekrardan işlemeye başlar.
  • Önce iptal davası açılması halinde; Hak kaybına uğrayanların bir iptal davası açması ve bu davanın karara bağlanması halinde kararın ya da kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği ile ilgili 60 günlük süre içinde tam yargı davasını açabilmektedir.

Devlete, Belediyeye (İdareye) Karşı Tazminat Davasında Yetkili ve Görevli Mahkeme

Yetkili Mahkeme: İdari sözleşmeyi yapan idarenin bulunduğu yerdeki idare mahkemesi yetkilidir.

Görevli Mahkeme: Aksine özel kanunlarda yer verilmediği sürece idare mahkemeleri görevlidir. Fakat Danıştay Kanununda yer alan aşağıdaki hallerde ilk derece mahkemesi olarak Danıştay görevlidir. Bunlar;

-Cumhurbaşkanı kararları,

-Cumhurbaşkanınca çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri dışındaki düzenleyici işlemler,

-Bakanlıklar ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemler,

-Danıştay İdari Dairesince veya İdari İşler Kurulunca verilen kararlar üzerine uygulanan eylem ve işlemler,

-Birden çok idare veya vergi mahkemesinin yetki alanına giren işlere,

Karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülmeyen kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan idari davaları Danıştay karara bağlar.

Devlete, Belediyeye İdareye Karşı Tazminat Davası Ne Zamana Kadar Açılabilir?

Tam yargı davası açabilmek için zarara yol açan işlemin, eylemin veya zararın ne olduğunun tam olarak öğrenildiği tarih önemlidir. itibaren başlayarak;

İdarenin eylemleri sebebiyle idari yargıda dava açabilmek için; hakkı ihlal edilen kişilerin bu eylemleri yazılı bir bildirimle eylemi öğrendikleri tarihten itibaren 1 yıl içinde ve her halde eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren 5 yıl içinde eylemi gerçekleştiren idareye başvurması gereklidir. Daha sonra idarenin başvuru konusunun reddine karar vermesiyle birlikte kararının tebliğ gününden sonraki günden itibaren tam yargı davası açmak için 60 gün süresi vardır. Eğer idare 60 gün içerisinde yapılan başvuruya cevap vermezse 60 gün sonunda reddedilmiş sayılır. Reddedilmiş sayıldığı tarihten itibaren ikinci 60 günlük dava açma süresi başlayacaktır.

Ayrıca bu duruma istisna olarak kanunda eğer tam yargı davası idari yargı dışında başka bir yargı yolunda yani adli yargıda açıldıysa ve görev yönünden reddedilirse daha sonra idareye başvuruda ön şart olan önce idareye başvurma şartı aranmamaktadır.

İptal Ve Tam Yargı Davası Birlikte Açılabilir Mi?

Tam yargı davaları, bir zararın tazmin edilmesi istemine dayanıyorsa iptal davası ile birlikte açılabilir. Buna karşın ilgili, iptal davasının kesinleşmesinden sonra da bağımsız bir dava olarak açabilmektedir.

Tam Yargı Davalarında İdareye Başvuru Zorunluluğu Var Mıdır?

İdareye başvuru yapılmaksızın tam yargı davası açılamaz. Hakkı ihlal edilen kişi, önce idareye başvuru yapmalıdır. Ancak bu başvuruya idare ret yanıtı verebilir. Ret kararının kendisine tebliğini izleyen günden itibaren 60 gün içinde dava tam yargı davası açabilir.

Tam Yargı Davası Çeşitleri Nelerdir ?

İdare hukukunda tam yargı davalarının alametifarikası, hukuk devleti ilkesi gereği idarenin hukuka aykırı eylemlerinin bir müeyyide ile sonuçlanmasıdır. İdarenin işlem ve eylemleri, kişilerin mallarına ya da parasal değerlerine verdiği zararların farklı şekillerde tezahür etmesine bağlı olarak tam yargı davaları da farklılık göstermektedir. Nitekim tam yargı davaları; tazminat davası niteliğinde, istirdat davası niteliğinde, vergi davası niteliğinde açılabilmektedir. Vergi mahkemesinde açılan davalar bazen iptal davası ile karışmaktadır.

İdari işlemler sebebiyle idari yargıda tam yargı davası açabilmek için; idari işlemin tebliğ tarihinden itibaren idare mahkemelerinde 60 gün, vergi mahkemelerinde 30 gün içinde açılmalıdır. Bu süre şartları zamanaşımı süresi değil, hak düşürücü süre niteliğindedir. Kural olarak tüm idari işlemlere karşı tam yargı davası açılırken bu süreler dikkate alınmalıdır.

DOKTOR HATASI TAZMİNAT DAVASI

doktor hatası tazminat miktarı

Ülkemizde birçok insan tedavi gördüğü sırada doktor hatası sonucunda oluşan zararlara karşı ne yapılacağını bilmemekte veya oluşan zararların tazmini konusunda karamsar davranmaktadır. Bizde bu makalemizde tıbbi uygulama hatalarından doğan sorumluluk ya da yaygın kullanımıyla doktor hatalarına karşı zarar gören hastaların; ne yapması gerektiği, nerede ve hangi zaman zarfında dava açması gerektiğinden bahsetmeye çalıştık.

Hukuken hiç kimse bir başkasının vücut bütünlüğüne müdahale edemez ve kişinin üzerinde herhangi bir değişikliğe yol açacak davranışta bulunamaz. Bu durumun istisnası hekimlerin tıbbi müdahaleleridir. Hekimler tarafından yapılan her işlem risk barındırır. Bazen tüm önlemler alınmış gerekli tüm özen gösterilse dahi istenmeyen sonuçlar meydana gelebilmektedir. Bunlara tıptaki karşılığıyla komplikasyon denmektedir. Hekim eğer gerçekleşen komplikasyona zamanında müdahale etmez veya hemen gerekli tedbirleri almazsa komplikasyon değil malpraktis olur. Bu durum dışındaki olaylarda müdahalede bulunan hekimin sorumluluğu yoktur.

Eğer iş kazası nedeniyle hastanede tedavi görüyorsanız, bu konudaki makalemize göz atmanız yararınıza olacaktır. Eğer ki tedavi görmenize sebep olan olay bir trafik kazası ise buna ilişkin detaylı bilgiye de trafik kazası tazminat davası kısmından ulaşabilirsiniz.

Doktor Hatası Tazminat Türleri

Hekimlerin tabi oldukları sorumluluklar; cezai, idari ve mesleki sorumluluk olmak üzere üçe ayrılır.

Hekim veya diğer başka bir sağlık çalışanının hukuka aykırı eylemleri suç olarak tanımlanır. Bunun sonucunda ise cezai sorumluluk ortaya çıkacaktır. Hukuka uygunluk sebepleri arasında yer alan ‘ilgilinin rızası’ yani hastanın rızası sonucunda hekim tarafından yapılan tıbbi müdahaleler cezai sorumluluk kapsamında yer almaz. Eğer hekimin müdahalesi vahim hatalar, kast veya taksirle zarar meydana gelmişse cezai sorumluluk ortaya çıkacaktır.

Devlete ait kurumlarda (Aile sağlığı merkezleri ve devlet hastaneleri gibi.) çalışan hekimler idareye karşı sorumludurlar. Hekimin müdahaleleri sonucu oluşan sorumlulukta devlet yani idarede hekimle birlikte sorumludur. Tüm kamu görevlilerinin sorumluluğunda olduğu gibi doktor hataları sonucunda dava idareye karşı açılacaktır. İdarenin ödediği bedeli ilgili hekime rücu etme hakkı bulunmaktadır. Yargılama sonucunda idare tazminata mahkum edildiyse, idare bu tazminatı ilgili hekimden rücu davası yoluyla tahsil edebilecektir. İdareye karşı tam yargı davası açmadan önce bilmeniz gereken tüm hususları konu ile ilgili kaleme alınmış makalemizi okuyarak edinebilirsiniz.

Hekimler her zaman hastaya zarar vermeme, hastayı tüm aşamalarda bilgilendirme, her türlü ayrımcılıktan kaçınma, hasta rızası olmadan işlem yapmama ve hasta mahremiyeti gibi kurallara uyma zorunluluğu bulunmaktadır. Hasta mahremiyeti kapsamında özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun oluşması söz konusu olabilir.

Hekim ile Hasta Arasında Bulunan İlişki

Öncelikle değinmemiz gereken konu, hasta ile hekim arasında kurulan ilişkinin hukuki niteliğidir. Genel olarak hekim ile hasta arasında kurulan ilişki hukuken vekalet ilişkisi olarak bilinmektedir. Ancak bazı durumlarda bu ilişki vekaletsiz iş görme veya eser sözleşmesi olarak da ortaya çıkabilmektedir.

Hekim ile hasta arasında kurulan sözleşmede, hekimin ve hastanın bir çok borcu bulunmaktadır. Öncelikle hastanın borçlarına değinecek olursak bunlar; hekimin sözleşmeden doğan ücretini ödemek, hekimin sorduğu sorulara doğru yanıt vermek ve tedaviyi olumsuz etkileyecek davranışlardan kaçınmaktır.

Hekimin sözleşmeden kaynaklı asıl borcu hastalık ile ilgili tanı koyarak tedavi etmektir. Ancak bunun dışında hekimin; hastayı bilgilendirme, onam alma, hasta kayıtlarını tutma, sır saklama, sadakat ve özen gösterme borcu gibi yan borçları da bulunmaktadır. Onam almanın anlamı; hastalığın teşhisi, hastalığın tedavisi için uygulanacak yöntemi ve tedavi risklerinin evrak halinde hastaya beyan edilmesidir.

Doktor Hatası Tazminat Şartları

Hekim ile hasta arasında bulunan hukuki ilişkinin genelde sözleşme niteliğinde olduğunu belirttik. Bunun dışında hekimin sorumluluğu dolayısıyla doktor hatası nedeniyle tazminat bazı durumlarda haksız fiil sorumluluğuna bazı durumlarda ise vekaletsiz iş görmeye de dayanabilmektedir. Biz bu makalemizde yalnızca uygulamada sıkça karşılaşılan, hekimin vekalet sözleşmesinden doğan sorumluluğunu inceleyeceğiz. Hekimin sözleşmeden doğan borçlarını yerine getirmemesi halinde sorumluluğu doğacaktır ancak bu sorumluluğun bazı şartları bulunmaktadır.

Doktor hatası nedeniyle hekimin sorumluluğunun doğabilmesi için; bir sözleşmenin varlığı, sözleşmenin ihlal edilmiş olması, ihlalde hekimin kusurunun olması, hastanın ihlal nedeniyle zarara uğramış olması ve zarar ile kusurlu fiil arasında illiyet yani nedensellik bağının olması şarttır.

Sözleşmenin ihlal edilmiş olması, hekimin sözleşmeden doğan borçlarını yerine getirmemiş olmasını ifade eder. Doktorun asli borcu hastalık tanısı koymak ve tedavi etmektir. Hastalık tanısı koymada özen göstermeyen, gerekli araştırmaları yapmayan, mesleki eksikliği nedeniyle araştırmaları yanlış yorumlayan, mesleki acemilik gibi nedenlerden ötürü bu borcu ihlal etmesi hukuki sorumluluğunun doğmasına sebebiyet verebilir.

Sözleşmeyi ihlal eden davranışta hekimin kusurunun bulunması gerekmektedir. Bu kusur kast veya ihmal sonucu ortaya çıkabilir. Gerekli özeni göstermemesi ihmalini doğururken, bilerek ve isteyerek sözleşmeyi ihlal etmesi kastını doğurur.

Hekimin kusurlu olarak sözleşmeyi ihlal etmiş olmasından dolayı hastanın zarar görmüş olması gerekmektedir.

Hastanın gördüğü zarar ile hekimin davranışı arasında illiyet bağının yani nedensellik bağının var olması bir diğer şarttır.

Doktor Hatası Tazminat Kapsamı

Doktor hatası nedeniyle tıbbi müdahaleden zarar gören kişi, ilk olarak doğan zararın telafisi için gördüğü ek tedavinin masraflarını talep edebilir. Kişinin yanlış müdahale sonucu uğradığı kazanç kaybı ve yanlış müdahalenin ekonomik geleceğini sarsması durumları söz konusu ise bu zararların da tazmini gerekmektedir.

Hekimin müdahalesi sonucu hastada psikolojik travma, üzüntü, fiziksel acı meydana gelebilmektedir. Hakim tarafından, hastanın bu zararlarının tespit edilmesi ve bu zararların bir nebze olsun giderilmesi için manevi tazminata karar verilmesi gerekmektedir. Manevi tazminat miktarının mağdur hastayı tatmin edici olması gerekmektedir.

Doktor Hatası Sonucu Ölüm

Tazminat kural olarak zarar gören hastaya ödenmelidir. Ancak hastanın yaşamını yitirmesi durumunda, hastadan maddi ve manevi destek gören kişilere destekten yoksun kalma tazminatı ödenmektedir.

Doktor Hatası Tazminat Miktarı

Kişinin uğradığı maddi zararın hesaplanması yani tazminat hesaplama genelde bilirkişiler aracılığıyla yapılmaktadır. Ancak burada çalıştığınız avukatın büyük bir yükümlülüğü bulunmaktadır. O da açılacak olan dava türünün doğru seçilmesidir.

Manevi tazminatın hesaplanması ise maddi tazminatın aksine soyut durumlara bağlıdır. Bu nedenden ötürü başlı başına uzmanlık isteyen bir konudur. Sitemizde bulunan avukata sor hizmetinden yararlanarak konuyla ilgili tecrübeli, bilgili ve güncel mahkeme kararlarına hakim avukatımızla iletişime geçebilirsiniz.

Doktor Hatası Nedeniyle Tazminat Zamanaşımı Süresi

Tazminat talebinin dayandığı hukuki dayanağa göre zamanaşımı süreleri farklılık arz etmektedir.

Doktor ile hasta arasındaki hukuki ilişki vekalet sözleşmesine dayanıyorsa, bu durumda zamanaşımı süresi, zararın doğduğu tarihten itibaren 5 yıldır.

Doktor hatası nedeniyle talep edilecek tazminat eser sözleşmesinden kaynaklanıyorsa bu halde de zamanaşımı süresi 5 yıldır. Ancak bu durumda eğer ki hekimin kusuru ağır nitelikte ise zamanaşımı süresi 20 yıldır.

Tazminat talebi vekaletsiz iş görmeye dayanıyorsa, bu durumda zamanaşımı süresi 10 yıldır.

Eğer ki tazminat talebi haksız fiilden kaynaklanıyorsa, hastanın zararı öğrendiği tarihten itibaren 2 yıl ve herhalde haksız fiilin işlendiği tarihten itibaren 10 yıl içerisinde tazminat davasının açılması gerekmektedir. Ancak haksız fiil ayrıca suç teşkil ediyorsa ve Türk Ceza Kanunu bu suç için belirtilen zamanaşımı sürelerinden daha fazla bir zamanaşımı süresi öngörüyorsa, bu durumda Türk Ceza Kanunu’nda öngörülen zamanaşımı süreleri göz önüne alınacaktır.

BOŞANMADA MAL PAYLAŞIMI NASIL OLUR?

Katılma alacağı

Boşanmada mal paylaşımı nasıl olur? Boşanmadan sonra, evlilik birliği içerisinde edinilmiş olan malların nasıl paylaşılacağı önemli bir sorundur. Eşler genellikle evlenmeden önce herhangi bir mal rejimi sözleşmesi yapmazlar. Dolayısıyla yasal mal rejimine tabi olurlar. Eşler bu konuda seçimlik haklarının olduğunu da çoğu zaman bilmezler. Biz bu yazımızda günlük hayatta en sık karşılaşmış olduğumuz yasal mal rejimine dair, boşandıktan sonra mal paylaşımının ne şekilde olacağını inceleyeceğiz. Bu makalemizde sizlere bu süreç hakkında bilgi vermeye, merak ettiğiniz sorulara cevap vermeye çalıştık. Boşanma davası ve süreci hakkında daha fazla bilgiye boşanma avukatı sayfamızdan ulaşabilirsiniz. Boşanmada mal paylaşımına ilişkin sorularınızı aşağı kısımdaki formu doldurmak suretiyle bizlere iletebilirsiniz.

2002 Öncesi Evliliklerde Mal Paylaşımı Nasıl?

Öncelikle şu hususu belirtmekte fayda var: Giriş kısmındaki bahislerimiz, 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanununu ve sonrası dönem için geçerlidir. Daha öncesinde geçerli olan 743 Sayılı Kanun döneminde eşler arasındaki yasal mal rejimi, Mal Ayrılığı Rejimidir.
4721 sayılı TMK yürürlüğe girmesi ile birlikte Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi yasal mal rejimi haline gelmiştir.

Dolayısıyla, yeni Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar tabi oldukları mal rejimi devam edecektir. Yani, 01.01.2002 tarihinden önce evlenmiş olan eşler hakkında, başka bir mal rejimi seçilmemişse, evlilik tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimi uygulanacaktır. Eşler TMK yürürlük tarihi olan 01.01.2002 tarihinden itibaren 1 yıl içerişinde, başka bir mal rejimi seçmemişlerse, yasal mal rejimi kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olurlar. Yani, 01.01.2002 tarihinden tasfiye tarihine kadar yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi uygulanacaktır.

Mal Paylaşımı Nasıl Olur? (Katılma Alacağı)

Eşler evlenmeden önce herhangi bir mal rejimi sözleşmesi yapmamış olabilirler. Bu durumda, yasal olarak, edinilmiş mallara katılma rejimini kabul etmiş sayılırlar. Bu rejimde, evlilik süresince kazanılan mallar boşanmada mal paylaşımı ile birlikte eşler arasında eşit şekilde paylaştırılır.Edinilmiş mallara katılma rejimi boşanma kararı veya evliliğin iptali hallerinde sona erer. Bu sona ermeden itibaren, halihazırdaki mal varlıkları belirlenir.

Örneğin bir müteahhit ile ev hanımı eşini ele alalım. Evlendikleri tarihten boşandıkları tarihe kadar elde ettikleri tüm mal varlıkları sadece müteahhit kocanın değildir. Aynı zamanda ev hanımı eşinin de kabul edilir. Bunun nedeni eşler arasında iş bölümü yapıldığının düşünülmesidir. Eşlerin, hayat akışı gereği zorlukların üstesinden birlikte geldikleri kabul edilir.

Edinilmiş mallar, yani evlilik tarihinden itibaren elde edilen mal varlığı tespit edilir. Bundan sonra ise katılma alacağı tespit edilir. Katılma alacağının tespiti için öncelikle edinilmiş mallar ile kişisel mallar arasında hesap yapılır. Bu hesaba denkleştirme adı verilir. Eşlerin pasifleri, yani borçları varsa hesaptan çıkarılır. Sonrasında eşlerin aktifleri, yani alacakları varsa bu hesaba eklenir. Tüm bu işlemlerin sona ermesiyle ortaya çıkan değere artık değer denir. Bu değer, her iki taraf için de ayrı ayrı hesaplanmaktadır. Peki düğün takıları kime aittir, bu sorunuza ilgili yazımızda cevap bulabilirsiniz.

Boşanmada Mal Paylaşımı Yarı Yarıya Mı Olur?

Hesaplanan artık değer; eşlerden biri ister çalışıyor ister çalışmıyor olsun, sözleşmeyle aksi kararlaştırılmamışsa, ikiye eşit olarak bölünecektir. Bu husus, yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminin bir gereğidir. Bununla birlikte eşlerden birinin tüm borçları toplamı, sahip olunan edinilmiş mallarının değerinin üzerinde olabilir. Bu durumda, bu eş atık eksidedir. Bunun gereği olarak, kanunda belirtildiği üzere diğer eşin artık değere katılma alacağı yok kabul edilir.Katılma alacağı, alacağın kesinleştiği tarihten itibaren bir başkasına devredilebilir. Aynı zamanda katılma alacağı, miras yoluyla mirasçıların hesabına da geçebilmektedir.

Edinilmiş Mal Ne Demektir?

Edinilmiş mal, eşlerin evlilikle beraber başlayan ve karşılığını vererek elde ettiği mal varlığı değerleridir. Mal varlığı değerinin kazanılmış mal sayılabilmesi için bir emek karşılığında elde edilmiş olması ve mal rejiminin devamı sırasında edinilmiş olması gereklidir. Edinilmiş mallara şunlar örnek olarak verilebilir:

-Kişisel malların gelirleri. (evlilikten önce sahip olunan evin kirası gibi)

-Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminat, gelir. (meslek hastalığı tazminatı gibi)

-Çalışmalarının karşılığı olarak kazanılan ücretler.

Boşanmada Hangi Mallar Paylaşılmaz? (Kişisel Mallar)

Türk Medeni Kanununda aksine karar verilmemişse eşlerin tüm malları edinilmiş mal kabul edilir. Fakat buna istisnalar getirilmiştir. Bu istisnalar, TMK m. 220’de sınırlı olarak ifade edilmektedir. Kanunda öngörülen istisnalar şu şekildedir:

  • Eşlerin evlenmeden önceki yani edinilmiş mallara katılma rejimi başlamadan önce sahip oldukları her türlü mal.
  • Eşlerin kişisel eşyaları yani örneğin cüzdanı, çantası, kol saati, ziynet eşyaları.
  • Eşlerden birine miras yoluyla geçmiş olan mal varlıkları
  • Manevi tazminat alacağı. Örneğin kendisine sosyal medya aracılığıyla hakaret suçu işlenen eşlerden birinin kazandığı tazminat.
  • Karşılıksız kazanma yoluyla kazanılan mal varlıkları. Örneğin bir alışveriş merkezinin yaptığı çekilişte araba kazanılması.
  • SGK tarafından yapılan ödemeler. Örneğin iş kaybından dolayı kurumca yapılan ödemeler. (sürekli iş göremezlik geliri gibi)

Ayrıca, kanunun saymış olduğu istisnalar dışında, eşler sözleşme ile aralarında kişisel mal olarak belirlenecek eşyaları tespit edebilmektedirler. Bazı durumlar içinse sözleşmeye dahi gerek yoktur. Örneğin evlenmeden önce doktor olarak muayenehanesi olan eşin muayenehanesinde bulunan tüm aletler, mesela ultrason cihazı, zaten kişisel mal kabul edildiğinden bunlar için ekstra sözleşmeye ihtiyaç yoktur.

Bir diğer önemli husus şudur ki, eşlerin kişisel mallarının gelirleri edinilmiş mal kabul edilmektedir. Fakat taraflar isterlerse aralarında yapacakları sözleşme ile bu gelirlerin kişisel mal olarak kabul edilmesine karar verme yetkisine de sahiptirler.

Anlaşmalı ve Çekişmeli Boşanmada Mal Paylaşımı Nasıl Olur?

Mal paylaşımı konusunda evliliğin nasıl sona erdiğinin bir önemi yoktur. Evlilik ister çekişmeli olarak ister anlaşmalı olarak sona ersin; mal paylaşımı konusunda uygulanacak TMK hükümleri yine aynıdır. Kanun koyucu burada evliliğin bitme şekline önem atfetmemiştir.

Bununla birlikte, eşler anlaşmalı boşanmada mal paylaşımına ilişkin, kanunun izin verdiği ölçüde, esaslar belirleyebilecektir. Örneğin uygulamada, değer artış payından feragat anlaşmalı boşanma protokolü kapsamında da düzenlenebilmektedir. Bunun dışında malların ne şekilde paylaşılacağı konusunda eşler aralarında mutabık kalabilirler. Fakat dikkat etmek gerekir ki tüm bunlar eşlerin aralarında mal paylaşımına ilişkin bir sözleşme akit etmelerinin sonucudur. Yoksa konun boşanma konusunda ikili bir ayrıma gitmemiştir.

Mal Rejimi Davası Nedir?

Mal rejimi davalarının çeşitleri mevcuttur. Bu davalar; olağanüstü mal rejimine geçiş davası, artık değere katılma alacağı davası, değer artış payı alacağı davası ve katkı payı alacağı davası şeklindedir.

Olağanüstü mal rejimine geçiş davası, bir alacak davası değildir. Eşler arasındaki mevcut mal rejimini, hakim kararı ile, mal ayrılığı rejimine dönüştürmeyi hedefleyen bir davadır. Diğer üç dava türü ise; kişisel hakka dayalı alacağın tahsilini amaçlamaktadır.

Mal Paylaşımı Davası Zamanaşımı Süresi Ne Kadar?

Katılma alacağı davalarında zamanaşımı süresi boşanma davasının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl ile sınırlıdır. 10 yıl içinde mal paylaşımı davası açmayan tarafın bu hakkı zamanaşımına uğrayacaktır. Bu saatten sonra dava açılarak hak talep edilemeyecektir.

Mal Paylaşımı Davasında Yetkili ve Görevli Mahkeme Neresidir?

Katılma alacağına dayanan mal paylaşımı davasına bakmakla görevli mahkeme aile mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise TMK m.214′ e göre belirlenecektir.

-Eşlerden birinin ölümü nedeniyle mal rejimi sona ermiş ise; ölenin son ikametgahı mahkemesi; katılma, katkı payı ve değer artış payı alacağı davasına bakmakla yetkilidir.

-Evlilik mahkemenin boşanma kararı ile sona ermişse veya devam eden bir boşanma davası varsa; boşanma davasına bakmaya yetkili olan mahkeme mal rejiminin tasfiyesini yapmakla da yetkilidir.

-Yukarıdaki iki hal dışındaki diğer tüm hallerde davalı eşin ikametgahının bulunduğu yer mahkemesi, mal paylaşımı davasına bakmakla yetkilidir.

Boşanmada Aile Konutunun Paylaşımı Nasıl Olur?

Eşlerin boşanmadan önce oturmuş oldukları ev, ortak bir katkı ile alınmışsa, paylaşımı noktasında yine eşit olarak taraflara verilecektir. Yani ev satılarak emsal değeri taraflar arasında paylaşılacaktır. Bununla birlikte, aksi taraflar arasında kararlaştırılabileceği gibi, mahkeme tarafından yoksul durumdaki eş veya çocukların durumu da gözetilerek bir karar verilebilir.

Örneğin; kişisel mal niteliğindeki bir arsada, evlendikten sonra arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapılabilir. Bu sözleşme neticesinde elde edilen daire, bu kapsamda kişisel maldır. Yani paylaşımı söz konusu değildir. Yine aynı şekilde üstsoydan miras kalan para ile alınan ev ikame değer olarak kişisel mal sayılacağından paylaşımı söz konusu olmayacaktır.

Eşin boşanmadan sonra katkı payı alacağını istemesi söz konusu olabilecektir. Bu noktada, eşlerden birinin emeğini ortaya koyması da katkı sayılacaktır. Örneğin; eşinin malik olduğu arsaya yaptığı inşaatta çalışmasında rol alan eş emek ortaya koymuştur ve katkı payı alacağını diğer eşten talep edebilecektir. Bununla birlikte eşin ev işlerine, çocuklara harcadığı emek katkı kabul edilmez. Dolayısıyla bu gerekçe gösterilerek evden katkı payı istenemez. Aynı şekilde eş, ev alımında arabasını satarak, ziynet eşyalarını vererek vs. katkıda bulunabilir. Boşanmada bu katkılarını talep edebilir.

Boşanmada Mal Kaçırma Durumunda Ne Olur?

Eşler, boşanmadan önce kötü niyetle hareket edip diğer eşin katılma alacağını azaltmak amacıyla mal kaçırma işlemine girişebilir. İşte bu sebeple kanun koyucu, bu durumda diğer eşi korumak adına TMK m. 229 hükmünü getirmiştir. Bu tip bir mal kaçırma eylemi söz konusuysa; bu işlemlere konu olan malvarlığı değerleri, söz konusu işlem hiç yapılmamış gibi tasfiye hesabına eklenecektir. Böylelikle kötü niyetli eylem savuşturulmuş olacaktır.

Yargıtay, bu konuda, uygulamaya içtihatlarıyla farklı bir yön vermiş durumdadır. Özellikle üçüncü kişilere devredilen malvarlıkları, eklenecek değerlerin ispatı ve eklenecek değerlere konu malvarlıklarının değer tespiti konularında Yargıtay tarafından ortaya konulmuş içtihatlar büyük önem arz etmektedir. Zira Kanunda yer almayan bazı durumlar, bu içtihatlar sayesinde çözüme kavuşturulmaktadır. Yine aynı şekilde Kanun maddelerinin de bu hususta Yargıtay tarafından farklı şekillerde yorumlandığını görmekteyiz.

Boşanmadan Önce Satılan Ev, Araba, Mallar Hakkında Yargıtay Kararları

“…Tasfiyeye konu her iki taşınmazın da, boşanma dava tarihinden yaklaşık 5,5 ay önce 15.11.2011 tarihinde aynı gün davalı eşin kardeşi olan diğer davalı …’ye tapuda satış yoluyla devredildiği anlaşıldığına göre, yapılan devirlerin davacının katılma alacağını azaltma kastıyla yapıldığının kabulü gerekir…” (Yargıtay 8. HD. E. 2016/14281 K. 2018/17838 T. 24.10.2018)

“…Taraflar, …15.02.2011 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne dair hükmün kesinleşmesiyle boşanmışlardır…Davalı erkeğin evliliğin devamı sırasında 17.12.2009 tarihinde bankada hesap açılarak 50.802 TL yatırdığı, 10.05.2010 tarihinde ise 61.499 TL. olarak davalı tarafından çekildiği anlaşılmaktadır. Kural olarak, boşanma davasının açıldığı tarihte eşlerin mevcut malları (TMK. 235 m.) göz önüne alınarak tasfiyeye tabi tutulacağı kabul edilmekte ise de, bu tarihten önceki 1 yıl içerisinde elden çıkarılan malların da tasfiyede gözetileceği öngörülmektedir… Bu itibarla banka hesabına dair hesap açma sözleşmesi vb. kayıt ve belgelerin ilgili bankadan getirtilmesi, tarafların gösterdiği delillerin eksiksiz olarak toplanması, ondan sonra elde edilecek sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.” (Yargıtay 8. HD. E. 2014/1703 K. 2015/7288 T. 31.3.2015)

“… 34 J.K 36 plakalı araç da … mal rejiminin sona erdiği boşanma dava tarihinden yaklaşık 2 yıl önce … tarihinde satılmıştır. Satılan araçlar mal rejiminin sona erme tarihinden uzunca bir süre önce elde çıkarılmış olup satış bedelinin mevcut olduğu veya araçların TMK 229. Maddesi koşullarında elden çıkarıldığı da kanıtlanamadığından tasfiyede göz önünde bulundurulmaması gerekir…” (Yargıtay 8. HD. E. 2015/6194 K. 2016/15818 T. 21.11.2016)

Boşanmada mal paylaşımı nasıl olur, bu konuyu anlatmaya çalıştık sizlere elimizden geldiğince. Konuya ilişkin tüm sorularınızı aşağıdan bizlere iletebilirsiniz.

ALACAK DAVASI

Menfi Tespit Davası

alacak davası hangi mahkemede açılır

Alacak davası; çek, senet ve her türlü alacaklarımızı tahsil edemediğimizde zamanaşımı süresi içerisinde başvurduğumuz hukuki yoldur.

Hepimiz günlük hayatımızda güvendiğimiz kişilere borç veriyoruz ya da yaptığımız işler nedeniyle alacaklı konumunda oluyoruz. Güvendiğimiz dağlara kar yağınca veya emek verdiğimiz işlerin karşılığını alamadığımızda ise alacak davası açma yoluna başvuruyoruz. Bu makalemizde alacak davasına ve alacağımızı tahsil etmenin yollarına değineceğiz.

Alacak Davası Nedir?

Alacak davası Türk hukuk sisteminde sıklıkla karşılaşılan dava türlerinden biridir. Alacak davalarında iki taraf vardır bunlar borçlu ve alacaklıdır. Borçlar Hukukunda borcun dört kaynağı vardır. Bunlar;

1-Sözleşme 2-Haksız Fiil 3-Vekaletsiz İş Görme 4-Sebepsiz Zenginleşme

Yukarıdaki işlemlerin birinden dolayı alacaklıya borçlanan kişi borcunu temerrüde düşmeden ifa etmek zorundadır. Borcunu zamanında ödemeyen yani temerrüde düşen borçluya karşı alacaklı tarafından bu dava açılabilmektedir. Yapılan yargılama sonucunda mahkeme davalının haksız olduğuna karar verirse alacaklı ilamlı icra takibi başlatabilir.

Alacak davasının açılabilmesi için, borç konusu paranın zamanında ödenmemesi, borçlunun yapması gereken bir şeyi yapmaması ve bunda alacaklının kusurunun olmaması şarttır.

Alacak Davası Hangi Mahkemede Açılır?

Alacak davasında eğer taraflar daha önceden yetkili mahkemeyi sözleşmede belirlememişlerse borçlunun yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.

Alacak davasında görevli mahkeme ise yapılan sözleşmenin türüne göre belirlenir. Örneğin kira sözleşmelerinden doğan alacaklarda sulh hukuk mahkemesi görevlidir.

Alacak Davasında Zamanaşımı

Alacak davalarındazamanaşımına ilişkin Borçlar Kanunun da borçların niteliğine göre 1 yıl, 3 yıl, 5 yıl ve 10 yıl şeklinde borçlara ilişkin farklı zaman aşımı süreleri vardır. Fakat bu süreler borçlu tarafından borcun yerine getirilmesisorumluluğununkalktığı anlamına gelmez.

Alacak Davası Dilekçesi

Alacak davasıdilekçenizde olayları delilleriyle birlikte düzenli, dikkatli bir şekilde ifade etmelisiniz. Böylece davakonusu şeyin değerini daha sonradan değiştirmekle uğraşmayarak davanızı takip edebilirsiniz.

Sözleşmeden Doğan Alacak Davası

Borcun kaynakları arasında yer alan sözleşmelerin hukuka uygun, genel ahlak ve edebe uygun, sözleşmeye aykırı olmaması gerekir. Sözleşmeden doğan alacak davası ile sözleşmeye aykırılık sonucunda uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini gerekmektedir. Bu durumda zarar gören kişinin uğradığı zararı, zarar verenin kusurunu kanıtlaması gerekir.

Eğer sözleşmeden doğan alacak davasında dava konusu tazminat kesin olarak tespit edilemiyorsa yargıç durumu değerlendirerek hakkaniyete uygun şekilde tazminata karar verecektir. Ayrıca zarar gören kişinin zarara yol açılmasında kusuru varsa kusuru oranında tazminatta indirim yapılacaktır.

Belirsiz Alacaklar İçin Ne Yapılmalıdır?

Borca konu olan şeyin değerinin tam olarak tespit edilemediği durumlarda yaklaşık asgari bir bedel belirlenerek dava açılabilir. Yapılan yargılama sırasında mahkeme tarafından borca konu olan şeyin tam değeri tespit ettirilebilir. İcra takibi başlattınız ve ödeme emrine itiraz edildiyse açmanız gereken dava itirazın iptali davasıdır.

Dilekçe yazarken sorun yaşamamak, dava şartlarının ve ilk itirazlardan yetki itirazının sorun yaratmaması için temsil anlamında avukatınızın olması sizlere en iyi sonucu anmanızı sağlayacaktır. İstenmeyen sonuçlarla karşılaşmamak için işinizi şansa bırakmayarak alacak davalarında uzman bir hukukçudan hukuki yardım almanızı tavsiye ederim.

ARAÇ DEĞER KAYBI NASIL ALINIR?

İş Davalarında Arabuluculuk Zorunluluğu

Araç Değer Kaybı hesaplama

Her gün yüzlerce araç trafik kazasına karışmaktadır. Trafik kazası geçirdiğimizde kaskomuz veya karşı tarafın zorunlu trafik sigortası aracılığıyla aracımızda meydana gelen hasarları karşılayabiliyoruz. Değer kaybı ise genellikle göz ardı edilerek, araç sahiplerinin ciddi zararlara uğramasına yol açmaktadır. Bu makalemizde araç değer kaybının nasıl tahsil edilebileceğine değineceğiz. Trafik kazası tazminat davası açarak uğramış olduğunuz diğer zararları da tazmin etmek isterseniz bu konudaki makalemizi inceleyebilirsiniz. Sayfanın en altındaki kısmı doldurarak araç değer kaybı ile ilgili aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Araç Değer Kaybı Nedir?

Değer kaybı aracınızın geçirmiş olduğu kaza sonrası ikinci el piyasa fiyatının düşmesidir. Kaza geçiren aracınız çok iyi şekilde onarıma tabi tutulsa dahi değerinde bir azalma olacaktır. Örneğin aracınızda motor kaputu, bagaj kapağı gibi parçalar orijinali ile yetkili servis tarafından değiştirilse dahi aracın değerinde azalma meydana gelmektedir.

Her kazadan sonra aracınızın değer kaybına uğramasının temel nedeni kazanın Tramer Kayıtları’na işlemesidir. Aracınızı satmak istediğinizde bu kaydı gören alıcılar kazaya karışmış bir aracı tercih etmeyecek, tercih etseler bile daha ucuza almak isteyeceklerdir. Ayrıca aracın parçasının değişmesi ve hatta en ufak bir boyama işlemi yapılması dahi aracın değerine olumsuz etki yapmaktadır.

Araç Değer Kaybı Şartları Nelerdir?

1- Kaza tarihinden itibaren 2 yıl geçmemiş olmalı,
2- Kaza tamamen sizin kusurunuzla gerçekleşmemeli (% 100 kusurlu olmamalısınız),
3- Aracınızın yaşı 36’dan fazla olmamalı,
4- Aracınız hurdaya çıkarılmış olmamalı.

Değer Kaybı Davasında Zamanaşımı Süresi Ne Kadar?

Bu tür davalar, kazaya sebep olan tarafın kim olduğunun tespit edilmesinin ardından iki yıllık süre içerisinde açılabilir. Ancak kaza tarihinden itibaren 10 yıldan fazla süre geçtiyse, uğranılan zarar ve zararı veren kişi tespit edilememiş olsa dahi zamanaşımı süresi dolmuş olur. Kazanın oluş şekline bağlı olarak ceza kanunlarında daha uzun zamanaşımı süresi öngörülmüşse bu süreler dikkate alınır.

Araç Değer Kaybı Nasıl Alınır?

Uğradığınız zararı kusuruyla kazaya neden olan araç sürücüsü veya onun aracının trafik sigortasını yapan şirketten talep edebilirsiniz. Değer kaybınızı alabilmek için sigorta tahkim komisyonuna başvurabileceğiniz gibi icra takibi yapmanız veya Asliye Ticaret Mahkemeleri’nde dava açmanız mümkündür.

Sigorta Tahkim Komisyonu, Sigorta Hukuku alanında uzman olan hakemler aracılığıyla uyuşmazlıkları karara bağlayan bir merciidir. Sigorta Tahkim Komisyonu tarafından verilen kararlar mahkeme kararı niteliğindedir. Sigorta tahkim komisyonunun 5.000 TL’ye kadar olan uyuşmazlıklara ilişkin kararları kesin niteliktedir. Bu miktarı geçen tutarlarda ise İtiraz Hakem Heyeti’ne başvurulabilmektedir. Sigorta Tahkim Heyeti’ne başvurmaksızın doğrudan icra takibi yapılması veya Asliye Ticaret Mahkemesi’nde dava açılması da mümkündür.

Araç Değer Kaybı Hesaplama Nasıl Yapılır?

Araç değer kaybı hesaplanmasında en çok dikkat edilen faktörler; aracın hasar geçmişi, markası ve modeli, trafiğe çıkış tarihi, yapmış olduğu kilometre ve üretim yılıdır. Bu kriterlere göre araç ne kadar değerliyse trafik kazası sonucunda uğrayacağı değer kaybı o kadar büyük olacaktır. Değiştirildiğinde araçta herhangi bir değer kaybına yol açmayacak parçaların (örneğin silecek, lastik, far vb.) zarar görmesi değer kaybı hesaplamasında dikkate alınmayacaktır.

Örneğin trafik kazasından önce aracınızın piyasa değeri 100.000 TL fakat kaza sonrası bu değer 90.000 TL oluyorsa aradaki 10.000 TL sizin yaklaşık olarak kayıp miktarınızdır. Kazada kusurunuz yok ise 10.000 TL’yi, kusurunuz % 25 ise 7.500 TL’yi, kusurunuz % 50 ise 5.000 TL’yi, kusurunuz %75 ise 2.500 TL tutarındaki araç değer kaybınızı talep edebilirsiniz. Eğer kusurun tamamı size aitse herhangi bir talepte bulunamazsınız.

Araç değer kaybının sigorta şirketleri tarafından hesaplanması SDDK tarafından resmi gazetede ilan edilen yeni düzenleme uyarınca yapılmaktadır. Buna göre 2022 yılından itibaren araç değer kaybı hesaplaması şu şekilde yapılacaktır;

1- Aracın kaza tarihi itibariyle piyasa değeri kasko araç değer listesindeki tutarların ortalaması alınarak belirlenir.

2- Aracın kullanılmışlık düzeyi katsayısı otomobillerde aşağıdaki tabloya göre belirlenir.

Değer Kaybı Hesaplama

3- Hasara uğrayan parçalar katsayısı aşağıdaki tabloya göre belirlenir.

değer kaybı sorgulamahasar değer kaybı

4 – Aracın piyasa değeri yukarıdaki tablolar uyarınca belirlenen katsayılar, rayiç değer katsayısı ve genel değer katsayısı ile çarpılarak toplam değer kaybı hesaplanır.

Araç Değer Kaybı Durumunda İlk Olarak Ne Yapılmalıdır?

1- Kaza yaptığınız araç sürücüsü ile birlikte kaza tespit tutanağı tutun. Karşı taraf kaza tespit tutanağı tutmak istemezse polis çağırarak kazayı tutanak altına alın.
2- Aracınızı tamir ettirerek ödediğiniz bedelin faturasını alın.
3- Kaza tespit tutanağı, servis faturası, kaza anına ilişkin fotoğraflar ve ruhsat fotokopisi ile birlikte değer kaybı alanında uzman bir avukata başvuruda bulunun.

Araç Değer Kaybı Avukat Ücreti Ne Kadar?

Bu tür dosyalarda genellikle peşin ücret talep edilmemekte, tahsil edilecek ücret üzerinden belirli bir oranın vekalet ücreti olarak ödenmesi kararlaştırılmaktadır. Belirlenecek oran da genellikle % 20 – 25 aralığında olmaktadır.

Araç değer kaybının tahsili belirli şekil şartlarının yerine getirilmesi zorunluluğu olan ve mevzuatta belirtilen sürelere tabi hukuki süreçlerdir. Bu nedenle hak kaybına uğramamak için araç değer kaybı konusunda uzman bir avukattan profesyonel bir hukuki yardım almanızı tavsiye ederiz. Aşağıdaki bölümden araç değer kaybı ile ilgili sorularınızı büromuza iletebilirsiniz.